11 Mart 2023 Cumartesi

Fedâkârlık Üzerine

  

“Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır” (Lokman 14).

 

Varlık içinde en büyük fedâkârlık, annenin yavrusu için yaptığı ve yapabileceği fedâkârlıktır. Bu yüzden olsa gerek, Kur’ân’da Allah’a îmandan sonra ana ve babaya şükretmek/teşekkür etmek gelir. Anne ve baba olmak büyük fedâkârlık ister. Anne-babalar bu fedâkârlığı yapmaktan çekinmez. İşte bu nedenle Kur’ân “anne ve babana ‘öf’ bile deme” der.

 

Bir “sorumsuzluk uygarlığı” olan modernizm içinde yaşayan modern insan, fedâkârlık yapmaktan kaçınır ve hattâ fedâkârlık yapmayı saçma bulur. Çünkü fedâkârlığın, hesâbı yapılmış dünyevî bir getirisi yoktur. İşte bu nedenle modern insan ya hiç evlenmez, ya evlenir çocuk yapmaz yada en fazla tek bir çocuk yapar ve böylece fedâkarlıktan kendince kurtulmuş olur. Oysa Allah, özellikle anneye birden fazla çocuk için fedâkârlık yapabilecek bir potansiyel ve birden fazla çocuğa yetecek şefkât vermiştir. Bir çocuğa bakmaktan imtinâ ediyor ama 3-5 kediye ve köpeğe bakmaktan gocunmuyor.  

 

Modern insan modernizm ve onun ürettiği şeylere sâhip olabilmek için nasıl da fedâkarlıklar yapıyor. Basit bir teknolojik âlet için yaptığı fedâkarlığın haddi-hesâbı olmuyor. Oysa anne-babası için en ufak bir fedâkârlık bile gösteremiyor. Hakka-hakîkate ve fıtrata uygun olarak fedâkârlık yapılmadığında, şeytan, nefs ve tâğutlar için çok daha ağır fedâkârlıklar yapılabiliyor. Bu olsa-olsa bir cezâdır. Bâtıl için yaptıkları fedâkârlığın yarısını Allah için, hak-hakîkat için yapsalardı Dünyâ cennete dönerdi.

 

Maddî karşılığı olmayan bir eylem, fedâkârlığın ve samîmiyetin en büyük delîlidir. Fedâkârlık, “getirisi olamayan eylem”dir, yada “getirisi Allah’a âit olan eylem”. Fedâkârlık, hak yada bâtıl, bir şey konusunda ancak samîmi ve kararlı olunduğunda yapılabilir. Bâtıl için yapılan fedâkârlıklar bile kendince bir samîmiyet ve kararlılık ister. Samîmi ve kararlı olmayanlar fedâkârlık yap(a)mazlar. Belki sâdece gösteriş için bir şeyler yaparlar ki gösterişin dünyevî getirisi olduğu için ona fedâkârlık denilemez.

 

Batı dillerinde “kurban” ve “fedâkârlık” aynı terimle ifâde edilir ve kutsallıkla aynı Latince kökten gelir: “sacer” (kutsal) + “sacere” (kılmak, yapmak) = wsacrificium (kurban, özveri).

 

Fedâkârlığın hesâbı olmaz. Fedâkârlıkların hesâbını tutanlar bu yolda muvaffak olamazlar. Yapılan bir iyiliğin ve fedâkârlığın söylenmesi de iyi karşılanmaz. Zîrâ yapılan fedâkârlığın değeri düşer.

 

Kim daha çok fedâkârlık yapıyorsa onlar Dünyâ’ya hükmeder. Modernler, bâtıl dâvâları için büyük fedâkârlıklar yaptıkları için kendilerine göre iyi bir noktaya gelmişlerdir. Lâkin fedâkârlık ancak Allah için yapılırsa tüm insanlığa ve tüm varlığa faydası olur. Aksi-hâlde sâdece belli bir kesimin işine yarar ki modernizm için yapılan fedâkârlığın geldiği yerde niceleri helâk olmaktadır, büyük sıkıntılara girebilmektedirler. Demek ki birilerine zarar veren şeye fedâkârlık demek yanlıştır.  

 

Fedâkârlık inanç ister. Bâtıl dâvâlar bile bir özveri ve inanç ister. Mü’minlerin fedâkârlığı îmâna dayanır. Îmânın güçlendirdiği vicdanlar kolayca fedâkârlık yapabilirler. Mü’minler, Allah korkusu ve hak sevdâsı ile Dünyâ’nın gelip-geçici bir imtihan alanı, fânî bir yurt olduğunu idrâk ederek büyük vazgeçişler yapabilirler. Öyle ki mallarını ve canlarını bile fedâ edebilirler ve etmişlerdir davaları için. Bunun örnekleri çoktur. Çünkü ölüm ile işin bitmediğini ve âhirette hesâbın bir olduğunun bilincindedirler. Tüm fedâkârlıkların Allah’ın rızâsı olarak ve cennet ile ödüllendirileceğini bilirler. Fedâkârlığın ödülü âhirette ve cennette olur. Bu nedenle mü’minler fedâkâr insanlardır.

 

Bir şeye karşı yapılan fedâkârlık artınca, o şeye olan inanç da artar. Bu inanç, fedâkârlığı daha da arttırır. O-hâlde îman ve fedâkârlık birbirlerinin neden-sonucu ve ödülü olur. Kur’ân’da Medîne’li Ensar’ın gösterdiği fedâkârlıktan bahsedilirken şunlar söylenir:

 

“Kendilerinden önce o yurdu (Medîne’yi) hazırlayıp îmânı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar felâh (kurtuluş) bulanlardır” (Haşr 9).

 

“Sevdiğiniz şeylerden infâk edinceye kadar aslâ iyiliğe eremezsiniz. Her ne infâk ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir” (Âl-i İmran 92).

 

“Onlar, bollukta da, darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever” (Âl-i İmran 134).

 

“Ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızâsı) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz” (İnsan 8).

 

Peygamberler insanların içindeki en fedâkâr insanlardır. Hayatlarını İslâm’a adarlar ve bu uğurda en büyük zorlukları onlar çeker ve en ağır bedelleri onlar öderler. Filozoflar bir amaç yada savundukları fikir uğruna hayatlarını fedâ etmezler-edemezler ama peygamberler hayatlarını dâvâları uğruna fedâ edebilirler, bu yüzden filozofların değil ama peygamberlerin havârileri-sahabeleri ve ümmeti olur. Sahabeler işte bu nedenle Peygamberimiz’e; “anam-babam sana fedâ olsun ya Resûlûllah” demişlerdi.

 

“Hz. İbrâhim’in fedâkârlığı mı üstün, yoksa Hz. İsmâil’in fedâkârlığı mı üstün” diye bir tartışma olsa, tartışma bir karâra bağlanamazdı herhâlde. Kur’ân bu iki peygamberin gösterdiği fedâkârlığı şöyle anlatır:

 

“(İbrâhim) dedi ki: ‘Rabbim, bana sâlihlerden (olan bir çocuk) armağan et’. Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik. Böylece (çocuk) yanında koşabilecek çağa erişince (İbrâhim ona): Oğlum!, dedi. Gerçekten ben seni rüyâmda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun. (Oğlu İsmâil) dedi ki: ‘Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın’. Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmâil’i kurbân etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: ‘Ey İbrâhim’ diye seslendik. ‘Gerçekten sen, rüyâyı doğruladın. Şüphesiz biz, ihsânda bulunanları böyle ödüllendiririz’. Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbânı fidye olarak verdik. Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. İbrâhim’e selâm olsun” (Sâffât 99-109).

 

Hz. İbrâhim ve de İsmâil, Allah için canından ve cananından vazgeçebilmeyi göze alan iki fedâkârdır. Hz. İbrâhim bu fedâkârlığı gösterince, Allah, İsmâil’in canını bağışladığı gibi, onlara bir de büyük bir ödül verdi ve isimlerini kıyâmete kadar şereflendirdi. Âhirette de sâlihlerle birlikte yüce makamlarda olacaklardır. Çünkü gösterilen Îman ve fedâkârlık çok büyüktü. Çünkü Hz. İsmail, Hz. İbrâhim’in ilk çocuğuydu ve geç bir yaşta evlâdı olmuştu. İşte Allah, Hz. İbrâhim’i imtihan etmek için sınadı ve Hz. İbrâhim, Allah için en sevdiğinden bile vazgeçebileceğini ve Allah için her türlü fedâkârlığı gösterebileceğini kanıtladı ve ispât etti.

 

Buradan çıkarılacak sonuç şudur: “Ey müslüman!; sevdiklerinden fedâ etmedikçe bir örneklik ortaya koyamayacağın gibi, hiç-bir şeyi değiştiremez ve düzeltemezsin”.

 

Modern müslümanlar İslâm’a bir “dâvâ” olarak bakmıyorlar. Bu nedenle de İslâm için bir fedâkârlıkta bulunmadıkları gibi, bunu düşünemiyorlar bile.

 

Îmandan kaynaklanan fedâkarlıklar dejenere insanlara gülünç gelir. Fakat asıl hayret edilecek olan şey, Allah için fedâkârca bir hayat yaşamaktan kaçınmaktır. 

 

İnsanların/müslümanların sorunları bir-birleriyle yakınlık kuramamaları, birbirleri için fedâkârlık yapamamaları ve birbirleri için zorluğa katlanmamaları nedeniyledir. Çünkü birbirleri için yapacakları fedâkârlıklar ancak, onları birbirlerine yakınlaştıracaktır. “Meşakkat ile yakınlık hâsıl olunur” denir.

 

Allah’ın istediği gibi bir Dünyâ kurulabilmesi için, bir neslin kendini adaması yâni fedâ etmesi gerekir. Adanmış bir nesil olmadan, İslâm’ın hayâta hâkim olması mümkün değildir. Bu nedenle Allah bize şu âyeti indirmiştir:

 

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).

 

Allah yoluna adanmak en büyük fedâkârlıktır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2021

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder