21 Mart 2023 Salı

Teknik ve Teknoloji

 


“İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).

 

Teknik ile teknoloji arasında fark vardır. Teknik, doğayla kesin şekilde uyumlu olandır. Doğaya zarar vermeme düşüncesi vardır teknikte. Böyle olunca da teknik, bir amaç için ve mutlakâ gerekli olduğunda ortaya çıkar. Gereksiz teknik îcat yapılmaz. Zâten alıcısı da olmaz. Teknik doğaldır, normâldir ve yavaş-yavaş olandır. Teknikte bir şey îcâd etme kişide bir “ben yaptım” düşüncesi açığa çıkarıp insanda kibir yapabilir. Fakat teknik sınırlı ve yavaş olan bir şey olduğu için bu kibir hem sınırlı olur hem de sürekli olmaz.  Teknikte doğayı nesneleştirme, ona hâkim olma ve ne pahasına olursa-olsun doğayı değiştirme düşüncesi yoktur. Teknik, el ile olan şeydir. Böyle olunca da işe mecbûren “el” karışır. Teknik el ile yapılan şeydir. Dolayısıyla teknikte bir rûh olur.

 

Teknoloji “modern” olandır. Teknoloji modernizmin ete-kemiğe bürünmüş hâlidir. Modern olan Allahsız olan demektir. Allahsız olansa, mecbûren şeytânî-nefsî-tâğûtî olan olur. Böyle olunca da mutlakâ zararlı olur. Teknoloji tekniğin “sâdece bilgisi”dir: Tekhne-logos. Teknoloji, tekniğin bilgisini alır ama çalışma metodunu almaz, yâni onun normâlliğini ve doğallığını almaz. Çünkü teknoloji doğaya uygun davranmayı değil, doğaya hâkim olmayı ve onu istediği gibi evirip-çevirmeyi düşünür. Zîrâ teknoloji modern bir şeydir ve modernizm bir hümanist uygarlık biçimi olduğu için insanı merkeze alır. İnsanı merkeze aldığı için de her-şeyi insana göre değiştirmek ve dönüştürmek ister. Teknoloji, doğayı insana göre değiştirmek ve dönüştürmek amacıdır. Teknolojinin en çok değiştirdiği, dönüştürdüğü ve kullandığı şey elbette doğa olacaktır. Böyle olduğu için de teknolojinin doğanın doğallığını bozarak ona zarar vermesi kaçınılmaz olacaktır ki bu durumda sonuçta sâdece bitkilere değil, hayvanlara ve insanlara da zarârı dokunacaktır.

 

Techne, “teknik” bilgi anlamına gelir, bu teknik bilgi; bir şeyi, âleti, aracı oluşturmaya yarar. Tekniğin doğayla olan uyumu değil de sâdece bilgisi alınca doğadan kopulmuş oldu. Çünkü tekniğin sâdece bilgisi alındı ve özü alınmadı. Bu da doğaya zarar verdi, veriyor. Techne yâni teknik, insanın sâdece doğadaki hayatını kolaylaştıracak araçların yapımında kullanılır. Bu nedenle ilerlemesi doğal olur, doğal olunca da doğaya zarârı olmaz. Zâten teknikte işe el ve rûh da karışır. Elin ve rûhun işe karıştığı şeyin bir zarar vermesi çok mümkün değildir. Aristo bu yüzden tekniği ruhsal ve sanatsal bir erdem saymıştır. Techne, tekniğin teknolojiye dönüşmesini ve dolayısıyla çığırından çıkmasını engellemiştir. Çünkü techne bilgisinde doğayla dost olmak çok ön-plândadır.

 

Teknolojinin üretildiği yer sanâyidir ve sanayi işe hem Allah’ı hem de insanı karıştırmamaktır. Teoman Duralı teknik, teknoloji ve sanâyi hakkında şunları söyler:

 

“Teknik, felsefenin bilim yöntemini uygulamasına yâhut da çok kısa olarak felsefe-bilim yöntemini uygulayan tekniğe teknoloji diyoruz. İslâm medeniyetinde ortaya çıkıyor ama müslümanlar bunu kullanmıyorlar. Yâni ortaya çıkıp kalıyor. Yeni çağdaşlıkla birlikte önce felemenkler, daha sonra ingilizler teknolojiyi alabildiğine uygulamaya başlıyorlar. Bunun büyük çapta uygulanışı sanâyiyi berâberinde getiriyor. Sanâyi ne demektir?. ‘İnsan müdâhalesini en aza indiren üretim’ demektir ve bunun yapıldığı yer fabrikadır.

 

Bilimle teknik ayrı şeylerdir. Teknik zanaat bir işi başarmak için dünyâya yönelmeniz, elde ettiğiniz hammaddeyi işlemeniz demektir. Şu kapıyı açacağız, o kapıya uygun bir anahtar îmâl ederiz. Bu tekniktir. Kapı denilen nesne nasıl açılır?. Anahtarla açılır, bir anahtar modeli çizeriz ve tek-tek kapılara ne yapmak gerekir sorusunun cevâbını getiririz. Bu bilimdir. Bilim genelcidir, bilim özele, bizi belirli bir olaya, özgün bir sorunu çözmeye götürmez. Bilimden hareketle özgün, spesifik bir sorun çözülür. Bilimin kendisi değil, bilimden hareketle geliştirdiğimiz teknik bizi belirli sorunu çözmeye götürür. Bilimden hareketle belirli bir sorunu çözmeye götürdüğümüz tekniğe bugün teknoloji, fen diyoruz. Bilimden önce de teknik vardı ama teknoloji bilimden sonradır. Yunan’da bilim ortaya çıkmıştır ilk defâ ama henüz teknoloji yoktur. Teknoloji geliştirmediler yâni îcât edemediler. Teknolojinin, fennin îcâzdı İslâm medeniyetindedir. İslâm medeniyetinde 10. yüzyıldan îtibâren teknoloji geliştirilmiştir ama teknolojide ilerlenememiştir. Teknolojinin ilerlemesi için sermâyeciliği îcât etmelerini, yâni18. yüzyılın ikinci yarısını beklememiz gerekmiştir. 18. Yüzyılın ikinci yarısında teknolojiden sanâyi doğmuştur ve sanâyide teknoloji, fen tavan yapmıştır”.

 

Tekniğin teknolojiye dönmesi doğanın ve sonrasında da hayvanların ve insanların yok olmasıyla sonuçlanma riski ve ihtimâli ortaya çıkarır. Çünkü moder5n insan teknoloji ile tanrılaşmak amacındadır. Freud bu konuda şöyle der:

 

 “Geçmişte insan techne ile elde ettiği teknik bilgiyi yetersizliği nedeniyle işleyememiş ve kısacası tanrılaşamamıştır. Fakat günümüzde logos ve matematik teknolojinin yardımıyla techneyi daha iyi işlemekte ve yaptıkları ile gitgide tanrı olmaktadırlar. Bu durum insanoğlunun sonunu getirecektir, en doğru yol teknolojiden kurtulup; insanoğluna tekrar kendisinin doğaya âit olduğunu anımsatmak ve doğayı insanoğluna göre değiştirmekten vazgeçip, insanoğlunu doğaya göre biçimlendirmeye başlamaktır”.

 

Descartes madde ile mânâyı, rûhu ve özü ayırdığında ve mânâyı sâdece düşünceye hasrederek “düşünüyorum, öyleyse varım” dediğinde, mânâyı ve özü sâdece insana has kılmış ve insan dışındaki bitki ve hayvanın, taş ve toprak gibi bir nesneye indirgenmesine neden olmuştur. Bitki ve hayvan yâni kısaca doğa nesneleştirildiğinde, dolayısıyla değersizleştirildiğine, artık insana, onu tepe-tepe kullanmak ve ona hâkim olmak düşüncesi ve eylemini açığa çıkarmak kalmıştır. Modernizm ve teknoloji, işte bunu başlatan ve sürdüren düşüncesinin ve eylemin adıdır.

 

Modernizm ve teknoloji, “doğanın insana uyarlanması süreci”dir. Bu uğurda zulmedilme pahasına da doğaya yoğun olarak müdâhale edilmekte ve insana uygun hâle getirilmeye ve de insanın hâkim olacağı şekle sokulmaya çalışılmaktadır. Tabi bunun bedelleri, çok ağır olmaktadır. Modern insanın başına gelenler, teknoloji kullanarak doğaya karşı kendi elleriyle yaptıkları müdâhalelerin ve tahribâtın bir sonucudur.

 

Yunanca tekhne kelimesinde; sanat, zanaat, doğaya uygunluk ve rûh vardır. Teknoloji ise ruhsuzdur, soğuktur ve doğaya aykırıdır ve bu yüzden doğayı tahrip eder durur. Tekhne kelimesinin içerdiği bir-çok anlamın yanında el işi, zanaat, pratik yetenek, bilgi, mârifet vb. anlamlarına da gelebilecek sanat ve ustalığın bir potada eridiği bir kavramı ifâde eder. Logos kelimesi ise anlamlandırma, mantığa büründürme, akla vurma vb. anlamlara gelir. “Tekniğin bilgisi” demektir.

 

Antik-çağ yunan felsefesi, ilk döneminde, tümüyle bir fizik-doğa (yunanca phusis) felsefesidir. İlk yunan düşünürleri, klâsik anlamında felsefeci yada filozof değil, fizikçidirler (doğa bilimcisi). Nitekim Milet felsefesine “Milet fiziği” de denir. İlk yunanlılar insanın üstünlüğünü onun teknik emeğinde buluyorlardı. Örneğin Anaksagoras’a göre insan, elleri olduğu için hayvanların en akıllısıdır. Bir yazıda teknik ve teknoloji hakkında şunlar söylenir:

 

Teknoloji, doğayı kontrôl altına almak düşüncesi ve pratiğidir. Batı felsefe târihinin dönüm noktalarından biri olan Rönesans düşüncesi, bir yandan eski yunan kaynaklarına yönelerek Ortaçağın yitirdiği kozmik doğa anlayışına dönmek, öte-yandan doğaya egemen olmak ve onu denetimi altına sokmak istiyordu. Rönesans, Ortaçağın geri-plâna ittiği yâhut hemen-hemen unuttuğu akla dayalı faaliyet (noetik) kavrayışı yeniden canlandırmak amacındaydı. Bir doğaya hükmetme isteği vardı.

 

Eski yunan kozmik düşüncesinde doğa merkezde yer alırken, Rönesans düşüncesinde insana merkezde yer verilmişti. Üstelik kozmik düşüncede doğaya uygun davranmak önemliyken, Rönesans’da doğayı, teknik yoluyla insana uygun hâle getirmek önemlidir. Bu aşamada Rönesans, batı düşüncesinin kaynaklarında baştan bêri mevcut olan, insana uygun olmayan doğa, ‘lânetlenmiş doğa’ anlayışından hareketle, doğayı insana uygun hâle getirecek, yetkinleştirecek, teknik düşünceyi uygulamaya geçirecektir. Gerek eski yunan düşüncesinde gerek yahudi-hristiyan geleneğinde bu görüşler bulunmasına rağmen uygulamaya konulmamıştır. Eski yunanda tekniğin, Rönesans anlamında kullanılmasına engel olunmuştu. Oysa şimdi kendisini evrenin merkezine koyan yeni insan, yüzünü bu dünyâya çevirerek bütün doğaya ve evrene hâkim olmak, yeryüzü krallığını kurmak istiyordu. Artık tekniğin yeni kullanımını engelleyebilecek ve insanı gemleyebilecek dinsel dogmalar da eskisi kadar güçlü değildi. İşte bu noktada insanlık târihinde ilk kez Dünyâ’yı kökten dönüştürmeye, insanın nefsânî ihtiyaçlarına göre düzenlemeye yol açacak bir teknik düşüncesi ortaya çıkıyordu. Rönesans, batı açısından sâdece Dünyâ’nın keşfedildiği bir dönemin başlangıcı değil, aynı-zamanda doğanın fethedildiği bir dönemin de başlangıcıydı.

 

Doğa artık somunlardan, pistonlardan, çarklardan meydana gelmiş bir makine hâline dönüştürülmüştür. Doğa cansız, amaçsız, sıradan, yer kaplayan bir varlık, bir kütledir: İnsanın dışında doğadaki hiç-bir varlığın, ister hayvan ister bitki olsun rûhu ve canı yoktur. Hayvanlar candan yoksun birer makinedir; acı ve haz duyusundan yoksundur. Hayvanların acı çektiğini sanmak duyusal bir yanılsamadır. Descartes’e göre, can çekişen bir hayvan, olsa-olsa ritmi bozulmuş bir makinenin düzensiz titreşimlerinden başka bir şey değildir. Res Ekstensa (genişletilmiş şey) düşüncesi, insanın doğayı istediği şekilde kullanabilmesine ve biçimlendirmesine olanak sağlamıştır. Bundan böyle yapılması gereken iş Res Ekstensa’yı, hantal makineyi insana göre ayarlamak, hattâ yeni bir makine yaratmak olacaktır.

 

Descartes’e göre insanın görevi, doğanın hâkimi ve efendisi olmaktır. Modern teknoloji düşüncesinin en önemli yönü ortaya çıkmıştır: Bundan böyle doğayı hesâba katan teknik gözden düşmüş, yerine doğayı yeni-baştan insana göre tepeden-tırnağa düzenleyen bir teknik anlayış geçmiştir. Simgesel bir anlatışla, rüzgârı hesâba katan yel-değirmeninden, düşünen ben’in irâdesine göre doğayı düzenleyen buharlı makineye geçilmiştir. Bu düzenlemede her-şeyin ölçütü modern yaşama tarzı olmuştur. Böylece teknik, kapitâlist yaşama tarzının yarattığı ihtiyaçları karşılayan bir etkinlik hâline gelmiştir. Bu yeni yaşama tarzı içerisinde doğa, hattâ insanın kendisi bütün özsel ahlâkî değerlerden soyulmuş, işlevsel, kullanımsal bir tüketim-metası (kheremdas) düzeyine indirgenmiştir. Şimdi tüketim, eşyâ ile aynı düzlemde yorumlanan insanın ölçüsü olmuştur”.

 

Doğayı ve doğa anlayışına uygun tekniği Allah’tan kopardığınızda ve onu teknolojiye dönüştürdüğünüzde, artık doğayı tüketmekten ve insana göre yapmaktan başka bir şey düşünmezsiniz ki doğayı doğallığından koparan modernizmin bir tüketim uygarlığı olmasının nedeni budur. Çünkü doğayı özünden koparmak, onun anlamını yok etmek demek olur. Anlamsızlaştırılan şeyin ancak tüketildiğinde bir değeri olur. Bu nedenle de anlamsızlık, tüketimi alabildiğine kışkırtır. Meryem Cemile: “İslâm kültürünün zirvede olduğu zamanlarda gelişen tabiat bilimleri, mânâ ve değer anlayışından aslâ ayrılmamışlardı ve karakter, hedefler, ideâller yönüyle, bugün bildiğimiz bilimden köklü bir şekilde farklı idiler. Anlamamız ve îtirâf etmemiz gerekir ki, ‘gelişme’ hiç-bir gerçek temeli bulunmayan bir canavar ve yanlış bir efsânedir. Yapılması gereken şey, İslâm-biliminin sâdece modern-bilimlerin öncüsü olarak değil, aynı-zamanda bizi budalalığımızdan kurtarabilecek yegâne alternatif olarak da incelenmesidir” der.

 

Mustafa Aydın, teknik ve teknoloji ayrımı yaparken şunları söyler:

 

“Maalesef, yalnız batılılar tarafından değil diğer toplumlarca da teknik, moderniteyle özdeşleştirile-gelmiştir. Onun için de hem tekniğin kullanılması hem de modernitenin eleştirilmesi etik-dışı kabûl edilmiştir. Hâlbuki teknik insanlığın ortak bir verisidir. Batı buna organizeli bir biçimi olan teknolojiyi eklemiştir. Bana göre teknikte âidiyet düşünülemez. Tersi geçerli olsaydı Çinlilerden izinsiz veya onlara bir diyet borcu ödemeden kimsenin pusulayı kullanmaması gerekirdi. Bu temel yargının yanında belirtmeliyiz ki teknik hiç-bir şekilde karşıya alınamaz. Böyle bir şey ‘rüzgâra karşı tükürmek’ olur.

 

Müslümanlar modern dünyânın yaşadığı kırılmayı yeterince fark edebilmiş değildir. Bu konudaki en önemli çeldirici herhâlde müslümanların kendilerini teknolojik gelişmelere endekslemiş olmalarıdır. İslâm dünyâsında en iddiâlı dînî cemaatler teknik buluşlar, fizik, kimyâ gibi fen bilimlerinde îcatlarla kendilerini gösterme çabasındadırlar. Üzerinde durduğumuz alan bakımından sosyâl bilimlerde ciddî bir açıklık bulunmaktadır. Yâni İslâm duyarlı bir sosyâl-bilim gelişmesi yok. Sonradan tanıştığımız fen ve teknoloji konusunda batılı ülkelere teknoloji ve ürün pazarlayabilir hâle gelmemize rağmen bu konudaki açlığımız bir türlü bitmemekte, bizi sürükleyip götürmektedir”.

 

Modern-bilim ve de teknoloji, modern insanın en büyük putu hâline gelmiştir. Şu-anda ideolojiler üzerinden koşulan şirkin kat-kat fazlası, bilim ve teknoloji üzerinden koşulmaktadır. Modernite ile birlikte ekonomik-bilimsel-teknolojik gelişme(!) ve tapım, bir “takıntı” hâline gelmiştir. Modernizm, bir “teknoloji putperestliği”dir. Başta cep-telefonu olmak üzere tüm elektronik cihazlar, modern-tekno paganizmin taptığı temsiller ve sûretlerdir. İnsanı, “Allah’tan başka taptıkları” helâk eder. Modern insanı helâk edecek olan şey teknolojidir.

 

Teknoloji, doğaya yapılan ağır saldırının bir sonucudur. “Teknolojiyle hayat kolaylaşıyor” denilse de, teknoloji ile hayâtın kolaylaşmasının(!) bedeli, “insanın rûhsuzlaşması” olmuştur. İnsan bir makineye dönüştürülmüştür. Dişlinin bir parçasıdır artık. Aklın ortaya çıkardığı teknoloji, aklı yok etmektedir. Modern dünyâda insanı en çok aptallaştıran şey, teknolojidir. Teknolojinin ortaya çıkardığı kolaylıklar, yine “teknolojinin ortaya koyduğu zorluklar”ın bir sonucudur.

 

Teknolojik günahların cezâsı daha Dünyâ’da başlar. Teknolojik ilerlemenin(!) bedeli, “insan özgürlüğünün kısıtlanması”dır. Teknoloji, bizim “sorunlarımızın nedeni”dir, “çâresi” değil. Çünkü teknoloji, “yıkım teknolojisi”dir. Teknoloji ilerledikçe yıkım-gücü artan makineler çıkıyor ortaya. Teknoloji geliştikçe(!) açlık çoğalıyor. Hâlbuki tam tersi olması gerekmiyor mu?.

 

Teknoloji geliştikçe insan sınırlanıyor. Teknoloji, insanın o özel insânî özelliklerini körelttiği için, insana has o özellikler kullanılamıyor.

 

Teknoloji geliştikçe, sanat ve estetik zayıflar. Zîrâ teknoloji ruhsuzdur. Çünkü içine rûh katılmamış hiç-bir şey sanat değildir. Bu nedenle teknolojinin ürünleri sanat değildir. Çünkü sanat demek “el” demektir. Teknoloji, “el”i işlevsiz bıraktı. Sonuçta her-şeyde bir bereketsizlik ve absürdlük ortaya çıktı.

 

Modern-bilim ve teknoloji çağı Allahsız olduğu için Allah’ı hatırlatmaz. Oysa doğal-geleneksel toplumda doğayla iç-içe yaşandığı için Allah sürekli hatırdadır. Bir çiçek doğal olarak insana Allah’ı hatırlatır, fakat bir entegre Allah’ı hatırlatmaz ve tam-aksine unutturur. Bu nedenle de doğallıktan uzaklaşıldıkça Allahsızlaşma başlar. Teknoloji “doğallıktan uzaklaşma ve kopma”nın adıdır. Bu nedenle teknoloji Allahsızdır. Allahsız olduğu için anlamsızdır. Anlamsız olduğu için nesneleştiricidir.

 

İlerleme, “insanın ilerlemesi” olmalıdır. Yoksa insan her yönden gerilerken teknolojinin ilerlemesine “ilerleme” demek saçma olur.

 

Biz “batı’nın ahlâkını değil, bilimini ve teknolojisini alalım” derken aslında onların ahlâksızlığını, merhâmetsizliğini, vicdansızlığını ve Allahsızlığını da almış olursunuz. Çünkü teknoloji, batı’nın Allahsız, anlamsız ve ahlâksız zihniyetinin ve eylemlerinin bir sonucudur. Üstelik “teknolojinin yararlı taraflarını alalım ama zarar verecek taraflarını almayalım” da diyemezsiniz. Teknolojinin “iyi” taraflarının alınıp da “kötü” taraflarının alınmaması ve atılması diye bir şey yoktur. Teknolojinin ya tamâmını alırsınız yada tamâmını atarsınız.

 

Evet; modern-bilim ve onun görünümü olan teknolojide sizin için bâzı yararlar vardır, fakat zararları ve günahları daha büyüktür.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2022

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder