17 Mart 2023 Cuma

Modernite ve Din

 

“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayâtın da kat-kat, ölümün de kat-kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın” (İsrâ 73-75).

 

“Allah nezdinde hak din ancak İslâm’dır” (Âl-i İmran 19).

 

Modern: “İçinde yaşanılan çağa ve günlere uygun olan; asrî, çağdaş, çağcı, yeni; batı’ya, Avrupa’ya ve Amerika’ya uygun, batı’lı; köksüz, geleneksiz” anlamındadır. Modernist de; “Bu tarzda yaşamayı seven ve seçen kişi” anlamındadır.

 

Modernitede, dînin etkisi ve sınırlandırması hesâba katılmadığından dolayı modernite her zamana dîne aykırı olmak zorundadır. Çünkü din demek “sınır” demek iken, modernitede bir sınırsızlık düşüncesi yada pratiği vardır. Modernitenin doğasında kırmızı çizgi yoktur. Modernitenin sorunu budur. Bu nedenle modern olunca illâ ki “Allah’a göre” olmaktan çıkıp, “insana göre” olmaya doğru bir seyir izlenmek zorunda kalınır. Klâsik olan elbette moderniteden iyidir. Fakat İslâm’da modernlik yoktur. Bir tekâmül olabilir. Fakat bu tekâmül bile sınırlıdır. Zîrâ din demek “sınır” demektir. Çünkü din insana haddini bildirmek için vardır. Sınırı olmayan insanın haddini bilmesi mümkün olmayacağından dolayı din, insanlara sınırlar koyarak ve sınırlayarak hadlerini bildirir.

 

Modernite, insan ve akıl-merkezlidir. İnsan-merkezlilik demek “akıl-merkezlilik” demektir. Yoksa modernizmde insana îtibâr etmek çok da yoktur. Belki sâdece insanda bulunan akıldan dolayı bir ayrımcılık olur.

 

Modernite, Allah’ı, âhireti, dîni ve kitapları merkeze almaktan vazgeçip, insanı, aklı, maddiyatı, nefsi yâni şeytanı merkeze almaya başlamaktır. İnsanlar imtihandan dolayı bir nefse de sâhiptir ki nefs şeytanın nazar mahâli ve fısıltı yeridir. Fakat Allah buna karşı olarak sürekli olarak kitaplar, peygamberler ve din göndermiştir insanlara. İnsanlar peygamberlere ve kitaplara çok zor inanmışlar ve Dünyâ’nın geçici bir imtihan yeri, âhiretin ve cennetin ise ebedî bir nîmet diyârı olduğuna inanmak istememişler ve nefs “şimdi olan”ı yâni peşin olanı istediğinden dolayı Dünyâ’yı seçmişlerdir. Bunlar içinden zulme dönenler Allah tarafından azapla cezâlandırılmıştır. Modernite, Dünyâ’nın geçici bir imtihan yurdu olduğunu bir türlü kabûl etmek istememektedir. Zâten modernite “hemen şimdi, şu-an” demektir. Din ise işi tâ baştan başlatır ve en sona yâni âhirete dayandırır. Bu nedenle modernite hem dinden hem de eski olandan nefret eder. Zâten hayâtiyetini de bu nefretle ile sürdürür. 

 

Taha Abdurrahman, “modernitenin bir rûhu bir de pratiği vardır, biz şu-an batı modernitesinin pratiğinin kuşatması altındayız. Fakat modernite sâdece mevcut şekilde olmak zorunda değil. Başka türlü de modernite olabilir, modernitenin rûhu insanlık târihi boyunca sürekli mevcuttur” diyor. Fakat modernitenin doğasında dîne aykırılık olduğunu hesâba katmıyor. Çünkü modernitenin doğasında sınır yoktur. Din ise kişiyi sınırlar. Çünkü Dünyâ sınırlıdır ve o yüzden insan da sınırlı hareket etmesi gerekir. Modernite ise buna aykırı davranır ve Dünyâ ile cennete şirk koşar. Modernite hangi zamanda ve hangi mekânda ortaya çıkarsa-çıksın, her zaman dinle çatışmak gibi bir sorunla karşı-karşıya kalır ve başlar dinle çatışmaya ki zâten modernite hayâtiyetini her zaman dinle çatışmadan alır. Demek ki modernite, tüm zamanlarda ve mekânlarda ortaya çıkmış olsa bile, her zaman dîne aykırı söylemler ve davranışlar ortaya koymuştur. Çünkü dinde uygarlığın bile bir sınırı vardır. Hattâ denilebilir ki tüm büyük devletler ve imparatorluklar bile aşırı uygarlık yada modernlikten dolayı yıkılmıştır.

 

Modernitenin rûhu ne ise pratiği de odur. Modernitenin rûhu, mevcut pratik şeklinde ortaya çıkmıştır ve farklı bir şekilde ortaya çıkamazdı. Çünkü modernite “dînin sınırlayıcılığından kurtulmak ve Allah’a bağlamaktan çıkıp, akla ve insana bağlanmak” demektir. Bu her zaman ve mekânda böyledir. Çünkü modernitenin doğasında bu vardır.

 

Modernite ile medeniyeti karıştırmaktan dolayı yanlış şekilde modernite iyi bir şey zannedilmektedir.

 

Eğer modernitenin rûhu denilen şey Âdem’den bêri olan bir şey olsaydı ve insanlar moderniteyi bu rûh ile ortaya koymuş olsalardı, o zaman peygambere, vahye, Sünnet’e ve İslâm geleneğine de gerek kalmazdı. Fakat modernite nefs-merkezlidir, din-merkezliliğe karşı olduğundan dolayı da küfürdür. Küfür ise tek millettir. Her ne kadar modern olanlar birbirlerinden bâzı noktalarda ayrıymış gibi dursalar da aslında küfür tek millet olduğundan dolayı temelde birleşirler.

 

Modernitenin temelinde, asrın gereklerine uymak vardır. Oysa dinde, “asrı dîne göre inşâ etmek ve dîne uydurmak” vardır. Bu çok temel bir ayrımdır. Modernitede din merkezde değildir.

 

Modernite rasyonel ve akılcı olmak zorundadır. Böyle olunca lâiklik de şart olur. Fakat bu, dîni arka-plâna atmak, ikinci sıraya koymak demek olur ki ikinci sıraya atılan din hem etki edemez hem de modernite onun ikinci sırada kalmasından bile râzı olmaz da hayattan dışlar.

 

Modernite gelenek ile barışık da olamaz. Seküler gelenek ile irtibâtı tespit edilmiş olsa bile, o geleneği güncellemiş ve zaman içinde bambaşka bir hâle getirmiştir. Gelenek din ile irtibâtını kopardığı anda modernleşir yâni din-dışına çıkar ve medeniyetten uygarlığa doğru değişir. İslâm geleneği Kur’ân’ın güzel örneklik dediği Sünnet’tir. Bu gelenek, bambaşka şekle sokulamaz ve modernleştirilemez. Çünkü Kur’ân emri ile tâkip etmemiz gereken bir örneklik ve gelenektir. Hz. Âdem’e kadar dayanan bir gelenektir. Yeni olmak zorunda hissetmez kendini. Yeni bir şey söylese bile eskiyle irtibatlandırmadan söylemez. Bu nedenle zamanla geleneği Kur’ân’a ve İslâm geleneğine aykırı şekilde moderniteyle sentezleyerek yeni bir geleneğe dönüştürmek demek, gelenekten kopmak ve Kur’ân’a aykırı davranmak demek olur.

 

Modernlikte estetik aramak da boşunadır. Çünkü modernlik dinden koptuğu anda rûha arkasını döner. Rûhun olmadığı yerde bir estetikten ve sanattan bahsedilemez.

 

Maalesef etkileyici sözler söylemelerine-yazmalarına ve hatırı sayılır işler yapmalarına rağmen yeterli dirâyete sâhip olmadıklarından dolayı İslâm’ı moderniteyle sentezleyerek, yada İslâm’ı modern hâle getirerek günümüzde güçlendirmek isteyenler vardır. Bunlar arasında, modernistler, târihselciler, muhâfazakârlardan başka, Aliya İzzetbegoviç ve Taha Abdurrahman da vardır. Herkes İslâm ile moderniteyi sentezlemeden yada İslâm’ı modernleştirmeden bir yere gelemeyeceğini düşünmektedir. Oysa Kur’ân’ın yarıya yakın âyetleri modern olmayan şekilde eski peygamberlerin kıssalarında bahsetmek ve onlardan ibret almayı emretmektedir. İslâm’ı modernleştirerek bir yerlere varmaya çalışmak boş iştir. Zîrâ İslâm’ın özü ile modernitenin içeriği birbirlerinden en aykırı olacak şekilde farklıdır. Bu modernlik, modernliğin her türü için geçerlidir. Modernlik kelimesinin kendisinde bile sorun vardır çünkü. Zîrâ modernitenin kesin bir dayanağı yoktur ve bu nedenle de hiç-bir netliğe ulaşamaz. Hiç-bir konuda hiç-bir doyurucu yanıt vermemektedir. Çünkü bağlandığı bir temel yoktur. Bu da onu sonsuza kadar kısır kılmaktadır. Meselâ bilim konusunda binlerce açıklama yaptıktan sonra, ortaya çıkan bir çelişkiden dolayı sorulan yeni soruya yeni cevaplar vermeye çalışır ama bir türlü iknâ edemez. Çünkü “Allah böyle yaratmıştır” cevâbını veremediğinden dolayı bir türlü netliğe ve kesinliğe ulaşamaz. Bu yüzden de mecbûren sürekli olarak yeni bir teori üretmek zorunda kalır.

 

Vel-hâsıl kelam, modernlikle dîni sentez etmek de, İslâm’ı modernleştirmek de mümkün değildir. Zâten İslâm hem batı modernitesiyle hem de olacak tüm modernitelerle senteze girmeyecek yapıda bir dindir. O kendi iç-dinamiği ile hayâta yeni şeyler söyler. Bunu yapmak için moderniteye ihtiyâcı yoktur. Kur’ân ve Sünnet ona sorunları çözmek için yeterli olacaktır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder