13 Mart 2023 Pazartesi

Hak Dâvâyı Omuzlamak


“İşin gerçeği Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk; ve onlar emaneti taşımaktan kaçındılar, ondan dolayı tedirgin oldular; nihâyet onu insan yüklendi. Ne var ki, o da zâlim ve câhil biri olup çıktı” (Ahzâb 72).

 

İnsanı hayvandan ve canlı-cansız varlıklardan ayıran temel özelliklerden biri de, bir dâvâyı benimsemesi, izlemesi ve dâvâ uğruna her-şeyden vazgeçebilmesidir. Bir dâvâ uğruna, gerektiğinde malı ve canı da dâhil her-şeyden vazgeçebilecek olanlar ilk başta, âhiret îmânı olan mü’minler olmalıdır. Âhiret-merkezli yaşayanlar İslâm dâvâsını omuzlanmalı ve dâvâ uğruna tüm dirâyetini ortaya koyabilmelidir. Mü’minin alâmet-i fârikası bu olmalıdır. Çünkü Allah, âhiret, gayb, peygamber ve vahiy inancı olmayanların bile dâvâları uğruna bir-çok şeyden hattâ bâzen canlarından bile vazgeçebildikleri görülmektedir. Dâvâsı uğruna canını ortaya koyan bir deist yada ateist, öldüğünde yok olup gideceğine inanmasına rağmen dâvâsına sâhip çıkabilmekte, bu uğurda çabalamaktadır. Sonsuz bir ebediliğe îman eden mü’minlerin ise bunu çok daha fazla bir içtenlikle ve azimle yapmaları beklenir. İslâm dâvâsını hakkıyla omuzlayan ve bunu ispât edenlere selâm olsun. 

 

Müslümanların hâl-i pür melâlinin sebebi kanımca, hak dâvâyı omuzlamamalarıdır. Hattâ öyle ki, dâvâyı omuzlamamak için dâvânın teorik yönüyle aşırı ilgilenmekte, Allah’ın kendilerinden beklemediği gayretlere girmekte ve tâbir-i câizse yapmamak için her-şeyi yapmaktadırlar. Bu herhâlde sünnetullah gereğince böyledir. Çünkü yapılması gerekeni yapmayanlar, yapılmaması gerekeni yapmaya başlarlar. Dâvâyı omuzlamaktan kaçınanlar, dâvâyı omuzlamamayı meşrû hâle getirmek için bahaneler üretmektedirler.        

 

İslâm sâdece, “kötü-yanlış-çirkin olan şeyi bilmek ve yapmamak” demek değildir. İslâm; “kötü-yanlış-çirkin” olan şeyi bilip yapmaktan uzak durduktan sonra; “iyi-doğru-güzel” olan şeyi de bilip yapmak demektir. Ancak o zaman Allah’ın emri “tamam” olur ve hakkıyla müslüman-mü’min olunur. Peygamberimiz peygamberlikten önce de; “kötü-çirkin-yanlış” olan şeyi yapmıyordu. Fakat, Allah için bu yeterli değildi. Bu nedenle de Allah, Peygamberimiz’e “ağır bir yük” yükledi. Peygamberler “numune insanlar”dır ve bu nedenle de tüm müslümanlar bu numune insanların örnekliğini tâkip etmekle yükümlüdür. Peygamberimiz’in yüklendiği yüke destek (sallâ) vermek zorundadırlar. Allah, mü’minleri, kötü-çirkin-yanlış olan şeyleri yapmadıktan sonra; “iyi-doğru-güzel” olan şeyleri de yapmaya sevk-eder ve bunu emreder. Bu da gerektiğinde ağır bir yükü yüklenmeyi gerektirir.

 

İslâm’ı seçerek “ben müslümanım” diyenler, İslâm’ın yüklediği sorumlulukları kabûl etmiş olurlar. Müslümanlık iddiâsının ispâtı, bu sorumlulukları yerine getirmekle olur. Bu sorumlulukları yerine getirmek, dâvâyı en azından bir tarafından omuzlamak demektir.

 

İnsanlar iki çeşittir: Yük olanlar ve yük alanlar. İki çeşit insan vardır: 1-Geçimini “yüklenerek” sağlayanlar; 2-Geçimini “yükleyerek” sağlayanlar. Bir yükü omuzlamayanlar mutlakâ birilerine yük yüklemiş olurlar. Çünkü o yükü birileri yüklenmek zorunda kalacaktır. O-hâlde ey müslüman!; yaptığın işler kendinin yada başka birinin yükünü kaldırsın, yeni bir yük yüklemesin.

 

Doğrunun bir ağırlığı ve dolayısıyla bir yükü vardır. O yükün altına girmek istemeyenler yalanlara sığınırlar. Yalanlara sığınanların hak dâvâyı omuzlaması beklenemez. İnsan dâvâsız bir hayat yaşayamaz, çünkü insan anlamsız yaşayamaz. Anlam ise en iyi şekilde bir dâvâ içindeyken ortaya çıkar. Dâvâsız yaşamanın anlamı olmaz, bu nedenle insan bâtıl bile olsa bir dâvânın peşine düşer. Fakat bir dâvâ ölüm-ötesine dönük değil ise o da bir yerden sonra anlamsızlaşır. Çünkü bâtıl bir dâvâ uğruna hayâtından vazgeçebilenler için ölümünden sonra anılıp durulmasının bir anlamı ve faydası yoktur. Âhirete dönük olmayan dâvâlar için ölmek, ölen kişiye bir fayda sağlamaz ve onun için bir anlamı olmaz.

 

Hak dâvâyı omuzlamayanların sonu domuzlaşmaktır. Omuzlamadığınızda domuzlaşırsınız. Modern insanın domuzlaşma temâyülünün ana nedeni kanımca budur. Çünkü modern insanın hiç-bir değeri, hedefi ve dâvâsı yoktur. Zîrâ modern insan, yemeyi, içmeyi, giymeyi, gezmeyi, cinselliği, haz ve zevk içinde kendinden geçerek yaşamayı dâvâ edinmiş durumdadır. Onun tüm derdi budur. Modern insanın tüm tasası, kasasıdır. Mal-mülk ve para arttırmanın derdindedir. Çünkü bâtıl da olsa bir dâvâya âit değildir. Modern insan; “şark’ı bilmez garb’ı görmez, yok ilimden pâyesi; bir utanmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi” sözünde olduğu gibi asalak bir hayat yaşamaktadır. Bu durum, bir dâvâyı ama özellikle İslâm dâvâsını omuzlamaması nedeniyledir.  

 

Hak dâvâyı omuzlamadığınızda mecbûren bâtıl bir dâvâyı -şeklen de olsa- omuzlamak zorunda kalırsınız. Fakat bâtıl dâvâ sizin iç-âleminizi tatmin etmez. Bâtıl bir dâvâya âit olduğunuzda beyniniz, zihniniz ve bedeniniz faaliyettedir ama kâlbiniz, rûhunuz ve iç-âleminiz boşluktan kurtulamaz. Çünkü bâtıl dâvâ da bir yerden sonra anlamsızdır. Zîrâ “niye?” sorusu her zaman zihninizi meşgûl eder. Bâtıl bir dâvâ peşinde giden insanlar hem hedef ve anlamsızlıktan hem de iç-enerjilerini yeterince kullanmadıkları için umutsuz bir çehreye sâhip olurlar. Bâtıl da olsa bir dâvânın peşinde gitmeyen kitleler ise, boş, saçma-sapan ve gereksiz geçici şeylerin peşinde tüm enerjilerini harcadıkları için “modern dünyâ yükü”nün ağırlığı altında bitâp düşmüş durumda oldukları için bellerini doğrultamıyorlar.

 

Dünyevî yüklerimizden kurtulmadan sırât-ı müstakîm üzere yol alamayız. Dünyevî yükler, hak dâvâyı omuzlamanın önüne geçer, üstelik insanları gereksiz yüklerin altına sokar. Meselâ demokrasi, “devlet yükü”nün halkın omuzlarına yüklendiği sistemdir.

 

Bilgi, kişiye sorumluluk yükler, kişi, bu bilgiye bağlı olarak yüklenmesi gereken sorumluluğu yüklenmediğinde, o bilgi, kişiyi saptırmaya başlar. Kullanılmayan ve somutlaştırılmayan bilgi hazımsızlık yapar ve hasta eder, zîrâ İslâm’ın bilgisi lafta kalacak bir bilgi değildir. O-hâlde sorumluluğunu yüklenmeyecek olanların İslâmî bilgiden uzak kalması daha iyi olur. Çünkü İslâm hayâta dönüktür ve bir dâvâsı vardır. Bu dâvâ kendisini omuzlayacak olanları beklemektedir. Îman edip-etmemek, “îmânın sorumluluğunu yüklenecek ahlâkî bir sorumluluk alma potansiyelinin olup-olmamasıyla” ilgilidir.

 

Yaşamak “imtihanda olmak” demektir. Hiç-bir şeyle imtihan olmak istememek, “yaşamak istememek” demektir. O-hâlde yapılacak duâ: “Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz-taşıyamayacağımız şeyi bize yükleme” (Bakara 286) duâsıdır.

 

İnsan görece zayıf yaratılmıştır ama o, İslâm dâvâsını omuzlayacak ve ilerilere taşıyacak kadar da sağlam ve dayanıklıdır. Çünkü ne de olsa göklerin, dağların, denizlerin ve arzın taşıyamayacağı emâneti yüklenebilmiştir. 

 

Müslümanlar dâvâyı zihinlerinde taşıyorlar ama yüreklerinde ve bileklerinde taşımaya yanaşmıyorlar. Bu nedenle de bir yanda “kitap yüklenmiş eşekler” varken; diğer yanda “Kitab’ı yüklenmeyen eşekler” var:

 

“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zâlim bir kavmi hidâyete erdirmez” (Cum’a 5).

 

Oysa başta Peygamberimiz’e olmak üzere bize yüklenen ağır bir söz vardır. Bu sözün ağır olmasının nedeni hayâta ve dâvâya dönük olmasından dolayıdır:

 

“Gerçekten senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahy) bırakacağız” (Müzzemmil 5).

 

Tabi hak dâvâyı omuzlamayı göze alabilecek olanlar da vardır. Onlar sâdece bir çağrı beklemektedirler. Hak dâvâ öyle bir yüktür ki, o yükü yükleneler bir daha bırakmak istemezler. Önemli olan dâvâyı bir kere omuzlamaktır. Ata-sözünde söylendiği gibi; “işe başlamak bitirmenin yarısıdır”, işe bir türlü başlayamamak da o işin yükünü iki katına çıkarır. İşte hak dâvâyı omuzlamaya başlayamamak, o yükü insanların gözünde iki katına çıkarmaktadır. Aslında bir omuz atsa yükün o kadar da ağır olmadığını görecek, hattâ zamanla o yük ona ağır gelmeyecektir. 

 

Büyüklenenler hak dâvâyı yüklenemezler. Hak dâvâyı omuzlayabilmek için kardeşler olmak ve mü’minlerden oluşan bir topluluğun bulunması gerekir. Hak dâvâyı omuzlamak, mü’minlerle omuz-omuza olmayı gerektirir.

 

Hak dâvâyı omuzlamadığınızda bâtılın peşinde oynayıp oyalanmak zorunda kalırsınız. Bu durum sizi Dünyâ’da eğlendirse de kazandığınız günahlar âhirette belinizi çökertecek ağırlıkta olacaktır:

 

“Allah’a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrâna uğramışlardır. Öyle ki, saat (kıyâmet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: ‘Onda (Dünyâ’da) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize…’ derler. Dikkat edin, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür” (En-âm 31)

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder