14 Mart 2023 Salı

İslâm’ı Îmâna İndirgemek

 

“Asra andolsun; Gerçekten insan ziyandadır. Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar, bir-birlerine hakkı tavsiye edenler ve bir-birlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr 1-3).

 

Târih boyunca İslâm cüzlerinden birine indirgenmek istenmiş ve bundan dolayı İslâm’ın hakîkati ve medeniyeti çoğu zaman ortaya çıkamamıştır. Zîrâ “indirgenmiş İslâm” “yarı-müslümanlık” olacağı ve yarı-müslümanlıkla kâlpler ve dizler dermân bulamayacağı için, indirgenmiş İslâm bir yaraya merhem olmayacağı gibi bir iyilik de ortaya koyamaz, koyamamaktadır. İslâm “yüzdeyüz İslâm”dır. Ondan kısılacak bir şey yoktur. Kısıldığında o şey İslâm olmaktan çıkar ve “  dinlerden bir din” hâline gelir. İslâm’ı cüzlerinden birine indirgeme bir-çok alada yapılmıştır ve yapılmaktadır. Bu indirgemelerden biri de “İslâm’ı îmâna indirgemek”tir.

 

İslâm’ın îmâna indirgenmesi demek, îman etmekle işin bittiğine inanmak ve bunu söylemektir. “Îman ettim” demeyi yeterli saymaktır. Bu indirgeme, “îman ettikten sonra ne yaparsanız-yapın cenneti garantilemiş olursunuz” düşüncesini açığa çıkarır. Îmânı değerlendirecek olan tabî ki de kendisine îman edilen Allah’tır. O îmanları zâyi etmez. Fakat îman tek-başına sâdece “îman ettim” demekle oluveren bir şey midir?. Baştaki âyete ve Kur’ân’ın diğer âyetlerine bakarsanız bu pek mümkün gözükmemektedir, hattâ hiç mümkün değildir:

 

“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).

 

Îmâna indirgendiğinde ve sâlih amele dönmediğinde, adı İslâm ve müslüman olsa da yine de mutlakâ şirk üretir, küfrü açığa çıkarır. Bunlar da mutlakâ adâletsizliği ve ahlâksızlığı yaygınlaştırarak ve fitne-fesat çıkararak zulmü doğurur. Böylece toplumun gücü zayıflar ve dağılır gider. Bugün müslüman coğrafyanın yaşadığı şey budur.  

 

Îman etmek yada sâdece “îman ettim” demek tek-başına yeterli olsaydı, o zaman ne Kur’ân’a ne de Peygamber’e gerek olmazdı. Bunca sıkıntıya girmeye de gerek kalmazdı. Çünkü Peygamberimiz’in gönderildiği ve Kur’ân’ın indirildiği Mekke toplumu Allah’a zâten îman ediyordu. Allah’ı inkâr etmiyorlardı ki!. Hattâ kendilerine soruduğunda bunu çok net ve kesin bir şekilde söylüyorlardı da:

 

“Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim emre âmâde kıldı?’ diye soracak olursan, şüphesiz: ‘Allah’ diyecekler. Şu-hâlde nasıl oluyor da çevriliyorlar?” (Ankebût  61).

 

“Andolsun onlara: ‘Gökten su indirip de ölümünden sonra yeryüzünü dirilten kimdir?’ diye soracak olursan, şüphesiz: ‘Allah’ diyecekler. De ki: ‘Hamd Allah’ındır’. Hayır, onların çoğu akletmiyorlar” (Ankebût 63).

 

Üstelik Mekke halkı arasında yaşayan Peygamberimiz Hz. Muhammed de onların içindeki en güvenilir, en ahlâklı, en dürüst ve halkın kendisine “el emîn” dediği kişiydi. Peygamberimiz peygamber seçilmeden ve kendisine vahiy inmeye başlamadan önce de Allah’a inanıyordu. Hattâ ibâdet ediyordu. Allah’ın en yüce ilah olduğunu kabûl ediyordu. Bundan başka bir de toplumun en üstün kişilerinden birisi hattâ en üstün kişisiydi. Buna rağmen Allah niçin ondan ve Allah’a inanan Mekke’li insanlardan râzı olmadı?. Kendisine  îman etmeleri Allah’a niçin yetmedi?. On numara bir insan olan Hz. Muhammed’ten niçin râzı olmadı da ona “ağır bir yük” yükledi?. Niçin toplumun ve Mekke’nin altını üstüne getirecek bir olayı başlattı?.

 

Çünkü Mekke’liler Allah’a îman etmelerine rağmen O’na ortak koşuyorlardı. Saçma-sapan putlarda güç vehmediyorlar ve onlar üzerinden halkı sömürüyorlardı. Putları çıkarları için kullanıyorlardı. Bâtıl ile haram kazanç elde ediyorlardı. Sonuçta da tüm şirk ve küfür sistemlerinde olduğu gibi, bir tarafta mutlu küçük bir azınlık bulunurken ve nîmetlerin çoğuna sâhip oluyorlarken, çoğunluk ise câhil bırakılıyor, köle ediliyor ve Allah’ın herkes için eşit olarak yarattığı nîmetlerden mahrûm kalıyorlardı. Bunun nedeni sâdece “îman ettim” demek ama îmânın gereğini yapmamaktı. Çünkü onlar için Allah “sâdece îman edilecek” bir ilahtı. Bir indirgenmişlik vardı.

 

Allah’ın on numara bir adam olan Peygamber’den mevcut hâliyle râzı olmaması ve ona ağır bir yüklemesinin nedeni ise, pasif iyiliğin gerçek bir iyilik ve gerçek bir kazanç olmamasıydı. Üstelik bir şeyleri değiştirebilecek biri varsa o kişi muhteşem bir ahlâka sâhip olan Hz. Muhammed’ti.

 

İslâm’dan sonra da müslümanların bir-çoğu İslâm’ı îmâna indirgemiş ve sâdece “îman ettim” demekle işin biteceğini sanmıştır. Bu durum modern zamanlarda ayyuka çıkmıştır. “Îman ettim” diyenler îmân aykırı bir-çok işler yapmaktadırlar. Modern müslüman yâni kendisine “müslüman” diyen bir ana-babadan doğanların ezici çoğunluğu, “îman ediyorum” deyince işin biteceğini zannetmektedir. Böylece İslâm’ı îmâna indirgemiş oluyorlar.

 

“Îman ettim” demek İslâm’ın yarısı hattâ sâdece bir kısmıdır. Aslında “îman ettim” demek, İslâm’ın sâdece başlangıcıdır. Allah “îman ettim” diyenlerden îmânın gereğini yapmasını bekler ve zâten sâdece onların korkudan emin olduklarını söyler:

 

“Şüphesiz: ‘Bizim Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra doğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır” (Ahkâf 13).

 

Îman iç-âlemi nurlandırır, insana huzûr verir, sorumluluk bilinci aşılar, takvâ kazandırır, azim ve gayrete getirir ve îman ile iç-âlemler inşâ edilip nurlandırıldığı gibi, îmânın itmesiyle ve sâlih amele yöneltmesiyle dış-âlem de Allah’ın sözü hâkim kılınana kadar inşâ edilip nurlandırılmalı, Dünyâ’ya hak-hakîkat, adâlet-eşitlik, ahlâk-takvâ ve tevhid ile bir nizâmat verilmelidir. Îmânın hem sağlaması budur hem de ancak bu şekilde ispât edilmiş olur. Çünkü “Îman ettim” demek sâdece bir iddiâdır ve tüm iddiâlar ispât ister. Îmânın ispâtı ise ancak sâlih amelle yapılabilir.

 

İslâm’da îman olmadan yapılan işler âhirete taşınmaz. Zîrâ Allah için yapılmayan işlere şirk ve küfür, dolayısı ile zulüm karışır ve o işler ancak Dünyâ’da kalır. Çünkü şirk koşulduğunda yapılan bütün şeyler boşa gider. Âhirette fayda vermez. Fakat İslâm sâdece “îman ettim” demekle biten bir şey değil, “îman ettim” demekle iç ve dış-âlemde başlayan bir dindir. Başta Hristiyanlık olmak üzere diğer dinler îman etmeyi yeterli bulurken, İslâm, îman ettikten sonra sâlih amele yönelinmediğinde yada böyle bir niyet taşınmadığında, îmânın kâlplere inmeyeceğini söyler:

 

“Bedeviler, ‘îman ettik’ dediler. De ki: ‘Siz îman etmedîniz; ancak ‘İslâm (müslüman veyâ teslim) olduk deyin. Îman henüz kâlplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç-bir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir’ (Hucurât 14).

 

Îmânın kâlplere inip de hakkıyla mü’min olabilmek için, “îman ettim” dedikten sonra îmâna uygun sâlih ameller işlemek şarttır.

 

İslâm’da her-şey îmâna taâllûk eder etmelidir. Îman, sâlih amele dönmelidir. Îmandan kaynaklan bir bilinçle yapıldığında ancak, hak-hakîkat ve adâlet ve ahlâk ortaya çıkar ve İslâm hayâta hâkim olur. Yoksa zihnî yada nefsî bir dürtüyle yapılan işler, hakkı tam ve sürekli olarak ortaya koyamaz.

 

İslâm sâdece “Îman ettim” diyerek ve sâlih amel göz-ardı edilerek, mistik-bâtınî-tasavvûfî-kâlbî-zihnî-ilmî bir inanç şekline döndürülmek isteniyor. Hâlbuki İslâm, maddî ve mânevî hayâtın her alanı için sözü olan ve her alanına hâkim olmak isteyen bir dindir. Hedefi budur. Zîrâ İslâm Allah’ın dînidir ve hayâta İslâm’ın hâkim olması demek, Allah’ın hâkim olması demektir ki bu ancak Allah’ın hakkıdır. Allah’ın hayâta hâkim olması ise, sâdece zihnî bir bilinçle değil, pratik olarak da görülecek şekilde olmalıdır.

 

Mezhep, târikat, cemaat, diyânet vs gibi kurumlar, Kur’ân ve Sünnet-merkezli değil de, uydurma ve zırvalık merkezli olduklarından dolayı, Kur’ân ve Peygamber örnekliğine birebir aykırı olan, “îman ettim demek yeterlidir, insanı kurtarır” sözünü söyleyerek yâni İslâm’ı îmâna indirgeyerek, halkı hem câhil bırakıyorlar hem de onları İslâm’ı yaşamaktan uzaklaştırıyorlar. “Müslümanım” diyenlerin bir-çoğunun bu durum hoşuna gitse de cehâletten dolayı niceleri İslâm’ın hakîkatini öğrenmekten ve yaşamaktan mahrûm kalıyor. Bu mahrûmiyet tüm Dünyâ’ya yayıldığında da, aynen günümüzde olduğu gibi, farklı müslümanlıklar, inançlar ve absürdlükler ortaya çıkıyor. “Îman ettim” dedikten sonra Kur’ân’ın emrettiği ve Peygamber’in örneklendirdiği gibi bir hayat yaşamaktansa, “ne de olsa îman ettim” diyerek ya dinden uzak kalıyor yada dînin içinde olsa da, bir-çoğu İslâm ile ilgisi olmayan hurâfelerle ve zırvalıkları din zannederek ömrünü boşa harcıyor.

 

İslâm demek “îman etmek ve sâlih amel işlemek” demektir. Zîrâ îman boş ve kuru bir söz değildir. Îman etmek “amel etmek” demektir. Zîrâ îman kişiyi mutlakâ amele-eyleme yönlendirir ve sâlih amel için çaba göstermeye zorlar. Eğer buna zorlamıyorsa hem o îmanda bir sorun var demektir, hem de İslâm îmâna indirgenmiş demektir. Îmâna indirgenmiş İslâm’ın ise hem bir etkisi olmaz, hem de Dünyâ’da ve âhirette insanı kurtarması mümkün değildir.

 

İslâm îmâna indirgenemez, zîrâ İslâm, îman, ilim ve ameldir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder