“Ey îman edenler!;
şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki)
gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın
üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç-biri ebedî olarak temize
çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir” (Nûr 21).
Çağdaşlaşma;
“insanın kendi aklı ve deneyimleri ile geleneksel görüşler ve ön-yargılardan
kurtulmak ve ‘akla dayanarak’ Dünyâ’yı kavramak ve düzenlemeye çalışmaktır”. Bu
anlamda çağdaşlaşma “insan aklının bağımsız olması gerektiği” düşüncesine
dayanır. Öyleyse benimsenmesi gereken tavır “inanmak” değil, “bilmek”
olmalıdır. Çağdaşlaşmanın, Orta-çağ düşüncesine ve yaşam-anlayışına karşıt bir
dünyâ-görüşü olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
Mustafa
Kemal; “yurdumuzu Dünyâ’nın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine
çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vâsıta ve kaynaklarına sâhip kılacağız.
Millî kültürümüzü, muâsır (çağdaş) medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız” demişti.
Bunun için de yönünü doğu’dan ve de İslâm’dan, batı’ya ve moderniteye
çevirmişti.
Muâsır medeniyet
ne demek?. Muasır; “aynı yüzyıl içinde yer alan. Çağdaş” anlamındadır. Çağdaş
ise: “Bulunulan çağın anlayışına, şartlarına uygun olan, modern, muâsır”
demektir.
Demek ki
lâik, seküler, lâik, kemâlist, demokratik, kapitâlist, liberâl, modern ve
muhâfazkâr tüm ideolojilerin hedefi “çağdaş olmak”tır. Yâni “modern” olmak.
Modern olmak ise, “klâsik olandan kurtulmak” anlamına gelir. Çünkü modernite,
bir “klâsiklik düşmanlığı”dır. Klâsik olan her-şeyden nefret eder ve yerine
modern olanı koymak ister. Peki insanlar bunu niçin isterler?. Onlara bunu
isteten şey nedir?. Çağdaşlığa göre modern olmamak ve klâsik kalmak neden
kötüdür ki?. Nede olsa insanlar binlerce yıl boyunca klâsik olarak yaşamışlar
ve çok parlak uygarlıklar ve medeniyetler kurmuşlardır.
Aslında
modern ve çağdaş olmak ve çağdaşlığı din gibi savunmak, klâsik olandan nefret
etmeyi yanında getirmektedir. Bu ise, ulusların ve ırkların kökenlerinin de
inkâr edilmesi anlamına gelir. Çünkü ırkların ve ulusların kökenleri modern,
çağdaş ve muâsır değillerdi. Çünkü onlar muâsır olsalardı, modern, muâsır ve
çağdaş uygarlıkların değil, geçmişteki klâsik ataların seviyesine ulaşmak
hedeflenir ve özlenirdi. Oysa hedeflenen yer, modernitenin getirdiği çağdaş
ülkelerin ve devletlerin ulaştığı yerdir.
Peki çağdaş
uygarlıklar mevcut durumlarına nasıl gelmişlerdir?. Ne yapmışlar da bu seviyeye
ulaşmışlardır?. Çağdaş olmak için ne yapmak gerekir?. Ama daha da önemlisi,
onlar bir zamanlar klâsik hayat yaşayan toplumlarken ne olmuştur da muâsır
çağdaş seviyeye yükselmişlerdir?. Onlara bunu ne sağlamıştır?.
Çağdaş
muâsır uygarlıklar yâni batı, mevcut seviyeye gelmesini; hırsızlığa, sömürüye
ve zulme borçludur. Çünkü Amerikan yerlilerini öldürmüşler ve altınlarını ve
değerli madenlerini çalıp götürmüş ve Avrupa’ya taşımışlardır. Sonra da o parayla
bâzı teşebbüslerde bulunmuşlardır. Çünkü para odluktan sonra bir şeyi yapmanın
çok da zor bir yanı yoktur. Eğer öyle olmasaydı parayı bulmazdan önce de
yaparlardı. Giriştikleri teşebbüslerde ise, çalıştırmak için çok sayıda insana
gerek duyulmuş ve onu da Amerika, Afrika ve uzak-doğu yâni Asya’dan karşılaşmışlar
ve bunun için köleleştirme yapmışlardır. Üstelik emperyalizm ile, üretim için şart
olan doğal kaynakları da, yine sömürdükleri bu yerlerden sağlamışlardır. Yoksa
Avrupa’da gerekli ve yeterli kaynaklar yoktur. Onları hem sömürmüş hem de
çalıştırmışlardır. En sonunda da öldürmüşlerdir. İşte çağdaşlaşmaya böyle
başlamışlardır. Çağdaşlar, çağdaşlaşmak için şerefsizleşmenin şart olduğu çok
erken kavramışlar ve şerefsizliği seçmişlerdir. Çağdaşlaşmak bunu gerektir.
Çağdaşlar
dış dünyâ için gerekli olan şeyi bu şekilde sağlamışlardır. Fakat onlar klâsik
yaşarlarken aynı-zamanda klâsik bir düşünceye de sâhiptiler aynı-zamanda ve klâsik
düşünce bu tür zulümlerin yapılmasına izin vermezdi. Peki ne oldu da batılı
çağdaşlar çağdaşlaşmaya izin verecek düşünceye ulaştılar ve çağdaş düşünceyi
benimsediler?. Onların düşünceleri mi değişti?. Evet; aynen. Çünkü bir yandan
Endülüs, diğer yandan da Osmanlı Avrupa’yı kuşatmaya başlamıştı. İstanbul’un
fethinden sonra köşeye sıkıştılar. Bu bir imtihandı tabi. Böyle zor zamanlarda
insanlar sapık ve sıra-dışı fikirlere çok çabuk aldanıp yönelirler. Öyle de
olmuştur. Rönesans, Reform, Protestanlık, Aydınlanma, Sanayileşme ve Modernite
olarak yaşanan süreçte sürekli olarak zihinler ve kâlpler değişime uğramıştır.
Tabi bu batı için bâzı yönlerden iyi de olmuştur. Çünkü kilisenin ve kralların
köleleri olmuşlardı. Perişân bir şekilde yaşıyorlardı. Fakat zihinler ve
kâlpler öyle bir değişti ki, insanları sömürmek ve öldürmek normâl görülmeye
başlandı. Çeşitli bâtıl ve sapık düşünceler ve teorilerin oluşmasında şeytan
onlara düşünsel destekler sağladı ve sonunda “çağdaşlık” denen yere ulaştılar
ve bunu tüm Dünyâ’ya dayatarak yaymaktalar. Bir yazıda çağdaşlık hakkında
şunlar söylenir:
“Bugün ‘çağdaş hayat’
denilen şey; tüm İslâmî değerlere savaş açmış olan ‘çağdaş câhiliye’dir. Batı,
ne kadar çirkefliği varsa tüm Dünyâ’ya ‘çağdaşlık’ kılıfı adı altında ihrâç
etmekte ve maalesef bundan müslüman milletler dâhi kurtulamamaktadır. ‘Ben de
müslümanım’ dediği hâlde îman ettiği İlah’ın emirlerinden ziyâde çağdaş
câhiliyenin dayatmalarına kulak verenler, kendilerini hemen bir îman testine
tabi tutmalı ve bu sözlerinde hakîkat payının ne olduğunu anlamaya
çalışmalıdırlar. Yoksa yarın çok geç olabilir”.
Batı
çağdaşlaşınca hırsızlık yaptı, sömürdü, öldürdü, Dünyâ’nın yarısını aç, susuz, mâsum
ve mazlum bıraktı ve bırakıyor. Muâsır yâni çağdaş uygarlıkların seviyesine gelmek,
“batı gibi yapmak ve batı gibi olmak” demektir. Zâten modern Türkiye bunun için
çalışmıştır. Çok ilginçtir ki savaşta “yedi düvel” dediği batı zihniyetine
sâhip olan güçleri yenmiş ama sonunda gidip onların seviyesini yakalamak için
çırpınmıştır. Onların kânunlarını; yeme-içme, giyim-kuşamlarını ve her-şeylerini
taklit etmişlerdir. Bu şimdi de, AB’ye girmek için yapılmaktadır. AB muâsır
seviyede ya.. O hâlde çağdaşlaşma demek,
“batı gibi olmak” demektir. Fakat batı
gibi olmak için batı gibi yapmak şarttır. Batı gibi yapınca ve olunca muâsırlaşmış
ve çağdaşlaşmış olacağız. Peki ne olacak ve nasıl olacak çağdaş olunca?.
Çağdaşlaşmak için ne yapmak gerekir?.
Çağdaşlaşmak için ilk önce
zâlim olmak gerekir. Fakat bunun için de ilk başta, zihinlerin ve kâlplerin değişmesi
gerekir. Batı’lılar bunu kolay gerçekleştirmiştir ama doğu’lu ve müslümanlar için
bu o kadar kolay değildir. Zîrâ çağdaşlaşmak için müslümanların ilk başta, onları
dik tutan dinden tâviz vermeleri gerekir. Kitab’ı inkâr etmek olmayacağı için
onun çağdaşlığa tam uygun olarak yorumlanması gerekecektir. Fakat zâten ideâl
yorum olan sahih Sünnet ve sahih hadislerin bu uğurda yok sayılması gerekir.
Çünkü Sünnet, yorumlanmış ve uygulanmış olan somut bir örnektir. Uygulanmış
olan yorumlanamayacağı için onu mecbûren onu tümden inkâr etmek gerekecektir.
Sünnet yok sayılınca artık Kur’ân tam da batıya ve çağdaşlığa kolayca uygun olarak,
kişinin istediği gibi yorumlanacak ve tam da çağdaş bir yoruma ulaşılacaktır.
Tabi bunun için Kur’ân’ı, canını çıkarırcasına didiklemek ve ona zulmetmek
gerekecektir.
Böylece zihinler ve kâlpler
değişince, müslümanları ve de doğu’yu ayakta tutan âilenin bozulmasına sıra gelir.
Büyük âileler “çekirdek âile”lere sonra da bireysel yaşamlara kadar küçültülür.
Çağdaş oluyoruz ya.. Anne-babanın ayrı, çocukların ayrı bir hayatları
olmalıdır. Çağdaş örnek âile şu şekilde olmalıdır: Anne işe, baba işe çocuk da
kreşe. Anne-baba yaşlanınca da huzur-evlerine gidecektir.
Çağdaşlaşınca bir sanat-zanaat
edinmek yerine okullarda vasıfsız bireylere dönmemiz gerekir. Yiyip-içip
çiftleşmekten başka bir şey düşün(e)meyen hayvanlara dönmemiz gerekir.
Bireyselleşmemiz şarttır. Sonra öyle cinsiyeti falan problem etmememiz ve “gay”
ve “lezbiyen” olmakta sorun görmememiz gerekir. Nede olsa bunlar bizim “cinsel
tercihlerimiz”dir. Çağdaşlıkta bu ayıp görülmez. O yüzden biz de ayıp, günah ve
haram olarak göremeyiz. Evlenmeyi ya çok ertelememiz yada hiç düşünmememiz
gerekir. Hattâ bu konuda feministlere destek vererek evliliğe karşı olmamız
gerekir. Çoluk-çocuk sâhibi olmak yerine kedi-köpek sâhibi olmak çağdaşlığın en
büyük göstergelerinden biridir.
İş, bizim hayattaki en
önemli şeylerimizden biri olmalıdır ve zinhar aksatılmamalıdır. Yoksa
faturalarımızı nasıl öderiz ve yeme-içmemizi nasıl karşılarız değil mi!.
Patronları kızdırmak aslâ olacak şey değildir. Yoksa işimizden kovuluruz da
psikolojimiz bozulur. Gerçi çağdaş olmak için psikolojik ilaç kullanmak zorunlu
gibi bir şeydir. Mânevî olanın yerini psikolojik ilaçlar doldurur çağdaşlıkta. Çağdaş
olmak için doğal ve klâsik hiç-bir yiyecek ve içecek yememeliyiz. Klâsik
giyeceklerden uzak durmalıyız. Hattâ modası geçmiş şeyleri giymek bile ayıp
olur. Çağdaşlık bize ne sunuyorsa onu yapmalıyız.
En güzel kızlarla ve en
yakışıklı erkeklerle evlenmek yada sevgili olmak istemeliyiz. Ölçümüz bu
olmalıdır. Sonra evlenince en modern ve şatafatlı evlerde yaşamak, en lüks
eşyâları kullanmak, son model arabalara binmek, yemek-içmek-giymek-gezmek…. Çocuklarımız
da herkesin çocuğundan üstün olmalıdır. Çocuklar bizim en önemli yatırım aracımız
olmalıdır diye düşünmeli ve onları okutmak için varımızı-yoğumuzu harcamalıyız.
Özel okullar, özel hocalar, dersler. Sürekli olarak malımızı arttırmalıyız.
Paramızın üstüne para katmamız gerekir. Hiç harcayamayacağımız paraları
biriktirmeli, yiyemeyeceğimiz yemekler pişirmeli, yarısını çöpe atacağımız
içecekler almalıyız ve çöpleri onlarla doldurmalıyız: Yoksa çağdaşlaşamayız. Çağdaşlaşmak
için isrâf etmek zorunludur. Böyle yapmazsak muâsır uygarlıkların (medeniyet
değil) nasıl ulaşırız öyle değil mi?.
Aynen, çağdaş ülkeler ve
oralarda yaşayan insanlar gibi, hiç-bir sınırımız olmamalı. Yemede, içmede,
giymede, gezmede ve cinsellikte hiç-bir sınırımız olmamalıdır. Politikamız
reel-politik olarak “çıkarımız” olmalıdır. Çıkarımız için milyonlarca insanı
aç-susuz, çıplak-evsiz ve mazlum bırakabilmeliyiz Çünkü çıkarımızı korumak
hakkımızdır. Bu uğurda en ağır tahribat yapan silahları kullanmaktan
çekinmemeliyiz. Birilerine yardım yapsak bile onun kat-kat karşılığını bir şekilde
almalıyız.
Kendimizi herkesten üstün
görmeliyiz. Evrimimizi tamamlamış insanlar arasına girmeliyiz. Zâten böyle
olmazsa “evrimini henüz tamamlamamış” olanları nasıl sömürürüz öyle değil mi?. Evrimini tamamlayanların,
evrimini tamamlamayanları sömürmeye hakkı vardır düşüncesini edinmeliyiz ve
bunu motto yapmalıyız. Aynen batı’lılar ve çağdaşlar gibi. Ülkemizin, yollarımızın
ve evlerimizin dışını çok düzenli ve tertemiz yapmalıyız ama evlerimizin içini
çöplüğe çevirmeliyiz. Tabi bunun için
ilk önce kâlplerimiz çöplüğe dönmelidir. Acımak, merhâmet etmek, vicdanlı olmak,
paylaşmak falan bunlar eski kafalılıktır. Parası olan yemeli, olmayan ise
bakmalıdır. Yapacak bir şey yoktur. Başkalarının dertleri ve acılarıyla hayâtımızı
mahvedemeyiz.
“Ben yiyeyim, ben içeyim,
ben giyeyim, ben gezeyim, ben en iyi
şekilde yaşayayım da gerisi ne olura-olsun” demeliyiz. Bencil ve çıkarcı olmalıyız.
Çünkü biz evrimini tamamlamış hayvanlarız. Tabi burada da durmamalıyız.
Modern-bilimi ve teknolojiyi dinleştirmeli ve ona tapmalıyız. Sonsuz yaşamak için
çâreler bulmalıyız. Aslında biz “tanrı olmaya” çalışmalıyız. Tanrı olmak için
kullarımız olmalıdır. Bunu normâl ve doğal görmeliyiz. İçki, sigara, uyuşturucu,
kumar, zînâ, fâiz, yalan-dolan her türlü günahı, haramı ve ayıbı hiç çekinmeden
ve gocunmadan işleyebilmeliyiz.
Atasoy Müftüoğlu “çağdaşlık” hakkında şunları söyler:
“Çağdaşlık, ‘hazların serbestçe
karşılanması özgürlüğü’ olarak görülüyor. Modem insan, keyfiliğin özgürlüğünü
çağdaşlık olarak anlıyor. Yapay, sahte, ucuz, hedonist yenilikleri çağdaşlık
olarak kabûl ediyor.
Çağ için
insanın nasıl önemi yoksa, insan için de çağın öylece önemi yoktur. Çağdaşlık
dediğimiz şey insanlığın ortaklaşa paylaşa-geldiği bir keyfiyet olmayıp, hemen
bütün ülke ve toplumlarda yalnızca hâkim ve ayrıcalıklı sınıfların yaşama
biçimidir. Çağdaş normlar belki bu ayrıcalıklı kesimler için bir şeyler ifâde
ediyor olabilir ve fakat kesinlikle beliren odur ki yığınlar için hiç-bir kıymet ifâde
etmemektedir. Çağdaş normlar yığınların bilgisi dışındadır".
Çağdaş teknoloji, aklın sınırlarını
zorlayan buluşlarını insanın hayreti önünde sergilemektedir. Kaldı ki
teknolojinin bu buluşları da insan aklının ürünleridir. İnsan kendi aklının
ürünleri karşısında akıl-almaz bir hayret sergilemektedir. İnsan, kendisine
‘akıl’ gibi eşsiz bir nîmeti kazandıran Allah’ı yüceltmek ve ululamak yerine,
aklın ürünlerini yüceltmekte ve ululamaktadır. İnsan kendi eliyle yaptıklarının
önünde eğilmekte, yaptıklarına hizmete mêmur edilmektedir. Modern çağda da
câhiliye çağındaki gibi insan kendi yaptığı putlara tapmaktadır. Çağdaş olmak
demek, bir anlamda ‘insanın sayısız putları olması’ demektir”.
Tüm bunları yapmak için dîni
bir tarafa koymalı yada onu bir mitoloji olarak görmeliyiz. Lâik, seküler, demokratik,
emperyâl, liberâl, kapitâlist, feminist modern çağdaşlığı din yapmalıyız ve ona
tapmalıyız. Allah’ın dînini bırakıp beşerî ideolojileri dîn yapmalıyız. Allah’a değil de insana ve insanın yaptıklarına
tapmalıyız. Uzmanlar bizim peygamberlerimiz olmalı. Yoksa klâsik ve çağdaş
olamayan insanlarda olduğu gibi, dîne göre yaşarsak, merhâmet ve vicdânı öne çıkarırsak,
paylaşmayı esas alırsak.. O zaman gelişemeyiz, fakir ve geri kalırız, ilerleyemeyiz.
En önemlisi de muâsır uygarlığı yakalayamaz ve çağdaş olamayız mâzallah!.
Kısaca “çağdaş” olmak için;
kâfir, müşrik, zâlim, merhâmetsiz, vicdansız ve şerefsiz olmalıyız. Yoksa muâsır
uygarlık düzeyine çıkamayız ve çağdaş olamayız. Nefsimizi tatmin edemeyiz.
Hayvan gibi yiyip-içip çiftleşemeyiz. O yüzden hiç-bir şeyde kendimizi tutmamalıyız.
Her-şeyde özgür olmalıyız.
Osmanlı’nın
çağdaşlaş(a)mamasını eleştirenlere de sözümüz var.
Batı’yı “güyâ güçlü” yapan, bir-zaman önce merhâmeti
terk etmesiydi. Merhâmeti terk edince artık insanları sömürmesinin önünde bir engel
kalmadı ve her-şeyi kolayca sömürebilecek ve bu sömürünün netîcesinde
zenginleşebilecek hâle geldi. Bunu, özü merhâmet olan İslâm toplumuna mensup
Osmanlı yapmadı. Yapamazdı çünkü. Vicdânı izin vermezdi her-şeyden önce. İç-içe
yaşadığı vahiy-medeniyet izin vermezdi ve vermedi. Birileri (batı) merhâmeti terk
etti ama Osmanlı terk etmedi. Terk edenler “zengin” olurken, Osmanlı doğal
kaldı. İşte doğu ile batı arasındaki maddî fark bu nedenle ortaya çıktı. Yoksa
Osmanlı; “yok matbaayı geç kurmuş, yok teknolojiden uzak kalmış, yok bilmem ne”.
Bunlar “fark”ın oluşmasındaki asıl neden değil. Osmanlı, yâni müslümanlar doğru
olarak; yapmamaları gereken şeyi yapmadılar. Birilerinin canları pahasına sömürüyü
ve “sınırsızlığı” seçmediler. Ama “batı” seçti. Batı, merhâmetten, yâni dinden
uzaklaşarak koptu gitti. Böylelikle zenginliği yakaladı. Amerika’yla başlamıştı
soygunculuğa ve sömürüye. Sonra da zengin olmayı, dînin engellediğini göstermeye
çalıştı. Hâlen de göstermeye çalışıyor. Biraz da vicdan azâbından dolayı
rahatsız oluyor ve vicdânını baskılamak için “varlık yaması” kullanıyor. Bâzı
hayvan karakterli olanlar da “keşke Osmanlı da sömürseymiş, biz de “zengin”
olurduk” diyorlar. Avrupa’nın cins kafası Montaigne, “Denemeler” isimli
eserinde bu zihniyetle şu şekilde konuşur.
“Osmanlı ahmak
bir millettir. Çünkü fethettiği ülkelerin ham-maddesini, insan-gücünü ve
toprağını kullanmaz, tam-tersi yatırım yapar, yol yapar, köprü yapar, hasta-hâne
yapar vs… Evet; Osmanlı, sömürgeci Avrupa kafasının gözünde bir ahmaktır. Çünkü
sömürmez. Buna en başta inandığı dîni müsâde etmez, sonra insanlığı”..
Osmanlı’da
burjuvazi oluşmadı. Çünkü din ve düzen nedeniyle oluşamazdı. Daha sonra
kapitâlizm de gerçekleşemedi. Bu nedenle kişisel servet ve bu servet nedeniyle
şeytanın sömürü telkinleri olmadı. Sınırı aşan fazla para, dinsiz bir düşünce
doğurur ve bu düşüncede insanlara acıma yoktur. Zîrâ bu, dinsizlik,
vicdansızlık demektir. Böylece vicdânını bir kenara atan sermâye sömürüye
başladı. Haçlı Seferleri sonunda çeşitli zenginlikleri gören batı, bu zenginliklerle
büyülenince, böyle zenginliklere nasıl ulaşacağının derdine düşmüştü. En sonunda
buna hırsızlıkla ulaşabileceğine inanmış ve hırsızlığa da Amerika ile
başlamıştır. Evet, Amerika hırsızlığın bir sonucudur. Hırsızlık uygarlığıdır.
Hâlen de hırsızlığa devâm ediyor. Batı, sonradan geliştirdiği “ilim-bilim”in
iktisâdi alt-yapısını da hırsızlıktan kazandıklarıyla, yâni çaldıklarıyla
kurmuştur. Amerika’da başlayan bu sömürü devâm ediyor. Osmanlı’da sermâyedar
yoktu, olamazdı da. Zîrâ sömürgeci değildi Osmanlı. Bu nedenle kişisel sermâye
birikmedi ve işçilerin sefil olduğu sanâyileşme yaşanmadı. Klâsik bir toplumdu
ve moderniteye son yüzyıla kadar yanaşmadı.
Osmanlı’nın
çağdaşlaşmamasının asıl nedeni budur. Diğer nedenler olan; borca sokulması,
kadroların tasfiyesi, savaşa sokulması, batı’nın farklı ticâret (deniz) yolları
bulması, matbaa, kapitülasyonlar vs. nedenler değil sonuçlardır.
Peki çağdaşlığı arzulayan en
temel etken nedir?. Tabi ki de nefisimiz, nefsimizin kışkırttığı zihinler ve
vicdandan-merhâmetten eser kalmamış olan kâlpsizliğimiz. Çünkü din bunların tam
tersini söylüyor. İslâm çağdaş bir din değildir, çünkü İslâm, çağın ötesinde
bir dindir ve bu tüm çağlar için geçerlidir. Bu nedenle İslâm, çağdaşlaşmayı
değil, medenileşmeyi emreder. Medenileşmek, “dînîleşmek” demektir. Çağdaşlık
ise dinsizleşmek. Çağdaşlaşınca insanlıktan çıkılır ve hayvan gibi yaşanır.
Medenileşince ise hayvanlıktan çıkılır ve insanca yaşanır.
O hâlde bir seçim yapmak gerekir.
Müslümanlar olarak insan gibi mi yaşayacağız yâni medenî (yâni dinli) mi olacağız,
yoksa hayvan gibi yaşayıp çağdaş (yâni dinsiz) mi olacağız?. Eğer insan gibi
müslüman gibi yaşamayı seçersek, kapıldığımız çağdaşlaşma rüzgârından bir-an
önce kurtulmamız gerekmektedir. Çünkü çağdaşlaşma ve moderniteye hızla
kapılıyor ve katılıyoruz.
Cemil
Meriç: “Çağdaşlaşmak; cıvık, korkak, murdar”. Bu habis kelimeyi, lûgat hazînemizden tard-etmedikçe,
düşünce selâmetine ulaşamayız” der.
Oktay Sinanoğlu, çağdaşlık
hakkında şunları söyler:
“Dikkat
edin; bir millet her nesilde yeniden doğar, yâni bir milleti yaşatan, kendi
gelenekleri, kendi binlerce yıllık süzüle-süzüle gelmiş kültürüdür. Kültür,
‘Hakkâri’de bale gösterisi yapmak’ demek değildir. Kültür, ‘arada bir konsere
gidip hava atmak’ değildir. Çağdaşlık, ‘Moda’nın ara sokaklarında köpek
gezdirmek’ değildir. Bizde böyle sahte çağdaş, sahte aydın sınıfı
yetiştirilmiştir, ‘bizde’ demeyelim, her sömürgede böyle sahte çağdaş takımı,
aydın sınıfı yetiştirilmiştir ve bunlar kendi kültüründen kopuk, kendi
milletinden, halkından aslında tiksinen, kendi kültürüne yabancı ama arada
halkçılık edebiyatı yapan tipler yetişmiştir. Türkiye’nin başına da bunlar belâ
edilmiştir”.
Çağdaşlık bir “haram ve
günah uygarlığı”dır. İslâm ise helâl ve sevap medeniyetidir. Bu yüzden Allah
şöyle der:
“Ey insanlar!; yeryüzünde
olan şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin.
Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır” (Bakara 168).
Müslüman, çağdaşlaşmak
istiyorsa Kur’ân’dan, Kur’ân’a sâdık kalmak istiyorsa, çağdaşlaşmaktan vazgeçmelidir.
Peki bunu nasıl yapacaktır?. Ya birleşerek ve her türlü çabayı göstererek süreç
içinde çağdaşlığı yıkacak ve Dünyâ zaman içinde doğal durumunaa gelecek, yada
Amişler gibi çağdaşlığın tüm üretimlerinden vazgeçip özel bir yaşam-tarzında
yaşacaklardır. Fakat bu ikincisi bir “seçenek” olarak uygulanabilecek olsa da,
İslâm’ın “Dünyâ’da hâkim olmak ve zulmü ber-tarâf etmek” gibi bir hedefi
olduğundan dolayı ilk seçenek müslümanlar için kaçınılmazdır. Bu nedenle çağdaşlık
takıntısını bırakıp “İslâm Medeniyeti” ideâlini hedeflemeli ve bu yolda dosdoğru
yürümeliyiz. Fakat bu ille de an îtibârıyla mümkün olmuyorsa, o zaman ikinci seçenek
devreye girecektir. İkinci seçenek ise; modernitenin ağır kuşatmasının,
baskının, ayartıcılığın çok yoğun olması ve de insanların “İslâm’a ve İslâm-merkezli
bir Dünyâ”ya olan talebin azlığının-yokluğunun sonucunda geçici yada uzun
süreli bir çâredir.
İkinci
seçenek için düşündüğüm çârenin bir örneği şu linktedir:
http://777has444.blogspot.com/2015/03/tevhid-koyu.html
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder