“…Sen, Allah’ın
sünnetinde (sünnetullah) kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın
sünnetinde kesinlikle bir sapma da bulamazsın” (Fâtır 43).
Sünnet: “Kânun, yol, âdet,
tarz, tavır” anlamındadır. Sünnetullah ise; Allah’ın; insanlar, hayvanlar,
bitkiler, cansız varlıklar, Dünyâ, Ay, Güneş ve kısaca tüm kâinâtın, hareketini
ve varlığını muntazaman devâm ettirebilmesi için, mutlak anlamda,
sorgusuz-suâlsiz, koşulsuz-şartsız ve tam bir teslîmiyetle teslim olarak uyması
gereken yasalar, kânunlar ve kurallardır. Tüm kâinat, işte bu sünnetullah denen
Allah’ın yasalarına göre deverân eder. Zâten ancak sünnetullaha göre hareket
ettiğinde deverânı tam bir âhenkle olur. Aksi-hâlde kaos başlar.
Sünnetullah, mükemmel bir
işleyiş oluşturur. Gökler tam da sünnetullaha göre hareket ettiği için şaşmaz
ve yanılmaz bir âhenkle muhteşem bir düzen ve nizamla hareket eder. Öyle ki
ondan hiç-bir kusur göremezsiniz:
“O, biri diğeriyle ‘tam
bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah)’ın
yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü)
çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?.
Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu
kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 3-4).
İmtihan, işte bu
sünnetullaha uyup-uymama noktasında olur. İnsan ya tüm kâinat gibi sünnetullaha
uyarak Dünyâ’da da muhteşem bir düzeni ve nizâmı kurar, yada şeytana, nefse ve
kendini ilah gibi görenlere (tâğut) uyarak dünyâda kaos içinde yaşadıktan
başka, âhirette de cehennem ve azap içinde kalır. Aklı işletmek de, ancak
sünnetullaha yâni Allah’a göre olursa doğru işletmek olur. Aksi-hâlde aklını
hiç işletmeyenler gibi hem Dünyâ’da hem de âhirette pislik içinde kalınır.
Kader denilen şey ise,
“olacak olan şeylerin önceden belirlenip kayda geçirilmesi” demek değil,
sünnetullahın yâni Allah’ın yasalarının işlemesi durumudur. Kadere îman,
başımıza gelmiş yada gelecek olan şeylerin Allah tarafından biz yaratılmadan
önce belirlenip yazılması değil, sünnetullahı bilmek ve yapılanların yada
başımıza gelecek olan şeylerin, sünnetullah denen yasalar çerçevesinde
olacağını bilmek ve inanmaktır. Kader “ölçü” demektir. Sünnetullah gereğince
hiç-bir şeyin körü-körüne değil de, her-şeyin sünnetullah denen ilâhî yasalara
ve kânunlara göre olmasıdır. Meselâ başımıza bir musîbetin gelmiş olmasının
nedeni, Allah’ın o musîbeti çok önceden yazmış olması değil, o musîbetin açığa
çıkmasına neden olacak şeyleri yapmamızdır. Allah çoğunu affeder ve bizi korur
ama musîbeti açığa çıkaracak şeyleri ısrarla yaptığımızda o musîbet sünnetullah
gereğince mutlaka başımıza gelir. İyi şeyler yapınca başımıza iyi şeyler gelir,
kötü şeyler yapınca da başımıza kötü şeyler gelir. Allah sünnetullah denen
yasaları belirler, başımıza gelecek olanları sonsuz bilgisiyle bilse de onu
önceden bir zamanda yazmış değildir. Zâten Allah için öncelik-sonralık diye bir
şey yoktur.
Dünyâ dâhil kâinâtın her
noktası sünnetullaha göre işler. Kâinatta “sünnetullah”a uymayan tek varlık
“insan”dır. İnsanın sürekli bir düzensizlik ve nizamsızlıkla mâlûl olması,
sünnetullaha uymamasından yada tam olarak uymamasından dolayıdır. Oysa aynen
gökler ve tüm kâinat gibi sünnetullaha uysa bir düzene ve nizâma kavuşacaktır.
Tüm varlık, muhteşem düzenini ve deverânını sünnetullaha tam uymaya borçludur:
“Üzerlerindeki göğe
bakmıyorlar mı?. Biz, onu nasıl binâ ettik ve onu nasıl süsledik?. Onun hiç-bir
çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık?. Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve
onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,)
içten Allah’a yönelen her kul için hikmetle bakan bir iç göz ve bir zikirdir” (Kâf 6-8).
İslâm, “ataların
sünneti”nden, Allah’ın sünnetine (sünnetullah) dönüştür. İslâm, tüm insanları
aynen göklerdeki gibi tam bir teslîmiyetle sünnetullaha dâvet etmek demektir.
Kur’ân tam da sünnetullaha uygun olarak inmiştir ve Peygamberimiz de bunun
güzel örnekliğini uygulama olarak ortaya koymuştur. İnsanlardan istenen,
Kur’ân-merkezli ve Sünnet örnekli olarak düşünmek, konuşmak, yazmak ve
amel-eylemde bulunmaktır. Çünkü aksi-hâlde her zaman ve mekânda kaos
kaçınılmazdır.
Fizik kânunları denilen şey,
Allah’ın doğaya koyduğu kânunlardan (sünnetullah)tan başka bir şey değildir. Havadan
daha ağır bir şeyin düşmesi sünnetullah yâni Allah’ın doğaya koyduğu yasalar
nedeniyle olur. Fizik kânunları aslında Allah’ın kânunlarıdır.
Sünnetullah Allah’ın koruma
sistemidir. Allah Kur’ân’ı da, vahyi ilâhî yasalara göre uygulayınca korumuş oluyor.
Kur’ân’ı korumak onun sâdece metnini korumak demek değildir. Allah’ın sünneti
(sünnetullah), Sünnetullah, O’nun yasaları ve yasaların özeti olan vahyidir.
İnsanların sünneti ise, sünnetullaha göre yaşamak yada yaşamamak şeklinde olur.
Peygamberlerin sünneti, tam da sünnetullaha göre yaşamanın örnekliğidir.
Sünetullaha göre yaşamamanın mutlakâ bir yaptırımı olur. Başımıza gelen
musîbetler bizim kendi yaptıklarımızın bir sonucu olarak “sünnetullahın
işlemesiyle” olur.
Sünnetullah denen ilâhi
sisteme ancak ve ancak “İslâm Dîni ve düşüncesi” ayak uydurabilir. İslâm-dışı
ideolojiler ve düşünceler ise sünnetullaha değil de şeytana, nefse ve tâğutlara
uyduğu için yakın-uzak vâdede çeşitli sıkıntılara düşmeye olmaya mahkûmdur. Zîrâ
sünnetullahı iyi idrâk edebilenler ancak, iyi bir sünnet (yaşam-tarzı) ortaya
koyabilirler.
Deprem de gösterdi ki,
modern insan, başına gelen bir musîbeti, (Nûh Tûfânı’nı hiç düşünmeden)
“Allah’a ve doğaya yâni sünnetullaha aykırı davranma”ya değil de, “aklı
kullanmamaya”, denetim eksikliğine, malzemeden çalmaya ve “alt-yapı
eksikliği”ne bağlamaktadır. İşin sâdece bir yönünü konuşuyorlar. İşte “zihnin
modernleşmesi ve sekülerleşmesi” budur. İnsanın bu yanlış düşünceden kurtulması
ya vahiy-merkezli düşünmesiyle ve buna göre amel-eylemde bulunmasıyla
olacaktır, yada -sünnetullahın gereği olarak- Allah bu hakîkati kafamıza
vura-vura öğretecektir. Zîrâ Allah, düşüncede bile Kendisi’ne şirk koşulmasına
râzı olmaz.
Dünyâ’da en kesin şeylerden
biri de, “herkesin lâyığını bulacak-buluyor olması”dır. Sünnetullah herkese
lâyığını verir. Ne ekerseniz onu biçersiniz. budur. Şu da var ki, Dünyâ’yı ve
insanları melekler yönetse bile, sünnetullah gereğince insanlar, “doğal
imtihan”ın zorluklarıyla karşılaşmaya devâm edeceklerdir. İnsanın başına gelen
zorluklar ya doğaldır yada insan ürünü olarak yapaydır. Doğal zorluklar insana
çok zarar vermez. Fakat yapay zorluklar, insanın altından kalkamayacağı
musîbetleri bile ortaya çıkarabilirler. Çünkü yapay olunca sünnetullaha aykırı
olur.
Allah, peygamberleri,
sünnetullaha uygun olarak indirdiği vahiyleri yine sünnetullaha uygun olarak en
ideâl ve güzel örneklik olarak uygulasınlar diye gönderir. Bu nedenle Sünnet,
Sünnetullahın izdüşümüdür. Sünnet “sünnetullaha uymak” demektir ve sünnetullaha
en güzel şekilde uymanın pratiğidir.
Modern-seküler zihniyetine
sâhip olanlar, ahlâken dibe vurmuşlardır ve bunalıma düşmüşlerdir. Bu
bunalımdan kurtulmak için de maddî gelişmeyi “tampon” olarak kullanmaktadırlar.
Fakat içten çürüme fazlalaştıkça dışarısı da çürümeye başlayacak ve sistem günü
geldiğinde -sünnetullah gereği- bir fiskeyle yıkılıvereceklerdir. Çünkü batı,
Hz. Îsâ’nın diliyle söylersek; “badanalanmış kabirler” gibidir. Sünnetullaha
uymayan ve aykırı olan şey, dışından parlak ve pürüzsüz gözükse de, içten-içe
yıkılmaya yüz tutmuş demektir.
Varlık ve varlığın işleyişi
(sünnetullah), “modern bilimin târif ettiği kadar” değildir. Modern-bilim
sünnetullahı hakkıyla anlayamaz. Çünkü Allah’ı hesâba katmamaktadır. Böyle
olunca da mutlakâ eksik ve yanlış sonuçlar üretmekte ve yakın-uzak vâdede
zararlı sonuçlar açığa çıkarmaktadır.
Kur’ân’ın güzelce tebliğ
ettiği şeyleri reddederseniz, hayat, (sünnetullahın gereği olarak) çeşitli
şekillerde o şeyleri size dayatır. İslâm’da zorlama yoktur ama, sünnetullahta
zorlama vardır. Meselâ Kur’ân “günde beş kere abdest alın” der, “temiz ve helâl
yiyin” der, “evlerinizde oturun” der, “Dünyâ’ya çok da tamah etmeyin” vs. der.
İşte bunları (Kur’ân’ın bir emri olarak) güzellikle yapmazsanız, gün gelir
(sünnetullah gereğince) mecbûren yapmak zorunda kalırsınız.
Allah nasıl ki Dünyâ’da
yaptığımız bir yanlışa -sünnetullahın gereği olarak- bir sıkıntıyla ve cezâyla
karşılık veriyorsa, hayâtımız boyunca Dünyâ’da yaptığımız kötülükler ve
günahların sonucu da -sünnetullahın bir gereği olarak- âhirette karşımıza
çıkacak ve terâzide günahları daha ağır basanlar cehennemi boylar. Allah bundan
gocunmaz ve birilerinin, -Allah’ın rahmetine güvenerek- zannettiği gibi,
“bırakın herkes cennete girsin” demez. Eğer öyle olsaydı aynı şey Dünyâ’da da
olurdu ve başımıza -Allah’ın rahmetinin gereği olarak- bir kötülük gelmemesi
gerekirdi. Oysa Dünyâ’da yaptığımız yanlışların cezâsını -sünnetullah gereği
olarak- daha Dünyâ’da görmeye başlıyoruz. O-hâlde yaptığımız ağır günahların ve
suçların cezâsını da âhirette kesinlikle göreceğiz. Allah nasıl ki Dünyâ’da bir
yanlışımıza cezâyı hemen kesiyorsa, âhirette de, Dünyâ’da yaptığımız yanlışlara
cezâyı kesecektir ve Allah’ın rahmetine güvenmek çok da işe yaramayacaktır.
Hayat, sünnetullah ve imtihanın
gereği olarak iyiliği-kötülüğü ve yarârı-zarârı ile iç-içedir. Hayattan ne
kadar iyilik ve yarar beklerseniz, yanında kötülüklerle ve zararlarla birlikte
gelir. Kötülüğün ve zarârın az olmasını istiyorsanız, hayattan çok da fazla bir
şey beklememeniz gerekir. Hayattan beklediğiniz şeyler ise sünnetullaha uygun
olmalı ve aykırı olmamalıdır. Meselâ bütün haramlar, günahlar, ayıp olanlar,
şirk, küfür, adâletsizlik, ahlâksızlık ve zulüm sünnetullaha aykırıdır. Zâten
bütün kötülükler, bunların sonucunda yâni sünnetullaha aykırı davranmanın
sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Bir sünnetullahı sonuna
kadar bilip idrâk edemeyiz. Bu sâdece Allah’a mâlûmdur. Bu nedenle de sonuna
kadar tedbir alınamaz. Nûh Tûfânı tedbirsizlikten dolayı olmadı,
tevekkülsüzlükten ve şükürsüzlükten dolayı oldu.
İnsanlık bir-zaman sonra
mecbûren doğal-ilâhi sisteme dönmek zorunda kalacaktır. Sünnetullah bunu
gerektirir. Sünnetullah bunu kafalarına vura-vura öğretecektir. Fakat imtihan
devâm ettiği için sapma da devâm edecektir. Sapma sünnetullahtan sapmadır.
Sünnetullahın yönü başka,
insanların-müslümanların yönü bambaşkadır. Başta müslümanlar olmak üzere
insanlar “sırât-ı müstakîm” olan sünnetullah yoluna girene kadar “değişen” bir
şey olmayacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder