“…Benim başarım ancak
Allah iledir; O’na tevekkül ettim ve O’na içten yönelip-dönerim” (Hûd 88).
Başarı: “Bir işin üstesinde
gelebilmek, muvaffâkiyet”.
Târih boyunca insanın başarı
anlayışı, tamâmen maddîdir ve maddî alanda da kişi her alanda ne kadar
gelişmişse o oranda başarılı kabûl edilir. Tüm zamanlarda olduğu gibi günümüzde
de; ev sayısı ve evin genişliği-büyüklüğü, eşyâların kalitesi ve gösterişi,
arabanın fiyatı ve markası, yeme, içme ve giyme konusunda ne kadar lüks olduğu,
çocukların nerede okuduğu, ne iş yaptığı ve geliri, hanımının boyu-posu ve
süksesi, girdiği ortamlar, tanıdığı unvanlı kişiler, makam-mevkî, kişinin
serveti, şöhreti, hattâ şehveti vs. ile ölçülüyor. Başarı konusunda Allah hiç
işe karıştırılmıyor ve “insanların başarı olarak gördüğü şeyi Allah da başarı
olarak görüyor mu?” diye hiç kimse soruyor. Oysa Allah’a göre yâni İslâm’a göre
baları olan insan, “takvâda yükselip Allah’ın rızâsını kazanmış olan insan”dır.
Allah’ın başarılı gördüğü ve başarılı dediği insanlar gerçekten başarılıdır. Bu
bağlamda insanlık târihinde en başarılı olan insanlar peygamberlerdir.
Allah’ın rızâsını kazanmak
en büyük başarıdır. Çünkü Allah’ın rızasını kazanmaktan daha büyük bir başarı
yoktur. Hattâ cenneti kazanmak çok önemlidir ama o bile Allah’ın rızâsını
kazanmaktan daha üstün değildir:
“Allah, mü’min erkeklere
ve mü’min kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler
ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah’ın rızâsı (rıdvan) ise hepsinden büyüktür. İşte büyük
kurtuluş da budur” (Tevbe 72).
“Dünyâ’da başarılı olmak”
ile “hayatta başarılı olmak” kanımca farklı şeylerdir. Hayatta başarılı olanlar
Dünyâ’yı başarıyla tamamlamışlarken, Dünyâ’da -görece- başarılı hayatta
başarılı olamamış olabilirler. Bir konu ve bir alanda başarılı olmak “hayatta
başarılı olmak” demek değildir. Hayatta başarılı olmak, Allah için yaşamakla ve
O’nun rızâsını kazanacak işler yapmakla olur. Gerçek başarı, Allah’ı râzı
ederek Dünyâ’da faydalı işler yapmakla olur. Allah için başarılı kişi, îman
eden ve sâlih ameller işleyenlerdir:
“Asra andolsun!; Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak
îman edip sâlih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve
birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr Sûresi).
Modern dünyâda, “hazzı en
yüksek seviyede yaşayanlar, “en başarılı insan” olarak kabûl ediliyor. Kendini
Allah’a adamış ve bu uğurda her-şeyden vazgeçerek malını ve canını ortaya
koymuş olanlar ise; ahmak, gerici, yobaz ve terörist olarak görülüyor. Fakat
mü’minler için Allah’ın değerlendirmesi önemlidir.
Modern dünyâda başarılı
olmak için bir kere Modernizme meftûn ve râm olmak gerekir. Modern Türkiye’de
başarılı olmak demek; lâik, seküler, demokratik, Atatürkçü, feminist,
modern-bilim ve teknolojiye bağlı, modernist olmak demektir. Ancak bunlardan
sonra popüler şeyler yaparsanız ve kitleler tarafından tanınıp izlenirseniz
başarılı sayılırsınız. Bu saydıklarıma karşıysanız ve aykırı biriyseniz, ne
yağarsanız-yapın başarısızsınızdır ve görmezden gelinirsiniz.
Lâik, seküler, demokratik,
cumhûriyet sistemi ve Kemâlizm, başarılı sistemler olarak kabûl edilir.
Körü-körüne “modern olunca başarılı da olur” inancı vardır. Hattâ ne kadar
modern olursa o kadar başarılı görülür. Modernitenin başarılı gözükmesinin ve
yaygınlaşmasının nedeni, insanın zaaflarına dayanmasından ve zaaflarına
oynamasından dolayıdır. Zîrâ Modernizm bir nefs uygarlığıdır. Nefsi kışkırtarak
ve ayartarak buralara kadar gelmiştir.
Modernizm, başarının
“sayısallık” ile ölçülmesidir. Matematikte başarılı olanlar alkışlanırken ve
hattâ göklere çıkarılırken, sözel konularda başarılı olanlar görmezden gelinir.
Çünkü modernizmde sözelliğe yer yoktur. Zâten modernizmde dîne yer
verilmemesinin bir nedeni de budur. Modernizmde balarının ölçüsü, dîne olan mesâfedir.
Dîne ne kadar mesâfeliyseniz o oranda önünüz açılır ve başarılı kabûl
edilirsiniz.
Hangi işte olursa-olsun,
Dünyâ’da bir konuda başarılı etkili olabilmek için o şeyi sevmek şarttır.
Sevmediğiniz konuda başarılı olamazsınız. Zâten ancak sevdiğiniz şeye iyi
odaklanabilirsiniz. Yine başarılı olabilmek için o şey üzerinde çok çalışmak
gerekir. Bâzen de bir konuda başarılı olmak için onu başarmaya mecbûr olmak
gerekebilir. Demek ki bir şeyde başarılı olabilmek, o şeyi ne kadar sevdiğinle
ve o şeye ne kadar odaklanabildiğinle alâkalıdır.
Ne kadar kızsak da şeytan
başarılıdır. Özellikle Modernizm ile birlikte başarısının zirvesine
yükselmiştir. Gelinen yer îtibârıyla Dünyâ’nın hâl-i pür melâline baktığımızda
bu çok net olarak görülür.
Başarılı patron, işçisinin
emeğinin karşılığını “hakkıyla” ve “alın-teri kurumadan” verendir.
Mü’minler ancak Allah’a göre
ve Allah için yaşadıklarında başarılı olmuş olurlar. Îmânın bedelini ödemeyi
göze alabilmek büyük başarıdır. Dünyâ’da ne kadar rahat ve ne kadar keyifli bir
hayat yaşamışsan o kadar başarılı olmuş olmazsın. Bir insanın Dünyâ’da “gönlüne
göre” yaşaması “başarı” değildir. Hattâ bu kanımca başarısız bir yaşamdır.
En başarılı kadın, tahsil ve
kariyer yapmış “ayakları üzerinde duran” kadın değildir. En başarılı kadın,
Allah’â iyi bir kul olduktan sonra iyi bir ev-hanımı ve iyi bir anne olan
kadındır. Allah’ın emirlerine riâyet eden kadın başarılıdır. En başarılı kadın,
modaya en çok uyan kadın değil, tesettürünü en nizâmî şekilde kuşanan kadındır.
Başarı ille de, zamânın
popüler işlerini yapıyor olmak ve popüler alanda bir yerlere gelmiş olmakla
olmaz. Eğer işinizi doğru-düzgün yapıyorsanız, aldatmıyorsanız, insanlar sizi
dürüst ve iyi bir insan olarak tanıyorsa başarılısınızdır. İlle de bir şirketin
yurt-dışı ihracat işlerini idâre ediyor olmak yada büyük bir yazılım yazıyor
olmak değildir başarı. İyi yemek yapıyorsanız o da başarıdır. Başarı, popüler
işler yapmak değildir, her ne iş olursa-olsun “işini iyi yapmak”tır.
Allah için başarı, “sesin
yükselmesi” değil “sözün yükselmesi”dir. Allah’a ancak güzel sözler yükselir ve
o sözü yükselten şey ise sâlih ameldir.
