17 Mart 2023 Cuma

Moderniteyi Aşmak

 

“Şimdi de Allah size kitabı, içinde her-şey inceden-inceye açıklanmış olarak göndermişken Allah’tan başkasını mı hakem isteyeceğim?. Kendilerine kitap verdiklerimiz de bilirler ki, o tamâmıyla gerçek olarak Rabbin tarafından indirilmiştir. Sakın şüphelenenlerden olma!” (En-âm 114).

 

Modern: “İçinde yaşanılan çağa ve günlere uygun olan; asrî, çağdaş, çağcı, yeni; batı’ya, Avrupa’ya ve Amerika’ya uygun, batı’lı; köksüz, geleneksiz” anlamındadır. Modernist de; “bu tarzda yaşamayı seven ve seçen kişi” anlamındadır. Anti-modernist ise; “bu mevcut kültürden, uygarlıktan ve bu uygarlığın ortaya koyduklarından nefret eden ve onun yerine klâsik hayâtı özleyen kişi”dir.

 

Yaklaşık 10 bin yıllık “klâsik insanlık târihi”nden sonra Dünyâ bambaşka bir yola girdi: Modernite yolu. Bu yol öncekilerden çok farklı bir yol. Çünkü öncekiler gibi ilâhî olanı, dîni, kitabı, peygamberi, mânâyı, değerleri, vicdânı ve merhâmeti önemsemiyor ve onun yerine; sürekli bir değişimi, her-an tâzelenen ve kesilmeyen bir hazzı, zevki ve kazancı isteyen, dînî ve dünyevî değerleri değil, kendi dinleştirdiği değerlerini önemseyen insanların olduğu ve Dünyâ’nın da buna göre şekillendiği bir yoldur bu. Tabî ki bu, bâtıl ve sapık bir yoldur. “Allah’sız” ve “anlamsız” olunca mecbûren bâtıl ve sapık olur çünkü.

 

İnsanlık son 200-250 yıldır bu yolun yâni modernitenin ağır kuşatması ve de görece tatlı-sert baskısı altındadır. Kimileri fizîkî, kimileri mânevî, kimileri zihnî ve kimileri de psikolojik olarak, (fark-etsin yada etmesin) modernitenin zulmü ve saptırıcılığı altındadır. Öyle ki çoğu insan artık bunu görememekte ve görmek de istememektedir. Modernitenin, şeytanın en büyük oyunu olduğu aslında apaçık olmasına rağmen, nefis-merkezli olduğu ve hazza oynadığı için modern insan moderniteden vazgeç(e)miyor ve onun zulmünü ve sapıklığını, parmağına çalınan bir damla balı yalayarak görmezden geliyor.

 

Tabi modernitenin zulmünden ve sapıklığından kurtulmak ve insanları bu zulüm ve sapıklıktan kurtarmak isteyenler de vardır. Peki bunu nasıl yapacaklar ve bu nasıl yapılır?. Çünkü modernite her alanda ağır bir kuşatma hâlinde tüm Dünyayı sarmıştır. Kaçacak-gidecek ve mevcudun antisini yapacak bir alan bırakmıyor ki insanlara. İnsan bir karar alıp dağlara çekip gitse bile modernite, “kötü örnek” teşkil etmesin diye insanları orada da bulup aşağıya indiriyor ve modernite-merkezli yaşamaya zorluyor kişileri. O-hâlde moderniteden kurtulmak nasıl olacaktır?. Moderniteden kurtulmak “moderniteyi aşmakla” olur. Peki modernite nasıl aşılacaktır?.

 

Modernite; Allah, gayb, din, peygamber, kitap, dînî-dünyêvî değerler, mâneviyat, vicdan ve merhâmetin yokluğu durumudur. Modernizm, klâsik insana karşı modern insanın yeğ tutulmasıdır. Güzel ve iyi olan her-şeyi tersine çevirdiğinizde modernite ortaya çıkar. Bu bağlamda şeytan insana pabucunu ters giydirmiştir ama insanlar onu “düz” olarak görmekte ve doğru zannetmektedir.

 

Peki moderniteyi aşmak ve ondan kurtulmak için, modernitenin taktiğini uygulamak yâni moderniteye aykırı işler yapmakla moderniteyi aşabilir miyiz?. Bu bir noktaya kadar yardımcı olur ama asıl önemli olan, “hakkın gelip bâtılın ortadan kalkması”dır. Bâtıl bir sistem olan modernite ancak hakkın yâni Kur’ân ve de Sünnet’in ikâmesi ile aşılabilir ve böylece modernite zamanla etkisini kaybederek defolur gider. O-hâlde moderniteye eleştiri, îtirâz ve hattâ isyân edilmeli fakat ortaya konacak şey, özgün bir şekilde tam da Kur’ân ve Sünnet örnekliğine göre olmalıdır. Aksi-hâlde yeni bir bâtıllık ile karşılaşırız. Kur’ân ve Sünnet örnekliğine göre yaşayan ve Allah’a kendini ispât etmiş hakkıyla kulluk yapan insanlar olunca, Allah’ın yardımı mutlakâ yetişecek ve Allah mü’minlerini şeytanın yolundan uzaklaştırıp kendi yoluna sokarak bâtıl bir yol olan moderniteyi yok edecektir. Zîrâ hak ortaya konacak ve hak geldiğinde bâtıl yok olacaktır. Modernite Kur’ân ve Sünnet ile aşılmış ve yıkılmış olacaktır.

 

Evet; yapılması gereken kesin şey budur. Başka da bir yolu yoktur. Peygamber örneklikleri bunu gösterir ve târihte hakkın, hakîkatin, adâletin, eşitliğin ve şirkin, küfrün yok edilip tevhidin ikâme edilmesinin başka bir örneği ortaya çıkmamıştır. Târih boyunca bâtılın karşısına İslâm’dan başka bir şey çıkmamıştır. Şeytanın sistemine ve yoluna karşı sâdece Allah’ın sözüyle ve peygamberlerin gayretleriyle gerçek bir karşı çıkış gösterilmiştir. Öyleyse yine aynısı olacak ve “en büyük bâtıl olan modernite”nin karşısına da yine İslâm ile çıkılacaktır ve çetin bir “savaş” yaşanacaktır. Zâten imtihan, hak ve bâtılın savaşında hangi tarafta ne şekilde olunacağı ile ilgilidir.

 

Kanımca moderniteyi aşmak için ilk önce moderniteye karşı sağlam ve esaslı bir şekilde eleştiri, îtirâz ve sonunda da isyân etmek gerekecektir ki zâten moderniteyi yâni “bâtılı vahiy ile aşma süreci” bu şekilde başlar ve devâm eder.

 

An îtibârıyla moderniteyi aşmak ve yerine tevhidi hâkim kılmak hedefi için bilinçli ve kararlı insanların sayısı yok denecek kadar azdır. Bu yüzden de bu konuda sesler çok kısık çıkmakta ve gündemi etkileyecek şekilde yükselememektedir. Fakat bu, târih boyunca o “kutsal hedef” yolunda yürüyenler için her zaman böyle olmuştur ki bu işin raconu da bedeli de budur. Bâtılın sesi her zaman gür çıkmış ama hakkın sesi ilk başta kısık olmuştur. Buna biraz da, müslümanların korkaklığı, tembelliği, kararsızlığı, ciddiyet ve samîmiyetsizliği ve bilinçsizliği neden olmaktadır. El-Maarrî şöyle der: “İğrenç yalanları söylemek için sesimi yükseltiyorum; ama gerçeği söylediğim zaman sesim ancak fısıltı şeklinde çıkıyor”. Modern müslümanlar da bu şekildedir. Bâtılın sesini haykırıyorlar fakat söz-konusu İslâm olunca sesler kısıldıkça kısılıyor. Lâkin sesimiz ilk başta kısık çıksa ve yaptıklarımız etkisiz olsa bile önemli olan kararlı ve azimli olmaktır. Peygamber ve sahabelere baktığımızda da kim bilir hangi duygulara kapılmışlar ve bırakın gittikleri hedefe ulaşmayı, bu yolda ilerleyemeyeceklerini bile düşünmüş olmalıdırlar. Artık sabırların sonuna  gelindiğinde: “Allah’ın yardımı ne zaman” sözünü boşuna söylememişlerdir.

 

Bâtıl bir yol, Hakkın sözleri ve eylemleriyle etkisi sarsılmadan yeni bir etki ortaya çıkmaz. Popüler olan bir şeyin etkisini azaltmak için onu eleştiriye tâbi tutmak şarttır. Bu eleştiri vahiy-merkezli olunca çok sağlam bir yere yaslanılmış olur. O-hâlde modernitenin esaslı bir eleştirisi yapılmalı ve ortaya koyduğu bâtıla ve de zulme esaslı bir şekilde îtirâz edilmelidir. Onun olumsuzlukları ve bâtıl tarzda ve zulüm yoluyla nasıl ortaya çıktığı yoğun bir şekilde ve eleştirel bir dille yazılmalı, konuşulmalı ve anlatılmalıdır. Tebliğ bunu da kapsamalıdır. Biz moderniteyi aşmayı ve yıkmayı istediğimiz için, ilk önce onun etkisini azaltmak gerekeceğinden bunu ilk başta İslâm-merkezli yoğun eleştiriyle yapacağız. Bu uğurda Kur’ân ve Sünnet-merkezli eleştiriler ve îtirâzlarda bulunulmalı ve vahyin doğruluğu-güzelliği ve “güzel örneklikler” ile gündem oluşturulmaya çalışılmalıdır. Başlangıç böyle olur. Her zaman da böyle olmuştur ki Peygamber örnekliğinde de bunu görüyoruz. Mekke müşriklerinin küfür ve şirk düzenine karşı nasıl da karşı çıkmışlar ve Allah’tan başka ilah olmadığı kesin gerçeğini şehrin tam merkezi olan Kâbe karşısında nasıl da haykırmışlardı.. İşte örneklik yâni Sünnet budur. Hem de bu örneklik, “usvetun hasenatun” denilen “güzel örneklik”tir.

 

Bu bağlamda moderniteyi “hakîkat” zannederek yol edinmiş olan ve mücâdele edilmesi gereken “müslümanlar” da vardır ki, bunlar vahyi tam da moderniteye uydurmaktadırlar ve işleri-güçleri budur. Bunun için Sünnet’i ve müslümanların 1.400 yıllık târihini tümden inkâr etmektedirler. O-hâlde eleştiri ve îtirâz sürecince onlar da “modernite yanlısı olarak” karşımıza çıkacak yada çıkartılacaktır. Bu kişiler, Kur’ân’ın âyetlerini konjonktürel talepler doğrultusunda te’vile-yoruma-tefsire tâbi tutarak modernite lehine ifsâd etmektedirler. Böylece İslâm’ı, “entelektüel zevkin konusu” ve “zihinlerin neşesi” yaparak işlevsiz bırakmaktadırlar. Zâten Kur’ân’ın apaçık hükümlerini de modern talepler doğrultusunda te’vil etmektedirler. Belki bâzıları bununla görevlendirilmiştir. Tabi bunlardan başka dîni uydurmaların ve zırvalıkların konusu yapan vahye göre değil de uydurmalara göre anlatanlar da vardır.

 

Müslümanların bir kısmı vahyi “anlamadan” Arapça’sından okumayı âdet edinmişken ve diğerleri buna fenâ hâlde kızarken, diğerleri de Türkçe ve “anlayarak” okumaktalar. Bir taraf Arapça’yla ve “anlamayarak okumayla” büyülenmişken diğerleri de Türkçe’yle ve “anlayarak” okumayla büyülenmiş hâldedir. Oysa “Kur’ân’ı okumak ve gereklerini yerine getirmek” önemlidir. Yapılması gerekeni yapmadıktan ve vahyin emirlerini yerine getirmedikten sonra ha anlamadan Arapça olarak okunmuş, ha anlayarak Türkçe okunmuş fark etmez. Netîcede her ikisi de moderniteye kapılmışlar ve sürüklenmektedirler. Vahyi idrâk etmek çok önemlidir tabî ki, ama esas önemli olan, okuyup idrâk ettikten sonra harekete geçmektir. Eğer anladıktan sonra harekete geçilmiyorsa anlayarak okumakla anlamayarak okumak arasında fark olmaz. Zîrâ her iki durumda da zamanla moderniteye eklenmek ve sapıklığa düşmek kaçınılmaz olacaktır ki bunun örneğini günümüzde çok net olarak görüyoruz. Gereklerini yerine getirmedikten sonra vahiy ha Arapça okunmuş ha Türkçe, fark etmez. Gereğini yerine getirdikten sonra da ha Arapça okunmuş ha Türkçe, yine fark etmez. Fakat vahyi idrâk ederek sonra da gereğini yerine getirmek en iyisi ve doğrusudur. Çünkü Kur’ân sâdece “okunmak” için gönderilmemiş ve “okunup gereğinin yerine getirilmesi için” gönderilmiştir. Gereği yerine getirilmediğinde Kur’ân’dan anlaşılanlar da farklılaşmaya başlıyor ve herkes farklı bir yorum yapıyor. Çünkü Kur’ân’ın dediğini yapmayınca mevcut dünyâya yâni moderniteye göre yorumlanıp ona uydurulmaya çalışılıyor.

 

Müslümanlar hayâtı “Kur’ân-merkezli” okumuyorlar ve tam-tersine, Kur’ân’ı “modernite-merkezli” okuyorlar. Böyle olunca da Kur’ân modernitenin ve zamânın öznesi olacağına nesnesi oluyor. Kur’ân özne yerine “nesne” olunca, müslümanlar da Kur’ân yerine modernitenin gölgesinde yaşamak zorunda kalarak modernitenin ve zamânın nesnesi oluyorlar. Rezillikleri bu yüzdendir. Tabi bâzen moderniteye bi-ince uymaya mecbur kalınabiliyor. Bâzen moderniteye uymaya mecbur kalmak, “bâzen domuz yemeye mecbur kalmak” gibidir.

 

Şu da var ki, eleştiriyi, îtirâzı ve de hakîkati ortaya koymayı çok net ve güzel ifâdelerle yapmak şarttır.

 

Bizim hedefimiz, ilk başta iç-âlemimizi vahiy ile aydınlatmak ve sonunda yine vahiy ile dış-âlemi de aydınlatmak olmalıdır. Böylece Allah’ın sözünü ve dînini hayâta-Dünyâ’ya hâkim kılmış oluruz. Çünkü İslâm “hakkıyla” ancak böyle olursa yaşanır. Aksi-hâlde eksik ve yanlış müslümanlıklarla karşılaşmaya ve yaşamaya devâm ederiz.

 

İslâm sâdece zihinlerin ve kâlplerin dîni değil, hayâtın her alanı için gönderilmiş bir din olduğundan, hayâtın tüm alanında belirgin olmalı ve hattâ hâkim olmalıdır. İşte bunun için bu hedefe ulaşmada mutlakâ aşmamız gereken şey modernitedir. Modernitenin hâkimiyeti içinde İslâm’ı hakkıyla yaşamak mümkün değildir. Moderniteyi aşma ve sonra da onu yıkarak yerine İslâm-merkezli olarak şirkin, küfrün ve de zulmün olmadığı, onun yerine merhâmetin, vicdânın, iyiliğin, paylaşmanın, adâletin ve tevhidin hâkim olduğu bir dünyâ kurmak hedefimizdir. Bu yolda hedefe ulaşamasak da bu yolda olmak-ölmek önemlidir. Zafer Allah’tandır. Lâyık bulursa bize zafer nasip eder ve Dünyâ İslâm ile yeniden şereflenir. Bu nedenle biz en azından bu hedef için gayretle çalışmalıyız. Bunun için de modernitenin bu ağır kuşatmasını yararak ve aşarak yapmaya başlamak şart gibi görünüyor. Zîrâ an-îtibârıyla Dünyâ’yı kuşatmış olan tasavvur, düşünce ve amel-eylem, modernite-merkezlidir. Bu, gün geçtikçe ağırlığını daha fazla hissettirmektedir. Bu nedenle bilgi, bilinç, direniş, dirâyet, liyâkat ve vazgeçişler ile modernitenin etkisi azaltılmalı ve bu ilk başta eleştiri, îtirâz ve isyân ile olmalıdır. Bu dâvâ tabî ki vahiy-merkezli olacak ve haddini aşmayacaktır. Zîrâ biz zâten bâtılı yok edip hakkı-hakîkati-adâleti-tevhidi ortaya koymayı ve hâkim kılmayı hedeflemekteyiz.

 

Eğer aynen Peygamber ve sahabe örnekliğinde olduğu gibi, gerekli dirâyeti, liyâkati, gayreti, azîmeti, fedâkârlığı, vazgeçmeyi, ilmi ve dik duruşu gösterirsek, yâni Allah’ın rızâsını kazanırsak Allah’ın tüm zamanlarda “adanmış mü’minler”e yaptığı hesapsız yardım bize de yetişecek ve “Allah’ın yardım ettikleri mutlakâ zafere ulaşacağı için” hedefe ulaşacağız ve moderniteyi alaşağı edip yıkarak Tevhidi hâkim kılacağız.

 

Allah lâyık bulduğunda “ol” diyecek ve İslâm yeniden hayâta hâkim olacaktır. Aksi-halde modernitenin ağır kuşatmasında rezilce yada utanç içinde bir hayat yaşayacak ve bu hayat içinde ölüp gideceğiz.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder