“De ki: Hak geldi, bâtıl
yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).
Bâtıl toplumların genel
özellikleri tüm zamanlarda aynı olmuştur. Târih boyunca cehâlet yolunda olanlar
sürekli olarak bâtılın iki ucundan birinde oyalanıp durmuşlardır ve bu oyalanma
hâlen devâm etmektedir. Bâtılın “bâtıl” olduğunun net olarak görülmesini
engelleyen şey, insanların ona körü-körüne inanması ve bağlanmış olmasıdır.
Hangi yönde olursa-olsun, bâtılın iki ucu da bâtıldır ve insanı yakın-uzak
vâdede mutlakâ şirke, küfre ve zulme düşürür.
İnsanlık târihi, bâtılın
“hakîkat” diye gösterilmesi ve mü’minlerin buna karşı çıkmasının mücâdelesi ve târihidir.
Hakkı söyleyen 1 kişi, bâtılı söyleyen 1.000 kişiden üstündür. Fakat hakkın
bilgisi çok değerli olmasına rağmen, hakkı sâdece dile getirmek yetmez, hakkı apaçık
bir şekilde ortaya koymadıktan sonra sürekli olarak bâtıldan bahsetmenin bir
yararı olmaz ve olmuyor da. Bâtıl, çok kolay bir şekilde ortaya çıkıp
yayılırken, hakkın ortaya çıkıp da yayılması daha zordur. Bu, imtihan ve
sünnetullah nedeniyle böyledir. Yıkmak kolaydır ama yapmak daha zordur. Hakkın
ortaya çıkması ve bâtılın beynini darmadağın etmesi için bir sağlam ve güçlü
bir irâde, kararlılık ve azimli bir topluluk gerekir.
İslâm, hak ile bâtılı
kaynaştıran değil; hak ile bâtılın arasını “uzlaşmaz ve kesin bir şekilde”
ayıran bir din’dir. Zîrâ hak geldiğinde bâtıl yok olur gider: (İsrâ 81). Bu
nedenle İslâmî “tez”in karşısındaki tüm anti-tezler bâtıldır. İslâm, bâtıl
anti-tezlerle yapılacak bir senteze zinhar izin vermez. Çünkü bâtılın iki ucu
da İslâm’a göre bâtıldır ve geçersizdir.
İnsan hareketsiz
olamayacağına göre, ya hakka göre hareket eder, yada bâtıla göre. Hak ile bâtıl
karıştırılmak istendiğinde -hakkın, bâtıl ile birleşmesi mümkün olmayacağı
için- o şey yine bâtıl olur. Bâtılın iki ucu da aynı derecede bâtıl olduğu için
hak ile bâtılı karıştıran ve -güyâ- haktan bahseden bâtıllar da apaçık birer
bâtıldırlar.
Bâtılın iki ucundan biri üzere
olanlar, hakkı “bâtıl”, bâtılı “hak” olarak görürler. Oysa bâtılın temeli
yoktur ve bâtıl, hakkın tersini yapınca ortaya çıkar. Dünyâ’da sürekli olarak
iyi yönde bir ilerleme yoktur. Hak ve bâtıl arasında bir döngü ve değişim
vardır. Zâten târih boyunca imtihan ve mücâdele, hakkın mı yoksa bâtılın mı
hâkim kılınacağı konusundadır. Dünyâ, “hak ile bâtılın savaş meydanı”dır. Bu
savaş ancak, hak gâlip olduğunda biter. Zîrâ Allah bâtıldan râzı değildir ve bu
nedenle de Hakkın hâkim olmasını diler ve emreder.
Peki bâtılın iki ucu derken
neyden bahsediyoruz?. Bâtılın pek-çok ucu vardır ama aslında iki ana ucu
vardır: 1- Hak ile karıştırılmış yada karıştırılmak istenen bâtıl; 2- Bâtıl ile
karıştırılmış “saf bâtıl”. Bunlardan ilki işlediği bâtılı hak zannederek
işlerken, ikincisi ise, işlediği bâtılı çağdaşlık, modernlik ve ilerilik
zannederek işlemektedir. Yâni “dindar bâtıl” ile “dinsiz bâtıl” bâtılın iki
ucudur.
Meselâ
dindar bâtıl tarafında olanlar, Fâtiha Sûresi’nde günde 40 kere okunan “iyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn” (Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den yardım
dileriz) sözünün ne anlama geldiğini
bilmezler ve düşünmezler de, Allah’tan başka herkesten ve her-şeyden medet
umarlar. Bu bağlamda meselâ türbe-türbe gezerler ve orada yatan ölülerden medet
umarlar ve yardım dilerler. Oysa oralara gidip de huşû ile orada yatandan yada
türbenin kendisinden bir şeyler dilemek ve medet ummak apaçık bir şirktir.
Dinsiz bâtıl taraftarları bunları eleştirir ve câhil olarak görür. Bu doğrudur
fakat, kendileri de aynısını, hattâ aynı şeyin daha büyüğünü yaparlar da onlar
da şirke ve küfre düşerek bâtıl üzere olduklarını göstermiş olurlar. Çünkü
türbelerden medet umanları câhiller olarak görmelerine rağmen, bunlar da gidip
“Türkiye’nin en büyük türbesi”nde, “mozole” denen mermerden bir taşın
karşısında esas duruşa ve hazır-ola geçerek büyük bir titizlikle ve yoğun bir
huşû ile bir çeşit âyin ve ibâdet olan saygı ve selam duruşunda bulunurlar.
Üstelik o türbede yatan kişinin izinde olduklarını ve onun gösterdiği yolda
yürüdüklerini söyleyerek ve de “bize bugünümüzü sağladığı için” kendisine
sonsuz şükranlarını sunarlar. Orada ağlayanları, hüzne yada coşkuya kapılanları
görürsünüz. Üstelik bu türbedeki âyine katılanların sayısı diğer küçük
türbelere göre çok daha fazladır. Şu da var ki, buraya ilk önce gelenler, devletin en üst mevkisinde
bulunanlar olmak zorundadır. Yine bu türbeyi güvenlik güçleri korur, bakımı
için büyük miktarda ödenekler ayrılır. Sürekli olarak esas duruşta bulunan
askerler tarafından çevresinde nöbet tutulur. Eski pagan ülkelerindeki
tapınaklara benzetilmiş olan bir türbedir burası. Bu türbenin görünüşü tam bir
yunan tapınağı şeklindedir. İşin ilginç yanı, “dinsiz bâtıl” taraftarları küçük
türbelere gitmezken, oralardan iğrenirken ve oralara gidenleri câhil ve yobaz
olarak görürken, “dindar bâtıl” taraftarları ise bu en büyük türbeye gitmeyi de
büyük bir görev olarak görür ve kabûl eder.
Bir de iki
türbe arasında orta büyüklükte türbeler vardır ki oralara gitmek de iki taraf
için olmazsa-olmaz olarak görülür. Hattâ bir-takım zavallı müşrik ve kâfirler,
Mekke’ye Hacca gitmektense bu tür türbelere gitmeyi daha üstün bir iş olarak
görürler ve bunu dillendirirler. Bu türbelerden en bilineni Mevlâna denen
kişinin mezarının olduğu türbedir. İyi de bu türbelerde yatan kişiler
kendilerini kurtarabilmişler mi ki oralara gelen insanlara bir faydaları
dokunsun. “Kendisi
himmete muhtaç dede, nerde
kaldı gayrıya himmet ede?” sözü ne kadar isâbetli bir sözdür.
Yine; bir istekleri ve
dilekleri için, sâdece Allah’a yalvarmaları ve sâdece O’ndan yardım istemeleri
gerekirken, gidip de ağaçlara çaput bağlayıp duâ ve dilekte bulunmak da,
“türbeleri putlaştırmak” gibi “ağacı putlaştırmak” anlamında apaçık bir şirk ve
küfürdür. Kendilerini “modern, çağdaş ve ilerici” olarak görenler bu
yapılanları kınarlar ve saçma-sapan şeyler olarak görürler ki bu doğrudur.
Fakat onlar da gidip aynı şeyi farklı türde yaparak şirke, küfre ve bâtıla
düşmektedirler. Onlar da hem her türlü pislik uygulamaların yapıldığı yılbaşını
kutlarlar hem de yılbaşında bir ağacı ampul ve çeşitli süslerle süsleyerek karşısına
geçip dilekte bulunurlar. Yâni bâtılın bir ucunda olanlar ağaca çaput
bağlayarak ağacı putlaştırıp ondan dilekte bulunarak, dolayısıyla şirke ve
küfre düşerek bâtıl üzere olduklarını gösterirlerken, bâtılın diğer ucunda
olanlar da ağaca ampûl ve süsler takarak ağacı putlaştırırlar ve ondan dilekte
bulunarak şirke ve küfre düşerler ve bâtıl üzere olduklarını göstermiş olurlar.
Böylece Hakkın karşısında bâtılın iki ucu da aynı sonuca ulaşarak cehâlete, küfre
ve şirke düşmüş olurlar. Zîrâ bâtılın her iki ucu da şirktir ve kişiyi şirke
düşürür.
Yine başka bir örnek olarak;
kendilerini “FETÖ” yada “parti” câhiliyesinden kurtaranlar, “Allah’a sığınmak”
ve Peygamberimiz’in güzel örnekliğini tâkip etmek varken, aslında bu iki
câhiliyenin de izinde olduğu “kurtarıcı” kişiye ve sisteme sığındılar. İşte buna,
“bâtıldan bâtıla kaçmak” denir. Bâtılın bir ucunu terk edip de diğer ucuna
bağlanmak, “bâtıldan bâtıla kaçmak” demektir. Bâtıla meftûn ve râm olanların
hakkı görmesi güç olduğu için, mecbûren bâtılın iki ucundan birine bağlanmak
zorunda kalıyorlar. Çünkü hakkı iç-âlemlerine hapsetmişlerdir ve hayatta
merkeze aldıkları şey hak değil bâtıldır. Bu nedenle de bâtılın iki ucundan
birine yamanmak zorunda kalmaktadırlar. Zîrâ ya bâtıla hak karıştırmış yada
haktan tümden kopmuş oldukları için bâtıllardan birini seçmektedirler. Bâtılın
iki ucundan biri tarafında olanlar kendi uçlarını doğru, karşı uçta olanları
yanlış olarak gördükleri için, “bâtıl-bâtıl çatışması” içinde olduklarını fark
edemezler. Meselâ bâtılın iki ucunda olanların da kutsadıkları ve taptıkları bâtıl
bir ideoloji ve sistem olan demokrasilerdeki iç-çatışma, bir “bâtıl-bâtıl
çatışması”dır.
Tek hak yol vardır, o da
İslâm’ın yoludur. Allah katında tak hak din yâni tek hak yol İslâm’dır. Diğer
yolların tümü bâtıldır ve bâtılın iki ucundan biridir. İslâm ise Kur’ân ve onun
güzel örnekliği ve de en ideâl uygulama şekli olan Sünnet demektir. Kur’ân’a ve
de Sünnet’e uygun olmayan ve aykırı olan her-şey bâtıldır, bâtılın iki ucundan
biridir. Kur’ân’a ve Sünnet’e aykırı olan her türlü; hadis, rivâyet, yorum,
te’vil, tefsir, hikâye, mezhep, meşrep, târikat, cemaat, hizip, parti, yol,
kişi, kitap vs. “bâtılın uçlarından biri” olarak bâtıl iken, yine Kur’ân’a ve
Sünnet’e aykırı olan her türlü; dünyevî, beşerî, lâik, seküler, demokratik,
kapitâlist, liberâl, komünist, sosyâlist, feminist, deist, ateist modern vs.
ideoloji, sistem ve inançlar da “bâtılın uçlarından biri” olarak bâtıldır.
Zâten bâtılın iki ucu bunlardır. Bâtılın karşısında ise tek hak yol, sistem ve
din olan İslâm vardır. İnsanlar ya tek hak din ve yol olan İslâm üzeredirler
yada bâtılın iki ucundan biri üzeredirler. Bâtıldan kurtulmanın yolu bâtılın
bir ucundan diğerine geçmek değil, bâtılı terk edip İslâm’a geçmek, İslâm üzere
olmak ve İslâm üzere ölmektir. Bunun başka da bir yolu yoktur. Zîrâ adâletsizliği,
eşitsizliği, ahlâksızlığı, haksızlığı, şirki, küfrü, zulmü ve bâtılı def edebilecek
tek yol İslâm’ın hak yoludur:
“Hayır, biz hakkı bâtılın
üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, bâtıl
yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendire-geldiklerinizden dolayı
eyvahlar size!” (Enbiyâ 18).
Târih boyunca insanların
düşünceleri, aldıkları kararlar ve yaptıkları şeylerin %90’ı bâtıl ve yanlış
olmuştur ve de kötü sonuç vermiştir. Modernizm ile birlikte ise bu oran %99’a kadar
çıkmıştır. Çünkü târih boyunca insanların büyük çoğunluğu bâtılın iki ucundan
biri üzeredirler ve bu nedenle de sürekli olarak bâtıl düşünüp bâtıl işlemektedirler.
Bu durumdan kurtulmanın tek yolu İslâm’dır. Zîrâ İslâm “tek hak yol”dur.
Bâtıl, iki ucu da boklu
değnektir ve tutulacak hiç-bir tarafı yoktur.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder