11 Mart 2023 Cumartesi

Görmezden Gelmek

 

“Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa görmezler bile” (A’raf 198).

 

İnsanlık târihi, “imtihan târihi”dir. Nerede insan varsa orada mutlakâ imtihan da vardır. İmtihanın olduğu yerde ise nefsin etkisi ve ona karşı vahyin nûru olur. Nefse uymak çok kolayken, vahye uymak insanın belini büker. Bu nedenle insanlık târihinde “nefsine uyanlar ve ona göre yaşayanlar” her zaman çoğunlukta olmuştur. Fakat bunların karşısında her zaman “emr-i bi’l mâruf ve nehy-i ani’l münker” göreviyle görevli olan ve vahyi kılavuz eden bir toplum da bulunmuştur.

 

Çoğunluğa uyarak nefsten yana olanlar; âlemleri, Dünyâ’yı ve insanları yaratan Allah’ı, adâletsizliğe, eşitsizliğe, küfre, şirke, ahlâksızlığa ve hurâfeye dur diyen dîni ve dîni en ideâl şekilde yaşayarak güzel bir örneklik bırakan Peygamber’i görmezden gelirler. Zîrâ “görmek” için nefisleri dizginlemek ve onu kışkırtmaktan vazgeçmek gerekir. Nefs, vazgeçmekten nefret eden şeydir. İşte bu vazgeçişi yapmak istemeyenler, mecbûren mânevi yönü görmezden gelecekler ve bir zaman sonra da görmezden gelmek onlarda doğal bir şey hâline gelecektir.  

 

Aslında küfür, şirk, zulüm, adâletsizlik, ahlâksızlık ve her türlü şerefsizlik insanın gözüne-gözüne çarpmakta ve batmaktadır. Hele ki modern insan, her türlü çirkefle kuşatılmış durumdadır. Tüm kötülükler ve pislikler gözünün ucuna değip durmaktadır, gözünün ucundan göründüğü gibi, aslında sorunları, kötülükleri ve yanlışı sürekli olarak hissetmektedir de. Lâkin o başını çevirip de bu çirkeflikleri profilden görmeyi istemez, zîrâ bunun bedeli vardır. Bu bedeli cennet karşılığında bile ödemeyi göze alamayanlar, mecbûren görmezden gelmek zorunda kalırlar ve bir süre sonra bu durum onların hâli olur. Çünkü onlara göre en iyisi görmemektir, görmemenin en kolay yolu da görmezden gelmektir. Nede olsa göz görmeyince gönül katlanmaktadır(!). O gözünün ucuna çarpıp duran şeylere bakmamayı ona çıkarı, şeytan, nefs ve öğrendikleri fısıldamakta, “baktığın anda sorumluluk altına girmiş olursun” demektedir. Sorumluluğunu yerine getirmediğinde vicdânı rahatsız olacak, günaha girecektir. Bu durumda kaçmak ve görmezden gelmek en iyi çözümdür.

 

Görmezden gelenler “negatif insanlarla muhâtap olmamak lâzım” deyip dururlar. Oysa negatif insanlarla mücâdele etmek peygamber mesleğidir. Hayâtı ıskalamamak, yaşamaya bakmak, hayâtın tadını çıkarmak, hayâtını yaşamak gibi sorumsuzluk sözleri, görmezden gelenler için motto olur. Üstelik bunları söyleyenler kendilerinin iyi laf ettiklerini ve haklı olduklarını zannederler. Bunu “müslümanım” diyenler de söylemeye başladı ki, işte işin en kötü tarafı burasıdır. İyi de Peygamber örnekliğini göz-önüne aldıklarında bu düşüncelerini ve yaptıklarını nereye oturtacaklardır ki? Yâni; Allah, Kur’ân ve Peygamber dedikleri hâlde nefsine uyanlar gibi olmaları nasıl olacak ve hâlen nasıl müslüman kalabilecekler ki!.

 

Görmezden gelmek için nice felsefeler yapılmış ve düşünceler üretilmiştir. Niceleri kafa patlatmış, hakkı-hakîkati ve doğruyu görmemek ve nefse uymak için teoriler geliştirmişlerdir. Tüm beşerî teoriler böyledir. Modernite bir “görmezden gelme uygarlığı”dır. Çünkü beşerî teoriler mecbûren nefse uygun teorilerdir. Şeytan, nefs ve tâğut üçlüsüyle ortaya çıkmıştır. Bu teoriler, tüm varlığın “Allah!” dediğini duymamak ve görmemek için neredeyse tüm Dünyâ’yı yakmaya râzıdırlar. Allah’ı ananlara olan düşmanlıkları bu yüzdendir. Zîrâ alabildiğine kışkırtılmış olan nefisler, “görülmesi gereken”lere katlanamamaktadır. Bu nedenle görmezden gelenler, görmemek için neredeyse gözlerini çıkaracaklar.

 

Bâzen gördükleri hâlde kabûl etmeyenler de vardır. Apaçık bir şekilde gördüğünü bir yorumla görmezden gelirler. Bir keresinde bir tasavvuf-melâmi sohbetinde şöyle denmişti: “Mürid, mürşidini, karısının üstünde iken, ikisi de çırılçıplak olarak yakalasa, o mürid şöyle düşünmelidir: ‘Bu gördüğüm zâhirde belki böyledir ama bâtında, gördüğüm gibi değildir. Bu nedenle mürşidime yanlış zanda bulunmamalıyım. Mürşidim sürekli bâtınî âlemlerde gezdiğinden ve kim-bilir hangi mânevi hâllerde olduğundan J, şu gördüğüm şey zâhirî ve aldatıcıdır ve de hak değildir. Bu nedenle şeytanın zâhiri görünüş olarak beni ayartmasına kanmamalıyım ve gördüğümden etkilenmeyip hayra yormalıyım”. İşte insanları böyle aptallaştırıp sömürüyorlar. Len ahmak! “Şeyh-efendi” dediğin o şerefsiz, senin karıyı kafaya almış ve zînâ yapıyor ve birazdan da iş nihâyete erecek. Ne bâtınından-zâhirinden bahsediyorsun sen. Git de nâmusuna el uzatan o şerefsize haddini bildir. Evet, tasavvuf bir “görmezden gelme felsefesidir. Bu nedenle sürekli olarak “mânevî keşifler”den bahsederler. Gözlerinin önündekini görmeyenler, mânâ âleminde neler-neler görürler(!).

 

Görmezden gelmek, adamı yoldan çıkarır. Yada yoldan çıkanlar görmezden gelmeye başlarlar. Görmezden gelmeye başlayınca da en yakınındakini bile göremez. Âilesi, akrabâsı, eşi-dostu, komşusu ne hâldedir göremez. Zâten görmek de istememektedir. Görmezden gelmek kişiyi “görmek istememe” hâline getirir.

 

Târih boyunca tüm peygamberlerin karşısına çıkan kâfirler ve müşrikler, uyarılar karşısında peygamberleri ilk önce İlk önce görmezden gelirler. Tüm zamanlarda peygamberlerin başına gelen budur. Fakat tebliğ-dâvet çok ciddî bir şekilde devâm edince alay etmeye başlarlar ve daha sonra da süreç boykot, şiddet ve savaş olarak devâm eder. Hakkı görmezden gelmenin sonu savaşa kadar varır. Çünkü nefsiyle savaşmayanlar her-şeyle savaşmaya başlarlar.

 

Görmezden geliyorlar, çünkü görmek istemiyorlar. Şeytan ve tâğutlar, görmek istemeyen ve görmezden gelenlere, görecekleri ve hattâ gözlerinin önünden hiç gitmeyecek şeyleri gösterip durular. Bir-çok konuda bugünün insanı “bakan ama göremeyen” konumuna düşmüştür. İnsanlar bakıyorlar ama baktığını değil, kendisinden istenileni görüyor.İnsanların sürekli olarak gördükleri şeyler, “görmeleri gereken” şeyleri perdeliyor ve insanların görmezden gelmelerine neden oluyor.

 

İnsanların görmezden gelmelerine neden olan şey, görüp durdukları şeylerin etkisi ve hazzıdır. Modernite her tarafı nefse tam uygun olan zevklerle ve hazla döşeyip kuşattığı için, insan sürekli olarak fıtrata aykırı şeyleri görmek zorunda kalıyor. Modern insanın gördükleri, kendisine dayatılanlardır. İşte bu yüzden mü’minlik ve delikanlılık, hakkı ve hakîkati görmek için görünenden yüz çevirmekle başlar. Hakkı ve hakîkati görenler ise, ya onu kabûl edip hayatlarını hakka ve hakîkate göre düzenleyecekler, yada hakkı ve hakîkati apaçık görmelerine rağmen inkâr edecekler ve görmezden geleceklerdir. Artık ne görmek istiyorlarsa onu görmeye devâm edeceklerdir. Görmezden gelmeyecek kadar temiz ve dirâyetli olanlar ise, hakkın ve hakîkatin gösterdiklerine göre hareket edeceklerdir.

 

Modernizm, aslında uygarlığının bilgisini İslâm’a borçludur. İslâm’dan İspanya, İtalya ve Balkanlar aracılığıyla yapılan tercüme eserler onların bilgiyle tanışmasına sebep olmuştur. Fakat onlar İslâm’dan gelen şeylerin sâdece bilgisini aldılar ve ahlâkını almadılar. Böyle olunca da o bilgiyi nefse uygun olarak değiştirdiler ve geliştirdiler. Nefse uygun olan bilgi onları Kızılderilileri, kara derilileri ve sarı derilileri öldürmek, köleleştirmek ve sömürmeye yol açtı. Bunu yapmaktan sakınmadılar. Zenginliklerini bu şekilde şiddet, cinâyet ve hırsızlıkla elde ettiler. Bilgiyi İslâm’dan aldıklarını inkâr ettiler, çünkü onu Yunandan aldıklarını iddia ettiler-ediyorlar. Oysa o bilgileri müslümanlar zenginleştirerek batı’ya taşımıştı. Bir greko-romen uygarlık olan batı, İslâm aracılığıyla gelen medeniyeti görmezden gelmiştir.  

 

Fransız târihçi Maurice Lombard; “batı’lı ülkeler, İslâm ordularının fetihleri sâyesinde yeniden uygarlıkla (ekonomi, bilim, kültür ve felsefe) buluştu; İslâm’ın ulaşabildiği yerler 13. yüzyıldan îtibâren gelişme göstermiş, ulaşamadığı bölgelerse (Orta ve Kuzey Avrupa, Afrika’nın iç kısımları) uygarlık sürecine çok geç bir süreçte katılmıştır. Ekonomik ve entelektüel hayâtın çekildiği yerde çöküş; canlandığı yerde ise uygarlık yeşerir ki bu özellikle İslâm dünyâsının altın çağı olan 8. yüzyılın ortalarından 11. yüzyılın sonralarına kadarki süreç için geçerlidir. İktisâdi ve kültürel gelişmenin motoru, o andan îtibâren Müslüman Doğu’dur. Batı ise Roma’nın yıkılışından ve barbarların saldırısından sonra, bu bölgelerden çekilmiş olan iktisâdi ve entelektüel hayâtın yeniden canlandırılmasını bekleyen çölleşmiş bir coğrafyadır”.

 

Pozitivist modernite “doğayı hâkimiyeti altına alma”ya dayanır. İnsan da doğanın bir parçası olduğu için insanı da hâkimiyeti altına alıp sömürmeyi sorun olarak görmez. Kendilerinden olmayan insanların acılarını ve feryatlarını kolayca görmezden gelebilirler.  

 

Kanımca modern müslümanların Kur’ân’da görmezden geldiği en baştaki âyet Ahzâb Sûresi 21. âyettir. Çünkü bu âyet modernite ile uygun değildir. Zîrâ Peygamber’in güzel örnekliğinden bahseder ki Kur’ân’a birebir uygun bir mü’minlik örneğidir. Lâkin Peygamber örnekliği tüm zamanlar ve mekânlar için örnek gösterildiğinden ve moderniteyle ters düştüğü için, dolayısıyla vazgeçmeyi gerektirdiği için insanlar Sünnet’i görmezden geliyorlar. Sanki Peygamber yokmuş gibi davranıyorlar. Böylece Kur’ân’ı güyâ moderniteye uygun olarak istedikleri gibi yorumluyorlar. Tabi alsında yapılan yorumlar sırıtıyor.

 

Kâfirin küfrü, müşrikin şirki ve zâlimin zulmü görmezden geliniyor. Fakat şunu unutmayın ki zulmü görmezden gelirseniz zâlimleşirsiniz. Kâfirin küfrünü görmezseniz, kâfire âşık olursunuz ve bir süre sonra siz de o duruma düşerisiniz. Çünkü mü’minler hiç-bir sorun yokmuş gibi davranamazlar.

 

Dünyâ’da sanki hiç-bir sorun yaşanmıyormuş gibi hayatlarımızı sürdürebiliyoruz. Çünkü sorunları görmezden eliyoruz. Zîrâ Allah’ın bizi sürekli olarak gördüğünü unutuyoruz ve bilmezden geliyoruz. Lâkin bu işin sonu hüsrandır. Kur’â bunu şu şekilde dile getirir:

 

“Öyleyse bu (azab) gününüzle karşılaşmayı unutmanıza karşılık azâbı tadın. Biz de sizi gerçekten unuttuk; yaptıklarınıza karşılık ebedî azâbı tadın” (Secde 14).

 

“Denildi ki: Bugününüzle karşılaşmayı unuttuğunuz gibi, biz de sizi bugün unutuyoruz. Barınma yeriniz ateştir. Ve sizin için hiç-bir yardımcı yoktur” (Câsiye 34).

 

Biz dünyâda Allah’ı unutursak, Allah da âhirette bizi unutur ve yüzümüze bakmaz. İşte asıl felâket budur. Allah, kendisine lâyık kullar olmayan insanları görmezden gelir. Allah’ı görmezden gelirseniz, Allah da sizi görmezden gelir.

 

“Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kâlbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hattâ daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır” (A’raf 179).

 

Modern insan “garb’ı bilmez, şark’ı görmez, edepten yok pâyesi, bir utanmaz yüz, yaşarmaz göz, bütün sermâyesi” sözünde olduğu gibi bir aymazlıkla mâlûldür.

 

“Gerçek olan vaâd yaklaşmıştır, işte o zaman, inkâr edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zâlim kimselerdik (diyecekler)” (Enbiyâ 97).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ağustos 2020

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder