19 Mart 2023 Pazar

Nefret Üzerine

 

“Eğer O, rızkını tutsa (vermese), rızkınızı verecek olan kimmiş?. Hayır; onlar, bir azgınlık ve nefret içinde inatla direniyorlar” (Mülk 21).

 

Târih boyunca kitleler, hakkı ve hakîkati hatırlatanlardan nefret etmişler ve onları aşırılıkla yaftalamışlardır. Zîrâ uyarıcılar, halkı zâlimleşmiş olan toplumlara gönderilmişlerdir. Çünkü o toplumlar doğal, normâl ve fıtrî olandan yâni Allah-merkezli olandan sapmışlar ve hattâ nefret etmeye başlamışlardır. Böyle olunca da nefislerinin ve çıkarlarının doğrultusunda gitmektedirler İşte uyarıcılar bunun yanlış olduğunu söyledikleri için kavimleri tarafından yalanlanmışlar ve toplumları onları sevmeyerek kendisinden nefret eder hâle gelmişlerdir.  

 

İslâm için “nefret dîni” diyorlar. Evet; İslâm zulümden nefret eder. Zîrâ İslâm; adâlet, eşitlik, hak-hakîkat ve tevhidi sever. Tevhidi seven kişi; küfürden, şirkten, adâletsizlikten ve zulümden nefret eder. Mü’minler bir şeyi yada kişiyi Allah için severler ve  bir kişiden yada bir şeyden Allah için nefret ederler. Allah için sevilmesi gerekenden nefret edenler ve Allah için nefret edilmesi gerekeni sevenlerden de nefret edilir. Mü’minler Allah-merkezli olmayandan nefret ederler. Zîrâ Allah için olmayan, çok da uzak olmayan bir vâdede mutlaka zulme döner. Zulmün olduğu yerde ise sevginin olması mümkün değildir.      

 

Fakat mü’minler nefreti değil sevgiyi öne çıkarırlar, çünkü nefret ile yapılan iş çok yorar. Peygamberimiz de: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa düşmeyin” (Buhari 3:72) der. Bu nedenle mü’minler de işlerini sevgiyle yapmak isterler. Nefretle yapılan iş nasıl ki insanı çok yorarsa, sevgiyle yapılan iş de insana neşe katar ve yorgunluğunu alır.

 

Mü’minler Allah için severler ve Allah için buğz ederler. Nefret ettiklerinden de Allah için ve Allah’ın izin verdiği kadar nefret ederler. Nefret edilmesi gerekeni sevmek doğru değildir ve kötülük edene karşı kısasa-kısas uygulanır ki zulüm gören kişinin nefret ettiği kişi için kâlbi ancak böyle soğur. İslâm’da kısasa-kısas vardır ve hristiyanlıktaki gibi “bir yanağınıza vurulduğunda diğer yanağınızı da çevirmek” yoktur. Tabi kişiler kısas hakkından vazgeçip af yoluna da gidebilirler.

 

Nefret edilmesi gerekenden nefret etmemeyi salık vererek af yolunu ve sevgiyi örnek tavsiye edenler, o duruma gelseler, meselâ ana-babasını, karısını ve oğlunu-kızını öldüren bir kişiye karşı bunu yapabilirler mi?. O hâlde zulüm gören kişinin zâlimden nefret etmek hakkı vardır.

 

Şirkten, küfürden ve dolayısı ile zulümden nefret etmek gerekir. Bunlara yol açan düşüncelerden ve ideolojilerden de nefret etmek gerekir. Şirkten, küfürden, zulümden ve bunlara sebep olan şeylerden nefret etmeyenler, zamanla bunlara sevgi beslemeye ve İslâm’dan nefret etmeye başlarlar. Şirkten, küfürden ve zulümden nefret edeceklerine, hak-hakîkat, adâlet ve tevhidten nefret etmeye başlarlar. 

 

En çok para kazandıran şey, insanlara en çok zarar veren şeylerden kazanılır. Başta savaş olmak üzere; içki-sigara, uyuşturucu, kumar, zinâ, fâiz, yalan-dolan vs. Bu nedenle aşırı para kazandıran bu şeylerden nefret edilmelidir. Bunlardan nefret etmek, “aşırı para kazanma hırsı”ndan da nefret etmeyi gerektirir.

 

İncil’de: “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, yada birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya, hem de paraya (mamon) kulluk edemezsiniz” (Matta 6:24) denir.

 

Tabi nefret etmek tek-başına bir işe yaramıyor. Nefret edilen şeyin üstüne gidilmesi ancak, o şeyin değiştirilmesini ve ber-tarâf edilmesini mümkün kılar. Meselâ Amerika’da 50  milyon kişi, kendilerini sömüren Merkez Bankası FED’den nefret ediyor. Fakat ona karşı ne yağacağını bilmiyor ve bir şey yapmaya gücü yetmiyor. Böylece nefret ve nefret edilen şey devâm ediyor.

 

Mazlum ve mâsum insanların üzerine acımasıca bombalar atarak onları öldüren silahlardan ve dengesiz savaşlardan nefret edilmelidir. Bu bağlamda Allah’sız, merhâmetsiz ve vicdansız modern-bilim ve teknolojiden nefret edilmelidir. İnsanlara yarar yerine zarar ve bilim ve teknolojiden nefret edilmelidir. Şu da var ki modern bilim ve teknoloji Allah’ı hesâba katmadığı için, sonuçta büyük oranda zulme dönüşmektedir. Modern zulüm, bilim ve teknoloji ile yapılmaktadır. Nefsi ve çıkarı için mazlum ve mâsumları aç, susuz, çıplak, evsiz ve mutsuz edenlerden nefret etmek gerekir.

 

Ksenefobi: “Kendi topluluğuna karşı iyi, öbür topluluğa karşı kötü olan, yabancıdan korkan ve nefret eden” demektir. Nefret “Allah için ve Allah’ın izin verdiği ölçüde” olmalıdır. Zîrâ aşırı nefret insanın gözünü kör eder ve haksız ve yersiz suçlamalar, yorumlar ve eleştiriler yapılarak, bu sefer de nefret edilecek ameller ve eylemlerde bulunulabilir:

 

“Ey îman edenler!; âdil şâhidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kîniniz-kızgınlığınız, sizi adâletten alıkoymasın. Adâlet yapın. O, takvâya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır (Mâide 8).

 

Tabi sâdece nefret değil, aşırılaşan her duygu böyledir. Sevgi de aşırılaşınca yanlış yorumlara ve sonuçlara götürür insanı. Fakat nefret sevgiden daha gerçekçidir. Çünkü sevginin taklidi yapılabilse de nefretin taklidi yapılamaz. Bir insan meselâ birisini sevmeyebilir ama sever gibi yapabilir ve bunu bir ömür-boyu sürdürebilir. Fakat nefret zâten açıkça gösterilen şeydir. Sürekli olarak nefret duyuyor gibi yapılamaz. Çünkü nefret ağır bir durumdur, sevgi gibi değildir. Kişiyi yıpratır. O yüzden sürekli nefret hâlinde olunamaz ve olunmamalıdır da.

 

Dizilerde-filmlerde sürekli olarak suratı asık ve nefret içinde olan insanlar var. Hattâ çizgi filmlerde bile sürekli nefret hâlinde olan kahramanlar var. Çocuklar onları örnek alıyorlar. Yine bilgisayar oyunları da nefreti körüklüyor. Nefret aşılıyorlar topluma. Nefreti normâlleştiriyor. Oysa nefret sâdece, nefret duyulması gerekenlere nefret duyulması içindir. Fakat nefret duyulmaması gereken şeylere sürekli olarak nefret beslemek yanlıştır. Modernite, nefret gösterilmesi gerekenleri değiştirdi ve insanlar artık nefret edilmesi gerekenlere sevgi, sevgi gösterilmesi gerekenlere ise nefret beslemeye başladılar. İşler tersine döndü. Artık insanlar nefret duyulması gereken şeylerden nefret duymamaya başladılar ve böylece toplum bozuldu ve ahlâksızlaştı. Zîrâ nefret edilmesi gerekenlere nefret etmeyen toplumlar ahlâksızlaşıp bozulmaya başlarlar. 

 

“Onlara: ‘Rahmâna secde edin’ denildiği zaman, ‘Rahmân da neymiş?. Biz senin bize emrettiğine mi secde edecek mişiz?’ derler ve (bu) onların nefretini arttırır” (Furkân 60).

 

Kâfirlerin Rahmân’dan nefret etmelerinin nedeni, Rahmân “herkes için” olduğundan dolayıdır. Ayrıcalıklı olanlar herkes için olanı sevmezler ve hattâ nefret ederler. Mekke müşrikleri de herkese eşit şekilde hitâp eden Rahmân’ı sevmezlerdi. Çünkü eğer herkese -en azından rızık konusunda- eşitlik olacaksa, bu durumda kendi çıkarları ve ayrıcalıkları bitecek demektir. O yüzden Rahmân kelimesini kullanmazlar ve onu hatırlatanı sevmezler ve nefret ederlerdi. Ayrıcalıklı olanlar tüm zamanlarda bundan nefret etmişlerdir. Kâfirler, Rahmân sözünü duyduklarında bu yüzden havlamaya başlarlar. Bilmiyorlar ki, rızkı veren Allah’tır:

 

“Eğer O, rızkını tutsa (vermese), rızkınızı verecek olan kimmiş?. Hayır; onlar, bir azgınlık ve nefret içinde inatla direniyorlar” (Mülk 21).

 

“Ve onların kâlbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur’ân’da sâdece Rabbini ‘bir ve tek’ (ilah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin-geriye giderler” (İsrâ 6).

 

Kâfirler Allah’ın tek olarak anılmasını sevmezler nefretle kaçıp giderler ki Peygamberimiz’e düşman olmalarının arkasında bu sebep yatmaktadır. Bu durum tüm zamanlarda böyledir. Zîrâ tevhid, çıkarları ve ayrıcalıkları yok eder ve hakkı-hakîkati ortaya koyar. Hak geldiğinde bâtıl yok olur gider. Kafirler ve müşrikler ise her zaman şirkten ve küfürden beslenirler ve bu nedenle de tevhidi tam olarak benimseyemezler.

 

Dünyâ’ da kendisinden nefret edilen kişi âhirette de nefret edilecektir .

 

“Bu dünyâ-hayâtında arkalarına lânet düşürdük; kıyâmet gününde de, ‘kendilerinden nefret edilen ve çirkinleştirilmiş’ olanlardır” (Kasas 42).

 

Dinden nefret eden müslümanlar(!) da vardır. Bunlar moderniteye hayrân ve râm oldukları için ve de İslâm’ın âyetleri ise moderniteden apaçık bir şekilde farklı olduğundan dolayı bir çelişki ortaya çıkmakta ve kendilerine “müslümanım” diyenleri sıkıntıya sokmaktadır. Onu moderniteye uydurmak için çırpınıyorlar bu yüzden. Klâsikten nefret edenler, modern olana râm olur. Modern dünyâda uygulanması sorun olan namaza karşı da bir nefret oluştu. “Namaz yerine salât denmesi gerektiğini ve salâtın ise sâdece duâ ve destek anlamına geldiğini” söyleyerek namazdan uzaklaşmış oluyorlar. Bir kılıf arıyorlar namazdan kurtulmak için. Namaza olan nefretin 10’da 1’i “semâ etme”ye gösterilmedi. Semâ nedir ki!. Aynı meşrepten olan Mevleviler tarafından namazın yerine ikâme edilmek istenen bir hareketlerdir sema. Bunun ilhâmını da Alevi-Bektâşilerden almışlardır. Çünkü “sema” adının “semah”tan mülhem olduğu çok bellidir. Birisi halay çekerken, diğeri ise kendi etrâfında dönüyor. 

 

Modern olan, klâsik olan her-şeyden nefret eder. Buna, Peygamberimiz ve sahabenin Kur’ân anlayışı da dâhildir. Peygamber’in vahiyle inşâ olmuş hayat tarzından nefret edenler, aslında İslâm’ın hayat tarzından nefret etmektedirler. O yüzden de sahih hadis ve Sünnet’i yok sayarlar ve hattâ ondan nefret ederler. Sünnet İslâm’ın hayat tarzıdır ve bu nedenle Sünnet’te nefret edenler aslında İslâm’dan nefret ediyorlar demektir. “Sâdece Kur’ân”, “Kur’ân yeter”, “tek kaynak Kur’ân” gibi mottolarla güyâ Kur’ân’dan yana olduklarını göstermektedirler. Fakat Peygamber’i hesâba katmadan ve sevmeden İslâm’ı sevdiğini söyleyenler ya derin bir cehâlet içinde yada ağır bir nefret hâlindedirler.   

 

Modernizmin sorunu eşyâ iledir. Eşyânın doğal hâlini bir türlü sevememişlerdir, çünkü doğallıktan nefret ederler, sûniliğe ise hayrandırlar.

 

Eleştirilmekten nefret edenler, övülmeyi çok sevenlerdir. Hem yanlış içinde yanlış düşünce ve eylemlerde oluyorlar hem de eleştirilmekten nefret ediyorlar.

 

Erkeğin ve kadının doğal, normâl ve fıtrî hâlinden nefret eden feministlerin kışkırttığı kadınlar kadınlığından nefret eder hâle geldiler. Fakat kadın kadınlığından nefret eder hâle geldiği anda evi bozulmaya başlar ve en sonunda dağılır gider ki bunun örneğini apaçık şekilde görüyoruz.

 

Demokrasiden en çok demokratik ülkelerin lîderleri nefret eder. Onlar alttan-alta monarşiye hayrandırlar çünkü. Demokrasi zâten böyledir. “Körü-körüne bir sevgi ve nefret etme” vardır demokraside.

 

Siyâsiler ve lîderler sürekli olarak halk-halk derler ve halkın yüzlerine gülerler fakat aslında onlardan nefret ederler. İsmet İnönü: “Bana bakın, kimse işitmesin, millet sizin düşmanınızdır” demişti subaylarına. Bunlar halka, yapmayacakları vaâdlerden başka bir şey vermezler. Halk ile kendileri arasında sonsuz uçurumlar vardır. Halkı öyle bir -Ali Şeriati’nin deyimiyle- istihmarlaştırmışlardır yâni eşekleştirmişlerdir ki, onları kendilerine adetâ “kul” etmişlerdir. Toplumların karşısına bir Kârun gibi, bir Firavun gibi çıkıyorlar. Kendi merkezlerinde bir hayat-anlayışı, bir düzen, bir düşünce vs. oluştururlar: Ralph Waldo Emerson: “Kim olduğunu öyle bir haykırıyor ki; ne dediğini duyamıyorum…” der. Halk da, bu sözde kahramanları gözlerinde öyle büyütmüşlerdir ki, ne dediklerini duyamadıkları gibi, kim olduklarını da göremezler. Kahramâna bir-kere “göz kırpıldığında” artık onun her sözü ve düşüncesini baş-tâcı yapılır çünkü. Ne yazık ki halkın göremediği şey, “kahramân” zannederek peşinden gittiği ve izlediği kişilerin halktan nefret ettiğini görememeleridir.

 

Konfüçyüs; “Nefret ediyorsan, yenilmişsindir” der. Fakat bu şart değildir. Konfüçyüs bu sözü hümanist bir telâkki ile söylemiştir. Çünkü sevgi, saygı, hoşgörme vs. gibi sözlerle ifâde edilebilecek bir felsefesi vardı. Dolayısı ile pasif bir sözdür bu. Çünkü nefret ille de yenilmişliğin netîcesinde nefret açığa çıkmaz. Eğer ortada bir şirk, küfür, adâletsizlik, ahlâksızlık ve zulüm varsa bunlara nefret duymak çok normâldir ve hattâ asıl yenilmişlik, bunlara karşı nefret beslememektir. 

 

Mevcut Dünyâ’nın sistemini ve eserlerini beğenen insan, dinden nefret ediyor demektir. Zîrâ mevcut gayrî İslâmî sistem, bir zulüm sistemidir. İslâm’a bu yüzden düşmandır ve ondan nefret eder.

 

Evet; barut, elektrik ve motor temelli tüm üretimlerden nefret ediyorum. Küfürden, şirkten, zulümden, adâletsizlikten ve eşitsizlikten nefret ediyorum. Dünyâ’nın yarısı aç-susuzken diğer yarısının boğazından gelircesine tüketmesinden nefret ediyorum. Lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-konformist-modernist-demokratik-bireyci-milliyetçi-emperyâl-feminist ideolojilerden nefret ediyorum. Ne demişti Hz. İbrâhim:

 

“İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca âlemlerin Rabbi hâriç” (Şuârâ 77).

 

Lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-konformist-modernist-demokratik-bireyci-milliyetçi-emperyâl-feminist ideolojilere nefret beslemeyen ve onlara küfretmeyenler, hiç boşuna din ile kitap ile uğraşmasınlar. Yaptıkları şey patinajdan başka bir şey olmayacaktır çünkü. Nefret edilmesi gereken şeylerden nefret etmeyenler bir arpa-boyu bile yol alamazlar.

 

Peygamberler, sinirlerini aldırmış insanlar değillerdir ve Allah için nefret de ederler. Nefret edilmesi gereken şeylerden nefret ederler ve nefret ettikleri şeyleri hoş görmez ve tâviz vermezler. Peygamberimiz aşırılıklardan nefret ederdi. Meselâ şöyle der: “İki şeyden nefret ediyorum; dindar câhil ve îmansız âlim. Şunlardan da nefret ederdi: “Pasif-güçsüz mü’minler ve îmansız güçlüler; “rûhen temiz, fakat bedenen kirli olanlar; “kudretsiz adâlet ve adâletsiz iktidar”; “sefâlet ve pislik”. Allah’ın nehyettiği her-şeyden nefret ederdi.

 

“Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında merhâmetlidirler” (Fetih 29).

 

Nefreti kim hak ediyorsa ona nefret duyulmalıdır. Nefret duyulması gerekene sevgi beslendiğinde, sevgi beslenmesi gerekene de nefret duyulmaya başlanır.  

 

Adâletsizliğin, ahlâksızlığın, haksızlığın, sömürünün, şirkin, küfrün ve dolayısı ile zulmün zirve yaptığı bir zamanda, çok derin bir “ahlâkî öfke”yi her alanda yükseltmemiz gerekirken, pasifliği çağrıştıran hoşgörüden söz edebiliyoruz. Bu tür bir hoşgörü anlayışı nedeniyle İslâm’a değil, müstekbirlere, muktedirlere, kâfirlere, müşriklere ve zâlimlere hizmet edilmiş olunur.

 

Hadiste şöyle denir: “Sizden her kim bir kötülük görürse, eğer gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse, diliyle düzeltsin. Onu da yap(a)mazsa, hiç olmazsa kâlbiyle buğz etsin. Fakat bu, îmânın en zayıf mertebesidir” (Tirmizi, Fiten, 11; İbni Mace, Fiten, 20; Ebu Davud, Salât, 242). Yâni deniyor ki, bâri zulümden nefret edin. Zulme karşı içinizde bir nefret büyütün ve adâleti için de içinizde bir sevgi büyütün.

 

Peygamberimiz, “insanlarla çok yakınlaşmayın, bir-gün gelir aranız bozulur; çok da uzaklaşmayın, bir-gün gelir yakınlaşır dost olursunuz” der. Peygamberimiz bu sözüyle ölçülü bir sevgi ve nefretten bahsediyor. Kur’ân bu konuda şöyle der.

 

“Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık besledikleriniz arasında bir sevgi-bağı kılar. Allah güç yetirendir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Mümtehine 7).

 

“Îman edenler ve sâlih amellerde bulunanlar ise, Rahmân (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır” (Meryem 96).

 

Nefret ettikleriniz gibi yaparsanız, “nefret edilir” hâle gelirsiniz.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2019

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder