“Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâm’dır…”
(Âl-i İmran 19).
“Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?. Oysa
O, size Kitab’ı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine kitap verdiklerimiz,
bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler.
Şu-hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (En-âm 114-115).
“Göklerin ve yerin gizemleri Allah’a âittir.
(Göklerin ve yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini bilmek sâdece Allah’a
mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veyâ daha kısadır.
Allah her-şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).
Din:
“Tanrı’ya, doğa-üstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı
sistemleştiren toplumsal bir kurum. Bu nitelikteki inançları kurallar,
kurumlar, töreler ve sembôller biçiminde toplayan, sağlayan düzen. İnanılıp çok
bağlanılan düşünce, inanç veyâ ülkü, kült. İnsanların ilk yaratılışından bu
yana Dünyâ’da olduğuna inanılan, insanın yaratıcıyla ve çevreyle ilişkisini
düzenleyen yapıya verilen isim” (TDK).
Felsefe:
“Varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması. Bir bilimin veyâ bilgi
alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü. Bir filozofun, bir felsefe
okulunun, bir çağın öğretisi. Dünyâ görüşü. Bir konuda soyut düşünüş” (TDK).
“Felsefe
(Yunanca; philosophia, “bilgelik sevgisi” veya “hikmet arayışı”); varlık,
bilgi, gerçek, adâlet, güzellik, doğruluk, akıl ve dil gibi konularla ilgili
özsel sorunlara ilişkin yapılan çalışmalardır. Felsefe düşünce sanatı olarak da
bilinir” (Vikipedi).
Bilim:
“Evrenin, evrendeki olguların ve olayların bir bölümünü ele alıp bir-takım
yöntem ve deney-yolları kullanarak ve gerçeğe, gerçekliğe dayanarak bir-takım
yasalara ulaşan bilgi-yolu, düzenli ve tutarlı bilgi. Yöntemle elde edilen ve
uygulamayla doğrulanan, her zaman ve her yerde geçerlik ve kesinlik nitelikleri
taşıyan yöntemli ve dizgesel bilgi. Evrenin yada olayların bir bölümünü konu
olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya
çalışan düzenli bilgi”.
Din, felsefe
ve bilimin kısaca tanımlarını verdik ama şunu söyleyeyim ki hiç-bir şeyin tam
tanımı, aslında yapıldığı gibidir. Bizim bu yazıda bahsettiğimiz din elbette
İslâm’dır, felsefe Yunan felsefesidir ve bilim de modern-bilimdir.
Pozitif-modern
bilginin zannettiği gibi dinler, özellikle de tek-tanrılı dinler (ki aslında
tek-tanrılı tek din sâdece İslâm’dır, çünkü Allah katındaki tek hak din
İslâm’dır) sonradan ortaya çıkmış değil, tâ ilk insan ve ilk peygamber olan Hz.
Âdem’den bêri İslâm da vardır, o’nunla birlikte yada o’ndan hemen sonra bâtıl
dinler de hep olmuştur. Yâni ilk ortaya çıkan şey felsefe yada felsefî düşünce
değildir. Din ilk olandır ve tek hak din olan İslâm ilk insan ve beşer olan Hz.
Âdem ile başlar. Felsefe ise daha sonra ortaya çıkmıştır. Bilim ise bir şeylere
ihtiyaç duyulmaya başlandığında madde üzerinde yapılan “maddeyi değiştirme
çalışmaları”dır.
İslâm
ilktir, daha sonra bâtıl inanış ve düşünceler ortaya çıkmıştır. Bu bâtıl inanış
ve düşüncelerin sistemli hâle getirilmesi felsefe ile olmuştur ve felsefe dinden
sonra ve dîne karşı olarak ortaya çıkmıştır. Esâsen Aristo ile başlamıştır.
İslâm Allah’a dayanırken, felsefe ise akla dayanır. Allah’a dayanan elbette
“ilk” olacaktır. Allah’tan kopuk olan akla dayanan felsefe ise Allah’ı hesâba
katmadan düşünmek ve açılama yapmaktır. yapılan En sonda -sözde- aklın kemâle
ermesiyle birlikte modern-bilim ortaya çıkmıştır. Aslında felsefe, dîni,
modern-bilim de felsefeyi dışlayarak ve “öldürerek” ortaya çıkmıştır. Felsefe
ile modern-bilimin ortak yanı, ikisinin de Allah’ı ve dîni hesâba katmaması ve
İslâm’ı dışlayarak ortaya çıkmış olmasıdır. Felsefe de modern-bilim de Allah’a
değil de akla dayandığından dolayı özünde İslâm-dışı ve İslâm-karşıtıdırlar.
Fakat eğer ikisinin de dayandığı akıl vahiy-merkezli inşâ olan bir akıl ise, felsefe
ve bilim ile varılan sonuçlar da “hak” olur. Felsefe ve bilimin vardığı sonuçların
“hak” olmamasının nedeni, dayandıkları aklın Allah’tan, dinden ve vahiyden kopuk
olması ve hattâ bunlara karşı olması nedeniyledir. Bu nedenle felsefe de
modern-bilim de hiç-bir zaman kesin ve net bilgiye ulaşamamıştır ve ulaşamaz, üstelik
her zaman eksik kalacağı için yanlış sonuçlara varacağından dolayı fitne üretip
ifsâd edici olmaktan kurtulamaz.
Din’de
yâni İslâm’da zinhar ve aslâ bir şüphe ve kuşku yoktur. Fakat felsefe ve
modern-bilim şüpheye ve kuşkuya dayanır. Felsefeyi ve modern-bilimin motive
eden şey kuşkudur. Bu yüzden de akla dayandıkları için ilgilendikleri ve
yöneldikleri maddeyi ve dünyevî olayları, o şeyin fıtratına, doğasına ve
normâle aykırı olacak şekilde yorumlamak isterler. Bir türlü o şeyi olduğu gibi
kabûl edemezler. Çünkü merkezlerinde şüphe ve kuşku vardır. İslâm’a göre ise
yaratılmış bir şey nasılsa yâni Allah nasıl yaratıysa öyledir ve başka türlü değildir,
olamaz. Bu yüzden felsefe ve bilim, yaratılmış
olanların Yaratıcısını hiç hesâba katmadan, “şu yaratılmış şeyin hakîkati nedir
acaba?” diye sorular ve onu inceden-inceye araştırmaya başlar ama param-parça
etmesine rağmen yine de bir türlü de işin sonunu getiremez. Laf aramızda, aslında
getirmek de istemez. Çünkü işin sonunu getirdiği anda işsiz kalır. İşin kötüsü,
“soruluyorum ve araştırıyorum” diyerek parça-pinçik ettiği şeyi tekrar bütün
hâline de getiremez. Bu yüzden felsefe ve bilimin yâni akıl-merkezliliğin zarar
verici olması kaçınılmazdır. Zâten felsefede ve bilimde kesinliğin olmamsının
nedeni de budur. Apaçık olan şeyden şüphe duyarlar ve onu yorumlaya-yorumlaya ve
parçalaya-parçalaya başkalaştırırlar ve en sonunda da o parçalara başka-başka
isimler verirler ki zâten yaptıkları tek şey de budur.
Felsefe
de tabî olacaktır-olmalıdır, çünkü bir şey üzerinde düşünmek insanı diğer
varlıklardan ayıran şeydir. Fakat felsefe ancak Allah’a dayandığında, vahyin
yönlendirmesinde olduğunda ve vahiy-merkezli olarak inşâ olmuş akıl ile yorumlandığında
doğru sonuçlara ulaşabilir. Felsefe özünde din-dışı olmak zorunda değildir.
Fakat felsefe Allah’a değil de akla dayalı olarak ortaya çıkmış olduğu için
felsefeyi akıl-merkezli yapmak kolay değildir. Çünkü zâten en baştan Hz.
Âdem’den sonra “sistemsiz olarak dinden kopuş” olarak başlayan felsefe, Aristo
ile birlikte “sistemli bir dinden kopuş” olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden
felsefe, “dîne karşı bir din”dir.
Bilim
de hep vardır. Fakat bu bilim “zanaat” şeklinde, ihtiyâca binâen ortaya
çıkarılan doğal ve küçük araç-gereçler olarak çıkmıştır. Yâni kesici bir âlet
gerekmiştir ve insanlar taşı, tahtayı, kemiği vs. yontarak kesici âlet
yapmışlar, su içmek yada yemek yemek için bir kap lâzım olmuştur ve yine
taştan-topraktan kaplar yapmışlardır. Çok önemli olan ateşi yakmasını
öğrenmişler, tekerleği îcât etmişler, giysiler üretmişler vs. Bilim ve teknik
ilk-başta buydu. Bu, doğaya zarar vermeden çok uzun süre boyunca devâm etmiştir
ve yavaş-yavaş (hızlı değil) gelişmiştir. Bilimin Allah’tan ve din’den koparak
farklı bir yola girmesi de yunana dayanır. Yunanlı doğa filozofları yada
bilginleri, gökleri, doğayı, hayvanları vs. yorumlamayı hep Allah’a dayanmadan,
dîni-îmânı hesâba katmadan sâdece akla dayanarak yapmaya başlamışlar ve
isâbetli sonuçlar elde ettikleri gibi isâbetsiz ve faydasız sonuçlar da
üretmişlerdir. Fakat yunan ile farklılaşan ve başka bir yola giren bilim o
yolda ilerleyememiş ve zâten orta-çağda doğallığına büyük oranda geri
dönmüştür.
Bilimin
asıl yoldan çıkması ve yoldan çıkartıcı olması modernleşmesiyle, yâni
Allah’tan, dinden, doğaldan, fıtrattan ve normâlden kopmasıyla ve kapitâlizm,
liberâlizm ve emperyâlizm ile olmuştur. Böylece bilim artık modern-bilim ve
sonra da teknoloji olmuştur. Modern-bilim, dîne ve doğaya aykırı olduğu için
kırmızı çizgisi yoktur ve aşırı üretime dönüktür. Bu nedenle de hiç-bir sınır
tanımaz ve üretip durur. Fakat ürettikleri şeylerin insanlara bâzı faydaları
olsa da uzun vâdede fitne çıkarıcı, ifsâd edici ve zarar vericidir. Atom
bombası yapmanın, savaş uçaklarıyla gariban insanları bombalamanın, elektronik
ürünler ile insanları sömürmenin, yapay zekâlarla insanları gerçeklikten
koparmanın, televizyon, telefon, bilgisayar, internet, sosyâl medyâ ile
insanların ahlâkını bozmanın iyi bir tarafı yoktur ki!..
Peki
Allah’tan, din’den ve doğaldan kopan felsefe ve bilim niçin yunanda çıkmıştır?.
Çünkü doğu toplumları Allah’tan ve dinden kopuk şeyleri yapmayı düşünmediler ve
istemediler. Bunun kesin bir nedeni yoktur ama kanımca büyük oranda coğrafya
ile ilgilidir.
Felsefe
dînî olmayan ilk kurumdur. Gücünü dinden almaz ve sorunları çözme yolunda felsefe
dışında bir mercie başvurmaz. Felsefe bilimi de dinsizleştirmiştir ve
modern-Allahsız bilim çıkmıştır ortaya.
Allah’a
yâni Bakî olana dayanamayan her-şey eksiktir, yanlıştır ve yıkılmaya-ölmeye
mecburdur. Felsefe ve modern-bilim, dîne gerek kalmadığını hattâ Tanrının
öldüğünü söylemişlerdir ama asıl ölen yada can çekişen kendileridir. Nietzsche:
“Tanrı öldü. Tanrıdan
geriye bir ölü kaldı. Ve onu biz öldürdük” demiştir
ve güyâ dînin de ölümünü îlân etmiştir ama, ondan sonra da Stephen Hawking çıkmış
ve o da “felsefe öldü” demiştir. Stephen Hawking şöyle der: “Evrenin bir
yaratıcıya ihtiyâcı var mıydı?. Çoğumuz zamânımızın çoğunu bu sorular hakkında
endişelenerek harcamayız ama neredeyse hepimiz zaman-zaman onlar hakkında
endişeleniriz. Geleneksel olarak bunlar felsefe için sorulardır, ancak felsefe
öldü”. Martin Heidegger ise 1938’de bilimin öldüğünü söylemişti. Marcel Duchamp
da 1917’de “sanat öldü” demişti. Dinden bilime, sanattan felsefeye değin
varlığı anlamlandırma çabasındaki tüm edimlerin öldüğü îlân edilmiştir.
Evet; aslında
modern-bilim de ölmüştür ve günümüzde yaşayan ve “bilim” zannedilen şey
teknolojiden başkası değildir. 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra modern-Allahsız bilim
bitmiştir ve yeni bir bilimsel düşünce teori yoktur. Her-şey öncekinin tekrârı ve
geliştirilmesi yada değiştirilmesinden ibârettir. Teknoloji ise patlamaya hazır
bir bomba hâline gelmiştir. Büyük bir gürültüyle patlayıp ölmesi an
meselesidir. Oysa teknoloji insana kolaylıklar getirmek için ortaya çıkmıştı,
fakat târihte hiç olmadığı kadar büyü zorluklar ortaya çıkarmış ve insanlara
büyük acılar yaşatmıştır. Çünkü bunlar doğa uygun değildir, doğal bünye bunları
kaldırmaktadır. Zîrâ doğallıktan kopan hiç-bir şey insana kolaylık getirmez ve
kısa yada uzun vâdede çeşitli zorlular ve sıkıntılar ortaya çıkarır. Bu nedenle
teknoloji de mecbûri bir ölüme gidecek ve ya din-merkezli yeni bir doğallık
ortaya çıkacak yada kıyâmetler kopacaktır.
Teoman
Duralı bilim ve teknoloji konusunda şunları söyler:
“Efendim, felsefeyle bilim bir bütündür. Felsefe
nasıl durmuşsa günümüzde ve yoksa, bilim de öyle durmuştur. Bilim dediğimiz
bugünkü çalışmalar teknolojidir, fendir. Bilim yapılmıyor artık, çok ender
olarak belki astrofizik çalışmalarından bahsedebiliriz, o bir tarafa ama büyük
ölçüde artık günümüzde bilim yapılmıyor, bilimle uğraşılmıyor. Çok yaygın bir
hatâ var günümüzde; teknolojik gelişmeyi bilimsel bir gelişme gibi algılıyoruz.
felsefeyle bilim birlikte Dünyâ’ya gelmişlerdir ve aynı hedefe yöneliktirler,
aynı yöntemi izlemektedirler. Felsefenin ölümüyle birlikte, 20. yüzyılın ikinci
yarısında felsefe ortadan kalkınca bilim de ortadan kalkıyor. Günümüzde bilim
yapılmıyor artık.
Bugün Avrupa’nın, Avrupa’daki kültürlerin,
toplumların, milletlerin bütün ötekilere üstün olmasının tek sebebi Yunan’dan
çıkıp gelmiş felsefe-bilim geleneğini üstlenmeleridir. İslâm medeniyeti de bunu
üstlenmiştir ama İslâm medeniyeti felsefe-bilime biricik önceliği vermemiştir,
dîne bağlı kalmıştır. Avrupa’daki kültürler, toplumlar felsefe-bilim uğruna dîne
sırt çevirmişlerdir. Tekrâr ediyorum, Avrupa’da istemediğiniz kadar dindar
insan var, mütedeyyin insan var ama toplumun, devletin dayandığı temel kurum
16. yüzyıldan îtibâren din olmamıştır. Din neye engeldir?. Sermâyeciliğin
baş-tâcı ettiği kâr güdüsüne engeldir. Bu sebeple de zâten sermâyecilik
geliştiği ölçüde Avrupa dinden yâni Katoliklik’ten çıkmıştır. Katoliklik bir
din’dir. Bunun yerine ikâme edilen Protestanlık olmuştur”.
Felsefede
ve modern-bilimde yol alabilmeniz için dinden uzak durmanız gerekir. Yoksa ya
bir noktada felsefeyi yada dîni terk etmen yada ikisini de terk etmediğinde
kafayı yemeniz kaçınılmaz olur. Zıt-kutuplu mıknatısları birleştirmeye çalışmak
gibi bir şey.
Felsefe
dîni, modern-bilim felsefeyi, teknoloji de modern-bilimi öldürerek merkeze
oturmuş ve tahta geçmişlerdir. Dîne karşı olmakla ve Allah yerine akla
dayanmakla hayat bulan felsefe dîni, felsefenin ekürisi olan ama sonra
zâlimleşen modern-bilim felsefeyi, kapitâlistleşen, emperyâlistleşen ve
vahşîleşen teknoloji ise modern-bilimi öldürmüştür. Fakat teknoloji de oburluktan
dolayı hastadır ve ölme yoluna girmiştir. Böylece ortada ne tahrif edilmiş din,
ne felsefe, ne modern-bilim kalmıştır ne de teknoloji uzun süre
yaşayabilecektir. Fakat şu iyi bilinsin ki Allah bâkîdir ve ölmez.
Bu
nedenle felsefe, modern-bilim ve teknoloji hiç-bir zaman hak dînin yerini
alamaz. Bunu zorla yapmaya kalktığınızda felsefe, bilim ve teknolojinin yaptığı
şey olur ve Dünyâ ifsâd olur ve insanlığın anası ağlar.
“Gerçek (hak) Rabbinden (gelen)dir. Şu-hâlde
sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (Bakara 147).
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart
2024