Modern insan; okul, başarı
ve popüler iş sâhibi olmak ile kafayı bozmuştur. Bunların yolunda koşarken
Dünyâ’da başarılı olabilse de hayatta başarılı olamamaktadır. Zîrâ hayâtı
ıskalamaktadır. Başarı, dış-âlemden ziyâde iç-âlemde kendini hissettirir.
İç-âlemde başarılı olmuş olanlar dış-âlemde de başarılı olur. Fakat dış-âlemde
her başarılı olan kişi, iç-âlemde de başarılı olmuş olmaz.
Başarılı olanlar Gerçek ve
hakîki başları, tüm hayâtı Allah için yaşamakla olur:
“De ki: Şüphesiz benim
namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm (yâni tüm hayâtım) âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır” (En-âm 162).
Cimri olanlar değil, cömert
olanlar başarılıdır. Namazını kılmayanlar değil, kılanlar başarılıdır. Bir mâni
olmadığı müddetçe oruç tutmayanlar değil, tutanlar başarılıdır. Zekatını
vermeyenler değil, verenler başarılıdır.
Bencil olanlar değil, bencil
olmayanlar başarılıdır. Yoksulu ve yetimi kendisine tercih edenler başarılıdır:
“Ona duydukları sevgiye
rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz size, ancak Allah’ın
yüzü (rızâsı) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir
teşekkür” (İnsân 8-9).
Başkasının olan şeyle
başarılıyı yakalayamazsınız. Başarılı olmak için size âit olmalıdır. Meselâ batı’ya
karşı batı’nın silahlarıyla kesin bir başarı kazanılamaz. .
Muhâfazakârlar,
Türkleri-müslümanları batı’nın yörüngesine sokmakta CHP’den daha başarılı
olmuştur. Doğu medeniyeti ile Dünyâ’ya yüzlerce yıl hâkim olan
Türkler-Müslümanlar, batı uygarlığı ile, hatırı sayılır bir başarı bile
yakalayamadılar. Müslümanların 30 yıllık çalışmalarının sonunda ulaştıkları
yer, liberâl-kapitâlist demokrasi ve Ak Parti oldu. Bu sonucu “İslâm’ın
başarısı” olarak görüyorlar.
Bâtılın ve bâtılın
lîderlerinin başarısını(!) o kadar da büyütmeye gerek yok, zîrâ nefse uygun
işler yapmak o kadar da zor değildir. Zâten şeytan en büyük destekçi olur. Batı’lıların
Türkiye’deki en önemli başarıları, Türkiye’de lâikliği yerleştirmek olmuştur.
Yine; ABD’nin Türkiye’de uyguladığı “Ilımlı (sınırlı) İslâm Projesi” başarılı
olmuştur.
Kimin başarılı olduğu ve
kimin kazandığı, hangi pencereden baktığınıza göre değişir. İslâm’ın ve vahyin
penceresinden baktığınızda başarılı olmak da kazanmak da farklı görülür. Bi’r-i
Maûne fâciâsında halka İslâm’ı anlatmak ve öğretmek için giden muâllimlerden
Âmir bin Fuheyre, tuzağa düşürülüp şehit edilen sahabelerdendi. Onu şehit eden
Cebbâr bin Sülmâ şu hâdiseyi anlatır: “Müslümanlardan Âmir bin Fuheyre’ye
mızrağımı sapladım. Mızrağımın göğsünü delip geçtiğini gördüm. O ise bu
hâldeyken “vallâhi kazandım” diyordu.
Âhirette şu hitâbı duyan
kişi başarılı olanlardandır ve kazananlardan olmuştur:
“Ey mutmain (tatmin bulmuş)
nefis!; dön Rabbine, O’ndan râzı olarak ve
rızâsını kazanmış bulunarak” (İrci’î, ilâ rabbiki râdiyeten mardiye) (Fecr 27-28).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder