1 Mart 2023 Çarşamba

Yoksa Siz…

 

“Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak diye” (Kalem 37-39).

 

Târih boyunca insanlar, Allah’ın apaçık emirlerine rağmen “yoksa siz” uyarısına ve hitâbına muhâtap olmuştur. Bu hitâp ile zımnen “hiç öyle şey olur mu” denir gibidir. Hitâp ve uyarı şeklinde gelen “yoksa siz” ifâdesi Kur’ân boyunca sürekli kullanılır. “Yoksa siz” ifâdesi ve uyarısı, vahiy-merkezli bir hayat yerine, Allah’ı, gaybı, vahyi, peygamberleri ve dîni-İslâm’ı devre-dışı bırakarak, akıl ve insan-merkezli bir yaşam-şekline karşı söylenmektedir. Bu ifade Kur’ân boyunca, aşkın bir dayanak ve kitaba bağlanmayan bir düşünce ve yaşama-şekline karşı kullanılır. Bu bağlamda bu ifâdeyle şu uyarılarda bulunulur..

 

“Yoksa siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85).

 

Bu uyarı, İslâm’ı kabûl etmesine rağmen, Allah’ın emir ve nehiylerine göre hareket etmeyen yada sâdece bâzı âyetlerini gündem edip sâdece bâzı âyetlerinin gereğini yapanlara fakat Kitab’ın büyük bölümünden haberi olamayanlara yada Kitab’a göre davranmayanlara gelmiştir. Oysa Kur’ân bir bütündür ve -modern hayat şekline aykırı olsa da- tek bir âyeti ve hattâ tek bir harfi bile görmezden gelinemez, iptâl ve inkâr edilemez. Aksi-hâlde “yoksa siz..” ifâdesine muhâtap olunur.  

 

Böyle yapanlar yâni hayatlarında Kur’ân’ın sâdece bir-kaç emrini ve nehyini uygularken, hayatlarının kalan kısmında başka düşüncelere, kitaplara, kişilere vs. uymakta ve yaşamlarını ona göre belirlemektedirler. Fakat bu şirktir ki şirk zâten budur. Allah böyle yapmanın “ortak koşmak” olduğunu söyler:

 

“Yoksa onların ortakları mı var?. Şu-hâlde eğer doğru söylüyorlarsa, ortaklarını getirsinler” (Kalem 41).

 

“Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar?” (Kalem 47).

 

“…Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler?. Hayır, zulmedenler birbirlerine aldatmadan başkasını vâdetmiyorlar” (Fâtır 40).

 

Tüm zamanlarda ve mekânlarda insan, her-şeyin gönlünce (aslında nefsince) olmasını istemiş ve bunu sağlamak için de çıkar-merkezli bir düşünme, konuşma, yazma ve eylem-şekli benimsemiştir. Fakat Dünyâ’nın formatı ve yapısı gereği böyle bir şeyin olması mümkün değildir ki zâten târih boyunca bu hiç kimse için olmamıştır:

 

“Yoksa insana ‘her dileyip arzu ettiği’ şey mi var?” (Necm 24).

 

Sonsuz kudrete sâhip, âlemlerin yaratıcısı, düzenleyicisi ve Rabbi olan Allah’ın emirlerini ve nehiylerini içeren kitabı dururken, üstelik “âlemlere rahmet” ve “muhteşem bir ahlâka sâhip” Peygamberimiz tarafından “en güzel örneklik” olarak ortaya konularak en ideâl uygulamasını bulmuş bir Kitap varken, kendi yazdıkları yada aşırı yoruma tâbi tuttukları kitaba-kitaplara göre hareket ediyorlar.

 

Bu bağlamda şeytanın, nefsin ve tâğutların kontrôlündeki ve yönlendirmesindeki dünyevî lîderlerin söylediklerini, yazdıklarını ve de kânun olarak belirlediklerini üstün tutuyorlar:  

 

“Yoksa gayb (bilgisi) onların katında mıdır, böylece yazıp-duruyorlar?” (Tûr 41).

 

Yine, maddî zenginliğe sâhip olan kişilerin sözlerini dinliyorlar ve onlar gibi olmak için hayâl kuruyorlar. Para-merkezli bu zihniyet, zenginleri -hâşâ- Allah’tan bile daha zengin ve daha güçlü zannediyor:

 

“Yoksa, güçlü ve üstün olan, karşılıksız bağışlayan Rabbinin hazîneleri onların yanında mıdır?. Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülkü onların mı?. Öyleyse, sebepler içinde (bir imkân ve güç bularak göğe) yükselsinler” (Sâd 9-10).

 

“Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar?. Hayır; onlar, kesin bir bilgiyle inanmıyorlar. Yoksa Rabbinin hazîneleri onların yanında mıdır?. Yoksa üstün güç (her-şeyin denetim ve yönetim) sâhipleri kendileri midir?” (Tûr 36-37).

 

Bir de kalkıp, kendilerini, üstün gayret göstererek Allah’ın rızâsını kazanmaya çalışan mü’minlerden daha üstün görüyorlar. Değerlendirmeyi fizîki ve maddî güce, şehvete, şöhrete, servete, siyâsete, mala-mülke, makâma-unvâna-rütbeye vs. bakarak değerlendirdikleri için, bunlara sâhip olmayanları düşük ve zayıf görüyorlar. Oysa mü’minler şeytanı, nefsi ve tâğutları değil, Allah’ı râzı etmek derdindedirler ve bunun için çalışmaktadırlar:

 

“Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini îman edip sâlih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar?. Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)?. Ne kötü hüküm veriyorlar” (Câsiye 21).

 

“Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyâma durarak gönülden itaat (ibâdet) eden, âhiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umûd eden (gibi) midir?. De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).

 

“Yoksa Biz, îman edip sâlih amellerde bulunanları yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar gibi (bir) mi tutacağız?. Yada muttakîleri fâcirler gibi (bir) mi tutacağız?” (Sâd 28).

 

 “..Yoksa siz yeryüzünde bilmeyeceği bir şeyi O’na haber mi veriyorsunuz?. Yoksa sözün zâhirine (veyâ boş ve süslü olanına)mi (kanıyorsunuz)?. Hayır, inkâr edenlere kendi hîleli-düzenleri süslü-çekici gösterilmiştir ve onlar (doğru) yoldan alıkonulmuşlardır. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiç-bir yol gösterici yoktur” (R’ad 33).

 

Allah ve vahiy-merkezli olmayı mevcut zamâna ve mekâna uygun görmeyenler, artık her-şey değiştiği için yeni şeyler söylenmesi gerektiği ve bunu da artık gelişmiş ve yetkinleşmiş akla sâhip olan insanın yapması gerektiğini söylüyorlar. Bu da onlara göre, belirleyici olacak olanın, ilahlaştırdıkları akıl-merkezli olan insanın ürettiği düşünce, ideoloji, felsefe ve en önemlisi de modern-bilim ve teknoloji merkezli olmalıdır:

 

“Yoksa bunu kendilerine saçma-akılları mı emrediyor?. Yoksa onlar azgın bir kavim midir?” (Tûr 32).

 

Yoksa O’ndan başka ilahlar mı edindiler?. De ki: ‘Kesin-kanıt (burhân)ınızı getirin. İşte benimle birlikte olanların zikri (Kitab’ı) ve benden öncekilerin de zikri’. Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı yüz çeviriyorlar” (Enbiyâ 24).

 

Yoksa onların bir-takım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî ettiler (bir şeriat kıldılar)?. Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zâlimler için acı bir azap vardır” (Şûra 21).

 

Kendileri gibi olmayanları yâni adâletsiz, merhâmetsiz, vicdansız, dinsiz, Allahsız, kitapsız, müşrik, kâfir ve zâlim olmayanları düşük gördükleri için istedikleri gibi yönlendirebileceklerini, hattâ onlardan yâni kendileri gibi olmayanlardan -güyâ- üstün oldukları için onları diledikleri gibi kullanabileceklerini ve onlara istedikleri kötülükleri yapabileceklerini düşünüyorlar. Çünkü bunu kendileri için bir hak olarak görüyorlar. Oysa Allah buna izin vermez, mü’minler de bunun önüne geçerler:

 

“Yoksa kötülükleri yapanlar, bizi (aşıp) geçeceklerini mi sandılar?. Ne kötü hükmediyorlar?” (Câsiye 4).

 

Modern dünyâda -çok azı hâriç- insanlar zor ve mutsuz bir hayat yaşamalarına rağmen, mutlu azınlığı üstün akıllı ve üstün zekâlı olarak kabûl ediyorlar. Oysa onların mevcut sözde kazanımları üstün akıl ve zekalarından değil, merhâmetsizlik, vicdansızlık, acımasızlık, bencillik, inançsızlık ve yaptıkları şerefsizlikler nedeniyledir, kötülükleri kolayca yapabiliyor olmalarındandır. Yoksa onlarda şeytânî bir zekâ olsa da akıl yoktur:

 

“Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir yada aklını kullanır mı sayıyorsun?. Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar” (Furkân 44).

 

Modern müslümanlar da dâhil insanların çoğu “ben iyi bir insanım, kimseye de bir zarârım yok” düşüncesiyle kendilerini cennetlik olarak görmektedir. Oysa Peygamberimiz muhteşem ve üstün bir ahlâka sâhipken ve herkes onu el-emîn olarak bilirken ve görürken, Allah bunu yeterli görmedi ve o’na “ağır bir yük” olarak vahyi indirdi ve o’na çeşitli sorumluluklar ve zorluklar yükledi. Çünkü Dünyâ “imtihan dünyâsı”dır. Helâlinden, meşrûsundan ve temiz olanlardan yemek, içmek, giymek, gezmek ve yaşamak elbette olacaktır fakat Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır ve imtihan çeşitli zorlukları yanında getireceğinden dolayı sorumluluk, zorluk ve yük almak kaçınılmaz olacaktır. Dünyâ’nın formatı yapısı ve vahyin içeriği bunu gerektirir. “Felek” hiç kimseyi baştan-sona güldürmemiştir. İşin raconu budur:

 

“Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah’tan ve Resûlü’nden ve mü’minlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah ‘bilip (ortaya) çıkarmadan’ bırakılıvereceğinizi mi sandınız?. Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Tevbe 16).

 

“Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmran 142).

 

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin!, şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).

 

Âhirette pişmân olanlardan olmak ve acı azâba yakalanmak istemiyorsanız, “yoksa siz..” uyarılarına dikkat etmeniz ve bu uyarıya göre hayâtınızı düzenlemeniz şarttır. Yoksa…

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2022

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder