13 Mart 2023 Pazartesi

İslâm ve Kültür

 

“Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. (Peki) ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara 170).

 

Kültür: “Toplumların kendilerine özgü olan ve gelecek nesillere aktardıkları maddî veyâ mânevî her-şey. Bir toplumun duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının topu” anlamındadır.

 

İslâm’ın-Kur’ân’ın bir kültür potansiyeli vardır ve bu potansiyel tüm zamanlar ve mekânlarda açığa çıkabilir. İslâm kültürü aynı-zamanda İslâm-merkezli olarak üretebilir de. Fakat şunu hemen  başta söyleyelim ki İslâm, salt bir kültürden ibâret değildir. Salt kültürel bir din değildir. Birileri İslâm’ı her ne kadar kültüre indirgemek isteseler de İslâm’ın yapısı buna izin vermez. İslâm’ın yüzü; dik duruşa, direnişe, mücâhede ve mücâdeleye, gerekirse her-şeyden vazgeçmeye, hicrete, devlete, cihada, şahâdete ve medeniyete dönüktür. En nihâyetinde de âhirete ve cennete dönüktür. İslâm’ı uzak-doğu dinleri gibi kültüre indirgemek kâfirliktir. İslâm kültürü zâten ancak o devlet ve medeniyet aşamasında ortaya çıkar-çıkmıştır.

 

Modern müslümanlar, müslümanlık iddiâlarına rağmen İslâm kültürünü beğenmiyorlar ve onun hakkında atıp-tutuyorlar. İslâm-dışı kültürlere ise âşık, meftûn ve râm olmuş durumdalar. Zâten İslâm kültürünü benimseyememelerinin nedeni budur. Fakat şu iyice bilinmelidir ki, kültürünü benimseyemediğiniz şeyin müntesibi de olamazsınız. Yâni hayat-tarzını beğenmeyip irrite edici bulup öfke duyduğunuz bir dînin müntesibi de değilsinizdir. Çünkü İslâm kuru-kuruya salt bir “inanç dîni” değildir. O, İslâm değil, Deizm’dir.

 

İslâm’ın kültürünü Kur’ân-merkezli olarak Peygamber oluşturmuştur. Sünnet, İslâm’ın hayat-tarzı ve kültürüdür. Bu kültür daha çok Hicret ile başlamıştır. Demek ki Hicret bir “kültür değişimi” uygulamasıdır.

 

Hz. Muhammed’den sonra peygamber gelmeyecek olmasının nedeni, vahyin ışığında numune bir kültür ve medeniyetin oluşmuş olmasıdır. Artık müslümanlara düşen şey, o kültür ve medeniyeti Kur’ân ve Sünnet-merkezli olarak izlemek ve yeniden diriltmektir.

 

Bir yerde İslâm’ın olması demek, o yerde İslâm medeniyetinin-kültürünün olması/yaşanması demektir. Halkının müslüman olmasına rağmen o yerde İslâm medeniyeti-kültürü geçerli değilse, yâni İslâm orada bilfiil olarak yaşanmıyorsa, orası Dâr-ül İslâm/İslâm Yurdu değildir.

 

Kültürü içinde yaşamadığınız şeyin, bilgisini de hakkıyla idrâk edemezsiniz. Bu nedenle de onu gerçek anlamda benimseyemezsiniz. Gerçek anlamda benimseyemediğinizde gerçekten îman edip-etmediğinizi bile bilemezsiniz. İslâm, bilindikten sonra kültürü içinde yaşamakla kemâle erer. Yoksa İslâm’ı bilgi anlamında çok iyi bilmesine rağmen İslâm düşmanı oryantâlistler vardır. İslâm’ın hakkıyla bilinmesi ve yaşanması, İslâm kültürü  ve medeniyeti içinde olabilir ancak. Aksi-hâlde İslâm-dışı sistem, içinde yaşayan insanları “bireysel dindar” olmaya zorlar ki zamanla dindarlıktan eser kalmaz.   

 

Modern müslümanların İslâm’ı anlama(ma) yolundaki ana problemi; 23 yıllık yaşanmışlığı, vahyin indiği toplumun sosyo-kültürel yapısını ve târihi ortamı yok sayması ve göz-ardı etmesidir. İslâm, en net bir şekilde ancak yaşanmışlıkta ve oluşan kültürde görülür. Aksi-hâlde herkes vahyin çeşitli yorumlarıyla kavga eder durur.

 

İslâm’ın kültürü ise “güzel örneklik” şeklinde Sünnet ile ortaya konmuştur.

 

Bir konu hakkında yaptığınız yorum, kendinizi âit hissettiğiniz kültürden-ideolojiden-medeniyetten bağımsız olamaz. Yaptığınız yorumlar, kültürünüze ve değer-yargılarınıza göre oluşur. Eğer kişi “dînine adanmış” değilse, o kişinin dîni, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik bağlılıklarıdır.

 

Zamânımızda ümmetin fertleri büyük ölçüde “ümmi”dir. Yâni vahiy kültüründen uzaktırlar. Çünkü İslâm kültürüyle değil, seküler-modern kültürle hem-hâl olmaktadırlar. Aslında seküler-modern kültür bir kültürsüzlüktür. Merhâmetin, vicdânın, dînin, adâletin, paylaşmanın, zanaatın ve sanatın olmadığı yerde kültür mü olur?. 

 

1.400 yıl önce vahyin indiği Mekke ve çevresinin târihini, sosyo-kültürel ortamını, fakat özellikle de “23 yıllık yaşanmışlık” olan ve “usvetun hasenetun” denilen “güzel örnekliği” (Sünnet) bilmeden, Kur’ân’ı öğrenmek, bilmek, anlamak ve idrâk etmek imkânsızdır. Bu idrâksizlik İslâm’ı diriltmenin ve İslâm kültürü oluşturmanın önündeki en büyük engeldir.

 

Müslümanlar medeniyet sürecinde karşılaştıkları kültürleri İslâm’laştırmışlardır. Fakat bu, İslâm’ın ana-prensibi değildir. İslâm’ın potansiyel olarak kendine has (özgün) bir kültürü vardır. Karşılaştıkları kültürleri kendine özgü kültüre yâni Sünnet’e uydurmadan kabûl etmemişlerdir. Zâten o kültürlere saplandıklarında güçlerini de kaybetmeye başlamışlardır.

 

Türkler’in İslâm’dan önce doğru-düzgün bir kültürleri ve uygarlığı yoktu. İslâm’a girdikten sonra ise; Cumhûriyet Dönemi’ne kadar, (üzerine İslâm serpiştirilmiş) “Îran kültürü ve uygarlığı’na bağlı olarak” yaşarlarken; Cumhûriyet’ten sonra ise, (dîni devletten uzaklaştıran) “Roma (batı) kültürü ve uygarlığı’na bağlı olarak” hayâtiyetlerini sürdürmektedirler. Oysa İslâm onlara bir Medeniyet sunmuştu. Türkler bir türlü Kur’ân ve Sünnet-merkezli o İslâm kültürü ve medeniyeti ile barışamamıştır. Barışacak gibi de gözükmemektedir. Tabi İslâm’ın etkisiyle oluşturdukları kültür, modern kültüre kıyasla çok-çok üstündür. Çünkü İslâm’ın nede olsa bir geçerliliği vardı ve hattâ “çift hukuk” olarak İslâm’ın kânunları da geçerliydi. Bizim eleştirimiz, salt Kur’ân ve Sünnet-merkezli olamayışlarınadır. 

 

Modernizm, bir “eğlence ve tüketim kültürü”dür. Eğlenceyi din yapmıştır ve bunu tüm Dünyâ’ya dayatmaktadır. Meselâ yılbaşı denilen şey artık tüm Dünyâ’da çılgınca eğlencelerle kutlanmaktadır. Modern zamanların kültürlü insan tanımı şudur: Tüketim ürünlerini en iyi tanıyan insan.

 

Savaşamayan devletler, kültürel faaliyetlere yönelirler. Fakat bu faaliyetler de kendilerine has kültürler olmaz. Sömürgeleştirilen halklar/toplumlar, bir-süre sonra sömürgecilerin kural, kültür ve yasalarını benimsemeye başlarlar. Bir-süre daha geçince de artık o kural, kültür ve yasaları büyük bir aşk ile sevip, o kural, kültür ve yasalara din gibi sâhip çıkmaya başlarlar. Bu uğurda canlarını bile verebilirler.

 

Din-kültürü ile ilgili etkinlikler yapmak, “din ile ilgili işler yapmak” demek değildir. İslâmî hareket ise hiç değildir.Dînin; sosyâl, ekonomik, kültürel ve siyâsal olarak hayâta yansımasını istemeyenler, aslında “dîni çok da takmıyorlar” demektir.

 

Çok kullanılan Türk-İslâm” sözü, “İslâm’ı kültüre indirgemek” anlamına gelir. İslâm dendikten sonra Türk denmesine gerek yoktur. Çünkü İslâm bir ırka has yoğun ifâdelerin kullanılmasına sıcak bakmaz. İslâm’ın modernite içinde kurumsallaşması, “İslâm’ın kültüre indirgenmesi”ne neden oluyor.

 

Sosyo-ekonomik ve kültürel farklar, İslâm’ın farklı yorumlanmasına neden oluyor. Fakat bu durum zamanla çatışmaya dönüşecek oranda farklılaşıyor. O hâlde ekonomik ve kültürel farklılıklar İslâm’a büyük zararlar veren nedenlerin başındadır.

 

Deizm çoğaldı diyorlar. “Allah; sosyâl, kültürel, ekonomik ve siyâsi hayâta karışmasın” diyen herkes deisttir zâten.

 

İslâm doğu’da ortaya çıkmıştır. Müslüman doğu’ludur. İslâm’ın kültürü “doğu kültürü”dür. Batı’lı olan biri müslüman olduğu anda doğu’lu olmuş olur.

 

Modernistler ve târihselciler, modernite-merkezli olarak İslâm’ı kültüre indirgemişlerdir. Açıkça İslâm’ın %90’ının kültür olduğunu söylerler. Fakat bu kültür artık günümüzde uygulanamayacağı için “esâtîr’ûl-evvelin” sınıfına girmiştir.

 

İlerlemeci târih anlayışına göre bütün dinler insanlık târihinin kültür mîrâsıdır, kültüreldir yâni. O yüzden “dinler kültüre indirgenmelidir” denir.

 

Belli bir sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik hayat-şekli, belli bir düşünce-şekli oluşturuyor ve o kişi artık ona göre düşünüyor ve hareket ediyor. Vahiy ise, müslümanlar için tüm zamanlarda ve mekânlarda üretebilecekleri düşünce, kültür ve amel-eylemin kaynağıdır.

 

Halifeliğin kaldırılması batı’nın isteği ve zorlamasıyla olmuştur. “Çimento” işlevi gören halifelik kalkınca Osmanlı/Türk’ün müslüman-dünyâ ile ilişkileri kesilecek, İslâm-dünyâsı zayıflayacak ve sonunda da müslüman-coğrafyada bulunan yer-altı ve yer-üstü zenginlikler bir baskı ile karşılaşılmadan batı tarafından kolaylıkla sömürülebilecektir ve de aynen böyle olmuştur. Fakat bu projenin tutması için milletleri bir-birine düşman etmek gerekiyordu ki bunu da çeşitli söylemler ile gerçekleştirdiler. Meselâ Türklere: “Araplar sizi arkadan vurdu/vuruyor” derlerken; Araplara da: “Bu Türkler de dinden çıktı ve sizi kendi hâlinizde savunmasız bıraktı” dediler. Bunu uzun zamandır sünnî-şiî düşmanlığı olarak devâm ettiriyorlar. İslâm-dışı (seküler) öğretiler ve kültürle bu düşünceler ve düşmanlıklar çok kolay oluşturulabildi. İslâm-dünyâsının hâl-i pür melâlinin nedeni budur (birliğin bozulması). Gerisi hikâye.

 

İki tür kültür vardır. 1-Nefislere hitâp eden kültür. 2-Rûhlara hitâp eden kültür. İslâm nefislere zulmetmeden rûhlara hitâp eden bir kültürdür. Modernite ise tam anlamıyla nefislere hitâp eden ve nefisleri kışkırtıp azgınlaştıran bir kültürdür. O yüzden modern kültüre insanlar çabuk ve kitlesel olarak adapte olabilmişlerdir.

 

İslâm salt bir “kültür dîni” değildir fakat İslâm’ın bir kültür potansiyeli de vardır ki onu en ideâl bir şekilde ortaya koyan, Peygamberimiz ve ilk nesil olmuştur. Bu kültür Kur’ân’ın “güzel örneklik” dediği Sünnet’tir. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2019

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder