“Yoksa (elinizde) ders
okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ
sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir
yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak diye” (Kalem 37-39).
Târih boyunca insanlar,
Allah’ın apaçık emirlerine rağmen “yoksa siz” uyarısına ve hitâbına muhâtap
olmuştur. Bu hitâp ile zımnen “hiç öyle şey olur mu” denir gibidir. Hitâp ve
uyarı şeklinde gelen “yoksa siz” ifâdesi Kur’ân boyunca sürekli kullanılır. “Yoksa
siz” ifâdesi ve uyarısı, vahiy-merkezli bir hayat yerine, Allah’ı, gaybı, vahyi,
peygamberleri ve dîni-İslâm’ı devre-dışı bırakarak, akıl ve insan-merkezli bir
yaşam-şekline karşı söylenmektedir. Bu ifade Kur’ân boyunca, aşkın bir dayanak
ve kitaba bağlanmayan bir düşünce ve yaşama-şekline karşı kullanılır. Bu
bağlamda bu ifâdeyle şu uyarılarda bulunulur..
“Yoksa siz, Kitab’ın bir
bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle
yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet
gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan
habersiz değildir” (Bakara 85).
Bu uyarı, İslâm’ı kabûl
etmesine rağmen, Allah’ın emir ve nehiylerine göre hareket etmeyen yada sâdece
bâzı âyetlerini gündem edip sâdece bâzı âyetlerinin gereğini yapanlara fakat
Kitab’ın büyük bölümünden haberi olamayanlara yada Kitab’a göre davranmayanlara
gelmiştir. Oysa Kur’ân bir bütündür ve -modern hayat şekline aykırı olsa da-
tek bir âyeti ve hattâ tek bir harfi bile görmezden gelinemez, iptâl ve inkâr
edilemez. Aksi-hâlde “yoksa siz..” ifâdesine muhâtap olunur.
Böyle yapanlar yâni
hayatlarında Kur’ân’ın sâdece bir-kaç emrini ve nehyini uygularken,
hayatlarının kalan kısmında başka düşüncelere, kitaplara, kişilere vs. uymakta
ve yaşamlarını ona göre belirlemektedirler. Fakat bu şirktir ki şirk zâten
budur. Allah böyle yapmanın “ortak koşmak” olduğunu söyler:
“Yoksa onların ortakları
mı var?. Şu-hâlde eğer doğru söylüyorlarsa, ortaklarını getirsinler” (Kalem 41).
“Yoksa gayb (görünmeyenin
bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar?” (Kalem 47).
“…Yoksa biz onlara bir
kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler?.
Hayır, zulmedenler birbirlerine aldatmadan başkasını vâdetmiyorlar” (Fâtır 40).
Tüm zamanlarda ve mekânlarda
insan, her-şeyin gönlünce (aslında nefsince) olmasını istemiş ve bunu sağlamak
için de çıkar-merkezli bir düşünme, konuşma, yazma ve eylem-şekli
benimsemiştir. Fakat Dünyâ’nın formatı ve yapısı gereği böyle bir şeyin olması
mümkün değildir ki zâten târih boyunca bu hiç kimse için olmamıştır:
“Yoksa insana ‘her
dileyip arzu ettiği’ şey mi var?” (Necm
24).
Sonsuz kudrete sâhip, âlemlerin
yaratıcısı, düzenleyicisi ve Rabbi olan Allah’ın emirlerini ve nehiylerini
içeren kitabı dururken, üstelik “âlemlere rahmet” ve “muhteşem bir ahlâka sâhip”
Peygamberimiz tarafından “en güzel örneklik” olarak ortaya konularak en ideâl
uygulamasını bulmuş bir Kitap varken, kendi yazdıkları yada aşırı yoruma tâbi
tuttukları kitaba-kitaplara göre hareket ediyorlar.
Bu bağlamda şeytanın, nefsin
ve tâğutların kontrôlündeki ve yönlendirmesindeki dünyevî lîderlerin söylediklerini,
yazdıklarını ve de kânun olarak belirlediklerini üstün tutuyorlar:
“Yoksa gayb (bilgisi)
onların katında mıdır, böylece yazıp-duruyorlar?” (Tûr 41).
Yine, maddî zenginliğe sâhip
olan kişilerin sözlerini dinliyorlar ve onlar gibi olmak için hayâl kuruyorlar.
Para-merkezli bu zihniyet, zenginleri -hâşâ- Allah’tan bile daha zengin ve daha
güçlü zannediyor:
“Yoksa, güçlü ve üstün
olan, karşılıksız bağışlayan Rabbinin hazîneleri onların yanında mıdır?. Yoksa
göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülkü onların mı?. Öyleyse,
sebepler içinde (bir imkân ve güç bularak göğe) yükselsinler” (Sâd 9-10).
“Yoksa gökleri ve yeri
onlar mı yarattılar?. Hayır; onlar, kesin bir bilgiyle inanmıyorlar. Yoksa
Rabbinin hazîneleri onların yanında mıdır?. Yoksa üstün güç (her-şeyin denetim
ve yönetim) sâhipleri kendileri midir?” (Tûr 36-37).
Bir de kalkıp, kendilerini,
üstün gayret göstererek Allah’ın rızâsını kazanmaya çalışan mü’minlerden daha
üstün görüyorlar. Değerlendirmeyi fizîki ve maddî güce, şehvete, şöhrete,
servete, siyâsete, mala-mülke, makâma-unvâna-rütbeye vs. bakarak değerlendirdikleri
için, bunlara sâhip olmayanları düşük ve zayıf görüyorlar. Oysa mü’minler şeytanı,
nefsi ve tâğutları değil, Allah’ı râzı etmek derdindedirler ve bunun için
çalışmaktadırlar:
“Yoksa kötülüklere
batıp-yara alanlar, kendilerini îman edip sâlih amellerde bulunanlar gibi
kılacağımızı mı sandılar?. Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)?. Ne kötü
hüküm veriyorlar” (Câsiye 21).
“Yoksa o, gece saatinde
kalkıp da secde ederek ve kıyâma durarak gönülden itaat (ibâdet) eden,
âhiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umûd eden (gibi) midir?. De ki: Hiç
bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt
alıp-düşünürler” (Zümer 9).
“Yoksa Biz, îman edip
sâlih amellerde bulunanları yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar gibi (bir) mi
tutacağız?. Yada muttakîleri fâcirler gibi (bir) mi tutacağız?” (Sâd 28).
“..Yoksa siz yeryüzünde bilmeyeceği bir
şeyi O’na haber mi veriyorsunuz?. Yoksa sözün zâhirine (veyâ boş ve süslü
olanına)mi (kanıyorsunuz)?. Hayır, inkâr edenlere kendi hîleli-düzenleri
süslü-çekici gösterilmiştir ve onlar (doğru) yoldan alıkonulmuşlardır. Allah,
kimi saptırırsa, artık onun için hiç-bir yol gösterici yoktur” (R’ad 33).
Allah ve vahiy-merkezli
olmayı mevcut zamâna ve mekâna uygun görmeyenler, artık her-şey değiştiği için
yeni şeyler söylenmesi gerektiği ve bunu da artık gelişmiş ve yetkinleşmiş akla
sâhip olan insanın yapması gerektiğini söylüyorlar. Bu da onlara göre, belirleyici
olacak olanın, ilahlaştırdıkları akıl-merkezli olan insanın ürettiği düşünce,
ideoloji, felsefe ve en önemlisi de modern-bilim ve teknoloji merkezli
olmalıdır:
“Yoksa bunu kendilerine
saçma-akılları mı emrediyor?. Yoksa onlar azgın bir kavim midir?” (Tûr 32).
Yoksa O’ndan başka
ilahlar mı edindiler?. De ki: ‘Kesin-kanıt (burhân)ınızı getirin. İşte benimle
birlikte olanların zikri (Kitab’ı) ve benden öncekilerin de zikri’. Hayır,
onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı yüz çeviriyorlar” (Enbiyâ 24).
Yoksa onların bir-takım
ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî
ettiler (bir şeriat kıldılar)?. Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette
aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zâlimler için acı bir azap
vardır” (Şûra 21).
Kendileri gibi olmayanları
yâni adâletsiz, merhâmetsiz, vicdansız, dinsiz, Allahsız, kitapsız, müşrik,
kâfir ve zâlim olmayanları düşük gördükleri için istedikleri gibi yönlendirebileceklerini,
hattâ onlardan yâni kendileri gibi olmayanlardan -güyâ- üstün oldukları için onları
diledikleri gibi kullanabileceklerini ve onlara istedikleri kötülükleri
yapabileceklerini düşünüyorlar. Çünkü bunu kendileri için bir hak olarak
görüyorlar. Oysa Allah buna izin vermez, mü’minler de bunun önüne geçerler:
“Yoksa kötülükleri
yapanlar, bizi (aşıp) geçeceklerini mi sandılar?. Ne kötü hükmediyorlar?” (Câsiye 4).
Modern dünyâda -çok azı hâriç-
insanlar zor ve mutsuz bir hayat yaşamalarına rağmen, mutlu azınlığı üstün
akıllı ve üstün zekâlı olarak kabûl ediyorlar. Oysa onların mevcut sözde kazanımları
üstün akıl ve zekalarından değil, merhâmetsizlik, vicdansızlık, acımasızlık,
bencillik, inançsızlık ve yaptıkları şerefsizlikler nedeniyledir, kötülükleri
kolayca yapabiliyor olmalarındandır. Yoksa onlarda şeytânî bir zekâ olsa da
akıl yoktur:
“Yoksa sen, onların
çoğunu (söz) işitir yada aklını kullanır mı sayıyorsun?. Onlar, ancak hayvanlar
gibidirler; hayır yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar” (Furkân 44).
Modern müslümanlar da dâhil
insanların çoğu “ben iyi bir insanım, kimseye de bir zarârım yok” düşüncesiyle
kendilerini cennetlik olarak görmektedir. Oysa Peygamberimiz muhteşem ve üstün
bir ahlâka sâhipken ve herkes onu el-emîn olarak bilirken ve görürken, Allah
bunu yeterli görmedi ve o’na “ağır bir yük” olarak vahyi indirdi ve o’na
çeşitli sorumluluklar ve zorluklar yükledi. Çünkü Dünyâ “imtihan dünyâsı”dır.
Helâlinden, meşrûsundan ve temiz olanlardan yemek, içmek, giymek, gezmek ve
yaşamak elbette olacaktır fakat Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır ve imtihan çeşitli
zorlukları yanında getireceğinden dolayı sorumluluk, zorluk ve yük almak kaçınılmaz
olacaktır. Dünyâ’nın formatı yapısı ve vahyin içeriği bunu gerektirir. “Felek”
hiç kimseyi baştan-sona güldürmemiştir. İşin raconu budur:
“Yoksa siz, içinizden
cihad edenleri ve Allah’tan ve Resûlü’nden ve mü’minlerden başka sır-dostu
edinmeyenleri Allah ‘bilip (ortaya) çıkarmadan’ bırakılıvereceğinizi mi
sandınız?. Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Tevbe 16).
“Yoksa siz, Allah,
içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de
belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmran 142).
“Yoksa sizden önce
gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?.
Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine
sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne
zaman?’ diyordu. Dikkat edin!, şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).
Âhirette pişmân olanlardan
olmak ve acı azâba yakalanmak istemiyorsanız, “yoksa siz..” uyarılarına dikkat
etmeniz ve bu uyarıya göre hayâtınızı düzenlemeniz şarttır. Yoksa…
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder