7 Mart 2023 Salı

Bâtılın İki Ucu


“De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).

 

Bâtıl toplumların genel özellikleri tüm zamanlarda aynı olmuştur. Târih boyunca cehâlet yolunda olanlar sürekli olarak bâtılın iki ucundan birinde oyalanıp durmuşlardır ve bu oyalanma hâlen devâm etmektedir. Bâtılın “bâtıl” olduğunun net olarak görülmesini engelleyen şey, insanların ona körü-körüne inanması ve bağlanmış olmasıdır. Hangi yönde olursa-olsun, bâtılın iki ucu da bâtıldır ve insanı yakın-uzak vâdede mutlakâ şirke, küfre ve zulme düşürür.

 

İnsanlık târihi, bâtılın “hakîkat” diye gösterilmesi ve mü’minlerin buna karşı çıkmasının mücâdelesi ve târihidir. Hakkı söyleyen 1 kişi, bâtılı söyleyen 1.000 kişiden üstündür. Fakat hakkın bilgisi çok değerli olmasına rağmen, hakkı sâdece dile getirmek yetmez, hakkı apaçık bir şekilde ortaya koymadıktan sonra sürekli olarak bâtıldan bahsetmenin bir yararı olmaz ve olmuyor da. Bâtıl, çok kolay bir şekilde ortaya çıkıp yayılırken, hakkın ortaya çıkıp da yayılması daha zordur. Bu, imtihan ve sünnetullah nedeniyle böyledir. Yıkmak kolaydır ama yapmak daha zordur. Hakkın ortaya çıkması ve bâtılın beynini darmadağın etmesi için bir sağlam ve güçlü bir irâde, kararlılık ve azimli bir topluluk gerekir.

 

İslâm, hak ile bâtılı kaynaştıran değil; hak ile bâtılın arasını “uzlaşmaz ve kesin bir şekilde” ayıran bir din’dir. Zîrâ hak geldiğinde bâtıl yok olur gider: (İsrâ 81). Bu nedenle İslâmî “tez”in karşısındaki tüm anti-tezler bâtıldır. İslâm, bâtıl anti-tezlerle yapılacak bir senteze zinhar izin vermez. Çünkü bâtılın iki ucu da İslâm’a göre bâtıldır ve geçersizdir.

 

İnsan hareketsiz olamayacağına göre, ya hakka göre hareket eder, yada bâtıla göre. Hak ile bâtıl karıştırılmak istendiğinde -hakkın, bâtıl ile birleşmesi mümkün olmayacağı için- o şey yine bâtıl olur. Bâtılın iki ucu da aynı derecede bâtıl olduğu için hak ile bâtılı karıştıran ve -güyâ- haktan bahseden bâtıllar da apaçık birer bâtıldırlar.

 

Bâtılın iki ucundan biri üzere olanlar, hakkı “bâtıl”, bâtılı “hak” olarak görürler. Oysa bâtılın temeli yoktur ve bâtıl, hakkın tersini yapınca ortaya çıkar. Dünyâ’da sürekli olarak iyi yönde bir ilerleme yoktur. Hak ve bâtıl arasında bir döngü ve değişim vardır. Zâten târih boyunca imtihan ve mücâdele, hakkın mı yoksa bâtılın mı hâkim kılınacağı konusundadır. Dünyâ, “hak ile bâtılın savaş meydanı”dır. Bu savaş ancak, hak gâlip olduğunda biter. Zîrâ Allah bâtıldan râzı değildir ve bu nedenle de Hakkın hâkim olmasını diler ve emreder.

 

Peki bâtılın iki ucu derken neyden bahsediyoruz?. Bâtılın pek-çok ucu vardır ama aslında iki ana ucu vardır: 1- Hak ile karıştırılmış yada karıştırılmak istenen bâtıl; 2- Bâtıl ile karıştırılmış “saf bâtıl”. Bunlardan ilki işlediği bâtılı hak zannederek işlerken, ikincisi ise, işlediği bâtılı çağdaşlık, modernlik ve ilerilik zannederek işlemektedir. Yâni “dindar bâtıl” ile “dinsiz bâtıl” bâtılın iki ucudur. 

 

Meselâ dindar bâtıl tarafında olanlar, Fâtiha Sûresi’nde günde 40 kere okunan “iyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn” (Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz) sözünün ne anlama geldiğini bilmezler ve düşünmezler de, Allah’tan başka herkesten ve her-şeyden medet umarlar. Bu bağlamda meselâ türbe-türbe gezerler ve orada yatan ölülerden medet umarlar ve yardım dilerler. Oysa oralara gidip de huşû ile orada yatandan yada türbenin kendisinden bir şeyler dilemek ve medet ummak apaçık bir şirktir. Dinsiz bâtıl taraftarları bunları eleştirir ve câhil olarak görür. Bu doğrudur fakat, kendileri de aynısını, hattâ aynı şeyin daha büyüğünü yaparlar da onlar da şirke ve küfre düşerek bâtıl üzere olduklarını göstermiş olurlar. Çünkü türbelerden medet umanları câhiller olarak görmelerine rağmen, bunlar da gidip “Türkiye’nin en büyük türbesi”nde, “mozole” denen mermerden bir taşın karşısında esas duruşa ve hazır-ola geçerek büyük bir titizlikle ve yoğun bir huşû ile bir çeşit âyin ve ibâdet olan saygı ve selam duruşunda bulunurlar. Üstelik o türbede yatan kişinin izinde olduklarını ve onun gösterdiği yolda yürüdüklerini söyleyerek ve de “bize bugünümüzü sağladığı için” kendisine sonsuz şükranlarını sunarlar. Orada ağlayanları, hüzne yada coşkuya kapılanları görürsünüz. Üstelik bu türbedeki âyine katılanların sayısı diğer küçük türbelere göre çok daha fazladır. Şu da var ki, buraya ilk önce  gelenler, devletin en üst mevkisinde bulunanlar olmak zorundadır. Yine bu türbeyi güvenlik güçleri korur, bakımı için büyük miktarda ödenekler ayrılır. Sürekli olarak esas duruşta bulunan askerler tarafından çevresinde nöbet tutulur. Eski pagan ülkelerindeki tapınaklara benzetilmiş olan bir türbedir burası. Bu türbenin görünüşü tam bir yunan tapınağı şeklindedir. İşin ilginç yanı, “dinsiz bâtıl” taraftarları küçük türbelere gitmezken, oralardan iğrenirken ve oralara gidenleri câhil ve yobaz olarak görürken, “dindar bâtıl” taraftarları ise bu en büyük türbeye gitmeyi de büyük bir görev olarak görür ve kabûl eder.

 

Bir de iki türbe arasında orta büyüklükte türbeler vardır ki oralara gitmek de iki taraf için olmazsa-olmaz olarak görülür. Hattâ bir-takım zavallı müşrik ve kâfirler, Mekke’ye Hacca gitmektense bu tür türbelere gitmeyi daha üstün bir iş olarak görürler ve bunu dillendirirler. Bu türbelerden en bilineni Mevlâna denen kişinin mezarının olduğu türbedir. İyi de bu türbelerde yatan kişiler kendilerini kurtarabilmişler mi ki oralara gelen insanlara bir faydaları dokunsun. “Kendisi himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede?” sözü ne kadar isâbetli bir sözdür.

       

Yine; bir istekleri ve dilekleri için, sâdece Allah’a yalvarmaları ve sâdece O’ndan yardım istemeleri gerekirken, gidip de ağaçlara çaput bağlayıp duâ ve dilekte bulunmak da, “türbeleri putlaştırmak” gibi “ağacı putlaştırmak” anlamında apaçık bir şirk ve küfürdür. Kendilerini “modern, çağdaş ve ilerici” olarak görenler bu yapılanları kınarlar ve saçma-sapan şeyler olarak görürler ki bu doğrudur. Fakat onlar da gidip aynı şeyi farklı türde yaparak şirke, küfre ve bâtıla düşmektedirler. Onlar da hem her türlü pislik uygulamaların yapıldığı yılbaşını kutlarlar hem de yılbaşında bir ağacı ampul ve çeşitli süslerle süsleyerek karşısına geçip dilekte bulunurlar. Yâni bâtılın bir ucunda olanlar ağaca çaput bağlayarak ağacı putlaştırıp ondan dilekte bulunarak, dolayısıyla şirke ve küfre düşerek bâtıl üzere olduklarını gösterirlerken, bâtılın diğer ucunda olanlar da ağaca ampûl ve süsler takarak ağacı putlaştırırlar ve ondan dilekte bulunarak şirke ve küfre düşerler ve bâtıl üzere olduklarını göstermiş olurlar. Böylece Hakkın karşısında bâtılın iki ucu da aynı sonuca ulaşarak cehâlete, küfre ve şirke düşmüş olurlar. Zîrâ bâtılın her iki ucu da şirktir ve kişiyi şirke düşürür.

 

Yine başka bir örnek olarak; kendilerini “FETÖ” yada “parti” câhiliyesinden kurtaranlar, “Allah’a sığınmak” ve Peygamberimiz’in güzel örnekliğini tâkip etmek varken, aslında bu iki câhiliyenin de izinde olduğu “kurtarıcı” kişiye ve sisteme sığındılar. İşte buna, “bâtıldan bâtıla kaçmak” denir. Bâtılın bir ucunu terk edip de diğer ucuna bağlanmak, “bâtıldan bâtıla kaçmak” demektir. Bâtıla meftûn ve râm olanların hakkı görmesi güç olduğu için, mecbûren bâtılın iki ucundan birine bağlanmak zorunda kalıyorlar. Çünkü hakkı iç-âlemlerine hapsetmişlerdir ve hayatta merkeze aldıkları şey hak değil bâtıldır. Bu nedenle de bâtılın iki ucundan birine yamanmak zorunda kalmaktadırlar. Zîrâ ya bâtıla hak karıştırmış yada haktan tümden kopmuş oldukları için bâtıllardan birini seçmektedirler. Bâtılın iki ucundan biri tarafında olanlar kendi uçlarını doğru, karşı uçta olanları yanlış olarak gördükleri için, “bâtıl-bâtıl çatışması” içinde olduklarını fark edemezler. Meselâ bâtılın iki ucunda olanların da kutsadıkları ve taptıkları bâtıl bir ideoloji ve sistem olan demokrasilerdeki iç-çatışma, bir “bâtıl-bâtıl çatışması”dır.

 

Tek hak yol vardır, o da İslâm’ın yoludur. Allah katında tak hak din yâni tek hak yol İslâm’dır. Diğer yolların tümü bâtıldır ve bâtılın iki ucundan biridir. İslâm ise Kur’ân ve onun güzel örnekliği ve de en ideâl uygulama şekli olan Sünnet demektir. Kur’ân’a ve de Sünnet’e uygun olmayan ve aykırı olan her-şey bâtıldır, bâtılın iki ucundan biridir. Kur’ân’a ve Sünnet’e aykırı olan her türlü; hadis, rivâyet, yorum, te’vil, tefsir, hikâye, mezhep, meşrep, târikat, cemaat, hizip, parti, yol, kişi, kitap vs. “bâtılın uçlarından biri” olarak bâtıl iken, yine Kur’ân’a ve Sünnet’e aykırı olan her türlü; dünyevî, beşerî, lâik, seküler, demokratik, kapitâlist, liberâl, komünist, sosyâlist, feminist, deist, ateist modern vs. ideoloji, sistem ve inançlar da “bâtılın uçlarından biri” olarak bâtıldır. Zâten bâtılın iki ucu bunlardır. Bâtılın karşısında ise tek hak yol, sistem ve din olan İslâm vardır. İnsanlar ya tek hak din ve yol olan İslâm üzeredirler yada bâtılın iki ucundan biri üzeredirler. Bâtıldan kurtulmanın yolu bâtılın bir ucundan diğerine geçmek değil, bâtılı terk edip İslâm’a geçmek, İslâm üzere olmak ve İslâm üzere ölmektir. Bunun başka da bir yolu yoktur. Zîrâ adâletsizliği, eşitsizliği, ahlâksızlığı, haksızlığı, şirki, küfrü, zulmü ve bâtılı def edebilecek tek yol İslâm’ın hak yoludur:

 

“Hayır, biz hakkı bâtılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, bâtıl yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendire-geldiklerinizden dolayı eyvahlar size!” (Enbiyâ 18).

 

Târih boyunca insanların düşünceleri, aldıkları kararlar ve yaptıkları şeylerin %90’ı bâtıl ve yanlış olmuştur ve de kötü sonuç vermiştir. Modernizm ile birlikte ise bu oran %99’a kadar çıkmıştır. Çünkü târih boyunca insanların büyük çoğunluğu bâtılın iki ucundan biri üzeredirler ve bu nedenle de sürekli olarak bâtıl düşünüp bâtıl işlemektedirler. Bu durumdan kurtulmanın tek yolu İslâm’dır. Zîrâ İslâm “tek hak yol”dur.

 

Bâtıl, iki ucu da boklu değnektir ve tutulacak hiç-bir tarafı yoktur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder