“Ona âyetlerimiz okunduğu
zaman: ‘(Bunlar) eskilerin uydurma masallarıdır’ diyen” (Kalem 15).
“İnsan, kendisini bir
damla sudan yarattığımızı görmüyor mu?. Şimdi o, apaçık bir düşman kesilmiştir” (Yâsîn 77).
Eskinin her zaman kötü, çirkin,
yanlış ve ilkel olduğu, yeninin ise her zaman iyi, güzel, doğru ve gelişmiş
olduğu düşüncesi bize; eskiden nefret eden, sürekli olarak ileriyi ve
ilerlemeyi hedef gösteren modernizm tarafından dayatılan ve alıştırılan bir
düşünce ve inançtır. Çünkü modernizm denen melânet, hayâtiyetini eskiden nefret
etmekle ve yeniyi kutsamakla sürdürebilir. Zâten çıkış-noktası da budur.
Peki “yeni ve şimdi” olanın “eski”
olandan daha iyi, güzel ve doğru olduğunun delîli nedir?. Hâlbuki eski olanlara
baktığımızda daha sağlam, daha doğru, daha estetik, daha anlamlı ve tatmin
edici olduğunu görüyoruz. Bir şey yeni olunca ille de daha iyi olacak diye bir
şey yoktur. “Gelen gideni aratır” diye bir söz vardır ve bu söz genelde
doğrudur. “Ne varsa eskilerde vardır” sözü de boşuna edilmiş bir laf değildir.
Nice eski olanlar vardır ki
şimdiden ve yeni olandan daha çok tercih edilir. Bir şeyin yıllanmış oluşu o
şeyi daha değerli ve anlamlı kılar. Yeni olanda bir içerik yoktur, henüz anlam
kazanmadığından yada anlamsız olduğundan dolayı tatmin edici olmaz. İnsan bâzen
yeni olanda aradığını bulamaz da eskisini hayâl eder durur. Yine meselâ
pişmanlık hep eskinin yitiminden dolayıdır.
Eski “şimdi”den daha iyiydi
ama bu eski; eski bâtıl, eski cehâlet ve eski zulümler değildir. Çünkü cehâlet,
bâtıl, şirk, küfür, adâletsizlik, ahlâksızlık ve zulmün eskisi-yenisi olmaz.
Fakat apaçık bir gerçektir ki yiyeceğin, içeceğin, giyeceğin, sanatın ve
düşüncenin eski olanı daha değerli ve makbûldür. Din ise zâten “eski(den)”
olandır. Öyle ki insanlık târihinin en kadim dîni İslâm’dır. O insanlıkla
yaşıttır. Bir de “yeni-nesil dinler” vardır ki Allah muhâfaza..
Modernler, “zaman değişti,
artık din eskisi gibi anlaşılamaz” diyorlar ama hem Kur’ân hiç değişmeden
tamamlandığı ilk günkü gibi elimizde, hem de “Asr-ı Saadet” örnekliği değişmedi
ve aynen duruyor.
Modernite parçalayıcıdır ve
bölücüdür, her-şeyi parçalamak ve ayırmak ister. Bu-bağlamda eskiyi ve şimdiyi
ayırır ve eski olanı kötülerken şimdiyi kutsar, İslâm’ın oluşturmuş olduğu sahih
geleneği kötülerken şimdiyi yüceltir. Modernite Kur’ân ile Sünnet’i yâni İslâm
geleneğini, “eski”ye olan nefretinden dolayı (çünkü hayâtiyetini bundan
almaktadır) ayırıp-bölmüş ve böylece geleneği tümden kötü göstermiştir-göstermektedir.
Kur’ân’ı da, “1400 yıl öncesinin eski kuralları” olarak belirler. Oysa Kur’ân
Allah’ın sözüdür ve Allah’ın sözü hiç-bir zaman eskimez ve etkisini kaybetmez.
Şimdiye tapan ve eskiyi yeren modernistler ve târihselciler de -sözde- eskide
kaldığı için Kur’ân’ın %90’nını “esâtîrûl evvelin” yâni geçmişlerin masalları olarak
görerek küfre düşerler.
Eskiden nefret eden ve
şimdiyi kutsallaştıranların bir olaydan ders ve ibret alması pek mümkün
değildir. Zîrâ “eski olan zâten eskimiştir ve ders ve ibret veremez”
düşüncesindedirler. Bu da sorumsuzluk ortaya çıkarır. Çünkü sürekli olarak
yenilenen şey bir sorumluluk oluşturmaz ve insan da değişip duran şeyde hem
sorumluluk görmez hem de o sorumluluğu yüklenip taşımaz.
Modern insan, Evrim
Teorisi’nin psikolojik dayatması ve modern telakki nedeniyle, eski insanları
çok ilkel görüyor. Hâlbuki insan hiç-bir zaman ilkel olmamıştır. Belki sâdece
olağan-üstü durumlardan dolayı mecbûren ilkel kalmış daha doğrusu ilkel
şartlarda yaşamak zorunda kalmış olanlar vardır. İlkel kavimler denilen insanlar
büyük ihtimâlle, a-normâl durumlar sebebiyle medeniyetten uzaklaştıktan sonra
ilkel yaşam-şartlarına alışarak o yaşam-şeklini terk etmemekten dolayı ilkel
kalmıştır. Fakat onların bile sâdece yaşam-koşulları ilkeldir. Düşünceleri ve
davranışları modern insandan çok daha üstündür. Marlo Morgan, “Bir Çift Yürek”
adlı romanında, “yarış yapmak” konusunda Avustralyalı Aborijinlerle yaşadığı
bir olayı şöyle anlatır:
“Bundan
sonra spordan ve karşılaşmalardan söz ettik. Onlara Amerika’da sportif olaylara
büyük bir ilgi duyulduğunu, hattâ top oyuncularına öğretmenlerden daha fazla
maaş verildiğini anlattım. Arkadaşlarıma bize-özgü yarışlardan birini
tanımlayabilmek için bir sıraya dizilip hızla koşmaya başlamamızı önerdim ve en
hızlı koşanın kazanmış olacağını söyledim. Kabîle halkı, güzel kara gözlerini
kocaman açarak baktılar bana ve biri şöyle dedi: ‘İyi ama bir kişi
kazanırsa, bütün ötekiler kaybetmiş olur. Bunun nesi eğlenceli ki?. Oyunlar,
eğlenmek içindir. Neden insanları böyle bir deneyime tâbi tutup, sonra da tek
bir kişiyi gerçekten kazananın o olduğuna inandırmaya çalışıyorsunuz?. Bunu
anlamak bizler için çok zor. Sizin insanlarınız bunu kabûllenebiliyor mu?’. Ben
bu soruyu sâdece gülümseyerek ve başımı ‘hayır’ dercesine sallayarak
yanıtladım”.
“Ubuntu” denen bir felsefe
de vardır. Şöyle bir olay anlatılır:
“Günlerden
bir gün, Afrika’da çalışan bir antropolog, bir kabîlenin çocuklarına bir oyun
oynamayı önerir. Oyun basittir. Çocukları belirli bir yerde yan-yana sıraya
dizer ve açıklar: ‘Herkes karşıdaki ağaca kadar tüm gücüyle koşacak ve ağaca
ilk ulaşan birinciliği kapacak. Ödülü ise yine o ağacın altındaki güzel
meyveleri yemek olacak’.
Çocuklar
oyuna hazır olunca, antropolog oyunu başlatır. İşte o-anda bütün çocuklar el-ele tutuşur ve berâberce
koşarlar. Hedef gösterilen ağacın altına berâber varırlar ve hep berâber
meyveleri yemeye başlarlar. Antropolog şaşırır ve çocuklara neden böyle
yaptıklarını sorar. Aldığı cevap hayli mânidardır; Biz ‘ubuntu’ yaptık:
Yarışsaydık, aramızdan sâdece bir kişi yarışı kazanacak ve birinci olacaktı.
Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül olan meyveyi
yiyebilir?. Oysa biz ‘ubuntu’ yaparak hepimiz yedik. Ubuntu; bizim dilimizde
‘Ben, biz olduğumuz zaman benim’ demek”.
Modern zamanlardaki kölelik,
eski köleliklerden bin beter. Çünkü eski kölelik sâdece bir kişiye yada bir şeye
yapılırken, şimdiki kölelik “herkese ve her-şeye yapılan kölelik” şeklindedir. Her-şey
değişiyor ama sorunlar değişmiyor. Eski sorunlar bitmediği gibi, üstüne yeni sorunlar
çıkıyor. Eskinin soru ve sorunlarından başka şimdi de yeni sorunlar ortaya
çıkıyor. Demek ki yeni ve şimdi olan, o eski sorunları ortadan kaldıramıyor.
Böyle olduğu için de yeni, eskiyi iptâl etme yoluna koyuluyor.
Modern zamâna geçiş, “kanın
değeri”nden, “paranın değeri”ne bir geçiştir. Eskiden ülkeleri ve Dünyâ’yı
“asil kana” sâhip olanlar yönetirken, modernizm ile birlikte, (kansız biri olsa
da) “milyar dolar”a sâhip olanlar
yönetiyor. İki durumda da takvâlı olanlar îtibâr görmüyorlar. Oysa Allah
katında üstünlüğün ölçüsü takvâdır. İslâm’a göre yönetim, en ahlâklı, ehliyet
ve liyâkate sâhip olanların elinde olmalıdır.
Modernizm, eski hâkim
paradigma olan İslâm’ı ötekileştirerek ve silmeye çalışarak tüm dünyâda hâkimiyetini
kurmak istiyor ve büyük ölçüde kurdu da. O-hâlde İslâmî hâkimiyeti yeniden
kurmak için modernizmi ötekileştirmek ve silmek şarttır. Zîrâ hiç-bir sistem
bir-önceki hâkim sistemi silmeden hâkim olamaz.
Bir meslek (zanaat) sâhibi
olmak, en değerli olandır. Ona eskiler “altın bilezik” derlerdi. Çünkü hem
ustalığı hem de adamlığı öğreniyordu kalfa ve usta olanlar. Şimdi ise teknik
servis elemanları vardır ve işin özünü bilmedikleri gibi insan ilişkileri de
çok soğuk ve zayıftır. Eskiden “usta”lar vardı, şimdi ise “uzman”lar var.
Ustalar işine-söylediklerine “rûh” da katarlarken, uzmanlar işin sâdece
maddî-mekanik yönünden anlıyorlar. Bu nedenle de aslında sorunu tamâmen ortadan
kaldıramıyorlar.
Eskiden “yağmuru melekler
indiriyor” denirdi, şimdi ise yağmuru meleklerin değil, -bâzı bilimsel
açıklamalarla îzah edilmeye çalışılan (ama edilemeyen)- “mekanik etkileşimler
indiriyor” deniyor. “Yağmurun meleklerle irtibâtı kesildiğinden bêri dengesiz
ve zarar verici olmaya başlaması acaba bundan dolayı mıdır?” diye sorup
duruyorum.
Eskiden “açlık içinde
tokluk” vardı; şimdi ise “tokluk içinde açlık”.
Eskiden “eskime” diye bir
şey yoktu yada her-şey çok yavaş eskirdi. Şimdi ise bir şey eskimeden yenisi
alınıyor.
Eskiden karınlarını zor doyuran
köleler evlenemezlerdi, şimdi de modern köle olan asgarî ücretliler
evlenemiyorlar.
Güzel deyince eskiden
ahlâklı ve karakterli olan anlaşılırdı. Şimdi ise “seksî olan” anlaşılıyor.
Klâsik Yunanlılar için “eski
Yunan” derler. Hâlbuki “eski Yunan” diye bir şey yoktur, sâdece “Yunan” vardır.
Çünkü “yeni Yunan” yoktur. Yunanistan, toplama bir devlettir.
Put edinilmiş olanların
çoğu, eski zamanlarda yaşamış “put-kırıcılar”dır. Eski put kırıcılar şimdinin
putları olmuştur.
Bir düşünce ve hedef, eskide
yaşanmış bir ideâle ve örnekliğe değil de, “yeni” diye, şimdinin mevcut
pisliklerinden birine bağlanıyor.
Eski devletler “çok-dinli” idi.
Şimdiki devletler ise “hiç-dinli” (dinsiz) dir.
Eski gelenekten kurtulma
isteği, “yeni geleneğe kolayca bağlanmış olmaktan” kaynaklanır.
Eski putperestlik, bâzı
kadınları “tanrıça” yapmıştı; modern putperestlik ise, tüm kadınları “tanrıça”
yapma yolunda.
Eski
savaşlarda iki taraftan biri kesin gâlip gelirdi. Şimdinin savaşları,
netîcelen(e)meyen savaşlardır.
Eski slogan olan “Türkiye
lâiktir, lâik kalacak” sloganı öldü; şimdi, “Türkiye sekülerdir, seküler
kalacak” sloganı vardır.
Eski Türk’lerin Tanrı inancı
“Gök Tanrı” inancıydı, şimdiki Türk’lerin Tanrı inancı da aynıdır. Türkler
inanç konusunda iki bin sene önce ne durumdaysalar, şimdi de aynı
durumdadırlar.
Eskiden
gecekondu üzerinden yapılan rant, şimdi de apartman üzerinden yapılıyor.
Değişen bir şey yok, şehirler yine keşmekeş.
Eskiden
İslâm Devleti, haksız vergi koyanları îdam ile cezâlandırıyordu. Şimdi ise
bizzat devletin kendisi haksız vergi uygulayarak halkı cezâlandırıyor. Böylece
devletler, insanlara “ömür-boyu Dünyâ hapsi” vermiş oluyor.
Eskiden kadın ve erkekler
birbirlerinin gözlerinden etkileniyorlardı. Şimdi ise elbiselerinden
etkileniyorlar. Böyle olunca da “marka” modern tekstil ürünlerine rağbet
artıyor ve bunları üretenlere gün doğuyor.
Eskiden Kur’ân’ın bir yorumu
için “Sünnet’e uygun mu” diye araştırılırken, şimdi ise, moderniteye uygunluğu
ve “şu hoca nasıl çevirmiş” diye araştırılıyor. Hocalar Peygamber’in yerine
geçmiş-geçirilmiş.
Eskiden tek kanal vardı, aynen
şimdi olduğu gibi. Bakmayın bir-sürü farklı frekansların olduğuna, hepsi aynı
şeyi söylüyor, tek-kanallı yıllarda olduğu gibi.
Osmanlı’da ve İslâm
ümmetinde tüm milletler tek bir kimliğin söylemi olarak sâdece “müslümanım”
derken; o milletler teker-teker ayrıldı ve şimdi kendi içlerinde de
parçalanarak yüzlerce kimliklere ayrıldılar/ayrılıyorlar. Kimlikler ayrılınca
düşmanlıklar da çoğalıyor. Kendi aralarında savaşıyorlar ve ümmetin ayrılığını
körüklüyorlar. Çünkü: “Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de
parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç
duymaktadır” (Rûm 32).
Şimdiki kadınların çoğu
cinsini değiştirmiştir. Erkeklere-özgü işlere ve hareketlere sâhip çıkarak
anneliği ve kadınlığı terk etmiş oldular. Kadınlığı erkekliğe tebdil ederek
Allah’ın yaratışını değiştirmişler ve Allah’ın sünnetine (sünnetullah) karşı
gelmişlerdir.
Peygamberimiz’e
ve İslâm’a ilk karşı çıkanlar ve ona savaş açanlar tefecilerdi; her zaman
olduğu gibi şimdi de öyledir.
Peygamberlik öncesi
Mekke’nin mazlumları, mazlumluktan kurtulma umûdunu, merhâmetli müşriklere
bağlamışlardı. Şimdikiler de aynısını yapıyorlar; “Diğeri” gelirse
rahatlayacaklarını ve adâlete kavuşacaklarını zannediyorlar. Hâlbuki sorun
kişilerde değil, “sistem”dedir. Sistem-değişikliği yapılmadığında ve İslâmî
sisteme geçilmediğinde hiç-bir değişiklik olmayacaktır.
Fâtih, İstanbul’u 21 yaşında
çok gençken almıştı. Peygamberimiz zamânında Medîne’ye dâvetçi olarak
gönderilen Mu’sab bin Umeyr 17 yaşındaydı. Muaz 19 yaşındayken Yemen’e vâli
olarak gönderildi. Üsâme bin Zeyd 20 yaşındayken İslâm ordusunun
başkomutanıydı. Şimdiki gençlere bakıldığında kıyas bile yapılamıyor.
İctihad kapısının
kapanmasına neden olan şey, “korkak âlimler” ve “zâlim yöneticiler”di. Şimdi
de, ictihad kapısının açılmasına mâni olanlar aynı kişilerdir.
Eskiden de kadının rezil
olduğu ve zulme uğradığı zamanlar olmuştu ama insanlık târihinde kadın, hiç-bir
zaman şimdiki kadar nesneleşmemişti ve “rezil” olmamıştı.
Kölelik sisteminde köle
sâhipleri kölelerinin ihtiyaçlarını “asgarî” seviyede karşılarlardı. Şimdiki
“köle” sâhipleri yâni asgarî ücretli işçi çalıştıran patronlar onu bile
yapmıyor.
Nasıl ki belli bir zaman
önce İslâm toplumlarında yaşayanlar, uydurma da olsa hadisleri-rivâyetleri,
devlet başkanından, bürokrasiden, diğer âlimlerden ve halktan çekindikleri için
inkâr edememiş ve o rivâyetleri kullanmışlarsa; şimdi de modern müslümanlar,
yine modern devlet-adamlarından, bürokrasiden, diğer âlimlerden ve modern
halktan çekindikleri için moderniteye aykırı olan İslâmî uygulamaları ve hattâ
âyetleri ya aşırı yoruma tâbi tutuyor yada moderniteye aykırı olan âyetlerden
hiç bahsetmiyorlar. Yâni aslında değişen bir şey yok.
Şimdiki gnostikler olan
tasavvufçuların “Kur’ân’ın bir zâhir bir de bâtını vardır” dedikleri gibi; daha
önceki zamânın gnostikleri de “İncil’in bir zâhiri bir de bâtını vardır”
diyorlardı.
Müşrikler tüm zamanlarda,
ilahlarını reddedenlere gıcık olmuşlardır. Bu şimdi de aynıdır.
Eskiden bêri yatay olanlar
dikey olanlara hep gıcık olmuştur. Bu durum şimdi de sürmektedir.
Zamânında “dinde recm yoktur”
diyenler, şimdi ise zinânın cezâsı olarak “îdam” istiyor.
Zamânında “modern tarıma
geçiyoruz” diye bize kısır tohumları satanlar, şimdi de; “organik tarıma
geçiyoruz” diye yine ellerindeki “ârızalı” olan tohumları satmak istiyorlar ve
satıyorlar. Oyalamanın sonu yok.
Mekke müşrikleri kelime-i
tevhidi, şimdiki müslümanlardan daha iyi anlamışlardı. Hem de ânında.
Târih
boyunca evren hakkında atılıp-tutulmuştur ve yanlış bilgiler üretilmiştir. Bu
durum, modern zamanlar (yâni şimdi) için de geçerlidir. Modern verilerin
Dünyâ-dışı olanlarının %90’ı, Dünyâ-içi olanların ise 60’ı eksiktir, yanlıştır.
Yâni yanlışlık oranı şimdi de aynıdır hattâ belki daha fazladır.
Eskiden
gökler hakkında “astroloji” ile söylenen yalanlar, şimdi de “astronomi” ile
söyleniyor.
“Kendilerinden evvel
yıkıma uğrattığımız hiç-bir ülke (halkı) îman etmemişti; şimdi bunlar mı îman
edecek?” (Enbiyâ 6).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran 2023