“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak
olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar
ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler”
(En-âm 116).
Târih boyunca,
düşünülmüş, söylenmiş, yazılmış ve yapılmış olanların içinde hurâfe olmayan ve
hakîkatin ta kendisi olan tek şey İslâmî olan yâni “Allah’a dayanan”dır. Yine,
üretilmiş ne kadar hurâfe ve bâtıl varsa İslâmsızlıktan ve Allahsızlıktan
kaynaklanır. Çünkü düşünceyi üretecek tek varlık olan insan ancak Allah’a ve
İslâm’a dayandığında doğru yolda gitmiş yada “alternatifsiz diğer seçenek”
olarak insan, akla, maddeye, eşyâya vs. dayandığında ise klâsik, geleneksel
yada modern anlamda hurâfe ve bâtıl üretmiştir. Çünkü insan Allah’a
dayanmayınca mecburen şeytana ve nefse dayanmak zorunda kalır. Şeytan ve nefs
ise insanı her zaman kandırmaya, saptırmaya ve oyalamaya çalışır. Zîrâ hayâtiyetleri
buna bağlıdır:
“(Şeytan) dedi ki: Mâdem öyle, beni azdırdığından
dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlakâ senin dosdoğru yolunda (pusu
kurup) oturacağım” (A’raf 16).
“(Yine de) ben
nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği
dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim,
bağışlayandır, esirgeyendir” (Yûsuf 53).
Hurafe: “Dîne sonradan girmiş olan, akla aykırı, uydurma ve garip
şeyler, boş inanç”. Sözlükte “bunamak” anlamına
gelen haref kökünden türemiş bir isim olan hurâfe kelimesi “akla ve gerçeğe
aykırı düşen aldatıcı söz” demektir. Aslında hurâfe, eski yada modern yâni tüm
zamanlarda “bir şeye körü-körüne inanmak” demektir.
Târih boyunca şeytanın, nefsin ve tâğutların etkisi, kandırması
ve yönlendirmesi nedeniyle insanlar Allah’ın yolu yerine bâtıl yollardan birine
sapmışlardır. Çünkü Allah’ın yolu İslâm’dır ve İslâm kişiye sünnetullah ve imtihan
gereğince mutlakâ bâzı sorumluklar yükler ve görevler verir. Bu görevler hem
bâzen ağır da olabilmekte, hem de ağır olmasa bile düzenli yapılması gerektiği
için insan İslâm ile sürekli olarak kontrôl altında tutulmakta ve kişi
İslâm-merkezli bir hayat yaşamak zorunda kalmaktadır. İslâm-merkezli bir hayat
yaşamak bunu yaşayanlar için çok zor değildir ama yaşamayanlar için çok zordur.
Zâten îtirâz da bu nedenle gelmektedir. İslâm, “insanı sürekli olarak Allah’ın
kontrôlünde tutmak” demektir. İslâm’ı kabûl edenler bunu kabûl etmelidirler.
İşte bu kontrôlü ve disiplini kabûl etmeyenler ya İslâm’dan uzak durmakta yada
mevcut kötülüklerin sebebi olarak İslâm’ı gördükleri için İslâm’a düşmanlık
yapmaktadırlar. Güyâ İslâm insanı akıldan, mantıktan, bilgiden, Dünyâ’dan vs.
kopardığı için toplum ve devlet gelişememekte ve geri kalmaktadır. Tüm zamanlarda
İslâm’a yapılan saldırı bunun üzerinden yapılmış, fakat İslâm’ın ana-gövdesini
oluşturan vahiylerde yâni kutsal kitaplarda meselâ Kur’ân’da saldıracak ve
sataşacak bir şey bulamadıkları için İslâm’a âit olduğu zannedilen hurâfeler,
uydurmalar, yalanlar ve zırvalıklar üzerinden İslâm’a saldırmışlardır ve
saldırmaktadırlar.
Meselâ İslâm Dîni’nin akla önem vermediği söylenip
durulmaktadır fakat Kur’ân’da direkt olarak 80 âyet, dolaylı olarak ise çok
daha fazla âyet akıldan ve aklı kullanmaktan bahsetmektedir ki bu âyetlerin
ağası Yûnus 100. âyettir:
“Allah’ın
izni olmaksızın, hiç kimse için îman etme (imkânı) yoktur. O, akıl
erdir(e)meyenlerin üzerine iğrenç bir pislik bırakır” (Yûnus 100).
İlim konusunda ise İslâm’a tam bir
iftirâ atılmaktadır. Çünkü İslâm “ilim ve amel” demektir ve ilim ve amel
üzerine kuruludur.
İslâm’a Kur’ân ve Sünnet-merkezli olarak
değil, hurâfe-merkezli saldırılmaktadır. Çünkü başka saldıracak argüman yoktur.
Şu da var ki İslâm’a, modern insanın kutsallaştırıp taptığı modern-bilim ve
teknoloji üzerinden saldırmak moda hâline gelmiştir. Fakat İslâm’a Kur’ân ve Sünnet-merkezli değil de, modern-seküler batı-merkezli
eleştiri ve îtirazda bulunmak, “tersinden hurâfe üretmek”tir. Böylece “klâsik
hurâfe” yerine, “modern hurâfeler” ortaya çıkmaktadır. Modern müslümanların
gittiği yön-yol bile budur.
Son 200 yıldır “dîn’i, hurâfelerden
arındırma” çalışmalarında ölçü Kur’ân ve Sünnet olacağına, modernizm olmuştur.
Böylece “dîn’i modernizme uydurmak” sorunu ortaya çıkmıştır. Ölçü bu sefer de
tersinden şaşmıştır. Aslında kendisi de bir hurâfe ve sapkınlık olan modernizm
ile hurâfelere daha doğrusu hurâfeler üzerinden İslâm’a saldırmak modern
zamanların en büyük hurâfesidir.
Ateist, deist, agnostik yada modern seküler
-sözde- müslümanların İslâm’dan “hurâfeleri temizleme çalışmaları” İslâm’ın
hatırına ve hakîkati ortaya koymak adına değil, modernizmin hâkimiyeti hatırına
yapılmaktadır. Fakat aslında yapılan şey İslâm’a saldırmaktan ve düşmanlık
yapmaktan başkası değildir. Aslında amaç, “modernizme uymayan” şeyleri
silmektir, “İslâm’a uymayan” şeyleri silmek değil. Modernizme uymayan şeyleri
silmek, İslâm’ı silmek demektir.
Modern insanlar ve de müslümanlar, akıllarını
kullanarak(!) hurâfelerden kurtulacaklarını sanırlarken aslında “din”den
kurtuldular ve şeytanın, nefsin ve tâğutların kucağına düşerek dünyevileştiler.
Şurası kesin ki, yerine daha iyisini yada başka bir şey koyamadıysan,
uygulamadan kaldırdığın hurâfelerin faydası değil zarârı olur. Çünkü
uygulamadan kalkan “eski hurâfeler”nin yerini “yeni hurâfeler” alır.
Ateistler, deistler, agnostikler, lâikleri
bâzı aptal modernist müslümanlar ve modernler, Kur’ân ve Sünnet ile İslâm’a
saldıramadıkları için uydurma rivâyetlerle dîni kötüleme yarışı içindedirler.
Bunların yazdığına ve konuştuğuna baktığınızda, Kur’ân’dan ve sahih Sünnet’ten hiç
örnek ver(e)mediklerini görürsünüz. Çünkü Kur’ân ‘da hurâfe de yoktur ve Kur’ân
tümüyle hakîkattir. Bu yüzden dîne saldırılarını uydurma rivâyetler ve
hurâfeler üzerinden yapmak zorunda kalmaktadırlar. Yine Peygamberimiz de,
“muhteşem bir ahlâk sâhibi” ve “âlemlere rahmet” olarak tümüyle Kur’ân-merkezli
bir hayat yaşamış, bâzı yanlışlarında-hatâlarında hemen Allah tarafından
uyarılmış ve düzeltilmiş olduğundan dolayı ideâl bir yaşam-şekli ortaya çıktığı
için o’nun bu yaşam-şekli “güzel
örneklik” olarak bizim için kıyâmete kadar bağlayıcı hâle gelmiştir: (Ahzâb
21).
Bu-bağlamda Peygamberimiz’e yapılan en yoğun
saldırılardan biri, Peygamberimiz’in Zeyd bin Hârise’nin karısına -hâşâ- göz
koyduğu ve karısını boşattırıp onu kendisine almasıdır. Hâlbuki mesele böyle değildir.
Müşrik bir uygulama olarak insanlar evlatlıklarını “gerçek evlat” olarak gördükleri
ve kabûl ettikleri için evlatlıklarının karılarıyla evlenmeyi kendilerine haram
kılmış olmalarıdır. Haram kılmak “Allah’ın kılması” demek olduğu için İslâm’ın
bu yanlış haram kılmayı düzeltmemesi düşünülemezdi. Lâkin bu uygulama iyice yerleşmiş olduğu
için, bu yanlışı; “evlatlıklarınız sizin gerçek evlatlarınız değildir, o yüzden
onların karılarını boşamaları durumunda karıları size haram değildir” demek
tek-başına yetmezdi. Bu nedenle evlatlıklarının karılarıyla evlenmek
müslümanlar için bile sorun olurdu. Bunun en iyi çözümü bir örnekliğin ortaya
konulmasıydı. Mü’minler için en güzel örneklik Peygamberimiz olduğuna göre bu
konuda da o’nun örnekliği üzerinden konu hâlledilecekti ve öyle de oldu. Olay
budur. Üstelik Peygamberimiz bunu anladığı için Zeyd’e sürekli olarak; “eşini yanında tut ve Allah’tan sakın” (Ahzâb 37). Fakat Allah hakîkati göstermekten
utanmayacağı için bu olay olmuştur. “İslâm 6 yaş evliliğine izin verir”
sözlerinin ise Kur’ânî bir dayanağı yok zâten. Peygamberimiz’den 200 yıl sonra
uydurulmuş zırvalıklarla İslâm’a ve Peygamber’e saldırmak ağır bir
şerefsizliktir.
Hurâfeler üzerinden İslâm’a saldıranlar
meselâ, Hz. Mûsâ’nın âsâ ile denizi yarmasına “hurâfe” diyor, fakat, “evrim”
yolu ile kıllı ve çok çirkin görünümlü bir gorilin, bakınca insanın içinin
yağını eritecek bir dilbere dönüşmesine “bilim” diyor. Evrim Teorisi gibi
apaçık bir sapıklığı ve hurâfeyi bilim olarak kabûl edince, kıllı bir gorilin
bir âfete dönüşebileceğine inanmak sorun olmaktan çıkıyor tabi. Fakat hurâfe
“modern” olunca hurâfe olmaktan çıkmaz.
Teknoloji de bir hurâfedir. Modern-bilim
ve teknoloji, doğaya yapılan ağır saldırının bir sonucudur. Modernizm
hurâfelerle sâdece İslâm’a değil, doğaya da saldırmaktadır ve doğayı
alabildiğine ifsâd etmektedir.
Sorun hurâfelere saldırmak değildir.
Hurâfelere, uydurmalara, zırvalıklara ve yalanlara ben de karşıyım, onlarla
mücâdele ediyorum ve bunu herkes de yapmalıdır elbette. Bunda bir sorun yok.
Fakat sorun, hurâfelerin sâdece klâsik ve geleneksel olanına saldırmak, daha da
kötüsü klâsik yada geleneksel hurâfeler üzerinden (hakîkatler üzerinden değil) İslâm’a
saldırılmasıdır. Peki niçin modern hurâfelere de saldırılmıyor ve modern
hurâfeler gündeme getirilmiyor?. Modernizm insanları daha çocukluktan îtibâren
hurâfelere boğuyor ve bu ölüme kadar da gidiyor. Modern insan modern hurâfelerle
büyüdü. Biz Süpermen, Tarzan, Himen, Örümcek Adam, Batman vs. bir-çok ilahlaştırılmış çizgi
karakterler yâni varsayımlar ile büyüdük. Sihirli Annem, Acemi Cadı, Bez Bebek,
Selena vs. gibi dizilerle zihinleri kirletildi. Bunlar modern hurâfelerdir. Bir
plân ve proje kapsamında hazırlanmıştır. Târih boyunca modernitenin ortaya
çıkardığı hurâfeler, insanlık-târihinde
ortaya çıkan
hurâfelerden binlerce kat daha fazladır. Gerçek hayatta Dünyâ’yı cehenneme
çeviren modernler, çizgi ve film karakterleriyle güyâ Dünyâ’yı kurtarma
senaryolarıyla insanların beyinlerini dumura uğratmakta ve onları bir hayâle
inandırmaktadırlar. Yapamadıklarını “yaptık” gibi göstermek
filmlerle çok olay olmaktadır.
Bu-bağlamda spor, müzik, film, internet,
çıplaklık, sigara, içki, kumar, zinâ, fâiz vs. insanları çok yoğun şekilde
kontrôlüne almış olan her-şey modern hurâfelerdir. Şehvet-şöhret,
siy^set-servet ve cehâlet ile ilgi olan her-şey hurâfedir. Bu konuda hurâfeler
sayılmakla bitmeyeceği için son bir örnek vererek modern hurâfeyi apaçık bir
şekilde ortaya koyalım..
Bilindiği gibi Ramazan’ın ilk gününde Oruç
Baba’ya gidiliyor ve orada ekmek, sirke vs. yenilip-içiliyor ve Oruç Baba’nın
yüzü-suyu hürmetine Allah’tan bir şeyler isteniyor. İstenen şeyler; “oğluma bir
iş, kızma bir koca, bir ev, araba, hastalığa çâre” vs.dir. Her gün Fâtiha
Sûresi’nde okunan “iyyâke na’budü ve-iyyâke nasta’în” yâni “sâdece Sana ibâdet
ederiz ve sâdece Sen’den yardım dileriz” diyenler, Oruç Baba’dan yâni bir
ölüden gidip medet umuyorlar. Bu, affedilmeyecek tek günah olan apaçık bir
şirktir ve nasuh bir tevbe ile tevbe edip de bundan vazgeçmedikçe şirkin kötü
sonucundan kurtulmak mümkün olmaz.
Evet, klâsik-geleneksel bir hurâfeyi deşifre
ettik. Fakat hakkın yerine gelemsi için modern bir hurâfeyi de deşifre edip
ortaya koymak şarttır. Aksi-takdirde bir hurâfeden başka bir hurâfeye düşülmüş
olunur. Şöyle ki; 23 Nîsan, 1 Mayıs, 19 Mayıs, 15 Temmuz, 30 Ağustos, 29 Ekim
ve 10 Kasım gibi millî bayramlarda ve özel günlerde Anıtkabir tâbir edilen yere,
en güzel giysiler içinde huşû ile uzun bir yürüyüş yaparak ulaşılıp, varılan
yerdeki mozolenin yâni bir mezarın yâni bir ölünün karşısına geçerek büyük bir
dikkatle ve rikkatle, mermer mezarın karşısında esas duruşa geçmek, selam
duruşunda bulunmak, “Atam senin izindeyiz, ilke ve inkılaplarının tâkipçisi ve
bekçisiyiz, açtığın yolda hiç durmadan yürüyeceğimize and içeriz” vs. demek ve mezarın
karşısında korku ve saygıyla durmak ve eğilmek de on numara bir şirktir, hurâfedir
ve saçmalıktır. Çünkü gidip de orada bir Atatürk’ün rûhuna Fâtiha falan okunmuyor
ki!. Tanrılaştırılmış ve ölmüş birine tekmil veriliyor.
Ramazan Ayı’nın başında Oruç Baba’ya giderek
ondan bir şeyler dilemek ve ummak ile, ulusal bayramlarda ve özel günlerde
Anıtkabir’e giderek Atatürk’e tekmil vermek ve ona bağlılığını bildirmek
arasında “hurâfe olmak bakımından” hiç-bir fark yoktur. İkisi de bir
tapınmadır, ikisi de şirktir, küfürdür ve ikisi de hurâfedir.
O-hâlde hurâfenin klâsik, geleneksel ve modern
olanına hep birden düşman olarak ve karşı çıkarak onu ortadan kaldırmaya çalışmadıkça
“hurâfeden kurtulmak” mümkün değildir. İkisini birden reddetmedikçe hurâfenin
birinden kurtulsanız da diğerinden kurtulamazsınız da yine şirk, küfür ve
hurâfe içinde kalırsınız.
Peki modern insan geleneksel hurâfelere ve
hurâfeler üzerinden İslâm’a çok kolayca sataşabilirken, saldırırken ve düşmanlık
yapabilirken ve de bu düşmanlığı her yerde dile getirebilirken, modern hurâfelere
niçin bir şey diyemiyorlar?. Neden olacak, çünkü modern hurâfelere laf etmenin
ve onlara düşmanlık yapmanın ağır bedelleri ve yaptırımları var. Ağzınızı
açtığınız anda ağzınıza sıçarlar. Sizi maddî-mânevî anlamda linç ederler. Bu
yüzden İslâm’a hurâfeler üzerinden saldırıp duranların modern hurâfelere de aynı-şekilde
saldırması yada en azından bir eleştiride bulunmaları mümkün değildir. Buna
götleri yemez.
İslâm’ın günümüzde resmî ve cârî olan yaptırımı
olmadığı için sürekli olarak Allah’a, Peygamber’e, Kur’ân’a ve dîne sürekli
olarak saldırılmaktadır. Peki bunu yapanlar, bir İslâm devleti içinde yaşasalardı
ve İslâm’a saldırmanın çok ağır yaptırımları olsaydı İslâm’a saldırmaya yine de
devâm edebilirler miydi?. Zinhar, aslâ ve kat’a!. Bunu yapmaları söz-konusu
bile olmazdı. Bakmayın siz onların meydanı boş buldukları için her yerde konuşup
atıp durduklarına, onlar aslında câhillerin, korkakların, ürkeklerin, yavşakların
ve şerefsizlerin tekidirler. Güçlü bir karşı ses çıkarsanız bir-anda renkleri
atıverir de tıp diye kapayıverirler o lânet ağızlarını.
Evet; inanmayacak olana delil yetmez;
körü-körüne inanacak olana da hurâfe yetmez.
“De ki: Hak
geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).
“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) îman
etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran
139).
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz
2024