“İşin gerçeği Biz emaneti
göklere, yere ve dağlara sunduk; ve onlar emaneti taşımaktan kaçındılar, ondan
dolayı tedirgin oldular; nihâyet onu insan yüklendi. Ne var ki, o da zâlim ve
câhil biri olup çıktı” (Ahzâb 72).
İnsanı
hayvandan ve canlı-cansız varlıklardan ayıran temel özelliklerden biri de, bir
dâvâyı benimsemesi, izlemesi ve dâvâ uğruna her-şeyden vazgeçebilmesidir. Bir
dâvâ uğruna, gerektiğinde malı ve canı da dâhil her-şeyden vazgeçebilecek
olanlar ilk başta, âhiret îmânı olan mü’minler olmalıdır. Âhiret-merkezli
yaşayanlar İslâm dâvâsını omuzlanmalı ve dâvâ uğruna tüm dirâyetini ortaya
koyabilmelidir. Mü’minin alâmet-i fârikası bu olmalıdır. Çünkü Allah, âhiret,
gayb, peygamber ve vahiy inancı olmayanların bile dâvâları uğruna bir-çok
şeyden hattâ bâzen canlarından bile vazgeçebildikleri görülmektedir. Dâvâsı
uğruna canını ortaya koyan bir deist yada ateist, öldüğünde yok olup gideceğine
inanmasına rağmen dâvâsına sâhip çıkabilmekte, bu uğurda çabalamaktadır. Sonsuz
bir ebediliğe îman eden mü’minlerin ise bunu çok daha fazla bir içtenlikle ve
azimle yapmaları beklenir. İslâm dâvâsını hakkıyla omuzlayan ve bunu ispât
edenlere selâm olsun.
Müslümanların
hâl-i pür melâlinin sebebi kanımca, hak dâvâyı omuzlamamalarıdır. Hattâ öyle
ki, dâvâyı omuzlamamak için dâvânın teorik yönüyle aşırı ilgilenmekte, Allah’ın
kendilerinden beklemediği gayretlere girmekte ve tâbir-i câizse yapmamak için
her-şeyi yapmaktadırlar. Bu herhâlde sünnetullah gereğince böyledir. Çünkü
yapılması gerekeni yapmayanlar, yapılmaması gerekeni yapmaya başlarlar. Dâvâyı
omuzlamaktan kaçınanlar, dâvâyı omuzlamamayı meşrû hâle getirmek için bahaneler
üretmektedirler.
İslâm
sâdece, “kötü-yanlış-çirkin olan şeyi bilmek ve yapmamak” demek değildir.
İslâm; “kötü-yanlış-çirkin” olan şeyi bilip yapmaktan uzak durduktan sonra;
“iyi-doğru-güzel” olan şeyi de bilip yapmak demektir. Ancak o zaman Allah’ın
emri “tamam” olur ve hakkıyla müslüman-mü’min olunur. Peygamberimiz
peygamberlikten önce de; “kötü-çirkin-yanlış” olan şeyi yapmıyordu. Fakat,
Allah için bu yeterli değildi. Bu nedenle de Allah, Peygamberimiz’e “ağır bir
yük” yükledi. Peygamberler “numune
insanlar”dır ve bu nedenle de tüm müslümanlar bu numune insanların örnekliğini
tâkip etmekle yükümlüdür. Peygamberimiz’in yüklendiği yüke destek (sallâ)
vermek zorundadırlar. Allah, mü’minleri,
kötü-çirkin-yanlış olan şeyleri yapmadıktan sonra; “iyi-doğru-güzel” olan
şeyleri de yapmaya sevk-eder ve bunu emreder. Bu da gerektiğinde ağır bir yükü
yüklenmeyi gerektirir.
İslâm’ı
seçerek “ben müslümanım” diyenler, İslâm’ın yüklediği sorumlulukları kabûl
etmiş olurlar. Müslümanlık iddiâsının ispâtı, bu sorumlulukları yerine
getirmekle olur. Bu sorumlulukları yerine getirmek, dâvâyı en azından bir
tarafından omuzlamak demektir.
İnsanlar iki
çeşittir: Yük olanlar ve yük alanlar. İki çeşit insan vardır: 1-Geçimini
“yüklenerek” sağlayanlar; 2-Geçimini “yükleyerek” sağlayanlar. Bir yükü
omuzlamayanlar mutlakâ birilerine yük yüklemiş olurlar. Çünkü o yükü birileri
yüklenmek zorunda kalacaktır. O-hâlde ey müslüman!; yaptığın işler kendinin
yada başka birinin yükünü kaldırsın, yeni bir yük yüklemesin.
Doğrunun bir ağırlığı ve
dolayısıyla bir yükü vardır. O yükün altına girmek istemeyenler yalanlara
sığınırlar. Yalanlara sığınanların hak dâvâyı omuzlaması beklenemez. İnsan
dâvâsız bir hayat yaşayamaz, çünkü insan anlamsız yaşayamaz. Anlam ise en iyi
şekilde bir dâvâ içindeyken ortaya çıkar. Dâvâsız yaşamanın anlamı olmaz, bu
nedenle insan bâtıl bile olsa bir dâvânın peşine düşer. Fakat bir dâvâ
ölüm-ötesine dönük değil ise o da bir yerden sonra anlamsızlaşır. Çünkü bâtıl
bir dâvâ uğruna hayâtından vazgeçebilenler için ölümünden sonra anılıp durulmasının
bir anlamı ve faydası yoktur. Âhirete dönük olmayan dâvâlar için ölmek, ölen kişiye
bir fayda sağlamaz ve onun için bir anlamı olmaz.
Hak dâvâyı omuzlamayanların
sonu domuzlaşmaktır. Omuzlamadığınızda domuzlaşırsınız. Modern insanın
domuzlaşma temâyülünün ana nedeni kanımca budur. Çünkü modern insanın hiç-bir
değeri, hedefi ve dâvâsı yoktur. Zîrâ modern insan, yemeyi, içmeyi, giymeyi,
gezmeyi, cinselliği, haz ve zevk içinde kendinden geçerek yaşamayı dâvâ edinmiş
durumdadır. Onun tüm derdi budur. Modern insanın tüm tasası, kasasıdır.
Mal-mülk ve para arttırmanın derdindedir. Çünkü bâtıl da olsa bir dâvâya âit
değildir. Modern insan; “şark’ı bilmez garb’ı görmez, yok ilimden pâyesi; bir
utanmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi” sözünde olduğu gibi asalak bir hayat
yaşamaktadır. Bu durum, bir dâvâyı ama özellikle İslâm dâvâsını omuzlamaması
nedeniyledir.
Hak dâvâyı omuzlamadığınızda
mecbûren bâtıl bir dâvâyı -şeklen de olsa- omuzlamak zorunda kalırsınız. Fakat bâtıl
dâvâ sizin iç-âleminizi tatmin etmez. Bâtıl bir dâvâya âit olduğunuzda
beyniniz, zihniniz ve bedeniniz faaliyettedir ama kâlbiniz, rûhunuz ve
iç-âleminiz boşluktan kurtulamaz. Çünkü bâtıl dâvâ da bir yerden sonra
anlamsızdır. Zîrâ “niye?” sorusu her zaman zihninizi meşgûl eder. Bâtıl bir dâvâ peşinde giden insanlar hem hedef ve
anlamsızlıktan hem de iç-enerjilerini yeterince kullanmadıkları için umutsuz
bir çehreye sâhip olurlar. Bâtıl da olsa bir dâvânın peşinde gitmeyen kitleler
ise, boş, saçma-sapan ve gereksiz geçici şeylerin peşinde tüm enerjilerini
harcadıkları için “modern dünyâ yükü”nün ağırlığı altında bitâp düşmüş durumda
oldukları için bellerini doğrultamıyorlar.
Dünyevî yüklerimizden
kurtulmadan sırât-ı müstakîm üzere yol alamayız. Dünyevî yükler, hak dâvâyı
omuzlamanın önüne geçer, üstelik insanları gereksiz yüklerin altına sokar.
Meselâ demokrasi, “devlet yükü”nün halkın omuzlarına yüklendiği sistemdir.
Bilgi, kişiye sorumluluk
yükler, kişi, bu bilgiye bağlı olarak yüklenmesi gereken sorumluluğu
yüklenmediğinde, o bilgi, kişiyi saptırmaya başlar. Kullanılmayan ve
somutlaştırılmayan bilgi hazımsızlık yapar ve hasta eder, zîrâ İslâm’ın bilgisi
lafta kalacak bir bilgi değildir. O-hâlde sorumluluğunu yüklenmeyecek olanların
İslâmî bilgiden uzak kalması daha iyi olur. Çünkü İslâm hayâta dönüktür ve bir
dâvâsı vardır. Bu dâvâ kendisini omuzlayacak olanları beklemektedir. Îman
edip-etmemek, “îmânın sorumluluğunu yüklenecek ahlâkî bir sorumluluk alma
potansiyelinin olup-olmamasıyla” ilgilidir.
Yaşamak “imtihanda olmak”
demektir. Hiç-bir şeyle imtihan olmak istememek, “yaşamak istememek” demektir.
O-hâlde yapılacak duâ: “Rabbimiz, kendisine
güç yetiremeyeceğimiz-taşıyamayacağımız şeyi bize yükleme” (Bakara 286)
duâsıdır.
İnsan
görece zayıf yaratılmıştır ama o, İslâm dâvâsını omuzlayacak ve ilerilere
taşıyacak kadar da sağlam ve dayanıklıdır. Çünkü ne de olsa göklerin, dağların,
denizlerin ve arzın taşıyamayacağı emâneti yüklenebilmiştir.
Müslümanlar dâvâyı
zihinlerinde taşıyorlar ama yüreklerinde ve bileklerinde taşımaya
yanaşmıyorlar. Bu nedenle de bir yanda “kitap yüklenmiş eşekler” varken; diğer
yanda “Kitab’ı yüklenmeyen eşekler” var:
“Kendilerine Tevrat
yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle
gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin
durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah,
zâlim bir kavmi hidâyete erdirmez”
(Cum’a 5).
Oysa başta Peygamberimiz’e
olmak üzere bize yüklenen ağır bir söz vardır. Bu sözün ağır olmasının nedeni
hayâta ve dâvâya dönük olmasından dolayıdır:
“Gerçekten senin üzerine
‘oldukça ağır’ bir söz (vahy) bırakacağız” (Müzzemmil 5).
Tabi hak dâvâyı omuzlamayı
göze alabilecek olanlar da vardır. Onlar sâdece bir çağrı beklemektedirler. Hak
dâvâ öyle bir yüktür ki, o yükü yükleneler bir daha bırakmak istemezler. Önemli
olan dâvâyı bir kere omuzlamaktır. Ata-sözünde söylendiği gibi; “işe başlamak
bitirmenin yarısıdır”, işe bir türlü başlayamamak da o işin yükünü iki katına
çıkarır. İşte hak dâvâyı omuzlamaya başlayamamak, o yükü insanların gözünde iki
katına çıkarmaktadır. Aslında bir omuz atsa yükün o kadar da ağır olmadığını
görecek, hattâ zamanla o yük ona ağır gelmeyecektir.
Büyüklenenler hak dâvâyı yüklenemezler.
Hak dâvâyı omuzlayabilmek için kardeşler olmak ve mü’minlerden oluşan bir
topluluğun bulunması gerekir. Hak dâvâyı omuzlamak, mü’minlerle omuz-omuza
olmayı gerektirir.
Hak dâvâyı omuzlamadığınızda
bâtılın peşinde oynayıp oyalanmak zorunda kalırsınız. Bu durum sizi Dünyâ’da
eğlendirse de kazandığınız günahlar âhirette belinizi çökertecek ağırlıkta
olacaktır:
“Allah’a kavuşmayı yalan sayanlar,
doğrusu hüsrâna uğramışlardır. Öyle ki, saat (kıyâmet günü) apansız onlara
geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: ‘Onda (Dünyâ’da) sorumsuzca
yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize…’ derler. Dikkat edin, o işleyip-yüklendikleri
ne kötüdür” (En-âm 31)
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder