“Eğer O,
rızkını tutsa (vermese), rızkınızı verecek olan kimmiş?. Hayır; onlar, bir
azgınlık ve nefret içinde inatla direniyorlar” (Mülk 21).
Târih
boyunca kitleler, hakkı ve hakîkati hatırlatanlardan nefret etmişler ve onları
aşırılıkla yaftalamışlardır. Zîrâ uyarıcılar, halkı zâlimleşmiş olan toplumlara
gönderilmişlerdir. Çünkü o toplumlar doğal, normâl ve fıtrî olandan yâni
Allah-merkezli olandan sapmışlar ve hattâ nefret etmeye başlamışlardır. Böyle
olunca da nefislerinin ve çıkarlarının doğrultusunda gitmektedirler İşte
uyarıcılar bunun yanlış olduğunu söyledikleri için kavimleri tarafından
yalanlanmışlar ve toplumları onları sevmeyerek kendisinden nefret eder hâle
gelmişlerdir.
İslâm için
“nefret dîni” diyorlar. Evet; İslâm zulümden nefret eder. Zîrâ İslâm; adâlet,
eşitlik, hak-hakîkat ve tevhidi sever. Tevhidi seven kişi; küfürden, şirkten,
adâletsizlikten ve zulümden nefret eder. Mü’minler bir şeyi yada kişiyi Allah
için severler ve bir kişiden yada bir
şeyden Allah için nefret ederler. Allah için sevilmesi gerekenden nefret
edenler ve Allah için nefret edilmesi gerekeni sevenlerden de nefret edilir.
Mü’minler Allah-merkezli olmayandan nefret ederler. Zîrâ Allah için olmayan,
çok da uzak olmayan bir vâdede mutlaka zulme döner. Zulmün olduğu yerde ise
sevginin olması mümkün değildir.
Fakat
mü’minler nefreti değil sevgiyi öne çıkarırlar, çünkü nefret ile yapılan iş çok
yorar. Peygamberimiz de: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz,
nefret ettirmeyiniz. Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa düşmeyin”
(Buhari 3:72) der. Bu nedenle mü’minler de işlerini sevgiyle yapmak isterler.
Nefretle yapılan iş nasıl ki insanı çok yorarsa, sevgiyle yapılan iş de insana
neşe katar ve yorgunluğunu alır.
Mü’minler
Allah için severler ve Allah için buğz ederler. Nefret ettiklerinden de Allah
için ve Allah’ın izin verdiği kadar nefret ederler. Nefret edilmesi gerekeni
sevmek doğru değildir ve kötülük edene karşı kısasa-kısas uygulanır ki zulüm
gören kişinin nefret ettiği kişi için kâlbi ancak böyle soğur. İslâm’da
kısasa-kısas vardır ve hristiyanlıktaki gibi “bir yanağınıza vurulduğunda diğer
yanağınızı da çevirmek” yoktur. Tabi kişiler kısas hakkından vazgeçip af yoluna
da gidebilirler.
Nefret
edilmesi gerekenden nefret etmemeyi salık vererek af yolunu ve sevgiyi örnek
tavsiye edenler, o duruma gelseler, meselâ ana-babasını, karısını ve oğlunu-kızını
öldüren bir kişiye karşı bunu yapabilirler mi?. O hâlde zulüm gören kişinin
zâlimden nefret etmek hakkı vardır.
Şirkten,
küfürden ve dolayısı ile zulümden nefret etmek gerekir. Bunlara yol açan
düşüncelerden ve ideolojilerden de nefret etmek gerekir. Şirkten, küfürden,
zulümden ve bunlara sebep olan şeylerden nefret etmeyenler, zamanla bunlara
sevgi beslemeye ve İslâm’dan nefret etmeye başlarlar. Şirkten, küfürden ve
zulümden nefret edeceklerine, hak-hakîkat, adâlet ve tevhidten nefret etmeye
başlarlar.
En çok para kazandıran
şey, insanlara en çok zarar veren şeylerden kazanılır. Başta savaş olmak üzere;
içki-sigara, uyuşturucu, kumar, zinâ, fâiz, yalan-dolan vs. Bu nedenle aşırı
para kazandıran bu şeylerden nefret edilmelidir. Bunlardan nefret etmek, “aşırı
para kazanma hırsı”ndan da nefret etmeyi gerektirir.
İncil’de: “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden
nefret edip öbürünü sever, yada birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem
Tanrı’ya, hem de paraya (mamon) kulluk edemezsiniz” (Matta 6:24) denir.
Tabi nefret etmek tek-başına
bir işe yaramıyor. Nefret edilen şeyin üstüne gidilmesi ancak, o şeyin
değiştirilmesini ve ber-tarâf edilmesini mümkün kılar. Meselâ Amerika’da
50 milyon kişi, kendilerini sömüren
Merkez Bankası FED’den nefret ediyor. Fakat ona karşı ne yağacağını bilmiyor ve
bir şey yapmaya gücü yetmiyor. Böylece nefret ve nefret edilen şey devâm
ediyor.
Mazlum ve
mâsum insanların üzerine acımasıca bombalar atarak onları öldüren silahlardan
ve dengesiz savaşlardan nefret edilmelidir. Bu bağlamda Allah’sız, merhâmetsiz
ve vicdansız modern-bilim ve teknolojiden nefret edilmelidir. İnsanlara yarar
yerine zarar ve bilim ve teknolojiden nefret edilmelidir. Şu da var ki modern
bilim ve teknoloji Allah’ı hesâba katmadığı için, sonuçta büyük oranda zulme
dönüşmektedir. Modern zulüm, bilim ve teknoloji ile yapılmaktadır. Nefsi ve
çıkarı için mazlum ve mâsumları aç, susuz, çıplak, evsiz ve mutsuz edenlerden
nefret etmek gerekir.
Ksenefobi:
“Kendi topluluğuna karşı iyi, öbür topluluğa karşı kötü olan, yabancıdan korkan
ve nefret eden” demektir. Nefret “Allah için ve Allah’ın izin verdiği ölçüde”
olmalıdır. Zîrâ aşırı nefret insanın gözünü kör eder ve haksız ve yersiz
suçlamalar, yorumlar ve eleştiriler yapılarak, bu sefer de nefret edilecek
ameller ve eylemlerde bulunulabilir:
“Ey îman
edenler!; âdil şâhidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir
topluluğa olan kîniniz-kızgınlığınız, sizi adâletten alıkoymasın. Adâlet yapın. O,
takvâya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta
olduklarınızdan haberi olandır” (Mâide 8).
Tabi sâdece
nefret değil, aşırılaşan her duygu böyledir. Sevgi de aşırılaşınca yanlış
yorumlara ve sonuçlara götürür insanı. Fakat nefret sevgiden daha gerçekçidir.
Çünkü sevginin taklidi yapılabilse de nefretin taklidi yapılamaz. Bir insan
meselâ birisini sevmeyebilir ama sever gibi yapabilir ve bunu bir ömür-boyu sürdürebilir.
Fakat nefret zâten açıkça gösterilen şeydir. Sürekli olarak nefret duyuyor gibi
yapılamaz. Çünkü nefret ağır bir durumdur, sevgi gibi değildir. Kişiyi
yıpratır. O yüzden sürekli nefret hâlinde olunamaz ve olunmamalıdır da.
Dizilerde-filmlerde
sürekli olarak suratı asık ve nefret içinde olan insanlar var. Hattâ çizgi
filmlerde bile sürekli nefret hâlinde olan kahramanlar var. Çocuklar onları
örnek alıyorlar. Yine bilgisayar oyunları da nefreti körüklüyor. Nefret
aşılıyorlar topluma. Nefreti normâlleştiriyor. Oysa nefret sâdece, nefret
duyulması gerekenlere nefret duyulması içindir. Fakat nefret duyulmaması gereken
şeylere sürekli olarak nefret beslemek yanlıştır. Modernite, nefret
gösterilmesi gerekenleri değiştirdi ve insanlar artık nefret edilmesi gerekenlere
sevgi, sevgi gösterilmesi gerekenlere ise nefret beslemeye başladılar. İşler
tersine döndü. Artık insanlar nefret duyulması gereken şeylerden nefret
duymamaya başladılar ve böylece toplum bozuldu ve ahlâksızlaştı. Zîrâ nefret
edilmesi gerekenlere nefret etmeyen toplumlar ahlâksızlaşıp bozulmaya
başlarlar.
“Onlara:
‘Rahmâna secde edin’ denildiği zaman, ‘Rahmân da neymiş?. Biz senin bize
emrettiğine mi secde edecek mişiz?’ derler ve (bu) onların nefretini arttırır” (Furkân 60).
Kâfirlerin
Rahmân’dan nefret etmelerinin nedeni, Rahmân “herkes için” olduğundan
dolayıdır. Ayrıcalıklı olanlar herkes için olanı sevmezler ve hattâ nefret
ederler. Mekke müşrikleri de herkese eşit şekilde hitâp eden Rahmân’ı
sevmezlerdi. Çünkü eğer herkese -en azından rızık konusunda- eşitlik olacaksa,
bu durumda kendi çıkarları ve ayrıcalıkları bitecek demektir. O yüzden Rahmân
kelimesini kullanmazlar ve onu hatırlatanı sevmezler ve nefret ederlerdi.
Ayrıcalıklı olanlar tüm zamanlarda bundan nefret etmişlerdir. Kâfirler, Rahmân
sözünü duyduklarında bu yüzden havlamaya başlarlar. Bilmiyorlar ki, rızkı veren
Allah’tır:
“Eğer O,
rızkını tutsa (vermese), rızkınızı verecek olan kimmiş?. Hayır; onlar, bir
azgınlık ve nefret içinde inatla direniyorlar” (Mülk 21).
“Ve
onların kâlbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar,
kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur’ân’da sâdece Rabbini ‘bir ve tek’
(ilah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin-geriye
giderler” (İsrâ 6).
Kâfirler
Allah’ın tek olarak anılmasını sevmezler nefretle kaçıp giderler ki
Peygamberimiz’e düşman olmalarının arkasında bu sebep yatmaktadır. Bu durum tüm
zamanlarda böyledir. Zîrâ tevhid, çıkarları ve ayrıcalıkları yok eder ve
hakkı-hakîkati ortaya koyar. Hak geldiğinde bâtıl yok olur gider. Kafirler ve
müşrikler ise her zaman şirkten ve küfürden beslenirler ve bu nedenle de
tevhidi tam olarak benimseyemezler.
Dünyâ’ da
kendisinden nefret edilen kişi âhirette de nefret edilecektir .
“Bu
dünyâ-hayâtında arkalarına lânet düşürdük; kıyâmet gününde de, ‘kendilerinden
nefret edilen ve çirkinleştirilmiş’ olanlardır” (Kasas 42).
Dinden
nefret eden müslümanlar(!) da vardır. Bunlar moderniteye hayrân ve râm
oldukları için ve de İslâm’ın âyetleri ise moderniteden apaçık bir şekilde
farklı olduğundan dolayı bir çelişki ortaya çıkmakta ve kendilerine
“müslümanım” diyenleri sıkıntıya sokmaktadır. Onu moderniteye uydurmak için çırpınıyorlar
bu yüzden. Klâsikten nefret edenler, modern olana râm olur. Modern dünyâda
uygulanması sorun olan namaza karşı da bir nefret oluştu. “Namaz yerine salât
denmesi gerektiğini ve salâtın ise sâdece duâ ve destek anlamına geldiğini”
söyleyerek namazdan uzaklaşmış oluyorlar. Bir kılıf arıyorlar namazdan
kurtulmak için. Namaza olan nefretin 10’da 1’i “semâ etme”ye gösterilmedi. Semâ
nedir ki!. Aynı meşrepten olan Mevleviler tarafından namazın yerine ikâme
edilmek istenen bir hareketlerdir sema. Bunun ilhâmını da Alevi-Bektâşilerden
almışlardır. Çünkü “sema” adının “semah”tan mülhem olduğu çok bellidir. Birisi
halay çekerken, diğeri ise kendi etrâfında dönüyor.
Modern olan, klâsik olan her-şeyden nefret eder. Buna, Peygamberimiz ve
sahabenin Kur’ân anlayışı da dâhildir.
Peygamber’in vahiyle inşâ olmuş hayat tarzından nefret edenler, aslında İslâm’ın
hayat tarzından nefret etmektedirler. O yüzden de sahih hadis ve Sünnet’i yok
sayarlar ve hattâ ondan nefret ederler. Sünnet İslâm’ın hayat tarzıdır ve bu
nedenle Sünnet’te nefret edenler aslında İslâm’dan nefret ediyorlar demektir.
“Sâdece Kur’ân”, “Kur’ân yeter”, “tek kaynak Kur’ân” gibi mottolarla güyâ
Kur’ân’dan yana olduklarını göstermektedirler. Fakat Peygamber’i hesâba
katmadan ve sevmeden İslâm’ı sevdiğini söyleyenler ya derin bir cehâlet içinde
yada ağır bir nefret hâlindedirler.
Modernizmin
sorunu eşyâ iledir. Eşyânın doğal hâlini bir türlü sevememişlerdir, çünkü doğallıktan
nefret ederler, sûniliğe ise hayrandırlar.
Eleştirilmekten
nefret edenler, övülmeyi çok sevenlerdir. Hem yanlış içinde yanlış düşünce ve
eylemlerde oluyorlar hem de eleştirilmekten nefret ediyorlar.
Erkeğin
ve kadının doğal, normâl ve fıtrî hâlinden nefret eden feministlerin
kışkırttığı kadınlar kadınlığından nefret eder hâle geldiler. Fakat kadın
kadınlığından nefret eder hâle geldiği anda evi bozulmaya başlar ve en sonunda
dağılır gider ki bunun örneğini apaçık şekilde görüyoruz.
Demokrasiden
en çok demokratik ülkelerin lîderleri nefret eder. Onlar alttan-alta monarşiye
hayrandırlar çünkü. Demokrasi zâten böyledir. “Körü-körüne bir sevgi ve nefret
etme” vardır demokraside.
Siyâsiler ve lîderler sürekli
olarak halk-halk derler ve halkın yüzlerine gülerler fakat aslında onlardan
nefret ederler. İsmet İnönü: “Bana bakın, kimse işitmesin, millet sizin düşmanınızdır”
demişti subaylarına. Bunlar halka, yapmayacakları vaâdlerden başka bir şey
vermezler. Halk ile kendileri arasında sonsuz uçurumlar vardır. Halkı öyle bir
-Ali Şeriati’nin deyimiyle- istihmarlaştırmışlardır yâni eşekleştirmişlerdir
ki, onları kendilerine adetâ “kul” etmişlerdir. Toplumların karşısına bir Kârun
gibi, bir Firavun gibi çıkıyorlar. Kendi merkezlerinde bir hayat-anlayışı, bir
düzen, bir düşünce vs. oluştururlar: Ralph Waldo Emerson: “Kim olduğunu öyle
bir haykırıyor ki; ne dediğini duyamıyorum…” der. Halk da, bu sözde
kahramanları gözlerinde öyle büyütmüşlerdir ki, ne dediklerini duyamadıkları
gibi, kim olduklarını da göremezler. Kahramâna bir-kere “göz kırpıldığında”
artık onun her sözü ve düşüncesini baş-tâcı yapılır çünkü. Ne yazık ki halkın
göremediği şey, “kahramân” zannederek peşinden gittiği ve izlediği kişilerin
halktan nefret ettiğini görememeleridir.
Konfüçyüs; “Nefret
ediyorsan, yenilmişsindir” der. Fakat bu şart değildir. Konfüçyüs bu sözü
hümanist bir telâkki ile söylemiştir. Çünkü sevgi, saygı, hoşgörme vs. gibi
sözlerle ifâde edilebilecek bir felsefesi vardı. Dolayısı ile pasif bir sözdür
bu. Çünkü nefret ille de yenilmişliğin netîcesinde nefret açığa çıkmaz. Eğer
ortada bir şirk, küfür, adâletsizlik, ahlâksızlık ve zulüm varsa bunlara nefret
duymak çok normâldir ve hattâ asıl yenilmişlik, bunlara karşı nefret
beslememektir.
Mevcut
Dünyâ’nın sistemini ve eserlerini beğenen insan, dinden nefret ediyor demektir.
Zîrâ mevcut gayrî İslâmî sistem, bir zulüm sistemidir. İslâm’a bu yüzden
düşmandır ve ondan nefret eder.
Evet; barut,
elektrik ve motor temelli tüm üretimlerden nefret ediyorum. Küfürden, şirkten,
zulümden, adâletsizlikten ve eşitsizlikten nefret ediyorum. Dünyâ’nın yarısı
aç-susuzken diğer yarısının boğazından gelircesine tüketmesinden nefret
ediyorum. Lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-konformist-modernist-demokratik-bireyci-milliyetçi-emperyâl-feminist
ideolojilerden nefret ediyorum. Ne demişti Hz. İbrâhim:
“İşte bunlar,
gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca âlemlerin Rabbi hâriç” (Şuârâ 77).
Lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-konformist-modernist-demokratik-bireyci-milliyetçi-emperyâl-feminist
ideolojilere nefret beslemeyen ve onlara küfretmeyenler, hiç boşuna din ile
kitap ile uğraşmasınlar. Yaptıkları şey patinajdan başka bir şey olmayacaktır
çünkü. Nefret edilmesi gereken şeylerden nefret etmeyenler bir arpa-boyu bile
yol alamazlar.
Peygamberler,
sinirlerini aldırmış insanlar değillerdir ve Allah için nefret de ederler.
Nefret edilmesi gereken şeylerden nefret ederler ve nefret ettikleri şeyleri
hoş görmez ve tâviz vermezler. Peygamberimiz aşırılıklardan nefret ederdi.
Meselâ şöyle der: “İki şeyden nefret ediyorum; dindar câhil ve îmansız âlim”. Şunlardan da nefret ederdi: “Pasif-güçsüz mü’minler ve îmansız güçlüler”;
“rûhen temiz, fakat bedenen kirli
olanlar; “kudretsiz adâlet ve adâletsiz iktidar”; “sefâlet ve pislik”. Allah’ın
nehyettiği her-şeyden nefret ederdi.
“Muhammed, Allah’ın
elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında
merhâmetlidirler” (Fetih 29).
Nefreti kim hak ediyorsa ona
nefret duyulmalıdır. Nefret duyulması gerekene sevgi beslendiğinde, sevgi
beslenmesi gerekene de nefret duyulmaya başlanır.
Adâletsizliğin, ahlâksızlığın, haksızlığın,
sömürünün, şirkin, küfrün ve dolayısı ile zulmün zirve yaptığı bir zamanda, çok
derin bir “ahlâkî öfke”yi her alanda yükseltmemiz gerekirken, pasifliği
çağrıştıran hoşgörüden söz edebiliyoruz. Bu tür bir hoşgörü anlayışı nedeniyle
İslâm’a değil, müstekbirlere, muktedirlere, kâfirlere, müşriklere ve zâlimlere hizmet
edilmiş olunur.
Hadiste şöyle denir: “Sizden
her kim bir kötülük görürse, eğer gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse,
diliyle düzeltsin. Onu da yap(a)mazsa, hiç olmazsa kâlbiyle buğz etsin. Fakat
bu, îmânın en zayıf mertebesidir” (Tirmizi, Fiten, 11; İbni Mace, Fiten, 20; Ebu
Davud, Salât, 242). Yâni deniyor ki, bâri zulümden nefret edin. Zulme karşı
içinizde bir nefret büyütün ve adâleti için de içinizde bir sevgi büyütün.
Peygamberimiz, “insanlarla çok yakınlaşmayın, bir-gün gelir
aranız bozulur; çok da uzaklaşmayın, bir-gün gelir yakınlaşır dost olursunuz”
der. Peygamberimiz bu sözüyle ölçülü bir sevgi ve nefretten bahsediyor. Kur’ân
bu konuda şöyle der.
“Belki Allah,
sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık besledikleriniz arasında bir
sevgi-bağı kılar. Allah güç yetirendir. Allah çok bağışlayandır, çok
esirgeyendir” (Mümtehine 7).
“Îman edenler
ve sâlih amellerde bulunanlar ise, Rahmân (olan Allah), onlar için bir sevgi
kılacaktır”
(Meryem 96).
Nefret ettikleriniz gibi
yaparsanız, “nefret edilir” hâle gelirsiniz.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder