19 Mart 2023 Pazar

Ortak-İyi Safsatası


“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz ‘iyilik’ değildir. Ama iyilik; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler ile; zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttakî (takvâ sâhibi) olanlar da bunlardır” (Bakara 177).

 

Allah bu âyetler ile “iyi”nin ne demek olduğunu da iyiliğin nasıl olacağını da göstermiştir. İyilik net olarak Bakara Sûresi 177. âyetin söylediği ve Peygamberimiz’in uyguladığı gibidir. Mü’minler için artık başka bir iyilik târifi ve uygulaması yoktur. Gerçek ve sürdürülebilir iyilik ancak Allah, âhiret, gayb, vahiy ve peygamber yâni İslâm-merkezli olabilir.  

 

Allah’tan, Kur’ân’dan, Peygamberden ve İslâm’dan tamâmen yada kısmen umûdunu kesmiş olanların yaptıkları yeni iyilik tanımları mü’minleri bağlamaz. Çünkü İslâm-merkezli olmayan tüm iyilik tanımları beşerîdir, maddîdir ve geçicidir. Bu nedenle de gerçek anlamda uygulanıp sürdürülebilir olamazlar ve olmamışlardır. Meselâ bu bağlamda modernlerin -sözde- ahlâkı ve adâleti merkeze alarak söyleyip durdukları “ortak iyi” kavramı uygulanıp sürdürülebilir değildir. Zâten “ortak iyi” diye bir şey yoktur. Çünkü hem “iyi” sâdece İslâm’ın-Kur’ân’ın “iyi” dediğidir -ki o da Bakara Sûresi 177. âyette çok açık bir şekilde ifâde edilmiştir- hem de ortak bir iyilik tanımının ortaya konulabilmesi mümkün değildir. Zîrâ insan nefs sâhibidir ve nefs her insanda farklı arzular ve düşünceler uyarır.

 

Aklı vahyin kontrôlünde ve yönlendirmesinde olmayanların akılları şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından yönlendirilip belirlendiğinden dolayı da insanların ortak bir düşüncede, söylemde ve eylemde bulunmaları mümkün olmaz. İnsanlar için sürdürülebilir ve kalıcı olacak bir şeyde birleşmenin olmazsa-olmaz şartı, “o şeyin aşkın bir değerden kaynaklanması ve o değere bağlı olması”dır. Bu bağlılık da elbette vahye olan bağlılıktır. Zâten peygamberlerin “güzel örneklik” ve “iyiliğin timsâli” olmalarının nedeni, vahye tam bir bağlılıkla bağlı olmaları ve yaptıklarını mutlak anlamda vahye göre yapmış olmalarıdır. Demek ki iyilik tek bir kaynağa ve tek bir şeye dayanınca gerçek anlamda “iyi” ve “iyilik” olur. Buna göre, gelmiş, geçmiş ve gelecek olan tüm insanların ortaya koydukları-koyacakları düşüncelerden ve fikirlerden ortak bir iyinin çıkması mümkün olmadığı-olmayacağı gibi böyle bir sonuca ulaşmak söz-konusu değildir. Zâten târih boyunca da böyle bir şey hiç olmamıştır. İyi diye ortaya konulanların çok da uzun olmayan vâdede nice kötülükler ve zararlar ortaya çıkardığı -bâzen acı bir şekilde- görülmüştür.      

 

Ortak iyide iyiyi belirleyecek olanlar kimlerdir?. “Ortak” olunca tabî ki hiç kimse eksik kalmadan tüm insanlar katılacaktır bu belirlemeye. Böyle olunca da kâfirler, müşrikler, ahlâksızlar, zâlimler, sapıklar, dinden nefret edenler vs. de katılacaktır ortak iyiyi belirlemeye. Çünkü “ortak iyi” belirlenecek ya!.

 

Peki bu ortak iyi neye göre belirlenecektir?. Herkes İslâm’a inanmadığı yada İslâm’ı benimsemediği için tabî ki İslâm-merkezli olarak çalışmayan akıllarına, düşüncelerine, bağlı oldukları beşerî düşünce, sistem ve ideolojilere, arzularına, ihtiyaç ve ihtiraslarına, hırslarına ve çıkarlarına vs. göre belirleyeceklerdir ortak iyiyi. Dolayısı ile “ortak iyi” dedikleri şey, şeytana, nefse ve insanları yönlendiren tâğutlara göre belirlenmiş olacaktır. Fakat sorun şu ki, bunlara göre belirlendiğinde, belirlenen şey gerçek anlamda bir iyilik olmayacaktır. Çünkü aşkın bir hakîkate dayanmayan ve bağlı olmayan şey, sâdece bâzılarına fayda verecek, o da geçici bir zaman için olacaktır. Birilerinin hevâ ve heveslerini geçici bir süreliğine tatmin etmekten başka bir işe yaramayacaktır.

 

İslâm’da esas olan nakildir yâni vahiydir, akıl değil. Akıl zâten ancak vahiy-merkezli olduğunda doğru çalışabilir ve iyilik ortaya koyabilir, aksi-hâlde şeytanın, nefsin ve tâğutların oyuncağı olur ki bunun sonuncunda da ancak fitne üretip ifsâd eder.

 

İslâm bir sentez değildir. Doğu ile batı’nın yada madde ile rûhun birleştirilmesi değildir. İslâm kendi iç-dinamiğine göre hareket eder ki, bu da hem iç-âlemi ve rûhu, hem de dış-âlemi ve maddeyi inşâ ile sonuçlanır. O-hâlde İslâm’ın, ne doğu’nun ruhçuluğuna ve mistisizmine, ne de batı’nın maddeciliğine ve Allahsız aklına ihtiyâcı vardır. Bunlar çoğulcuların düşünceleri ve söylemleridir. İslâm ise çoğulculuk değil tevhidtir. Tevhid, göklerde olduğu gibi yeryüzünde de “sâdece Allah’a göre” olan bir işleyişin ortaya konması ve hâkim kılınmasıdır.

 

“Ortak iyi” demek, “hakkı bâtıl ile karıştırmak” demektir. Ortak iyi ve ortak akılda, hak ile bâtılın birbirine karışmaması mümkün değildir. Zîrâ aşkın bir hakîkate dayanmadıkça herkes ortak iyiyi belirlemek için aynı düşünce ve amelde birleşemez. Birleşse bile bu hem sâdece dünyevî, maddî, seküler, lâik, beşerî, modern zihniyete sâhip olanların katılacağı bir belirleme olacağından dolayı “ortak” olmayacak, hem de belirleyecekleri anayasa batı’lı, lâik, seküler, modern ve beşerî bir zihniyete sâhip olacaktır. Ortak iyinin savunucuları ortak akılla belirlenecek yeni bir anayasadan bahsederken hem batı’nın anglo-sakson merkezli sistemini, ideolojisini ve düşüncelerini, hem de Kur’ân’ın âyetlerini birleştirerek ortak bir karâra ve senteze gitmekten bahsediyorlar ki işte bu “hak ile bâtılı karıştırmak” demektir. Hak ile bâtılı karıştırmak ise küfür, şirk ve zulümdür. Üstelik hak ile bâtılın karışmasından hak değil bâtıl ortaya çıkar. Zîrâ hakkın bâtıl ile bir senteze girmesi söz-konusu bile değildir. 

 

Ortak iyide, Allah merkezde değildir. Allah ile birlikte insan da merkezdedir. Allah ile insan ortaktır. Bu da “insanı Allah’a ortak koşmak” anlamına gelir. Ortak iyiyi savunanlar için ha Allah, ha insan, fark etmez. İkisi arasında fark gözetmedikleri gibi, ortak iyiye ancak Allah-insan birlikteliği ve yaratıcılığı ile ulaşılabileceğini söylerler. Fakat bu şirktir ki şirk zâten budur. Allah tek olarak anıldığında buna katlanamazlar da ille de yanına başka şeyler de koymak isterler:

 

“Sâdece Allah anıldığı zaman, âhirete inanmayanların kâlbi öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar” (Zümer 45).

 

Ortak iyi savunucuları, “çoğulculuk”tan bahsedip dururlar. İşe ne kadar çok insan karışırsa o oranda daha doğru olana ulaşılacağını düşünürler. Oysa Kur’ân bu düşünceyi yanlışlar:

 

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).

 

Ortak iyiye göre ne dîn-u devlet, ne de din-devlet ayrılığı olmalıdır. Olması gereken din-devlet birliğidir. Fakat bu, din ile beşerin yâni seküler aklın birlikteliğidir ki hakkı bâtıl ile karıştırmanın başka bir şeklidir. Devlet, dînin kontrôlünde ve denetiminde olmadıkça hiç-bir zaman doğru çalışmaz ve sonuçta değişen bir şey olmaz da bozukluk devâm eder. Unutulmamalıdır ki Peygamberimiz Hz. Muhammed hem devlet başkanı hem de peygamberdi. Hem dînin hem de devletin lîderiydi. Üstelik ikisini de vahiy-merkezli olarak ve Allah’ın ve vahyin kontrôlünde yapıyordu. Çünkü gerçek ve sürdürülebilir iyiliğe ancak Allah’a ve vahye bağlı olarak ulaşılabilir. Beşere, maddeye, seküler akla vs. göre değil. 

 

Şûrâ yada meşveret, çoğulculuk yada demokrasi falan değildir. Çoğulculuk kısa-vâdede mutlakâ çoğunlukçuluğa dönmeye mahkûmdur. Bu da çoğunluğunun sözünü dinleştirmek ve dîni ötekileştirmekle sonuçlanır. Dîni ötekileştirmek ve bir kenara koymakla zinhar gerçek iyiliğe ulaşılamaz.  

 

Gerçek ve sürdürülebilir iyiliğe ancak vahiy ve vahye göre amel ve eylemde bulunan peygamberlerin güzel örneklikleriyle ulaşılabilir; yoksa târih boyunca ortaya çıkmış ve çeşitli ve farklı fikirler ortaya atmış olanların düşünce ve zihniyetleriyle değil. Gerçek iyiliğe meselâ Budha, Laotse, Konfüçyüs, Zerdüşt, Mani, Sokrates, Platon, Aristo, Descartes, Marx vs. gibi kişilerin birbirleriyle çelişkili beşeri düşünce ve fikirleriyle değil; Hz. Nûh, Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed ile billurlaşan aşkın hakîkate bağlanarak ve bu aşkın hakîkati yâni İslâm’ı merkeze alarak ulaşılabilir. Çünkü insanlığın gerçek önderleri ve güzel örneklikleri olan peygamberler, gerçek ve sürdürülebilir iyiliğe bu şekilde ulaşmışlardı.  

 

Mâruf demek “ortak iyi” demek değildir. Allah’ın iyi olarak gördüğü yâni vahye uygun olan ve aykırı olmayan şeydir mâruf. Şeriatın beğendiği, uygun gördüğü ve buyurduğu şeydir mâruftur.

 

Çoğulculuk her rengi birleştirmek ve aslında ortaya absürd bir renk çıkarmak demektir. Bu renk gerçek bir renk olmadığı gibi bu renkten bir hayır da gelmez. Mü’minler ancak Allah’ın boyasıyla boyanmakla mükelleftirler. Çünkü çok-renkli olmak renksizleşmektir: “Allah’ın boyası... Allah(ın boyasın)dan daha güzel boyası olan kimdir?. Biz (yalnızca) O’na kulluk edenleriz” (Bakara 138).

 

Ahmet Kalkan bu âyet bağlamında şöyle der: “Hakkı bâtılla örtüp hakka bâtılın katıldığı bu sentez ve tâvizci yaklaşım, Allah’ın insana fıtrat boyasıyla sürdüğü rengi, bâtılın çirkin renkleriyle karıştırarak alaca-bulaca olmak, ‘çok-renkli olacağım’ diye renksizleşmektir. Bukalemun bir hayvandır, düşmanından korunmak için renk değiştirmesi onunla ilgili olarak İlâhî sanatın tecellîsidir. Ama, insan için bulunduğu ortama göre renk alan yapı iki-yüzlülüktür; onurlu müslümanın değil, şahsiyetsiz münâfığın karakteridir”.

 

Doğu maddesiz rûh, batı ise ruhsuz maddedir. İslâm, doğu’dan rûhu, batı’dan ise maddeyi alıp birleştirmenin sonucundaki bir sentez değildir. İslâm bambaşka bir harekettir. Maddeyi ve rûhu kendi iç-dinamiği ile bağımsız bir şekilde birleştirip ortaya çıkarır ve hâkim kılar. Böylece Allah’ın rızâsı doğrultusunda iç-âlemleri inşâ edip nurlandırdığı gibi, dış-âlemi de aynı-şekilde inşâ edip nurlandırır. Böylece Dünyâ’da iyiliğe erişildiği gibi âhirette iyiliğe ve mutluluğa erişilir ki zâten bunun başka da bir yolu yoktur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2022

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder