“İnsan, ‘kendi başına ve
sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?”
(Kıyâmet 26).
“Canının istediği gibi
yaşamak” aslında “nefsinin istediği ve emrettiği gibi yaşamak” demektir.
“Canının istediği gibi yaşamak” düşüncesinde bir sınır ve kırmızı çizgi yoktur.
Canının istediği gibi yaşamak düşüncesinde olan kişiyi hiç-bir şey
sınırlayamaz. İslâm ise bir sınır koyma ve sınırlandırma dînidir. Çünkü
İslâm’da kişi Allah’a, âhirete, gayba, vahye ve peygambere bağlıdır. Allah’ın
emirleri ve yasakları karşısında kırmızı çizgileri vardır. Böyle olduğu için de
mü’minler canlarının istediği gibi yaşayamazlar.
Târih boyunca insanlar hem
doğallıktan kop(a)madıkları için hem de dîni yükümlülüklerden ve sınırlardan
dolayı canlarının istedikleri gibi yaşamamışlar yada yaşayamamışlardır. Zâten
doğada ve doğal yaşam tarzında canınızın istediği gibi yaşayamazsınız. Çünkü
doğaya ve doğala bağlısınızdır ve bu nedenle doğaya ve doğala aykırı bir
davranışta bulunmazsınız. Meselâ doğada henüz yetişmemişse bir yiyeceği
yiyemezsiniz. Şimdiki gibi çeşitli hormonlar ve katkılarla yılın her mevsimi ve
gününde mevcut olan yiyecekler olmadığı
için canınızın çektiğini istediğiniz zaman yiyemezsiniz. Zâten işin doğrusu da
budur. Doğal yaşamda canınızın çektiği şeyi yiyip-içebilmeniz için beklemeniz
gerekir ki beklemek insanın canının istediği gibi yaşamasına engel olur. Çünkü
canının istediği gibi yaşamak, beklememekle ve hemen elde etmekle
ilgilidir.
Bireyselleşme ile birlikte
kitlesel anlamda “canının istediği gibi yaşamak” düşüncesi de açığa çıkmış ve
bu zihniyet kısa zamanda tüm Dünyâ’ya yayılmıştır. Modernizm bir sorumsuzluk ve
canının istediği gibi yaşama uygarlığıdır. Hayâtiyetini buradan alır. Eğer
Modernizm’i yıkmak istiyorsanız, canınıza daha doğrusu nefsinize sâhip çıkmanız
yeter. Çünkü canınızın yâni nefsinizin istediği gibi yaşamak modernizmi ortaya
çıkardığı gibi onu günden-güne güçlendiren şeydir.
Modern dünyâda, “hazzı en
yüksek seviyede yaşayanlar yâni canının istediği gibi yaşayanlar “en başarılı
insan” olarak kabûl ediliyor. Kendini Allah’a adamış ve bu uğurda her-şeyden
vazgeçerek nefsini sınırlandırmış ve malını-canını ortaya koymuş olanlar ise;
ahmak, gerici, yobaz ve terörist olarak görülüyor.
Bir
müslüman, Allah ve âhiret yokmuş gibi, vahiy ve peygamber örnekliği ona nasıl
yaşaması gerektiğini göstermemiş gibi, “canım böyle istiyor” diyerek dilediği
gibi yaşayamaz. Mü’minler, canının istediği gibi yaşamayan-yaşayamayan kişilerdir.
Peki nasıl yaşarlar?. Allah nasıl emretmişse o şekilde yaşarlar:
“Yoksa insana ‘her dileyip arzu ettiği’ şey mi var?” (Necm 24).
“Ey Âdemoğulları, her
mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve isrâf etmeyin. Çünkü O,
isrâf edenleri sevmez” (A’raf 31).
“Onlar, harcadıkları zaman, ne isrâf ederler, ne
kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur” (Furkân 67).
Bâzen de
daha ağır sorumluluklarla karşılaşabilirler:
“Mü’min
olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah’a ve Resûlü’ne îman ettiler,
sonra hiç-bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad
ettiler. İşte onlar, sâdık (doğru) olanların ta kendileridir” (Hucurât 15).
Kur’ân’ı anlamak, “canının
istediği gibi anlamak” şeklinde değildir. Kur’ân en iyi şekilde, bir zulme
“dur” derken anlaşılabilir. Meydanın tam ortasında can boğaza gelip dayanmışken
anlaşılır: “Mü’minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya
kapılmadan) dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vâdettiği şeydir;
Allah ve Resûlü doğru söylemiştir’. Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve
teslimiyetlerini arttırdı” (Ahzâb 22). Kur’ân; fildişi kulelerde, dört
duvar arasında, masa-başında, sâdece beyinle ve zihinle anlaşılabilecek bir
Kitap değildir. Bir garibana yardım ederken, bir dertlinin derdini dinlerken,
zor durumda olana yardım ederken vs. anlaşılabilir. Bu da canının istediği gibi
anlamaktan uzak şeylerdir. Kur’ân-İslâm, canının istediği gibi yaşayarak ve
okuyarak değil, “canını dişine takarak” anlaşılabilecek bir Kitap’tır, Din’dir.
Bu bağlamda, Allah, cennet ve İslâm için kılını kıpırdatmayanlar, sıra vatana-millete
gelince mallarını ve canlarını bile ortaya koyabiliyorlar. Demek ki insan
malını ve canını, inandığı ve sevdiği şey için ortaya koyabiliyor.
Canının
istediği gibi yaşamak canlılığı öldürür. Canı istediği gibi yaşayanların
canlılara karşı vurdumduymazlık içinde olduğu görülür. Hayvanları, bitkileri
kısaca ekini ve nesli canlarının istedikleri gibi ifsâda upratıp helâk ederler.
Sorun, her-şeyden önce hayâtı “canım böyle istiyor”
anlayışına göre yaşamak mı; yoksa “Biz Allah’a âidiz ve tekrar O’na döneceğiz”
(Bakara 156) nihâi gâye düşüncesiyle yaşamak mıdır?.
İnsanlar 2’ye ayrılır:
1-Başkası için kendi canını verenler; 2-Kendi canı için başkasının canını
alanlar. Canının istediği gibi yaşamak için niceleri, nicelerinin canlarını
almıştır-almaktadır.
Canı sıkılan insan çok
tehlikelidir. Çünkü canının istediği gibi yaşayamadığı için canı sıkılmakta ve
ezilmektedir. Nefsi ona ağır bir baskıda bulunmaktadır. Bu baskı karşısında
olmayacak şeyleri yapabilmesi çok olasıdır.
Kur’ân, namaz kılanların ve
kulluğu hakkıyla yapanların “canlarının istediği gibi” yaşayamayacağını
söylüyor:
“Dediler ki: Ey Şuayb,
atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı yada mallarımız konusunda dilediğimiz
gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?. Çünkü sen, gerçekte
yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın” (Hûd 87).
Demek ki başta namaz olmak üzere tüm ibadetler,
emirler, yasaklar ve sorumluluklar, insanın “canının istediği gibi” yaşamasına
engel olur.
Peki canı istediği gibi yaşayanlar, ömürleri
tükenince ve ölüm kapıya dayanınca ne yapacaklar?:
“Hayır;
can, köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman, ‘son müdâhaleyi yapacak kim’
denir. Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır. (Ölüm korkusundan) ayaklar birbirine dolaştığında;
o gün sevk, yalnızca Rabbinedir. Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz
kılmıştı. Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti. Sonra çalım satarak
yakınlarına gitmişti. Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine
müstahaksın, dahasına da müstahaksın. İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’
bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyâmet
26-36).
Anlaşılıyor ki “canının istediği gibi yaşamak”
düşüncesinin bir nefeslik canı
vardır.
Hayatlarının merkezinde
Allah, âhiret, gayb, vahiy, peygamber yâni İslâm olan insanlar, canlarının istediği
gibi yaşayamazlar. Çünkü canının istediği gibi yaşamak ancak cennette olacaktır.
Dünyâ’da canının istediği gibi yaşayanlar ve tüm sorumlulukları inkâr yada
iptâl edenlerse, canlarının hiç-bir isteğini yerine getiremeyecekleri cehennem
çukurunda derin pişmanlıklar içinde olacaklardır. Çünkü:
“İnkâr
edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda
bütün güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla
yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız)
ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile
cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).
Nefislerini dizginleyenler
ve canlarının istediği gibi yaşamayı cennete bırakanlar ise cennet bahçelerinde
canlarının çektiği her-şeyle sevineceklerdir:
“Şüphesiz muttakî
olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır; Ve canlarının çekip-arzu ettiği
meyveler (arasındadırlar). Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, âfiyetle yiyin
ve için” (Mürselât 41-43).
Evet; mü’minler Dünyâ’da cenneti anlamsızlaştıracak
şekilde yaşa(ya)mazlar.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2023