“İnsanların
kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı.
Umulur ki, dönerler diye (Allah) yaptıklarının bir kısmını kendilerine
tattırmaktadır” (Rûm
41).
Teknik ile teknoloji arasında fark vardır. Teknik, doğayla kesin şekilde
uyumlu olandır. Doğaya zarar vermeme düşüncesi vardır teknikte. Böyle olunca da
teknik, bir amaç için ve mutlakâ gerekli olduğunda ortaya çıkar. Gereksiz
teknik îcat yapılmaz. Zâten alıcısı da olmaz. Teknik doğaldır, normâldir ve yavaş-yavaş
olandır. Teknikte bir şey îcâd etme kişide bir “ben yaptım” düşüncesi açığa
çıkarıp insanda kibir yapabilir. Fakat teknik sınırlı ve yavaş olan bir şey
olduğu için bu kibir hem sınırlı olur hem de sürekli olmaz. Teknikte doğayı nesneleştirme, ona hâkim olma
ve ne pahasına olursa-olsun doğayı değiştirme düşüncesi yoktur. Teknik, el ile
olan şeydir. Böyle olunca da işe mecbûren “el” karışır. Teknik el ile yapılan
şeydir. Dolayısıyla teknikte bir rûh olur.
Teknoloji “modern” olandır. Teknoloji
modernizmin ete-kemiğe bürünmüş hâlidir. Modern
olan Allahsız olan demektir. Allahsız olansa, mecbûren şeytânî-nefsî-tâğûtî
olan olur. Böyle olunca da mutlakâ zararlı olur. Teknoloji tekniğin “sâdece bilgisi”dir:
Tekhne-logos. Teknoloji, tekniğin bilgisini alır ama çalışma metodunu almaz,
yâni onun normâlliğini ve doğallığını almaz. Çünkü teknoloji doğaya uygun
davranmayı değil, doğaya hâkim olmayı ve onu istediği gibi evirip-çevirmeyi
düşünür. Zîrâ teknoloji modern bir şeydir ve modernizm bir hümanist uygarlık
biçimi olduğu için insanı merkeze alır. İnsanı merkeze aldığı için de her-şeyi
insana göre değiştirmek ve dönüştürmek ister. Teknoloji, doğayı insana göre
değiştirmek ve dönüştürmek amacıdır. Teknolojinin en çok değiştirdiği,
dönüştürdüğü ve kullandığı şey elbette doğa olacaktır. Böyle olduğu için de
teknolojinin doğanın doğallığını bozarak ona zarar vermesi kaçınılmaz olacaktır
ki bu durumda sonuçta sâdece bitkilere değil, hayvanlara ve insanlara da zarârı
dokunacaktır.
Techne, “teknik” bilgi anlamına gelir, bu teknik bilgi; bir şeyi, âleti,
aracı oluşturmaya yarar. Tekniğin
doğayla olan uyumu değil de sâdece bilgisi alınca doğadan kopulmuş oldu. Çünkü
tekniğin sâdece bilgisi alındı ve özü alınmadı. Bu da doğaya zarar verdi,
veriyor. Techne yâni teknik, insanın sâdece
doğadaki hayatını kolaylaştıracak araçların yapımında kullanılır. Bu nedenle
ilerlemesi doğal olur, doğal olunca da doğaya zarârı olmaz. Zâten teknikte işe
el ve rûh da karışır. Elin ve rûhun işe karıştığı şeyin bir zarar vermesi çok
mümkün değildir. Aristo bu yüzden tekniği ruhsal ve sanatsal bir erdem saymıştır. Techne,
tekniğin teknolojiye dönüşmesini ve dolayısıyla çığırından çıkmasını
engellemiştir. Çünkü techne bilgisinde doğayla dost olmak çok ön-plândadır.
Teknolojinin
üretildiği yer sanâyidir ve sanayi işe hem Allah’ı hem de insanı
karıştırmamaktır. Teoman Duralı teknik, teknoloji ve sanâyi hakkında şunları
söyler:
“Teknik,
felsefenin bilim yöntemini uygulamasına yâhut da çok kısa olarak felsefe-bilim
yöntemini uygulayan tekniğe teknoloji diyoruz. İslâm medeniyetinde ortaya
çıkıyor ama müslümanlar bunu kullanmıyorlar. Yâni ortaya çıkıp kalıyor. Yeni
çağdaşlıkla birlikte önce felemenkler, daha sonra ingilizler teknolojiyi
alabildiğine uygulamaya başlıyorlar. Bunun büyük çapta uygulanışı sanâyiyi
berâberinde getiriyor. Sanâyi ne demektir?. ‘İnsan müdâhalesini en aza indiren
üretim’ demektir ve bunun yapıldığı yer fabrikadır.
Bilimle teknik ayrı şeylerdir.
Teknik zanaat bir işi başarmak için dünyâya yönelmeniz, elde ettiğiniz hammaddeyi
işlemeniz demektir. Şu kapıyı açacağız, o kapıya uygun bir anahtar îmâl ederiz.
Bu tekniktir. Kapı denilen nesne nasıl açılır?. Anahtarla açılır, bir anahtar
modeli çizeriz ve tek-tek kapılara ne yapmak gerekir sorusunun cevâbını
getiririz. Bu bilimdir. Bilim genelcidir, bilim özele, bizi belirli bir olaya,
özgün bir sorunu çözmeye götürmez. Bilimden hareketle özgün, spesifik bir sorun
çözülür. Bilimin kendisi değil, bilimden hareketle geliştirdiğimiz teknik bizi
belirli sorunu çözmeye götürür. Bilimden hareketle belirli bir sorunu çözmeye
götürdüğümüz tekniğe bugün teknoloji, fen diyoruz. Bilimden önce de teknik
vardı ama teknoloji bilimden sonradır. Yunan’da bilim ortaya çıkmıştır ilk defâ
ama henüz teknoloji yoktur. Teknoloji geliştirmediler yâni îcât edemediler.
Teknolojinin, fennin îcâzdı İslâm medeniyetindedir. İslâm medeniyetinde 10.
yüzyıldan îtibâren teknoloji geliştirilmiştir ama teknolojide ilerlenememiştir.
Teknolojinin ilerlemesi için sermâyeciliği îcât etmelerini, yâni18. yüzyılın
ikinci yarısını beklememiz gerekmiştir. 18. Yüzyılın ikinci yarısında
teknolojiden sanâyi doğmuştur ve sanâyide teknoloji, fen tavan yapmıştır”.
Tekniğin teknolojiye dönmesi doğanın ve sonrasında da hayvanların ve insanların
yok olmasıyla sonuçlanma riski ve ihtimâli ortaya çıkarır. Çünkü moder5n insan
teknoloji ile tanrılaşmak amacındadır. Freud bu konuda şöyle der:
“Geçmişte insan techne ile elde ettiği teknik
bilgiyi yetersizliği nedeniyle işleyememiş ve kısacası tanrılaşamamıştır. Fakat
günümüzde logos ve matematik teknolojinin yardımıyla techneyi daha iyi
işlemekte ve yaptıkları ile gitgide tanrı olmaktadırlar. Bu durum
insanoğlunun sonunu getirecektir, en doğru yol teknolojiden kurtulup; insanoğluna
tekrar kendisinin doğaya âit olduğunu anımsatmak ve doğayı insanoğluna göre
değiştirmekten vazgeçip, insanoğlunu doğaya göre biçimlendirmeye başlamaktır”.
Descartes
madde ile mânâyı, rûhu ve özü ayırdığında ve mânâyı sâdece düşünceye hasrederek
“düşünüyorum, öyleyse varım” dediğinde, mânâyı ve özü sâdece insana has kılmış
ve insan dışındaki bitki ve hayvanın, taş ve toprak gibi bir nesneye
indirgenmesine neden olmuştur. Bitki ve hayvan yâni kısaca doğa nesneleştirildiğinde,
dolayısıyla değersizleştirildiğine, artık insana, onu tepe-tepe kullanmak ve
ona hâkim olmak düşüncesi ve eylemini açığa çıkarmak kalmıştır. Modernizm ve
teknoloji, işte bunu başlatan ve sürdüren düşüncesinin ve eylemin adıdır.
Modernizm ve
teknoloji, “doğanın insana uyarlanması süreci”dir. Bu uğurda zulmedilme pahasına
da doğaya yoğun olarak müdâhale edilmekte ve insana uygun hâle getirilmeye ve de
insanın hâkim olacağı şekle sokulmaya çalışılmaktadır. Tabi bunun bedelleri,
çok ağır olmaktadır. Modern insanın başına gelenler, teknoloji kullanarak doğaya
karşı kendi elleriyle yaptıkları müdâhalelerin ve tahribâtın bir sonucudur.
Yunanca tekhne kelimesinde; sanat, zanaat, doğaya
uygunluk ve rûh vardır. Teknoloji ise ruhsuzdur, soğuktur ve doğaya aykırıdır
ve bu yüzden doğayı tahrip eder durur. Tekhne
kelimesinin içerdiği bir-çok anlamın yanında el işi, zanaat, pratik yetenek,
bilgi, mârifet vb. anlamlarına da gelebilecek sanat ve ustalığın bir potada
eridiği bir kavramı ifâde eder. Logos kelimesi ise anlamlandırma, mantığa
büründürme, akla vurma vb. anlamlara gelir. “Tekniğin bilgisi” demektir.
Antik-çağ yunan
felsefesi, ilk döneminde, tümüyle bir fizik-doğa (yunanca phusis) felsefesidir.
İlk yunan düşünürleri, klâsik anlamında felsefeci yada filozof değil,
fizikçidirler (doğa bilimcisi). Nitekim Milet felsefesine “Milet fiziği” de
denir. İlk yunanlılar insanın üstünlüğünü onun teknik emeğinde buluyorlardı. Örneğin
Anaksagoras’a göre insan, elleri olduğu için hayvanların en akıllısıdır. Bir yazıda teknik ve teknoloji hakkında şunlar
söylenir:
“Teknoloji, doğayı
kontrôl altına almak düşüncesi ve pratiğidir. Batı felsefe târihinin dönüm
noktalarından biri olan Rönesans düşüncesi, bir yandan eski yunan kaynaklarına
yönelerek Ortaçağın yitirdiği kozmik doğa anlayışına dönmek, öte-yandan doğaya
egemen olmak ve onu denetimi altına sokmak istiyordu. Rönesans, Ortaçağın
geri-plâna ittiği yâhut hemen-hemen unuttuğu akla dayalı faaliyet (noetik)
kavrayışı yeniden canlandırmak amacındaydı. Bir doğaya hükmetme isteği vardı.
Eski yunan kozmik düşüncesinde doğa merkezde
yer alırken, Rönesans düşüncesinde insana merkezde yer verilmişti. Üstelik
kozmik düşüncede doğaya uygun davranmak önemliyken, Rönesans’da doğayı, teknik
yoluyla insana uygun hâle getirmek önemlidir. Bu aşamada Rönesans, batı
düşüncesinin kaynaklarında baştan bêri mevcut olan, insana uygun olmayan doğa,
‘lânetlenmiş doğa’ anlayışından hareketle, doğayı insana uygun hâle getirecek,
yetkinleştirecek, teknik düşünceyi uygulamaya geçirecektir. Gerek eski yunan
düşüncesinde gerek yahudi-hristiyan geleneğinde bu görüşler bulunmasına rağmen
uygulamaya konulmamıştır. Eski yunanda tekniğin, Rönesans anlamında
kullanılmasına engel olunmuştu. Oysa şimdi kendisini evrenin merkezine koyan
yeni insan, yüzünü bu dünyâya çevirerek bütün doğaya ve evrene hâkim olmak,
yeryüzü krallığını kurmak istiyordu. Artık tekniğin yeni kullanımını
engelleyebilecek ve insanı gemleyebilecek dinsel dogmalar da eskisi kadar güçlü
değildi. İşte bu noktada insanlık târihinde ilk kez Dünyâ’yı kökten
dönüştürmeye, insanın nefsânî ihtiyaçlarına göre düzenlemeye yol açacak bir
teknik düşüncesi ortaya çıkıyordu. Rönesans, batı açısından sâdece Dünyâ’nın
keşfedildiği bir dönemin başlangıcı değil, aynı-zamanda doğanın fethedildiği
bir dönemin de başlangıcıydı.
Doğa artık somunlardan, pistonlardan, çarklardan
meydana gelmiş bir makine hâline dönüştürülmüştür. Doğa cansız, amaçsız,
sıradan, yer kaplayan bir varlık, bir kütledir: İnsanın dışında doğadaki hiç-bir
varlığın, ister hayvan ister bitki olsun rûhu ve canı yoktur. Hayvanlar candan
yoksun birer makinedir; acı ve haz duyusundan yoksundur. Hayvanların acı
çektiğini sanmak duyusal bir yanılsamadır. Descartes’e göre, can çekişen bir
hayvan, olsa-olsa ritmi bozulmuş bir makinenin düzensiz titreşimlerinden başka
bir şey değildir. Res Ekstensa (genişletilmiş şey) düşüncesi, insanın doğayı
istediği şekilde kullanabilmesine ve biçimlendirmesine olanak sağlamıştır.
Bundan böyle yapılması gereken iş Res Ekstensa’yı, hantal makineyi insana göre
ayarlamak, hattâ yeni bir makine yaratmak olacaktır.
Descartes’e göre insanın görevi, doğanın
hâkimi ve efendisi olmaktır. Modern teknoloji düşüncesinin en önemli yönü
ortaya çıkmıştır: Bundan böyle doğayı hesâba katan teknik gözden düşmüş, yerine
doğayı yeni-baştan insana göre tepeden-tırnağa düzenleyen bir teknik anlayış
geçmiştir. Simgesel bir anlatışla,
rüzgârı hesâba katan yel-değirmeninden, düşünen ben’in irâdesine göre doğayı
düzenleyen buharlı makineye geçilmiştir. Bu düzenlemede her-şeyin ölçütü modern
yaşama tarzı olmuştur. Böylece teknik, kapitâlist yaşama tarzının yarattığı ihtiyaçları
karşılayan bir etkinlik hâline gelmiştir. Bu yeni yaşama tarzı içerisinde doğa,
hattâ insanın kendisi bütün özsel ahlâkî değerlerden soyulmuş, işlevsel,
kullanımsal bir tüketim-metası (kheremdas) düzeyine indirgenmiştir. Şimdi tüketim,
eşyâ ile aynı düzlemde yorumlanan insanın ölçüsü olmuştur”.
Doğayı ve
doğa anlayışına uygun tekniği Allah’tan kopardığınızda ve onu teknolojiye
dönüştürdüğünüzde, artık doğayı tüketmekten ve insana göre yapmaktan başka bir
şey düşünmezsiniz ki doğayı doğallığından koparan modernizmin bir tüketim
uygarlığı olmasının nedeni budur. Çünkü doğayı özünden koparmak, onun anlamını
yok etmek demek olur. Anlamsızlaştırılan şeyin ancak tüketildiğinde bir değeri
olur. Bu nedenle de anlamsızlık, tüketimi alabildiğine kışkırtır. Meryem
Cemile: “İslâm kültürünün zirvede olduğu zamanlarda gelişen tabiat bilimleri,
mânâ ve değer anlayışından aslâ ayrılmamışlardı ve karakter, hedefler, ideâller
yönüyle, bugün bildiğimiz bilimden köklü bir şekilde farklı idiler. Anlamamız
ve îtirâf etmemiz gerekir ki, ‘gelişme’ hiç-bir gerçek temeli bulunmayan bir
canavar ve yanlış bir efsânedir. Yapılması gereken şey, İslâm-biliminin sâdece
modern-bilimlerin öncüsü olarak değil, aynı-zamanda bizi budalalığımızdan
kurtarabilecek yegâne alternatif olarak da incelenmesidir” der.
Mustafa
Aydın, teknik ve teknoloji ayrımı yaparken şunları söyler:
“Maalesef, yalnız
batılılar tarafından değil diğer toplumlarca da teknik, moderniteyle
özdeşleştirile-gelmiştir. Onun için de hem tekniğin kullanılması hem de modernitenin
eleştirilmesi etik-dışı kabûl edilmiştir. Hâlbuki teknik insanlığın ortak bir
verisidir. Batı buna organizeli bir biçimi olan teknolojiyi eklemiştir. Bana
göre teknikte âidiyet düşünülemez. Tersi geçerli olsaydı Çinlilerden izinsiz
veya onlara bir diyet borcu ödemeden kimsenin pusulayı kullanmaması gerekirdi.
Bu temel yargının yanında belirtmeliyiz ki teknik hiç-bir şekilde karşıya
alınamaz. Böyle bir şey ‘rüzgâra karşı tükürmek’ olur.
Müslümanlar modern
dünyânın yaşadığı kırılmayı yeterince fark edebilmiş değildir. Bu konudaki en
önemli çeldirici herhâlde müslümanların kendilerini teknolojik gelişmelere
endekslemiş olmalarıdır. İslâm dünyâsında en iddiâlı dînî cemaatler teknik
buluşlar, fizik, kimyâ gibi fen bilimlerinde îcatlarla kendilerini gösterme
çabasındadırlar. Üzerinde durduğumuz alan bakımından sosyâl bilimlerde ciddî
bir açıklık bulunmaktadır. Yâni İslâm duyarlı bir sosyâl-bilim gelişmesi yok.
Sonradan tanıştığımız fen ve teknoloji konusunda batılı ülkelere teknoloji ve
ürün pazarlayabilir hâle gelmemize rağmen bu konudaki açlığımız bir türlü
bitmemekte, bizi sürükleyip götürmektedir”.
Modern-bilim
ve de teknoloji, modern insanın en büyük putu hâline gelmiştir. Şu-anda
ideolojiler üzerinden koşulan şirkin kat-kat fazlası, bilim ve teknoloji
üzerinden koşulmaktadır. Modernite ile birlikte ekonomik-bilimsel-teknolojik
gelişme(!) ve tapım, bir “takıntı” hâline gelmiştir. Modernizm, bir “teknoloji
putperestliği”dir. Başta cep-telefonu olmak üzere tüm elektronik cihazlar,
modern-tekno paganizmin taptığı temsiller ve sûretlerdir. İnsanı, “Allah’tan
başka taptıkları” helâk eder. Modern insanı helâk edecek olan şey teknolojidir.
Teknoloji,
doğaya yapılan ağır saldırının bir sonucudur. “Teknolojiyle hayat kolaylaşıyor”
denilse de, teknoloji ile hayâtın kolaylaşmasının(!) bedeli, “insanın
rûhsuzlaşması” olmuştur. İnsan bir makineye dönüştürülmüştür. Dişlinin bir
parçasıdır artık. Aklın ortaya çıkardığı teknoloji, aklı yok etmektedir. Modern
dünyâda insanı en çok aptallaştıran şey, teknolojidir. Teknolojinin ortaya
çıkardığı kolaylıklar, yine “teknolojinin ortaya koyduğu zorluklar”ın bir
sonucudur.
Teknolojik günahların cezâsı daha Dünyâ’da başlar. Teknolojik ilerlemenin(!) bedeli,
“insan özgürlüğünün kısıtlanması”dır. Teknoloji, bizim “sorunlarımızın
nedeni”dir, “çâresi” değil. Çünkü teknoloji, “yıkım teknolojisi”dir. Teknoloji
ilerledikçe yıkım-gücü artan makineler çıkıyor ortaya. Teknoloji geliştikçe(!) açlık çoğalıyor. Hâlbuki tam tersi olması
gerekmiyor mu?.
Teknoloji geliştikçe insan sınırlanıyor.
Teknoloji, insanın o özel insânî özelliklerini körelttiği için, insana has o
özellikler kullanılamıyor.
Teknoloji geliştikçe, sanat ve estetik zayıflar. Zîrâ teknoloji
ruhsuzdur. Çünkü içine
rûh katılmamış hiç-bir şey sanat değildir. Bu nedenle teknolojinin ürünleri
sanat değildir. Çünkü sanat demek “el” demektir.
Teknoloji, “el”i işlevsiz bıraktı. Sonuçta her-şeyde bir bereketsizlik ve
absürdlük ortaya çıktı.
Modern-bilim
ve teknoloji çağı Allahsız olduğu için Allah’ı hatırlatmaz. Oysa doğal-geleneksel
toplumda doğayla iç-içe yaşandığı için Allah sürekli hatırdadır. Bir çiçek
doğal olarak insana Allah’ı hatırlatır, fakat bir entegre Allah’ı hatırlatmaz
ve tam-aksine unutturur. Bu nedenle de doğallıktan uzaklaşıldıkça Allahsızlaşma
başlar. Teknoloji “doğallıktan uzaklaşma ve kopma”nın adıdır. Bu nedenle
teknoloji Allahsızdır. Allahsız olduğu için anlamsızdır. Anlamsız olduğu için
nesneleştiricidir.
İlerleme,
“insanın ilerlemesi” olmalıdır. Yoksa insan her yönden gerilerken teknolojinin
ilerlemesine “ilerleme” demek saçma olur.
Biz “batı’nın
ahlâkını değil, bilimini ve teknolojisini alalım” derken aslında onların ahlâksızlığını,
merhâmetsizliğini, vicdansızlığını ve Allahsızlığını da almış olursunuz. Çünkü
teknoloji, batı’nın Allahsız, anlamsız ve ahlâksız zihniyetinin ve eylemlerinin
bir sonucudur. Üstelik “teknolojinin yararlı taraflarını alalım ama zarar
verecek taraflarını almayalım” da diyemezsiniz. Teknolojinin “iyi” taraflarının
alınıp da “kötü” taraflarının alınmaması ve atılması diye bir şey yoktur.
Teknolojinin ya tamâmını alırsınız yada tamâmını atarsınız.
Evet;
modern-bilim ve onun görünümü olan teknolojide sizin için bâzı yararlar vardır,
fakat zararları ve günahları daha büyüktür.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder