“Îman edip
sâlih amellerde bulunanlar; ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı
(onlarındır)” (Ra’d 29).
“Hastalandığım
zaman bana şifâ veren O’dur” (Şuârâ 80).
“Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası
yoktur” (Necm 39).
Îman, sağlık ve iş. Bu üçü iyiyse, Dünyâ’da
her-şey iyi olduğu gibi, bu iyilik âhirete de yansır ve Dünyâ’da bu üçüne sâhip
olanlar âhirette de korkudan selâmette olur. Bu-bağlamda, Allah bizi Dünyâ’da
da âhirette de iyiliğe sevk etmek istediği için -gereğini yapmak şartı ile-
bize şu duâyı öğretir: “Onlardan öylesi de vardır ki: ‘Rabbimiz, bize
Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azâbından koru’
der” (Bakara
201). Demek ki bu üç şeye sâhipse insan, hem Dünyâ’da iyi bir hayâtı
olur, hem de âhirette iyiliklerle karşılaşır. Tabi Dünyâ geçici bir imtihan
yurdudur ve insan -sünnetullah gereğince-sürekli olarak sınanacağı için çeşitli
musîbetlerle karşılaşabilecektir. Kazâ, belâ, Dünyâ’nın çeşitli yerlerinde meydana
gelen doğal âfetler, savaşlar, zulümler ve nihâyet ölüm, insana “Dünyâ’nın
cennet olmadığını” hatırlatıp duracaktır.
Sıralamak da başlıktaki gibi, “îman, sağlık
ve iş” şeklinde olmalıdır. “Sağlık her-şeyin başıdır” diyorlar fakat “îman”
ondan daha önemlidir. Çünkü îmanlı ölmek, sağlıklı ölmekten çok daha değerlidir.
Lâkin sağlıklı bir mü’min olmak ne kadar da güzeldir. Üstelik iş-güç de
yerindeyse “kaymaklı kadayıf” olur. Fakat insanlık-târihi boyunca insanlar en
çok da bu üç şeyden mahrûm yada uzak kalmıştır veyâ uzak tutulmuştur. Hâlbuki
Allah, insana indirdiği vahiyler ve gönderdiği peygamberler ile îmânı anlatmış
ve sevdirmiş (Hucurât 7), doğal, sağlıklı ve güzel nîmetlerle zinde kalmalarını
için rızıkları yaratmış (A’raf 32) ve insanların Dünyâ’dan eşit bir şekilde yararlanmalarını
emretmiştir (Fussilet 10).
Şeytanın, nefsin ve tâğutların etkisi ile
îman, sağlık ve iş ifsâd edilmiştir ve edilmektedir. Îmânın yerine imaj,
sağlığın yerine hastalıklar, işin yerine de işsizlik konuluştur. Böylelikle
insanlar istedikleri gibi kontrôl edilebilmekte, yönetilmekte ve
yönlendirilebilmektedir.
Mü’minler ise, gücünü imajından değil,
îmânından alan kişilerdir. Yine mü’minler; sûnî, pis ve haram olan şeyleri
yemezler-içmezler-giymezler ve sağlıklarına özen gösterirler. İş ve kazanç
konusunda da mü’minler, İslâm’ın temel ilkelerine aykırı olan işlerde
çalışmazlar ve rızıklarını haram ve meşrû olmayan işlerde çalışarak kazanmaktan
uzak dururlar.
Îman etmek, sâdece kâlplerde gerçekleşip
biten bir şey değildir ve kâlplerden ellere uzanan bir eylem-şeklidir. Bu
yüzden “inkâr etmemek”, “îman etmek” anlamına gelmez. Îman, en ufak bir
defo-ârıza bile kabûl etmez. Îman %100 îmandır. Îman, îmânın bilgisi” değildir.
Zâten hiç-bir şeyin bilgisi o şeyin kendisi değildir. Îman, bilişsel bir mesele
değil, eylemsel bir dinamiktir. Îmânın derecesi, Allah için yapılan işle (amel)
belli olur. “Bu-gün Allah için ne yaptın?” demek, “îmânında bir artma var mı?”
demektir. Demek ki sâhip olunması gereken îman, bilgisine ve bilincine erdikten
sonra, “amel ve eyleme dönüşen îman”dır.
İslâm’a göre gerçek hastalık “kâlplerdeki
hastalık”tır. Çünkü diğer hastalıklar geçicidir yada en nihâyet ölüm ile biter
gider. Fakat kâlplerdeki hastalıklar âhirete de taşınır ve orada kişiye sıkıntı
olarak yansır. Bu nedenle İslâm hastalıkları gidermeye “kâlplerdeki
hastalıklar”dan başlar.
Kur’ân boyunca sağlık konusunda hastaya
güçlük yüklememek temel olan şeydir. Bir hatalık söz-konusu olduğunda ibâdetler
ve görevler kazâya bırakılabilir yada askıya alınır. Zîrâ hastayken ne hakkıyla
ibâdetler yapılabilir ne de görevler yerine getirilebilir. Bu nedenle hastanın
sağlığına kavuşmasına çok önem verilir.
Kur’ân: “Kendi ellerinizle kendinizi
tehlikeye atmayınız” (Bakara 195) der. Bu emrin içine, sağlık şartlarının sağlanması
da girer. İnsana sağlığını koruma görevi
verilmiştir. Çünkü “her-şeyin başı sağlık” olmasa da
îmandan sonra sağlık gelir. Şu da var ki, ağır bir sağlık sorunu olduğunda îman
eyleme dönemeyeceği için, sağlık(sızlık) îmânı etkiler. Îman ve sağlık birbirlerini
etkilerler. Şöyle denebilir; iç-âlemler
salt îmanla inşâ edilebilirken, dış-âlemin inşâsı, îman ve sağlığın sağlam olmasına
bağlıdır. Modern insanın ve modern müslümanların yüreklerinde derman olmadığı
gibi dizlerinde de derman kalmamıştır. Zîrâ îmandan ve sağlıktan yoksun ve
mahrumdurlar. Çünkü îmânın yerini imaj, sağlıklı beslenmenin yerini ise keyifli
ama sûnî ve katkılı şeyler almıştır. Üstelik bunlar sağlıklı olmadığı gibi,
temiz ve helâl de değildir. Günümüzde
artık sağlıklı beslenebilmek için herhâlde yeniden “avcılık ve toplayıcılık”
yapmaktan başka çâre kalmamıştır.
Kur’ân, insanlara verilen rızıkların
temiz ve helâlinden yenilmesini emrettiği gibi (Bakara 172), Peygamberimiz de; “iyi ve temiz
şeyleri helâl, kötü ve zararlı şeyleri ise haram kılmak üzere
görevlendirildiğini” bildirmektedir (A’raf 157). Fakat modern-bilim, teknoloji, modern ürün ve üretimler ve de modern-tıp, bir
dereceye kadar “sağ kalma”yı sağlasa da, “sağlıklı olma”yı sağlayamıyor. Çünkü
modern insan “kâlp hastalıklarıyla” mâlûldür. Îman sorunu olduğu için sağlık
sorunu da vardır veyâ sağlık sorunu çok fazlalaştığı için îman sorunu da
fazlalaşmıştır. Ateistliğin, deistliğin ve agnostikliğin artmasının nedeni bu
üç şeyin yokluğudur. Modern insan
sağlık(sızlık) tarafından tutsak edilmiş olan kişidir. Bu nedenle de bir türlü
îman etmemekte yada “hakkıyla” îman edememektedir.
Sürekli olarak başkalarının ürettiğini yemek,
hastalıkların başlamasının ve çoğalmasının ana-nedenidir. En sağlıklı beslenme
şekli, “kendi ürettiğini yemek” şeklinde olan beslenmedir.
Peygamberimiz şöyle der: “İnsanların çoğunun aldandığı,
kıymetini bilemediği iki nîmet vardır; sağlık ve boş vakit” (Buhâri, Rikak 1). Başka bir hadislerinde de: “Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir” der (Müslim, Kader 34). Kuvvet elbette iç-kuvvet olarak îmandan, dış-kuvvet
olarak ise sağlıktan gelir.
Peygamberimiz başka bir hadisinde; “Rabbinizden Dünyâ’da ve âhirette lütuf ve âfiyet isteyin” (İbn-i Mâce,
Duâ 5) der. Başka bir hadisinde de; “Allah’tan
af ve âfiyet dileyin. Zîrâ kimseye âf ve âfiyetten daha hayırlı bir şey
verilmemiştir” (İbn-i Mâce, Duâ 5) der.
Allah her insana
özel bir yetenek-beceri vermiştir. Fakat kapitâlist sistem, insanları
tek-tipleştirip “işçisi” yaparak, insanların yeteneklerini baltalamaktadır.
Sonuçta ortaya beceriksiz, işsiz ve karın-tokluğuna çalışan ve “vasıfsız”
sayılan kalabalılar çıkar-çıkmaktadır. Bu elbette sanâyileşmenin,
makineleşmenin, sûnî ve yapay yeme, içme ve giyinmenin, sağlıksız evlerin,
âilenin ve toplumların sonucudur. Böylece bu yöntemle “tâğut” denilen
azınlıklar Dünyâ’da bir hâkimiyet kurmakta ve insanları modern kölelerle
dönüştürmektedir.
İnsanların
rızıklarını têmin edebilmeleri için çalışmaları ve bir kazanç elde etmeleri
gerekir. Allah bu nedenle her insana farklı kâbiliyetler vermiş ve rızıklarını
kazanabilmelerinin yolunu açmıştır. Fakat yukarıda saydığımız ve bir-çok
şeytânî-nefsî nedenler yüzünden insanların kalabalık bir kesimi ne
kâbiliyetlerini gösterebilmekte ne de emeklerini ortaya koyabilecek bir alan
bulabilmektedirler. Bu yüzden de emeklerinin karşılığını alamamakta, hattâ
çoğu-kişi karın-tokluğuna çalışabilecek bir iş de bulamamaktadır. Bu kısıtlılık
da, çok da uzun olmayan bir vâdede mutsuzlukla ve sağlıksızlıkla sonuçlandığı
için, yaşanan güçsüzlük, umutsuzluk ve çâresizlik, Îman zayıflığını yada daha
da kötüsü îmansızlığı açığa çıkarmaktadır. Böylece sağlam bir îman, gerçek bir
sağlık ve iyi bir iş ve geçimden yoksun bir toplum ortaya çıkmaktadır.
Peygamberimiz’in iş konusundaki sözleri ve
tavsiyesi ise şöyledir: “Yaptığın işler kendinin yada başka birinin yükünü
kaldırsın, yeni bir yük yüklemesin. Çalışırken, en çirkin insan bile güzeldir.
Çalışmak, en hayırlı sermâyedir”.
İnsan ne iç-âleminde ne de dış-âlemde boş
bırakılmaya gelmez. Bu yüzden Allah, insanı boş bırakmaz ve sürekli olarak bir
meşgûliyete yönlendirir: “Gerçekten
güçlükle berâber kolaylık vardır. Şu-hâlde boş kaldığın zaman, durmaksızın
yorulmaya devâm et
ve yalnızca Rabbine rağbet et” (İnşirâh 7).
Evet; sağlam bir îman, gerçek bir sağlık ve
insanca ve müslümanca çalışıp-kazanacağı ve yaşayacağı bir iş, insanı Dünyâ’da
da âhirette de mutlu-mesut edecek olan üç şeydir. Lâkin…
1-Îman etmeyenler yada hakkıyla îman
etmeyenler bâtıl ve sapkın yollara girmeye başlarlar.
2-Sağlıklı, helâl, temiz ve meşrû gıdâlarla
ve nîmetlerle beslenmeyenler, sûnî, yapay, pis ve haram yiyecek ve içeceklerle
beslenmeye başlarlar.
3-Yapılacak işleri yapmayanlar; yapılmayacak
işleri yapmaya başlarlar.
Kanımca tüm bunlar bir cezâdır. İnsanların Allah’a,
âhirete, vahye, Kur’ân’a, Sünnet’e yâni İslâm’a ve de; fıtrata, doğaya-doğala
ve normâle aykırı davranarak, şeytana, nefse ve tâğutlara kanarak bir zulüm ve
ifsâd sistemi olan moderniteye bağlanmasının bir cezâsı..
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs
2024