“Göklerin ve yerin
gizemleri Allah’a âittir. (Göklerin ve yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini
bilmek Allah’a mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veyâ
daha kısadır. Allah her-şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).
Vâr olmanın ve yaşamın
temelinde “çatışma” vardır. İçtiğimiz su bile bir çatışmanın sonucudur. Meselâ
bağışıklık sistemimiz mikroplarla ve virüslerle çatışmasa ve savaşmasa, çoktan
ölüp gitmiştik.
Târih boyunca kesintisiz bir
çatışma vardır; hak-bâtıl çatışması. Bu çatışma kıyâmete kadar da sürecektir.
Âdem/Havvâ ve Şeytan arasında başlayan çatışma, Hâbil ve Kâbil ile devâm etmiş,
sonra da bu çatışma, insanlar, toplumlaştıkça ve kavimlere bölündükçe farklı
çatışma-şekilleriyle sürüp gitmiştir. İnsanlar bölünüp Dünyâ’ya yayıldıkça
başta coğrafya, iklim ve insan karakteri olmak üzere çeşitli nedenlerle oluşan
düşünsel, eylemsel, maddî ve mânevî farklılıklar çatışmayı sürdürmüştür ve
günümüzde de çatışma daha farklı bir şekilde sürmektedir. Anlaşılan o ki çatışma
kıyâmete kadar da sürecektir. Zîrâ “imtihan” bu çatışma üzerinden
gerçekleşmektedir.
Çatışma en temelde hak-bâtıl
çatışmasıdır. Hak; Allah, âhiret, gayb, vahiy, peygamber ve din-merkezliyken ve
bunlara dayanırken, bâtıl ise; Dünyâ, doğa, eşyâ, madde, insan ve
akıl-merkezlidir ve bunlara dayalıdır. Baştan bêri olan ve kıyâmete-âhirete
kadar sürecek olan çatışmanın iki temel noktası budur. Hak taraf, mutlak
anlamda Allah’a, vahye ve genel isimlendirme ile İslâm’a dayanır ve bu hiç-bir
zaman değişmeyerek hep aynı kalır ve hep bâtılın, şirkin, küfrün,
adâletsizliğin, eşitsizliğin, ahlâksızlığın, cehâletin ve zulmün karşısında
konumlanır.
Hak tarafın düşünce sistemi
ve hareket metodu hiç değişmez. Bu nedenle ilk peygamber Hz. Âdem’den son
peygamber Hz. Muhammed’e kadar tüm peygamberler bâtılı def etmek için aynı hakîkati
dile getirmiş ve aynı İslâmî hareket metodunu kullanmışlardır. Bâtıl tarafta
olanlar ise her zaman bâtılın farklı türlerini ortaya koyar ve hakka karşı hep,
bâtıl adına ortaya koydukları çeşitli görünüşleri merkeze alarak mücâdele
ederler. Hiç değişmeyen, aynı hakîkati ve hareket metodunu kullanan İslâm’a
karşı bâtıl hep Dünyâ’yı, doğayı, eşyâyı, maddeyi, insanı ve aklı merkeze alan,
meselâ; mülk çokluğu, mitoloji, mistisizm, animizm, atavizm (atalara tapmak),
ateizm, putperestlik, düalizm, tabiatçılık, nihilizm, gnostisizm ve agnostisizm,
ruhçuluk, İslâm’ın yozlaşmış ve hurâfelere boğulmuş şekilleri olan mezhep,
meşrep, tasavvuf, târikat, hizip, grup, cemaat, parti vs., yakın zamanlarda da
(klâsik felsefeden sonra) modern felsefe, rönesans, aydınlanma, sanâyileşme,
akılcılık vs. yâni küfrün ve şirkin dallanıp-budaklanmış çeşitli fraksiyonları
ile mücâdele etmiştir ve etmektedir. Bu saydıklarımız, mutlak anlamda Allah’a,
âhirete, gayba, vahye, peygamberliğe, dîne ve kısaca İslâm’a karşı Dünyâ’yı,
doğayı, eşyâyı, maddeyi, insanı ve aklı merkeze almıştır-almaktadır.
İşte günümüzde de hak-bâtıl
çatışmasında hakka karşı merkeze alınan ve başat rôl verilen şey; lâik,
seküler, demokratik, kapitâlist, liberâl, komünist, sosyâlist, feminist,
rasyonâlist, modernist, post-modernist ve post-truth ile uyumlu ve dirsek
temâsında olan modern-bilim ve teknolojidir. Günümüzde hak-bâtıl çatışması,
İslâm ile modern-bilim/teknoloji üzerinden sürmektedir. Bu nedenle “İslâm ile
bilim çatışır mı?” sorusu çok absürd ve câhilce bir soru olur. “Din ile
modern-bilim arasında çatışma var mı?” sorusunun cevâbı; “çatışma zâten günümüzde
tek hak din olan İslâm ile modern-bilim (ilim değil) arasındadır” şeklindedir.
Modern-bilim
ve tabî ki teknoloji, Allahsız tarafın dîni, îmânı, şeriatı, peygamberi, vahyi
ve ilahı durumundadır. Zîrâ modern insan, uğruna Dünyâ’yı bile yakmaktan
çekinmeyeceği çıkarını günümüzde modern-bilim ve teknoloji üzerinden sağlamakta
ve korumaktadır. Modern-bilim ve teknolojinin çıkış-yeri olarak batı, işte bu
nedenle İslâm’a karşıdır. Çünkü İslâm, Allahsız
zihniyetin son 250 yıldır temsilcisi olan batı’ya karşı olduğu için,
kışkırtılmış ve rayından çıkarılmış olan modern-bilim ve teknolojiye de karşıdır,
yada câhiller bilmese ve kabûl etmese de karşı olmalıdır. Zâten çatışmasız
yapamayan batı, kendi iç-çatışmasını büyük ölçüde tamamladığı için İslâm’ı
“öteki” ve İslâm coğrafyasını da çatışma alanı olarak seçmiştir ki zâten
sürekli olarak hak ile savaşır durur. Kendisine karşı sâdece İslâm tarafından
bir direniş olduğundan dolayı da İslâm’ı “çatışmacı” olarak göstermektedir.
İslâm elbette çatışmacıdır; bâtıla, cehâlete, haksızlığa, ahlâksızlığa, küfre,
şirke ve zulme karşı sürekli çatışır ve mücâdele eder. Tabi bunu târihselci,
evrenselci, tâvizci modernist ezikler bilmezler yada bilseler de bâtılın
tarafında oldukları hattâ bâtılın günümüzdeki dayanağı olan modern-bilim ve
teknolojiye meftûn, râm ve hayrân oldukları için bunu kabûl etmek istemezler de
saçmalayıp dururlar.
Peki İslâm bilim ve tekniğe
karşı mıdır?. İslâm elbette bilim ve tekniğe karşı değildir, fakat modern-bilim
ve teknolojiye karşıdır. Çünkü Allahsızlaşmış, bâtıla meyletmiş ve
kışkırtılarak rayından çıkmış olan her-şeye karşıdır. Bilim ve teknik doğal,
normâl ve fıtrîdir, parçalayıcı değildir, ihtiyâca göre hareket eder ve
kışkırtmaz. Modern-bilim ve teknoloji ise doğal, normâl ve fıtrî değildir,
parçalayıcıdır, ihtiyâca daha doğrusu ihtirâsa göre hareket eder.
Bilim ve de teknik Hz. Âdem
ile başlamıştır. Fakat modern-bilim M.Ö. 600’lü yıllarda başlamış (Thales) ve
kısa süre sonra kesintiye uğramış, 1.500’lerden sonra ise yeniden
hortlatılmıştır. Modern-bilimin ayrılmaz ekürisi olan teknoloji ise,
1.750’lerden sonra ortaya çıkmış ve yaygınlaştırılmıştır. Modern -bilim ve
teknoloji, bilim ve tekniğin doğal, normâl ve fıtrî olandan uzaklaştırılması
yâni Allahsızlaştırılmasıdır. Hak yâni İslâm bu nedenle elbette modern-bilim ve
teknolojiye karşıdır ve onunla çatışır.
Modern Avrupa, uygarlığını
Yunan ve Roma (greko-romen) üzerine kurduğu için, M.Ö. 600’lü yıllardan
îtibâren Yunanlıların yaptığı gibi bilim ve tekniği yeniden Allahsızlaştırarak,
“modern-bilim ve teknoloji”ye çevirmişlerdir. “Bilim ve teknik” ile
“modern-bilim ve teknoloji” yada “doğal bilim ve teknik” ile “Allahsız bilim ve
teknoloji”, zamânın ve mekânın değişmesiyle birlikte insanlar tarafından
değiştirilmiştir ve bu değiştirme hâlen sürmektedir. Aslında târih boyunca doğal
ve normâl bilim ve teknik, bir “bayrak yarışı” şeklinde bir milletten başka bir
milletin eline geçmiş ve doğal seyrini sürdürerek zamânın ihtiyaçlarına çâreler
üretip kolaylıklar sunmuştur. Bu “doğal bilim”dir ve ihtiyâca göre yada ihtiyaç
kadar üretir. “İhtiyaç îcâdın anasıdır” denmiştir. Fakat modern-bilim ve
teknoloji ise, ihtiyâca göre ürün üretimi değil, üretilen aşırı ürüne göre
ihtiyaç üretir. Aslında ihtiyâca göre değil, ihtirâsa göre üretim yapar.
Aradaki farkın ve Dünyâ’daki zulmün nedeni işte budur: Kışkırtılmış üretim ve
kışkırtılmış tüketim. Buna târihte hiç olmadığı kadar neden olan şey, şeytanın
ve nefsin kontrôlünde ve yönlendirmesinde olan modern-bilim ve teknolojiden
başkası değildir.
Modern-bilim ve de teknoloji
ihtiyaçlara çâre üretmekle değil, yeni sûnî ihtiyaçlar üretmekle ilgileniyor ve
bunu kabûl etmeyenlere ise baskı ve zulüm yapıyor. Yâni modern-bilim ve
teknoloji, zorla ilerletilmeye çalışılan bir zorbalık hâline gelmiştir.
Modern-bilim “ilerliyoruz” derken çok ileri gitmiştir ve haddini çok fazla
aşmıştır. Bilim olanca hızıyla ille de ilerlemek zorunda değildir. Onun mâkûl
ve doğal bir seyri ve sınırı vardır-olmalıdır. İlerleme hızını “gerçek
ihtiyaçlar” belirler, sûnî ihtiyaçlar (daha doğrusu ihtiraslar) değil. Aşırı
hız, yoldan sapmayı yanında getirir. Bu nedenle yoldan sapmaktansa normâl bir
seyirde gitmek daha doğrudur. Modern-bilimin kışkırtıcı zihniyette olması,
dinden ve Allah’tan vazgeçmesinin ve uzaklaşmasının bir sonucudur. Allah’tan ve
dinden vazgeçince onu tutacak ve yavaşlatacak bir şey kalmamıştır.
Modern-bilime ve teknolojiye bâzen düşmanlık derecesindeki karşıtlığımız bu
yüzdendir. Yoksa modern-bilim ve teknoloji iyi şeyler de yapmaktadır. Lâkin,
“modern-bilim ve teknolojide sizin için bâzı yararlar vardır, fakat zararları
ve günahları daha büyüktür” diye bir söz edebiliriz.
Modern-bilim ve de teknoloji “sâdece bilim ve
teknoloji” değildir ve modern-bilim ve teknoloji üzerinden bir zihniyet ve inanç
yâni bir “din” de üretilir. 19. yüzyılın bir-çok önemli düşünürü, rasyonel
düşüncenin ve bilimin zaman içerisinde dinlerin yerini alacağını iddiâ
etmişlerdir. Bu kişiler dinlerin gitgide daha az referans verilen ve zaman
içerisinde tamâmen yok olmaya mahkûm kurumlar olacağını düşünmüşlerdir. Örneğin
Engels bilimin açıklama gücünün artmasıyla berâber dîne daha az ihtiyaç duyulacağını
iddiâ etmiştir. Büchner, benzer şekilde, bilimin her alanda hâkimiyetini îlân
edeceğini ve dinlerin halk nazarında da geçerliliğini yitireceğini düşünmüştür.
Bâzı çok-bilmiş müslümanlar İslâm Dîni ile
modern-bilimi kardeş gibi göstermeye çalışsalar ve İslâm’ın temel ilkelerine
birebir zıt ve saçma-sapan bir şekilde; “İslâm ile bilim çatışmaz, çünkü
ikisinin alanları farklıdır” deseler de, İslâm ile modern-bilim arasında
zıtlaşmanın olmaması mümkün değildir. Zîrâ çatışma, ikisinin temel dayanaklarının
birbirlerine düşman olacak seviyede farklı özellikte olmasıdır. İslâm ve
bâtılın günümüzdeki görünümü ve temsilcileri olan modern-bilim ve onun ekürisi
teknoloji, dayanak olarak birbirlerinin tam karşısındadırlar ve birbirlerini
yok etmeye çalışmaktadırlar. Hak-bâtıl dâvâsı günümüzde (görebilenler için çok
açık şekilde) İslâm ve modern-bilim/teknoloji üzerinden yapılmaktadır. Çatışma
ikisi arasındadır. Zâten modern-bilim bu düşmanlığı ve çatışmayı açık bir
şekilde yapmakta ve İslâm’ı yâni hak-dîni işe karıştırmayarak ve dışlayarak
dîne düşmanca davranmaktadır. Modern-bilim apaçık bir şekilde Allah’ı, âhireti,
gaybı, vahyi, peygamberliği yâni dîni, dolayısı ile hakkın tek temsilcisi olan
İslâm’ı hesâba katmamakta, işe karıştırmamakta, yok saymakta, devri geçmiş bir
ilkellik olarak kabûl etmekte, gerici, yobaz ve hattâ terörizm olarak görmekte
ve göstermektedir.
Bu nedenle modern-bilim/teknoloji ile dînin zıtlaşmaması
ve çatışmaması mümkün değildir. Zîrâ ikisinin de dayanağı farklıdır. Din Allah’a
dayanırken, modern-bilim ise maddeye, insan ve akla dayanmaktadır. Oysa hepsini
Allah yaratmıştır. Modern-bilim işe Allah’ı dâhil etmediği gibi onu hesap-dışı
tutar. Hattâ işe Allah’ı karıştıranları da gerici yobazlar olarak görür. Şimdi durum
böyleyken din ile modern-bilimin zıtlaşıp da çatışmaması mümkün müdür?.
Din’de akıl “araç” iken
modern-bilim ve teknolojide akıl “ilah”tır. Din akıl-dışı değildir ama akıl-üstüdür.
Bu nedenle akıl dînin kontrôlünde ve yönlendirmesinde olmalıdır ki zâten ancak
bu şekilde olursa insanlara zarar değil fayda verir.
Eğer birinden “akıl ile din
aynı şeydir, birbirleriyle çatışmazlar ve birbirlerini tamamlarlar” gibi laflar
duyarsanız bilin ki onlar modern-bilimi din edinmiş ve merkeze almış olan
câhiller ve modern-bilimin verilerini dîne onaylatmak için kıçlarını yırtan
eziklerdir.
Gazâli dışında; Kindi, Farâbi, İbn Rüşd gibi
filozoflar da din ile bilimi uzlaştırmaya çalışmışlar ama başaramamışlardır da sonuçta
dîni yozlaştırmak zorunda kalmışlardır. Dîni felsefenin ve tasavvufun saçmalıkları
ve zırvalıkları arasında boğmuşlardır.
Bu ezikler, modern-bilimin
etkisiyle ve efsunuyla kendilerinden geçtikleri için ağızlarından çıkanı
kulakları duymaz da şöyle derler: “Peygamberimiz zamânında bilim gelişmemiş
olduğu için onların anlayamadığı şeyler şimdi modern-bilim sâyesinde anlaşılır
hâle gelmiştir”. Hâlbuki bu söz; “Peygamberimiz’in ve sahabenin dîni
anlayamadığı ve kendilerine inen âyetleri anlama noktasında câhil kaldıklarını
söylemek” demektir. Oysa Kur’ân apaçık olandır ve anlamak ve idrâk etmek için
kolaylaştırılmıştır. Fakat buna rağmen Peygamberimiz ve sahabe Kur’ân’ı yine de
anlayamamış da modern-bilime tapan bu ezikler anlayıp ortaya koymuşlar. Bu gibi
salakça laflar edenler hep, modern-bilim ve teknolojiyi din edinip onlara
taptıkları için böyle konuşmaktadırlar. Bunların dîni çok iyi bildiklerini ve
tam bir teslîmiyetle dîne teslim olduklarını falan sanmayın, hayır!; bunlar
dîne değil, modern-bilime ve teknolojiye îman etmişlerdir ve dîni ise sâdece
tuz-biber olarak kullanmaktadırlar.
Şu kesindir ki, İslâm’ın
kendinden başka hiç-bir açıklayıcıya ihtiyâcı yoktur. Hele modern-bilim gibi
Allahsızlıklara hiç ihtiyaç duymaz. Din ve Kur’ân ancak kendi bütünlüğünde
anlaşılabilir ve Sünnet örnekliğine göre amele-eyleme dökülebilir. Aslâ açıklanmak
için başka bir şeye ihtiyaç duymaz. Modern-bilimin Kur’ân’ı açıklamaya kalkması
haddi değildir ve zâten onun buna çapı ve gücü de yetmez. İslâm ancak ilim-amel
yada Kur’ân ve Sünnet bütünlüğüdür ve tüm zamanlarda idrâk etmek ve uygulamak
için bu ikisi yeterlidir.
Kur’ân’ın
modern-bilime değil, modern-bilimin tekrar doğal, normâl ve fıtrî sınırlarına
dönebilmesi ve “bilim ve teknik” olabilmesi için Kur’ân’a ihtiyâcı vardır.
Her-şey ancak Kur’ân penceresinden bakıldığında kendini net ve doğru olarak
gösterir. Kur’ân’a modern-bilimin penceresinden bakmak ancak sapkınlıklara ve
sapıklıklara yol açar-açmaktadır. “Kur’ân’a modern-bilimin ışığında” değil,
modern-bilime ve her-şeye Kur’ân’ın yâni vahyin ışığında baktığınızda ancak
hakîkati görüp idrâk edebilirsiniz. İslâm “büyük mevzu ve büyük haber”dir. Onun
küçük mevzulara ve fikirlere ihtiyâcı yoktur. Modern-bilimin, Kur’ân’ı
aydınlatabilecek kadar güçlü bir ışığı yoktur, hiç-bir zaman da olmayacaktır.
Alimcan
Barudi, medeniyetin getirilerini düstur olarak alıp dîne o gözle bakmanın
yanlışlığına işâret eder ve tam-aksine dîni iyice öğrenip o gözle medeniyete
bakmak gerektiğini savunur. Renan’ın İslâm’a yaptığı suçlamanın etkisinde kalanların,
dîni bilime göre anlama çabaları, dîni modern-bilime boğdurmaktadır.
Modernist
müslümanların; modern-bilim geliştikçe Kur’ân’ın daha iyi anlaşılacağı ve bu
yüzden de insanların İslâm’a daha çok ve daha kolay dâhil olacağı, dindar
olanların ise daha çok dîne sarılacağı beklentilerinin boş beklentiler olduğu
görülmüş hattâ tam-aksi bir sonuç ortaya çıkmıştır.
Modern-bilime
meftûn, hayrân ve râm olanlar yâni modern-bilimi putlaştırıp ona tapanlar, “akla
mutâbık olmayan nasların sahih olmayacağını” söyleyebilmişler ve böylece on
numara kâfir olmuşlardır. Oysa tam tersi geçerlidir ve vahiy ile mutâbık
olmayan bilgi ve veriler sahih değildir. Modern-bilimin
her-şeyi yok etmeye programlı olması onları böyle düşünmeye zorlamış olmalıdır.
Modern-bilim dîne niçin bu
kadar düşmandır?. Çünkü modern-bilimin foyasını ortaya koyan ve ona meydan okuyan
tek şey İslâm Dîni’dir. Modern-bilimin tezgâhını ve sahtekârlıklarını din
ortaya koymaktadır. Modern-bilimin “tek gerçek” diyerek millete yutturduğu
yalanlara sâdece din karşı çıkmakta ve hakîkati de sâdece din kesin şekilde ortaya
koymaktadır.
Din alanında yada bilim
alanında olanlar arasında din ile bilimin çatışmadığını söyleyenler vardır ama
mesele bu değildir. Din için mesele, -ki biz “din” derken Allah katındaki tek gerçek
ve tek geçerli din olan İslâm’dan bahsediyoruz- “merkeze neyin alındığı”dır. “Din
ile bilim çatışmaz” diyenler, merkeze Allah sözü olan dîni değil de insan sözü
olan modern-bilimi alıyorlar ve hayattaki bir soruyu yada sorunu açıklarken dîne
değil de -modern-bilime atıf yapıyorlar ki İslâm açısından bu büyük bir sorundur.
İslâm’ı masa-başına ve dört duvar arasına hapsedenler hayatta karşılaşılan bir
soru yada sorunu din ile değil modern-bilim ile çözmeye çalışıyorlar. Fakat
tabî ki de çözemiyorlar, çözemezler.
Merkeze dîni değil de
modern-bilimi alan modernist ilâhiyatçılar bile vardır. Bunlardan bâzıları
şöyle diyor: “Bilimle daha çok uğraşmak veyâ artan bilimsel bilgi insanı
sekülerleştirir fikrinin mutlak bir kâide olmadığını söyleyebiliriz”. Böyle
deseler de artan bilimsel bilgi elbette insanları sekülerleştiriyor ve
sekülerleştirmiştir. Hattâ Dünyâ genelinde ve müslüman ülkelerde insanların sekülerleşmesine
neden olan en önemli ve etkili şey modern-bilim ve teknoloji olmuştur-olmaktadır.
Meselâ birilerinin Hz. Îsâ için; “babasız insan mı olur”
sözlerine karşı ezilip-büzülen ve komplekse kapılanlar, Hz. Îsâ’nın babasız doğuşunu
îmâna bağlayacaklarına modern-bilime ve bağlayarak “dişi hermofraditlerin
kendi-kendilerine hâmile kalabileceklerini” söylüyorlar. Fakat işin önemli olan
yanı şudur ki insanlık târihinde bunun böyle bir örneği yoktur. Bu modernist eziklerden
biri bu konuda şöyle der: “Peki dişi hermafroditler evlenmeksizin kendi-kendilerine
(otofertilizasyonla) gebe kalabilirler mi?. Tıbbî literatürde rapor edilen
böyle bir vakâ (insanda) henüz olmamıştır. Ama hermafrodit memelilerde
(tavşanlarda) rapor edilen otofertilizasyon gebelikleri olmuştur. 1990 yılında Hollanda’da
müstakil bir odada izole edilerek tâkip edilen hermafrodit bir tavşan kendi-kendine
(otofertilizasyonla) gebe kalmış ve sağlıklı 7 tavşan doğurmuştur. Bu tavşanı
izole ederek tâkip etmeye devâm eden araştırmacılar, otopside tavşanın aynı-şekilde
(otofertilizasyonla) tekrar gebe kaldığını rapor etmişlerdir. Bu durum
otofertilizasyonun hermafrodit insanlarda da mümkün olabileceğini gösterir.
Çünkü insanlar da tavşanlar gibi memeliler grubundandır. Zâten hermafroditlerle
ilgili tıbbî literatür verileri insandaki dişi hermafroditlerin bu potansiyele
sâhip olduklarını yâni ‘potansiyel otofertil’ olduklarını göstermektedir. Bir
spermin kendisiyle aynı batın içinde bulunan bir oositi bulması ve onu
döllemesi ise potansiyel olarak dâima mümkündür.
Hz. Meryem’in gebeliği de muhtemelen böyle gerçekleşmiş olmalıdır”. Peki örnek
var mı?. Bunun olduğuna dâir insanlık târihinden tek bir örnek verebiliyor
musun?. Tabî ki de hayır!. Çünkü teoride “olur” gibi gözüken şeylerin hemen
hiç-biri pratikte gerçekleşmez. Zâten modern-bilim “olabilir” üzerine kuruludur
ve pratikte hiç gerçekleşmiş bir örnek olmasa bile yine de teoriyi savunmaya devâm
eder. Bu yüzden de hiç-bir zaman netliğe ulaşamaz. Hz. Âdem’i saymazsak babasız
olarak doğan tek insan sâdece Hz. Îsâ’dır ki onun doğumu hermofraditle falan
değil, mûcize ile olmuştur. Îman edenler için bu yeterlidir ve başka bir şeye
de ihtiyaç yoktur. Fakat bir türlü iknâ olamayanlar argüman arayıp dururlar ve
boş laflarla ve işlerle uğraşıp durmak zorunda kalırlar.
İşte bizim, “Kur’ân’ı modern-bilimin nesnesi yapmak
ve ona işkence ederek, kafasına-kafasına vurarak konuşturmak” dediğimiz şey
budur.
Peki Hz. İbrâhim’in karısı Sâra ve Hz. Zekeriyyâ’nın
karısı Elizabeth için de bir şeyler uyduracak mısınız?. Çünkü onlar da yaşları
ilerlemiş kısır kadınlardı ve hâmile kalmaları mümkün değildi. Fakat normâl
yollardan hâmile kaldılar, doğum yaptılar ve çocukları oldu. Hem de o çocuklar
peygamber oldu. Gerçi onlar için de uydurursunuz bir şeyler, ne de olsa
modern-bilim denilen yüce bir ilahınız var, ondan yardım istersiniz, o da size
lâzım olan verileri yâni vahiyleri indirir.
Hiç-bir zaman olmamış ve olmayacak
bir şeyi delil olarak getirmek ancak modern-bilimi din yapmış ve modernizm
karşısında ezik-büzük olmuş kişilerin işidir. Modern-bilime o kadar inanıp güvenmişler
ve îman etmişlerdir ki pratikte aslâ gerçekleşmeyecek olan şeyleri bile, “beş
para etmez teorilerle” kanıtladıklarını sanırlar ve “gerçek budur” derler. Onları
dinleyenler de mal bulmuş mağribi gibi bu boş lafların peşine takılırlar da
zihinsel orgazmlar yaşarlar. Fakat bu orgazm meşrû ve helâl yoldan olan bir
orgazm-şekli değildir.
Modern-bilim ve de
teknoloji, “doğruluğu sorgulanamaz” olarak görülüyor. Oysa görece doğrusundan
ziyâde yanlışları ve ortaya çıkardığı kötülükler vardır. Günümüzde insanı ve
Dünyâ’yı ifsâd eden ve fitne verip huzurları kaçıran şey modern-bilim ve
teknolojiden başkası değildir:
“İnsanların kendi
ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur
ki, dönerler diye (Allah) yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).
Bilmek daha doğrusu bilmeye
çalışmak yada bildiğini sanmak sınırı ve haddini aştığında îmânı azaltır yada
zedeler. Çünkü her-şeyi bilirseniz ve bilmeye kalkarsanız yada her-şeyi felsefeyle
yada modern-bilim ile bildiğinizi veyâ bilinebileceğini sanırsanız, geriye îman
edecek bir şey kalmaz. Bu “îmansızlaşma”yı ortaya çıkarır ki aklı ve bilgiyi
ilahlaştırmış olan modernizmin îmansızlığı ve modern insanın îmânının bitme
noktasına gelmesinin nedeni budur.
İslâm önünde de sonunda da
tek hak ve hâkikat olandır. Bâtıl ise tüm zamanlarda farklı görünüşlerle görünmekte,
günümüzde ise “hakkın karşısındaki bâtıl” olarak modern-bilim ve teknoloji
olarak gözükmekte ve bâtıl böylece din ile olan çatışmasını sürdürmektedir. Çatışma
günümüzde din ile modern-bilim arasında olmaktadır ve “bilim ile din çatışır
mı?” sorusunun cevâbı “hak-bâtıl çatışması günümüzde din yâni İslâm ile
modern-bilim arasındadır” şeklinde verilir. Şu da var ki, hak geldiğinde bâtıl
def olup gider:
“De ki: Hak geldi, bâtıl
yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2023