16 Mart 2023 Perşembe

Küresel Takıntı: Çağdaşlaşma

 

“Ey îman edenler!; şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç-biri ebedî olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir” (Nûr 21).

 

Çağdaşlaşma; “insanın kendi aklı ve deneyimleri ile geleneksel görüşler ve ön-yargılardan kurtulmak ve ‘akla dayanarak’ Dünyâ’yı kavramak ve düzenlemeye çalışmaktır”. Bu anlamda çağdaşlaşma “insan aklının bağımsız olması gerektiği” düşüncesine dayanır. Öyleyse benimsenmesi gereken tavır “inanmak” değil, “bilmek” olmalıdır. Çağdaşlaşmanın, Orta-çağ düşüncesine ve yaşam-anlayışına karşıt bir dünyâ-görüşü olarak ortaya çıktığı görülmektedir.

 

Mustafa Kemal; “yurdumuzu Dünyâ’nın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vâsıta ve kaynaklarına sâhip kılacağız. Millî kültürümüzü, muâsır (çağdaş) medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız” demişti. Bunun için de yönünü doğu’dan ve de İslâm’dan, batı’ya ve moderniteye çevirmişti.

 

Muâsır medeniyet ne demek?. Muasır; “aynı yüzyıl içinde yer alan. Çağdaş” anlamındadır. Çağdaş ise: “Bulunulan çağın anlayışına, şartlarına uygun olan, modern, muâsır” demektir.

 

Demek ki lâik, seküler, lâik, kemâlist, demokratik, kapitâlist, liberâl, modern ve muhâfazkâr tüm ideolojilerin hedefi “çağdaş olmak”tır. Yâni “modern” olmak. Modern olmak ise, “klâsik olandan kurtulmak” anlamına gelir. Çünkü modernite, bir “klâsiklik düşmanlığı”dır. Klâsik olan her-şeyden nefret eder ve yerine modern olanı koymak ister. Peki insanlar bunu niçin isterler?. Onlara bunu isteten şey nedir?. Çağdaşlığa göre modern olmamak ve klâsik kalmak neden kötüdür ki?. Nede olsa insanlar binlerce yıl boyunca klâsik olarak yaşamışlar ve çok parlak uygarlıklar ve medeniyetler kurmuşlardır.

 

Aslında modern ve çağdaş olmak ve çağdaşlığı din gibi savunmak, klâsik olandan nefret etmeyi yanında getirmektedir. Bu ise, ulusların ve ırkların kökenlerinin de inkâr edilmesi anlamına gelir. Çünkü ırkların ve ulusların kökenleri modern, çağdaş ve muâsır değillerdi. Çünkü onlar muâsır olsalardı, modern, muâsır ve çağdaş uygarlıkların değil, geçmişteki klâsik ataların seviyesine ulaşmak hedeflenir ve özlenirdi. Oysa hedeflenen yer, modernitenin getirdiği çağdaş ülkelerin ve devletlerin ulaştığı yerdir.

 

Peki çağdaş uygarlıklar mevcut durumlarına nasıl gelmişlerdir?. Ne yapmışlar da bu seviyeye ulaşmışlardır?. Çağdaş olmak için ne yapmak gerekir?. Ama daha da önemlisi, onlar bir zamanlar klâsik hayat yaşayan toplumlarken ne olmuştur da muâsır çağdaş seviyeye yükselmişlerdir?. Onlara bunu ne sağlamıştır?.

 

Çağdaş muâsır uygarlıklar yâni batı, mevcut seviyeye gelmesini; hırsızlığa, sömürüye ve zulme borçludur. Çünkü Amerikan yerlilerini öldürmüşler ve altınlarını ve değerli madenlerini çalıp götürmüş ve Avrupa’ya taşımışlardır. Sonra da o parayla bâzı teşebbüslerde bulunmuşlardır. Çünkü para odluktan sonra bir şeyi yapmanın çok da zor bir yanı yoktur. Eğer öyle olmasaydı parayı bulmazdan önce de yaparlardı. Giriştikleri teşebbüslerde ise, çalıştırmak için çok sayıda insana gerek duyulmuş ve onu da Amerika, Afrika ve uzak-doğu yâni Asya’dan karşılaşmışlar ve bunun için köleleştirme yapmışlardır. Üstelik emperyalizm ile, üretim için şart olan doğal kaynakları da, yine sömürdükleri bu yerlerden sağlamışlardır. Yoksa Avrupa’da gerekli ve yeterli kaynaklar yoktur. Onları hem sömürmüş hem de çalıştırmışlardır. En sonunda da öldürmüşlerdir. İşte çağdaşlaşmaya böyle başlamışlardır. Çağdaşlar, çağdaşlaşmak için şerefsizleşmenin şart olduğu çok erken kavramışlar ve şerefsizliği seçmişlerdir. Çağdaşlaşmak bunu gerektir.

 

Çağdaşlar dış dünyâ için gerekli olan şeyi bu şekilde sağlamışlardır. Fakat onlar klâsik yaşarlarken aynı-zamanda klâsik bir düşünceye de sâhiptiler aynı-zamanda ve klâsik düşünce bu tür zulümlerin yapılmasına izin vermezdi. Peki ne oldu da batılı çağdaşlar çağdaşlaşmaya izin verecek düşünceye ulaştılar ve çağdaş düşünceyi benimsediler?. Onların düşünceleri mi değişti?. Evet; aynen. Çünkü bir yandan Endülüs, diğer yandan da Osmanlı Avrupa’yı kuşatmaya başlamıştı. İstanbul’un fethinden sonra köşeye sıkıştılar. Bu bir imtihandı tabi. Böyle zor zamanlarda insanlar sapık ve sıra-dışı fikirlere çok çabuk aldanıp yönelirler. Öyle de olmuştur. Rönesans, Reform, Protestanlık, Aydınlanma, Sanayileşme ve Modernite olarak yaşanan süreçte sürekli olarak zihinler ve kâlpler değişime uğramıştır. Tabi bu batı için bâzı yönlerden iyi de olmuştur. Çünkü kilisenin ve kralların köleleri olmuşlardı. Perişân bir şekilde yaşıyorlardı. Fakat zihinler ve kâlpler öyle bir değişti ki, insanları sömürmek ve öldürmek normâl görülmeye başlandı. Çeşitli bâtıl ve sapık düşünceler ve teorilerin oluşmasında şeytan onlara düşünsel destekler sağladı ve sonunda “çağdaşlık” denen yere ulaştılar ve bunu tüm Dünyâ’ya dayatarak yaymaktalar. Bir yazıda çağdaşlık hakkında şunlar söylenir:

 

“Bugün ‘çağdaş hayat’ denilen şey; tüm İslâmî değerlere savaş açmış olan ‘çağdaş câhiliye’dir. Batı, ne kadar çirkefliği varsa tüm Dünyâ’ya ‘çağdaşlık’ kılıfı adı altında ihrâç etmekte ve maalesef bundan müslüman milletler dâhi kurtulamamaktadır. ‘Ben de müslümanım’ dediği hâlde îman ettiği İlah’ın emirlerinden ziyâde çağdaş câhiliyenin dayatmalarına kulak verenler, kendilerini hemen bir îman testine tabi tutmalı ve bu sözlerinde hakîkat payının ne olduğunu anlamaya çalışmalıdırlar. Yoksa yarın çok geç olabilir”.

 

Batı çağdaşlaşınca hırsızlık yaptı, sömürdü, öldürdü, Dünyâ’nın yarısını aç, susuz, mâsum ve mazlum bıraktı ve bırakıyor. Muâsır yâni çağdaş uygarlıkların seviyesine gelmek, “batı gibi yapmak ve batı gibi olmak” demektir. Zâten modern Türkiye bunun için çalışmıştır. Çok ilginçtir ki savaşta “yedi düvel” dediği batı zihniyetine sâhip olan güçleri yenmiş ama sonunda gidip onların seviyesini yakalamak için çırpınmıştır. Onların kânunlarını; yeme-içme, giyim-kuşamlarını ve her-şeylerini taklit etmişlerdir. Bu şimdi de, AB’ye girmek için yapılmaktadır. AB muâsır seviyede ya.. O hâlde çağdaşlaşma demek, “batı gibi olmak”  demektir. Fakat batı gibi olmak için batı gibi yapmak şarttır. Batı gibi yapınca ve olunca muâsırlaşmış ve çağdaşlaşmış olacağız. Peki ne olacak ve nasıl olacak çağdaş olunca?. Çağdaşlaşmak için ne yapmak gerekir?.

 

Çağdaşlaşmak için ilk önce zâlim olmak gerekir. Fakat bunun için de ilk başta, zihinlerin ve kâlplerin değişmesi gerekir. Batı’lılar bunu kolay gerçekleştirmiştir ama doğu’lu ve müslümanlar için bu o kadar kolay değildir. Zîrâ çağdaşlaşmak için müslümanların ilk başta, onları dik tutan dinden tâviz vermeleri gerekir. Kitab’ı inkâr etmek olmayacağı için onun çağdaşlığa tam uygun olarak yorumlanması gerekecektir. Fakat zâten ideâl yorum olan sahih Sünnet ve sahih hadislerin bu uğurda yok sayılması gerekir. Çünkü Sünnet, yorumlanmış ve uygulanmış olan somut bir örnektir. Uygulanmış olan yorumlanamayacağı için onu mecbûren onu tümden inkâr etmek gerekecektir. Sünnet yok sayılınca artık Kur’ân tam da batıya ve çağdaşlığa kolayca uygun olarak, kişinin istediği gibi yorumlanacak ve tam da çağdaş bir yoruma ulaşılacaktır. Tabi bunun için Kur’ân’ı, canını çıkarırcasına didiklemek ve ona zulmetmek gerekecektir.

 

Böylece zihinler ve kâlpler değişince, müslümanları ve de doğu’yu ayakta tutan âilenin bozulmasına sıra gelir. Büyük âileler “çekirdek âile”lere sonra da bireysel yaşamlara kadar küçültülür. Çağdaş oluyoruz ya.. Anne-babanın ayrı, çocukların ayrı bir hayatları olmalıdır. Çağdaş örnek âile şu şekilde olmalıdır: Anne işe, baba işe çocuk da kreşe. Anne-baba yaşlanınca da huzur-evlerine gidecektir.

 

Çağdaşlaşınca bir sanat-zanaat edinmek yerine okullarda vasıfsız bireylere dönmemiz gerekir. Yiyip-içip çiftleşmekten başka bir şey düşün(e)meyen hayvanlara dönmemiz gerekir. Bireyselleşmemiz şarttır. Sonra öyle cinsiyeti falan problem etmememiz ve “gay” ve “lezbiyen” olmakta sorun görmememiz gerekir. Nede olsa bunlar bizim “cinsel tercihlerimiz”dir. Çağdaşlıkta bu ayıp görülmez. O yüzden biz de ayıp, günah ve haram olarak göremeyiz. Evlenmeyi ya çok ertelememiz yada hiç düşünmememiz gerekir. Hattâ bu konuda feministlere destek vererek evliliğe karşı olmamız gerekir. Çoluk-çocuk sâhibi olmak yerine kedi-köpek sâhibi olmak çağdaşlığın en büyük göstergelerinden biridir.

 

İş, bizim hayattaki en önemli şeylerimizden biri olmalıdır ve zinhar aksatılmamalıdır. Yoksa faturalarımızı nasıl öderiz ve yeme-içmemizi nasıl karşılarız değil mi!. Patronları kızdırmak aslâ olacak şey değildir. Yoksa işimizden kovuluruz da psikolojimiz bozulur. Gerçi çağdaş olmak için psikolojik ilaç kullanmak zorunlu gibi bir şeydir. Mânevî olanın yerini psikolojik ilaçlar doldurur çağdaşlıkta. Çağdaş olmak için doğal ve klâsik hiç-bir yiyecek ve içecek yememeliyiz. Klâsik giyeceklerden uzak durmalıyız. Hattâ modası geçmiş şeyleri giymek bile ayıp olur. Çağdaşlık bize ne sunuyorsa onu yapmalıyız.

 

En güzel kızlarla ve en yakışıklı erkeklerle evlenmek yada sevgili olmak istemeliyiz. Ölçümüz bu olmalıdır. Sonra evlenince en modern ve şatafatlı evlerde yaşamak, en lüks eşyâları kullanmak, son model arabalara binmek, yemek-içmek-giymek-gezmek…. Çocuklarımız da herkesin çocuğundan üstün olmalıdır. Çocuklar bizim en önemli yatırım aracımız olmalıdır diye düşünmeli ve onları okutmak için varımızı-yoğumuzu harcamalıyız. Özel okullar, özel hocalar, dersler. Sürekli olarak malımızı arttırmalıyız. Paramızın üstüne para katmamız gerekir. Hiç harcayamayacağımız paraları biriktirmeli, yiyemeyeceğimiz yemekler pişirmeli, yarısını çöpe atacağımız içecekler almalıyız ve çöpleri onlarla doldurmalıyız: Yoksa çağdaşlaşamayız. Çağdaşlaşmak için isrâf etmek zorunludur. Böyle yapmazsak muâsır uygarlıkların (medeniyet değil) nasıl ulaşırız öyle değil mi?.

 

Aynen, çağdaş ülkeler ve oralarda yaşayan insanlar gibi, hiç-bir sınırımız olmamalı. Yemede, içmede, giymede, gezmede ve cinsellikte hiç-bir sınırımız olmamalıdır. Politikamız reel-politik olarak “çıkarımız” olmalıdır. Çıkarımız için milyonlarca insanı aç-susuz, çıplak-evsiz ve mazlum bırakabilmeliyiz Çünkü çıkarımızı korumak hakkımızdır. Bu uğurda en ağır tahribat yapan silahları kullanmaktan çekinmemeliyiz. Birilerine yardım yapsak bile onun kat-kat karşılığını bir şekilde almalıyız.

 

Kendimizi herkesten üstün görmeliyiz. Evrimimizi tamamlamış insanlar arasına girmeliyiz. Zâten böyle olmazsa “evrimini henüz tamamlamamış” olanları nasıl sömürürüz  öyle değil mi?. Evrimini tamamlayanların, evrimini tamamlamayanları sömürmeye hakkı vardır düşüncesini edinmeliyiz ve bunu motto yapmalıyız. Aynen batı’lılar ve çağdaşlar gibi. Ülkemizin, yollarımızın ve evlerimizin dışını çok düzenli ve tertemiz yapmalıyız ama evlerimizin içini çöplüğe çevirmeliyiz. Tabi  bunun için ilk önce kâlplerimiz çöplüğe dönmelidir. Acımak, merhâmet etmek, vicdanlı olmak, paylaşmak falan bunlar eski kafalılıktır. Parası olan yemeli, olmayan ise bakmalıdır. Yapacak bir şey yoktur. Başkalarının dertleri ve acılarıyla hayâtımızı mahvedemeyiz.

 

“Ben yiyeyim, ben içeyim, ben giyeyim, ben gezeyim, ben  en iyi şekilde yaşayayım da gerisi ne olura-olsun” demeliyiz. Bencil ve çıkarcı olmalıyız. Çünkü biz evrimini tamamlamış hayvanlarız. Tabi burada da durmamalıyız. Modern-bilimi ve teknolojiyi dinleştirmeli ve ona tapmalıyız. Sonsuz yaşamak için çâreler bulmalıyız. Aslında biz “tanrı olmaya” çalışmalıyız. Tanrı olmak için kullarımız olmalıdır. Bunu normâl ve doğal görmeliyiz. İçki, sigara, uyuşturucu, kumar, zînâ, fâiz, yalan-dolan her türlü günahı, haramı ve ayıbı hiç çekinmeden ve gocunmadan işleyebilmeliyiz.

 

Atasoy Müftüoğlu “çağdaşlık” hakkında şunları söyler:

 

“Çağdaşlık, ‘hazların serbestçe karşılanması özgürlüğü’ olarak görülüyor. Modem insan, keyfiliğin özgürlüğünü çağdaşlık olarak anlıyor. Yapay, sahte, ucuz, hedonist yenilikleri çağdaşlık olarak kabûl ediyor.

 

Çağ için insanın nasıl önemi yoksa, insan için de çağın öylece önemi yoktur. Çağdaşlık dediğimiz şey insanlığın ortaklaşa paylaşa-geldiği bir keyfiyet olmayıp, hemen bütün ülke ve toplumlarda yalnızca hâkim ve ayrıcalıklı sınıfların yaşama biçimidir. Çağdaş normlar belki bu ayrıcalıklı kesimler için bir şeyler ifâde ediyor olabilir ve fakat kesinlikle beliren odur ki  yığınlar için hiç-bir kıymet ifâde etmemektedir. Çağdaş normlar yığınların bilgisi dışındadır".

 

Çağdaş teknoloji, aklın sınırlarını zorlayan buluşlarını insanın hayreti önünde sergilemektedir. Kaldı ki teknolojinin bu buluşları da insan aklının ürünleridir. İnsan kendi aklının ürünleri karşısında akıl-almaz bir hayret sergilemektedir. İnsan, kendisine ‘akıl’ gibi eşsiz bir nîmeti kazandıran Allah’ı yüceltmek ve ululamak yerine, aklın ürünlerini yüceltmekte ve ululamaktadır. İnsan kendi eliyle yaptıklarının önünde eğilmekte, yaptıklarına hizmete mêmur edilmektedir. Modern çağda da câhiliye çağındaki gibi insan kendi yaptığı putlara tapmaktadır. Çağdaş olmak demek, bir anlamda ‘insanın sayısız putları olması’ demektir”.

 

Tüm bunları yapmak için dîni bir tarafa koymalı yada onu bir mitoloji olarak görmeliyiz. Lâik, seküler, demokratik, emperyâl, liberâl, kapitâlist, feminist modern çağdaşlığı din yapmalıyız ve ona tapmalıyız. Allah’ın dînini bırakıp beşerî ideolojileri dîn yapmalıyız. Allah’a  değil de insana ve insanın yaptıklarına tapmalıyız. Uzmanlar bizim peygamberlerimiz olmalı. Yoksa klâsik ve çağdaş olamayan insanlarda olduğu gibi, dîne göre yaşarsak, merhâmet ve vicdânı öne çıkarırsak, paylaşmayı esas alırsak.. O zaman gelişemeyiz, fakir ve geri kalırız, ilerleyemeyiz. En önemlisi de muâsır uygarlığı yakalayamaz ve çağdaş olamayız mâzallah!.

 

Kısaca “çağdaş” olmak için; kâfir, müşrik, zâlim, merhâmetsiz, vicdansız ve şerefsiz olmalıyız. Yoksa muâsır uygarlık düzeyine çıkamayız ve çağdaş olamayız. Nefsimizi tatmin edemeyiz. Hayvan gibi yiyip-içip çiftleşemeyiz. O yüzden hiç-bir şeyde kendimizi tutmamalıyız. Her-şeyde özgür olmalıyız.

 

Osmanlı’nın çağdaşlaş(a)mamasını eleştirenlere de sözümüz var.

 

Batı’yı  “güyâ güçlü” yapan, bir-zaman önce merhâmeti terk etmesiydi. Merhâmeti terk edince artık insanları sömürmesinin önünde bir engel kalmadı ve her-şeyi kolayca sömürebilecek ve bu sömürünün netîcesinde zenginleşebilecek hâle geldi. Bunu, özü merhâmet olan İslâm toplumuna mensup Osmanlı yapmadı. Yapamazdı çünkü. Vicdânı izin vermezdi her-şeyden önce. İç-içe yaşadığı vahiy-medeniyet izin vermezdi ve vermedi. Birileri (batı) merhâmeti terk etti ama Osmanlı terk etmedi. Terk edenler “zengin” olurken, Osmanlı doğal kaldı. İşte doğu ile batı arasındaki maddî fark bu nedenle ortaya çıktı. Yoksa Osmanlı; “yok matbaayı geç kurmuş, yok teknolojiden uzak kalmış, yok bilmem ne”. Bunlar “fark”ın oluşmasındaki asıl neden değil. Osmanlı, yâni müslümanlar doğru olarak; yapmamaları gereken şeyi yapmadılar. Birilerinin canları pahasına sömürüyü ve “sınırsızlığı” seçmediler. Ama “batı” seçti. Batı, merhâmetten, yâni dinden uzaklaşarak koptu gitti. Böylelikle zenginliği yakaladı. Amerika’yla başlamıştı soygunculuğa ve sömürüye. Sonra da zengin olmayı, dînin engellediğini göstermeye çalıştı. Hâlen de göstermeye çalışıyor. Biraz da vicdan azâbından dolayı rahatsız oluyor ve vicdânını baskılamak için “varlık yaması” kullanıyor. Bâzı hayvan karakterli olanlar da “keşke Osmanlı da sömürseymiş, biz de “zengin” olurduk” diyorlar. Avrupa’nın cins kafası Montaigne, “Denemeler” isimli eserinde bu zihniyetle şu şekilde konuşur.

 

“Osmanlı ahmak bir millettir. Çünkü fethettiği ülkelerin ham-maddesini, insan-gücünü ve toprağını kullanmaz, tam-tersi yatırım yapar, yol yapar, köprü yapar, hasta-hâne yapar vs… Evet; Osmanlı, sömürgeci Avrupa kafasının gözünde bir ahmaktır. Çünkü sömürmez. Buna en başta inandığı dîni müsâde etmez, sonra insanlığı”..

 

Osmanlı’da burjuvazi oluşmadı. Çünkü din ve düzen nedeniyle oluşamazdı. Daha sonra kapitâlizm de gerçekleşemedi. Bu nedenle kişisel servet ve bu servet nedeniyle şeytanın sömürü telkinleri olmadı. Sınırı aşan fazla para, dinsiz bir düşünce doğurur ve bu düşüncede insanlara acıma yoktur. Zîrâ bu, dinsizlik, vicdansızlık demektir. Böylece vicdânını bir kenara atan sermâye sömürüye başladı. Haçlı Seferleri sonunda çeşitli zenginlikleri gören batı, bu zenginliklerle büyülenince, böyle zenginliklere nasıl ulaşacağının derdine düşmüştü. En sonunda buna hırsızlıkla ulaşabileceğine inanmış ve hırsızlığa da Amerika ile başlamıştır. Evet, Amerika hırsızlığın bir sonucudur. Hırsızlık uygarlığıdır. Hâlen de hırsızlığa devâm ediyor. Batı, sonradan geliştirdiği “ilim-bilim”in iktisâdi alt-yapısını da hırsızlıktan kazandıklarıyla, yâni çaldıklarıyla kurmuştur. Amerika’da başlayan bu sömürü devâm ediyor. Osmanlı’da sermâyedar yoktu, olamazdı da. Zîrâ sömürgeci değildi Osmanlı. Bu nedenle kişisel sermâye birikmedi ve işçilerin sefil olduğu sanâyileşme yaşanmadı. Klâsik bir toplumdu ve moderniteye son yüzyıla kadar yanaşmadı.

 

Osmanlı’nın çağdaşlaşmamasının asıl nedeni budur. Diğer nedenler olan; borca sokulması, kadroların tasfiyesi, savaşa sokulması, batı’nın farklı ticâret (deniz) yolları bulması, matbaa, kapitülasyonlar vs. nedenler değil sonuçlardır.

 

Peki çağdaşlığı arzulayan en temel etken nedir?. Tabi ki de nefisimiz, nefsimizin kışkırttığı zihinler ve vicdandan-merhâmetten eser kalmamış olan kâlpsizliğimiz. Çünkü din bunların tam tersini söylüyor. İslâm çağdaş bir din değildir, çünkü İslâm, çağın ötesinde bir dindir ve bu tüm çağlar için geçerlidir. Bu nedenle İslâm, çağdaşlaşmayı değil, medenileşmeyi emreder. Medenileşmek, “dînîleşmek” demektir. Çağdaşlık ise dinsizleşmek. Çağdaşlaşınca insanlıktan çıkılır ve hayvan gibi yaşanır. Medenileşince ise hayvanlıktan çıkılır ve insanca yaşanır.

 

O hâlde bir seçim yapmak gerekir. Müslümanlar olarak insan gibi mi yaşayacağız yâni medenî (yâni dinli) mi olacağız, yoksa hayvan gibi yaşayıp çağdaş (yâni dinsiz) mi olacağız?. Eğer insan gibi müslüman gibi yaşamayı seçersek, kapıldığımız çağdaşlaşma rüzgârından bir-an önce kurtulmamız gerekmektedir. Çünkü çağdaşlaşma ve moderniteye hızla kapılıyor ve katılıyoruz.

 

Cemil Meriç: Çağdaşlaşmak; cıvık, korkak, murdar”. Bu habis kelimeyi, lûgat hazînemizden tard-etmedikçe, düşünce selâmetine ulaşamayız” der.

 

Oktay Sinanoğlu, çağdaşlık hakkında şunları söyler:

 

“Dikkat edin; bir millet her nesilde yeniden doğar, yâni bir milleti yaşatan, kendi gelenekleri, kendi binlerce yıllık süzüle-süzüle gelmiş kültürüdür. Kültür, ‘Hakkâri’de bale gösterisi yapmak’ demek değildir. Kültür, ‘arada bir konsere gidip hava atmak’ değildir. Çağdaşlık, ‘Moda’nın ara sokaklarında köpek gezdirmek’ değildir. Bizde böyle sahte çağdaş, sahte aydın sınıfı yetiştirilmiştir, ‘bizde’ demeyelim, her sömürgede böyle sahte çağdaş takımı, aydın sınıfı yetiştirilmiştir ve bunlar kendi kültüründen kopuk, kendi milletinden, halkından aslında tiksinen, kendi kültürüne yabancı ama arada halkçılık edebiyatı yapan tipler yetişmiştir. Türkiye’nin başına da bunlar belâ edilmiştir”.

 

Çağdaşlık bir “haram ve günah uygarlığı”dır. İslâm ise helâl ve sevap medeniyetidir. Bu yüzden Allah şöyle der:

 

“Ey insanlar!; yeryüzünde olan şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır” (Bakara 168).

 

Müslüman, çağdaşlaşmak istiyorsa Kur’ân’dan, Kur’ân’a sâdık kalmak istiyorsa, çağdaşlaşmaktan vazgeçmelidir. Peki bunu nasıl yapacaktır?. Ya birleşerek ve her türlü çabayı göstererek süreç içinde çağdaşlığı yıkacak ve Dünyâ zaman içinde doğal durumunaa gelecek, yada Amişler gibi çağdaşlığın tüm üretimlerinden vazgeçip özel bir yaşam-tarzında yaşacaklardır. Fakat bu ikincisi bir “seçenek” olarak uygulanabilecek olsa da, İslâm’ın “Dünyâ’da hâkim olmak ve zulmü ber-tarâf etmek” gibi bir hedefi olduğundan dolayı ilk seçenek müslümanlar için kaçınılmazdır. Bu nedenle çağdaşlık takıntısını bırakıp “İslâm Medeniyeti” ideâlini hedeflemeli ve bu yolda dosdoğru yürümeliyiz. Fakat bu ille de an îtibârıyla mümkün olmuyorsa, o zaman ikinci seçenek devreye girecektir. İkinci seçenek ise; modernitenin ağır kuşatmasının, baskının, ayartıcılığın çok yoğun olması ve de insanların “İslâm’a ve İslâm-merkezli bir Dünyâ”ya olan talebin azlığının-yokluğunun sonucunda geçici yada uzun süreli bir çâredir. 

 

İkinci seçenek için düşündüğüm çârenin bir örneği şu linktedir: http://777has444.blogspot.com/2015/03/tevhid-koyu.html

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2019

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder