“Buna rağmen, bunlara ne
oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?. Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri
gibidirler; aslandan korkup-kaçmışlar” (Müddesir 49-51).
Kaçmak şeytanla başlayan bir
şeydir. O Allah’ın emrini yerine getirmekten kaçmıştı da secde etmemişti.
Kaçtığı için de huzurdan kovuldu. Emri dinlemeyip de kaçanların sonu hep
“kovulmak” olur. Cennette Hz. Âdem ve Havvâ, Allah’ın emrini dinlememişti de
cennetten kovulmuşlardı. Târih hep, birilerinin bir şeylerden kaçmasının
târihidir. Şeytan Allah’ın emrinden kaçar, insan insandan, hayvan hayvandan
kaçar, düşünce düşünceden, inanç inançtan kaçar. Kaçmak hayâtın bir parçasıdır.
Fakat insan neyden kaçtığına göre değerlendirilir. Âhiret, insanın neyden
kaçtığının hesâbının yapılacağı ve sorulacağı yerdir. Cehennemlikler Allah’tan,
âhiretten, İslâm’dan, dinden, kitaptan, peygamberden, haktan, hakîkatten,
adâletten, ahlâktan vs. kaçarken, cennetlikler ise cehennemliklerin kaçtığı
şeylere doğru kaçar. Hakka, hakîkate, adâlete, eşitliğe, ahlâka, merhâmete,
vicdâna, İslâm’a ve tevhide doğru kaçarken, haramdan, günahtan, ayıptan,
şirkten, küfürden, zulümden ve azaptan kaçar. O-hâlde yapılması gereken şey
açıktır: “Öyleyse, Allah’a doğru kaçın” (Zâriyât 50).
Aslında haktan ve hakîkatten
kaçmak bir yarar sağlamaz. Çünkü hakkın ve hakîkatin olmadığı yerde haksızlık
ve bâtıl vardır. Zâten “Allah’ın olmadığı” bir yere gidilemeyeceği için,
sünnetullahın ve imtihanın olmadığı bir yere de kaçılamaz. Yine; şeytanın,
nefsin ve zorluğun olmadığı bir yere gidilemez. O-hâlde “imtihanın olmadığı”
bir yere de gidilemez. Demek ki sıkıntıdan ve zorluktan kaçıp gidilecek bir yer
yoktur.
Modern insan, acılardan
kaçmak yada acılarını susturmak uğruna acılara doğru kaçıyor. Oysa acı,
“çekmek” içindir. Acı illâ ki çekilecekse, acıyı çekmeyen o acıdan kaçıp kurtulmak
mümkün olmaz. Acının olmadığı bir yer yoktur. Âhirette bile ancak Allah’ın râzı
olduğu kişiler cennette acı çekmeyeceklerdir.
Nefs hep kaçar. Sürekli
olarak aşırlığa kaçar, ihtirâsa kaçar, zevke, neşeye, rahata, konfora,
bencilliğe doğru kaçar. Çünkü nefs serbest olmak ister, yapacağını serbestçe
işlemek ister, bu nedenle de insanlar hep nefsi beslemişler ve nefsin isteğine
göre bir hayat düşlemişlerdir tüm târih boyunca. Beslenen nefs onlara neyden
nasıl kaçılacağını öğretmiştir. Tabi bu konuda da en büyük destekçisi şeytan
olmuştur. Psikolojinin bozulması nefsin zayıf olmasından, nefsin zayıf olması
ise kişinin âhiret-merkezli değil de Dünyâ yani nefs-merkezli yaşamak
istemesinden ve yaşamasından dolayıdır. Târih, âhiret-merkezli yaşamaktan
kaçmanın ve nefs-merkezli yaşamanın özlemini çekmenin ve bunun için de her-şeyi
yapabilmenin çabasının gösterildiği süreçtir. İslâm-dışı, sünnetullah ve
fıtrat-dışı her-şey, tüm düşünceler, felsefeler, bâtıl inanışlar, dinler,
ideolojiler hep âhiret-merkezli yaşamaktan kaçmak ve nefs-merkezli yaşamayı
meşrûlaştırabilmek için yapılan çabalardır. Şeytan zâten bunu fısıldar durur.
Fakat kâlpler ancak İslâm ile ve âhiret-merkezli olunca huzûra erebileceğinden
dolayı, İslâm’dan kaçmak hiç-bir zaman huzûr vermemiştir.
İslâm’a, iyiliğe ve hakka
dâvet genelde olumlu sonuçlanmaz. Bunun en açık göstergesi Hz. Nûh’un yaptığı
dâvetin büyük oranda faydasının olmamış olmasıdır:
“Fakat dâvet etmem, bir
kaçıştan başkasını arttırmadı” (Nûh
6).
Tebliğ ve dâvetten umduğunu
bulamayan Hz. Yûnus ise bu sonuca kızarak kavmini Allah’tan izinsiz olarak
terk-edip gitmişti de sonunda pişmân olanlardan olmuştu. Ne var ki Allah
tevbesini kabûl etti ve o’nu affetti:
“Şüphesiz Yûnus da
gönderilmiş (elçi)lerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Böylece kur’âya
katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu” (Saffât 139).
Kaçılacak hiç-bir yer olmadığı
için Allah şöyle der:
“Şu-hâlde nereye
kaçıp-gidiyorsunuz?” (Tekvir 26).
Allah’tan kimin kaçacağı,
kimin O’na sığınacağı çok açık olarak belirtilmiştir:
“Allah’tan ‘içi
titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. ‘Mutsuz-bedbaht’ olan ise ondan kaçınır” (Âlâ 10-11).
Müslüman olduğunu
söylemesine hattâ vaktini Kur’ân ile geçirmesine rağmen İslâmî ve Kur’ânî
bütünlükten kaçanlar vardır. Meselâ İslâm’ın rûha, kâlbe ve zihne hitâp eden
yönünü alırken hayâta dönük olan yönünü es geçenler vardır. İslâm’ın sosyâl,
kültürel, hukûkî, kânûnî, askerî, siyâsî ve ekonomik yönünü es geçerek vahiy
bütünlüğünden kaçanlar vardır. Fakat târih boyunca İslâmî siyâsetten kaçmanın
cezâsı hep “beşerî-seküler siyâset” olmuştur. Müslümanların özellikle son 150
yılı, “yağmurdan kaçarken doluya tutulma” târihidir. Modern insan (hattâ
müslüman), “İslâm’ın Dünyâ’ya hâkim olma düşüncesi”nden, zebraların aslandan
kaçtıkları gibi kaçıyor.
Târih boyunca ama özellikle modern dönemde
müslümanlar amel ve eylemden kaçıyorlar. Amel ve eylemden kaçmak için de ilme
ve araştırmaya-incelemeye sığınıyorlar. Ben şahsen ne aradıklarını
bilip-bilmediklerinden emin değilim. Eğer siz hayâtın içinde adım-adım yer
almaktan kaçarsanız, gün gelir hayat -aynen günümüzde olduğu gibi- üzerinize
çöker.
Modern insan, îmandan kaçmak
ve sorumluluktan kurtulmak için kendini paralıyor. Sorumluluktan ancak, âhirete
kadar kaçılabilir. Fakat o gün geldiği zaman terâzi kişinin aleyhine çıkarsa
bak o zaman sen gümbürtüye..
Tabi kaçılacak şeyler de
vardır ve Allah kaçılması gereken şeylerden bahseder:
“Pislikten
kaçınıp-uzaklaş” (Müddesir 5).
“Ki onlar,
ufak-tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan
kaçınırlar….” (Necm 32).
“Ey îman edenler!; içki,
kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir.
Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz” (Mâide 90).
Allah’ın emirlerini yerine
getirmek yasaklarından kaçmayı, yasaklarından kaçmak da emirlerini yerine
getirmeyi gerektirir. Bunlar ayrı-ayrı şeyler değildir.
Bir de “bâtıldan
bâtıla kaçanlar” vardır. Üzerinde oldukları bâtılın şamarını yiyince Allah’a,
peygambere ve vahye kaçacaklarına, başka bir bâtıla kaçıp sığınıyorlar. Tâ ki onun
da tokadını yiyene kadar..
Bir de zinhar
kaçılamayacak bir zaman ve mekân vardır. Orada kişinin gözü hiç kimseyi ve
hiç-bir şeyi görmez olur:
“Fakat ‘kulakları
patlatırcasına olan o gürleme’ geldiği zaman, kişi o gün, kendi kardeşinden
kaçar; annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından, o gün, onlardan her
birisinin kendine yetecek bir işi vardır” (Abese 33-37).
“Kıyâmet günü ne zamanmış
diye sorar. Ama göz kamaşıp da kaydığı, Ay karardığı, Güneş ve Ay
birleştirildiği zaman; insan o gün: ‘kaçış nereye?’ der. Hayır, sığınacak
herhangi bir yer yok” (Kıyâmet 6-11).
“O, ölüm sarhoşluğu, bir
gerçek olarak gelip de, (insana) ‘işte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun
şeydir’ (denildiği zaman da)” (Kâf
19).
Allah’tan, âhiretten,
İslâm’dan, vahiyden, peygamberden, din’den ve sorumluluktan kaçmak için
Dünyâ’da kaçmadık yer bırakılmadı. Tüm günahlar, haramlar, ayıplar, suçlar,
şirk, küfür ve zulüm, hep kaçmak yüzündendir. Bunlar hep kaçmak için yapılan kaçamaklardır.
Dünyâ bir hapis-hâneye
dönmüş durumda, insan ise bir mahkûm; şeytanın, nefsinin ve tâğutların mahkûmu.
Tünel kazarak kaçmak istiyor insan bu hapis-hâneden. Çünkü kaçmazsak en sonunda
başkaları bizim tünelimizi (mezarımızı) kazacak. Mezarlıklar “dünyâ
hapis-hânesi”nden kaçmak yada çıkmak için kazılmış tüneller gibidir. Ölenlere
mezarlıklarda tüneller kazarlar ki âhirete kaçabilsinler. Lâkin Allah’ın râzı
olacağı bir hayat yaşanmamışsa, ölüm de çâre olmaz, mezara girmek de. Zîrâ
böyle kişiler için âhiret daha ağır ve acı olur. O-hâlde sorumluluğu almak ve
Allah’ın yüklediği yükü yüklenmek ve onu hakkıyla taşımak kaçınılmazdır. Çünkü
bundan kaçmak çözüm değildir.
Demek ki ey insanlar!; çözüm,
kendisinden kaçtığınız şey(de)dir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder