“Ve sabretmeleri
dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmişlerdir. Orada tahtlar üzerinde
yaslânıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir Güneş ve ne dondurucu bir soğuk
görürler. (Meyvelerin) gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça
kolaylaştırılmış. Çevrelerinde gümüşten billur kaplar ve kupalar dolaştırılır.
Gümüşten billur kaplar ki, onları belli bir ölçüyle tespit etmişlerdir. Orada
onlara bir kadeh içirilir ki, karışımı zencefildir. Bir pınar ki orada
‘selsebil’ olarak adlandırılır. Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedî
kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci
sanırsın. Her nereye baksan, bir nîmet ve büyük bir mülk görürsün” (İnsan 12-20).
Pürüz: “Bir şeyin düzgünlüğünü bozan kabarcık, çıkıntı, gedik
yada kusur. Farsça purz: “Kumaş havı, iplik vs. artığı” sözcüğünden
alıntıdır.
Âyette de
söylendiği gibi, sıfır sorun ve tam bir pürüzsüzlük ancak cennette olur. Cennette
hiç-bir pürüz, gedik, bozukluk, eksiklik, yanlışlık, kaos vs. olumsuz hiç-bir
şey olmaz. Cennetin ana-özelliği, orada pürüzsüz bir yaşamın olmasıdır. Cennette
“potansiyel” olarak bile bir pürüz yoktur ve herhangi bir pürüzsüzlükten ve bir
riskten bile söz edilemez. Zîrâ cennette “imtihan” ve zorluk yoktur ve cennet
zâten “Dünyâ’da imtihanını başarıyla verip de Allah’ın rızâsını kazanmış olanların
ödüllendirildiği sonsuz nîmet diyârı”dır.
Kâinât ise,
Allah’ın murâdı ve hikmeti gereği, hem imtihan, hem varlığın formatı, hem
nefsin yapısı, hem de sünnetullah gereğince “potansiyel pürüzler”in
olduğu-olabileceği geçici-fânî bir yerdir. Kâinatta, -imtihanın ve sünnetullahın
gereği olarak- en azından doğal olan; sıcak-soğuk etkisi, nesnelerin belli bir
ağırlıkta olması ve onların zorlanarak taşınması, insanın günlük-haftalık-aylık
kişisel bakımları, çalışma, haksızlığa uğrama, kazâ, kavga ve belâ, hastalık,
yaşlanma ve ölüm gibi doğal zorluklar vardır. Dünyâ’da potansiyel bir-çok
zorluklar da vardır ve bir yanlışlıkta yada zamânı geldiği için bunların açığa
çıkıvermesi doğal ve normâldir. Tabi her zorlukla berâber bir kolaylık da vardır.
Allah,
kâinatta bir uygunsuzluğun, bir kaosun ve bir düzensizliğin olmadığını söyler
ve “bakın bakalım bir uygunsuzluk ve bir düzensizlik görebilecek misiniz?” der
ve hiç-bir uygunsuzluk ve düzensizlik göremeyeceğimizi söyler ki gerçekten de
öyledir. Zîrâ kâinâtı Allah yaratmıştır ve mutlak anlamda Allah yönetmektedir. Kâinattaki
her-şey ister-istemez Allah’a uymakta ve tam da O’nun emrettiği ve düzenlediği
gibi hareket etmektedir. O yüzden kâinatta pürüzsüz olmasa da sorunsuz bir
düzen-nizam ve döngü vardır. Kâinat bu döngüsünü tam bir uyumlulukla kıyâmete
kadar sürdürecektir.
Kâinatta sâdece
insanlar arasında süren bir düzensizlik ve uyumsuzluk vardır. Çünkü Allah’ın
emir ve yasaklarına ya hiç uyulmamakta yada ucundan-kıyısından uyulmaktadır. İnsanlar
arasında sosyâl, kültürel, ekonomik, hukûkî, kânûnî, siyâsî, askeri vs.
alanlarda Allah’a hakkıyla itaat edilmediği ve bu konularda Allah’ın emir ve
nehiylerine uyulmadığı yâni her-şey O’nun istediği gibi olmadığı için, insanlar
arasında bu alanlarda sürekli bir karışıklık, uygunsuzluk, kaos, bozukluk ve pürüz
olur. Üstelik bu pürüzler büyük oranda doğal değildir.
Sünnetullah
gereğince yapılan bir yanlışın potansiyel kötü sonuçları ortaya çıkar ama bu
kötü sonuçların ille de ortaya çıkması şart değildir. Allah’a uyulduğu ve tam
da O’nun emrettiği gibi işler düzenlendiğinde bu pürüzler de olmayacaktır.
Allah’ın emrettiği gibi yaşandığında ve işler Allah’ın istediği gibi
düzenlendiğinde, tüm kâinatta olduğu gibi Dünyâ’da ve insanlar arasında da
pürüzler ortaya çıkmaz ve doğal, normâl ve fıtrî bir işleyiş Dünyâ’ya hâkim
olur ki zâten tevhid de, göklerdeki gibi bir düzeni, Dünyâ’da ve insanların
arasında kurmaktır. Tevhid, “Allah’ın, göklere olduğu gibi yeryüzüne ve insanların
işlerine de hâkim olması” demektir.
Tabi tüm
kâinat gibi Dünyâ ve insan da fâni varlıklardır. Allah bu fâniliği “imtihan”
için yaratmıştır. İmtihan varsa fânilik vardır. Bu nedenle potansiyel zorlukların
çıkması olasıdır. İnsanlar da tüm zamanlar boyunca zâten bunu bilip kabûl etmişlerdir
ve böylece doğal zorluklara katlanabilmektedirler. Zîrâ her zorluğun yanında
bir kolaylık da vardır ve bu nedenle doğal zorluklar zevk de verir. Lâkin bir
de doğal olmayan ve insandan kaynaklanan zorluklar vardır ki, bu zorluklar, arkasından
başka zorlukları ortaya çıkarır. İşte bu durum insana ağır gelir ve onu
yıpratır. Doğal olmayan zorlukların ortaya çıkması, Allah’a itaat edilip de
mutlak anlamda O’na uyulmamasından dolayıdır.
Modernizm
ve zihni modernizme göre formatlanmış olan modern insan, pürüzden nefret eder.
Zorluğun doğalından da sûnisinden de tiksinir. Hayâtında hiç-bir pürüz istemez.
Çünkü modernizm bir “pürüzsüzlük uygarlığı”dır ve insanlara bunun telkinini
yapar durur ve hayâlini kurdurur. Zâten modernizm; Allah’tan, din’den, kitaptan,
peygamberden ve mânevî olandan vazgeçip kopmak ve cenneti Dünyâ’da kurmak hayâli,
arzusu ve çabasıdır. Bu nedenle modernizmde her-şey pürüzsüzleştirilmeye
çalışılır; yollar, evler, eşyâlar, araçlar, binâlar, hattâ yiyecekler vs. her-şey
pürüzsüzdür ve pürüzsüzleştirilmeye çalışılır. Çünkü modernizmin, “Dünyâ’da cennet-vâri
bir yaşam kurma” özlemi vardır.
Modernizm
ve modern insan her-şeyi pürüzsüzleştirmek ister ve bunun için çalışır. Fakat
bu hem iyi bir şey değildir, hem de pürüzsüzlük her-şey için mümkün değildir.
Çünkü pürüzsüzlükte rûh yoktur, içerik yoktur, derinlik yoktur, anlam
kaybolmuştur. Pürüzsüz olan şeye ayrıntılı olarak ve dikkatli bakamazsınız, onu
dokunarak anlayamazsınız. Pürüzsüz olana dokunmak, bakmak ve basmak bile çoğu zaman
yasaktır. Pürüzsüz olan her-şey sûnîdir, sanaldır, doğal değildir ve kısa
ömürlüdür. İnsan îcâdı olan şeyleri pürüzsüz olarak üretebilirsiniz belki ama
Dünyâ’yı pürüzsüz hâle getiremezsiniz. Dağlar, denizler, taşlar, toprak vs. hep
pürüzlü kalacaktır. Modern insanın ürettiği şeyler genelde son 150 yıldır,
özelde ise 60-70 yıldır pürüzsüzdür.
Pürüzsüz
olan çabuk bozulur, çünkü Allah’ın doğaya koyduğu kânunlar gereğince (entropi)
her-şey bozulmaya meyilli ve ayarlıdır. Zîrâ her-şey fânîdir. Pürüzlü olan ise
çok daha çabuk bozulur ki zâten modernizm, ürettiği şeylerin hemen eskimesini, parlaklığını,
pürüzünü ve ışıltısını çok çabuk kaybetmesini ister ki yenisini ve daha pürüzsüz
olanını üretsin de daha çok satabilsin.
Modernizmde
her-şey pürüzsüz yapılmaya, pürüzsüzleştirilmeye çalışılır. Modern insan bir
şeyi pürüzsüzlüğüne göre değerlendirir. Her-şeyin pürüzsüz olanını sever ve en
pürüzsüz olanına sâhip olmak ister. Modern insan göre en pürüzsüz olan en
kaliteli, gösterişli ve iyi olanıdır. Modern zamanlarda her-şey pürüzsüzlüğüne
göre değerlendirilir. Meselâ bu bağlamda en çok da en pürüzsüz ekranları ve
görüntüleri olan cihazlara sâhip olmak için yarışılır. Modern insan pürüzsüz
olana âdetâ tapmaktadır.
Lâkin;
pürüzsüzlüğe tapan modern insanın iç-âlemi pürüzlerle doludur ve hattâ
iç-âlemlerde pürüzsüz bir yer ve bir şey bulmak neredeyse imkânsızdır. Modern
insanın tasavvuru, düşüncesi, zihni, beyni, nefsi ve kâlbi aşırı pürüzlüdür. Modern
insanın psikolojisi zâten dikenli tel gibidir. Madde için sağladığı ve
arzuladığı pürüzsüzlüğü iç-âleminde ve derûnunda sağlayamamaktadır ve sağlamayı
düşünmemektedir. İnsanlar arasında, ana-baba ve çocuklar arasında, komşular,
arkadaşlar, akrabâlar arasında, yeme-içme-giyme, konuşma, davranış vs. aklınıza
ne geliyorsa bunların tamâmı pürüzlüdür ve dikenli çalıya dönmüştür. Çünkü maddî
alanda mecbûren de olsa Allah’ın yasalarına göre hareket etmekte ve maddeyi
ifsâd etse de yine de Allah’ın maddeye koymuş olduğu kurallara uymak zorunda
kalmaktadır. Fakat iç-âlemde, tasavvurda, zihinde, beyinde, nefiste, psikolojisinde
ve kâlbinde Allah’a hiç yer ayırmadığı için orada bir düzen kuramamakta, kurmak
istememekte ve bu nedenle de dış-âlemi ne kadar pürüzsüzse, iç-âlemi de o kadar
pürüzlü olmaktadır. Hâlbuki dıştaki güzellik ve iyilik ancak içteki güzellik, iyilik
ve düzenden kaynaklandığında gerçek ve hakîki anlamda iyi, güzel ve düzenli
olur. Böylece iç ve dış-âlemde bir uyum olur ve insan gerçek mutluluğa ve
huzûra kavuşur. Bu nedenle insanın ilk önce iç-âlemini inşâ etmesi ve
düzenlemesi gerekir. İç-âlemler en ideâl şekilde elbette ancak Allah’a göre
nizâma kavuşabilir ki zâten modernizm iç-âleme yönelik bir düşüncesi ve önerisi
yoktur. Zîrâ iç-âlemi inkâr etmektedir. İç-âlemler ancak Allah’a göre düzenlendiğinde
dış-âlem de doğala, normâle ve fıtrata uygun olarak düzene ve nizâma kavuşur.
Arabasında,
telefonunda, eşyâsında, eşinde, işinde, elinde, yüzünde vs. hiç-bir pürüze
katlanamayan modern insanın iç-âlemi dikenli tele ve çalıya dönmüştür. Engebeli
bir arâzi gibidir. Bu nedenle de dış-âlemi ne kadar
pürüzsüzleştirirse-pürüzsüzleştirsin yine de bir türlü tatmin olamamakta, bir
türlü mutluluğa ve huzûra kavuşamamaktadır. Çünkü pürüzsüzleştirdiği madde çok
çabuk çekiciliğini ve câzibesini kaybetmekte ve bu nedenle de tatmin
kısa-zamanda bitmektedir. Mutluluk, huzûr, düzen, nizâm ve tatmin ancak
iç-âlemin huzûrundan, düzeninden, nizâmından ve tatmininden kaynaklandığında
ancak dış-âlem de bir düzene, nizâma ve tatmine kavuşur. Aksi-hâlde maddeyi ve
dış-âlemi ne kadar parlatırsanız-parlatın yine de iç-âleminizde, özlediğiniz o
huzûra kavuşamayacağınız gibi, gün geçtikçe iç-huzûrunuz kaybolur gider ve
sürekli bir endişe hâlinde olursunuz. Modern insanın bunalımının nedeni budur. Bunun
çâresi ise, sûnî çâreler ve “daha fazla pürüzsüzlük” değildir.
O-hâlde
yapılacak olan şey, Allah’ın emrini dinleyip, o pürüzsüzlük ve sorunsuzluk
diyârı, o ebedî nîmet yurdu olan cennet için çalışmak ve Allah’ı râzı edecek
işler yapmaktır. Çünkü Dünyâ’da ve âhirette iyiliğe kavuşmak ancak böyle mümkün
olabilir. Cenneti Dünyâ’da kurmaya çalışmak ise ancak cinnet ile sonuçlanır.
Bizim
görevimiz Dünyâ’yı pürüzsüzleştirerek cennete çevirmek değil, mü’mince
yaşayarak cenneti kazanmaktır.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder