15 Mart 2023 Çarşamba

Kur’ân’ın Bütünlüğü Üzerine


“…Yoksa siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85).

 

Kâinat, formatı gereğince ancak bir bütünlük içinde varlığını sürdürebilir ve koruyabilir. Bu durum, Dünya’daki taş, toprak, dağ, deniz, nehir vs.den başka, hayvan ve bitkiler için de geçerlidir. Her-şey çift yaratılmıştır ve çiftiyle kâimdir. Bir atomu çiftinden ayırdığınızda muazzam bir gürültü ve enerji açığa çıkararak yok olur. Bir şeyi çiftinden yâni bütünlüğünden kopardığınız anda o şey yok oluyor. Çünkü her-şey çiftiyle birlikte varlığını sürdürebilecek ve bir bütünlük içinde durabilecek şekilde plânlanarak yaratılmıştır. Bu durum yaratılmışlar içinde tek bilinçli varlık olan insan için de geçerlidir ve hattâ belki de bu durum en çok insan için geçerlidir. İnsan ancak Allah’ın yaratmasına, fıtrata, doğala ve normâle yâni bütünlüğe göre tasavvur ettiğinde, düşündüğünde, konuştuğunda, yazdığında ve eylediğinde, aynen göklerdeki gibi bir nizâma ve düzene kavuşabilecek, aksi-hâlde ise yakın-uzak vâdede mutlakâ fitne üretecek ve düzeni bozarak zamanla her-şey ifsâd olacaktır ki bu durum tüm insanlık târihinde görülmekle birlikte en çok da, Allah’ın, âhiretin, gaybın, dînin ve vahyin inkâr edildiği ve yok sayıldığı modernizm sürecinde görülmüştür-görülmektedir. Zîrâ modernizm bir “parçalama ve bütünlükten kop(ar)ma uygarlığı”dır. Modernizm hayâtiyetini, her-şeyi parçalayarak ve bütünlüğünden kopararak sağlar ve sürdürür. Her-şey ancak, Allah’ın tüm varlığa koyduğu “sünnetullah” denen yasaların adı olan İslâm ile bütünlüğünü ve düzenini sağlayabilecekken, modernizm denilen Allahsızlık ise, İslâm’ın zıddı olarak tezâhür eder ve böylece bütünlüğü ve düzeni bozar. Zîrâ düzensizlikten beslenir. Bu yüzden de bütünselliğe düşmandır.

 

İnsanlık son 200 yıldır moderniteye meftûn ve râm olmaya başlayınca ve modernizm adına büyük tâvizler vermeye başlayınca ve de zamanla modernizm tarafından ağır bir kuşatmaya ve baskıya mâruz kalınca, artık her-şeyi modernizme yâni bütünselliğe aykırı olacak şekilde değerlendirmeye ve yapmaya başladı. Artık Allah’ı, âhireti, gaybı, dîni, vahyi ve peygamberleri de modernizme göre yorumladı ve anlamak istedi-istiyor. Fakat yanlış anladı ve yanlış değerlendirdi-değerlendiriyor. Zîrâ gaybî konular ancak bütünselliğe yâni madde ve meta-fizik bütünlüğüne göre doğru değerlendirebilir. İşte fitne üretip ifsâd edici yanlış-bâtıl değerlendirmeleri, kendine müslüman diyen, dîni iyi bildiğini söyleyen ve -sözde- din-vahiy yolunda olanlar da yapmaya başladı ve bu bağlamda Kur’ân’ı da modernizme göre anlamak, yorumlamak ve değerlendirmek uğruna, Kur’ân bütünlüğünden vazgeçerek, parçalayıcı ve bütünlüğü görmezden gelici şekilde yorumlamaya, değerlendirmeye, buna göre davranış ve tutum takınmaya başladı.

 

Bu bağlamda meselâ, Mekkî âyetlerle Medenî âyetleri ayırdılar ve Kur’ân bütünlüğünü bozdular. Medenî âyetleri görmezden gelerek Mekkî âyetleri öne çıkarmaya başladılar. Zîrâ Medenî âyetler sâdece iç-âlemleri değil dış-âlemi de inşâ edip dış-âlemde de hâkim olmayı daha çok emrediyor ve zaten Peygamberimiz ve onunla birlikte olanlar da bunu sağlamak için çalışmışlardı. Bu ise modernizmin zinhar kabûl edemeyeceği bir şey olduğundan ve de modernist müslümanlar hayâtlarının merkezine Kur’ân’ı değil de modernizmi koydukları için, teorik ve pratik bütünlüğün sağlandığı Medenî âyetler modernizmi çökertecek olduğundan dolayı, Medenî âyetleri ya aşırı yorumlayarak yada tümden görmezden gelerek ve inkâr ederek okumaya ve yorumlamaya başladılar. Böyle olunca da Mekkî âyetleri aşırı öne çıkardılar ve böylece İslâm’ı sanki sâdece iç-âlemleri inşâ eden, aşırı hoş-görülü ve tâvizkâr bir din gibi sundular-sunuyorlar. Sonuçta da İslâm’ı bir “ahlâk dîni” olarak gösterdiler-gösteriyorlar. Tabi bu bağlamda Peygamber’i, Sünnet’i ve sahih hadisleri de tümden inkâr ve iptâl etme yoluna girdiler. Çünkü Kur’ân’a modernizmden güç alarak istedikleri gibi yorum yapabiliyor ve istedikleri gibi anlayıp yorumlayabiliyorlardı. Tabi bunu yapmak için Kur’ân’a olmadık işkenceler yapıyorlar. Çünkü Kur’ân bütünseldir ve o bütünselliğe aykırı olan yorum ve anlayışlar kesinlikle yanlış ve bâtıl olur. Zâten Sünnet yâni “vahiy-merkezli pratiklik, davranış ve güzel örneklik” vahyi bütünselliğine aykırı olarak yorumlanmasına ve anlaşılmasına aslâ izin vermez.

 

Müslümanlar arasında anlaşmazlığın ve tefrikanın ortaya çıkmasının en bâriz nedeni; âyetleri idrâk etmede Kur’ân bütünselliğine bakılmayıp, âyetleri “Mekke’ye göre” yada “Medîne’ye göre” yorumlamaktır. Kur’ân bütünlüğünü yâni Mekkî ve Medenî âyetleri birlikte değerlendirmeyerek sâdece Mekkî âyetlerle ilgilenilmesinin nedeni, Mekkî âyetlerin yoruma ve farklı anlaşılmaya daha müsâit olmasından dolayıdır.

 

İslâm’ı hayâta hâkim olmaktan alıkoyan şey, “İslâm’ı cüzlerine indirgemek”tir. Bu bağlamda İslâm’ı indirgemek istenen konulardan biri de ahlâktır. İslâm hiç-bir işini ahlâksız yap(a)maz. Fakat İslâm salt bir ahlâk dîni değildir. İslâm’ı ahlâka indirgemek isteyenler, onun hayâtın her alanına karışmasından rahatsız olanlardır. İslâm’ı ahlâka indirgeyince hayâtın dış ve maddî tarafı onlara kalacak ve istedikleri ve çıkarlarına-nefislerine uygun olarak Dünyâ’yı düzenleyebileceklerdir. Fakat Allah buna müsâde etmemiştir ve Kur’ân’ı hayâtın her alanı için düzenleme ve düzeltme potansiyeli içeren bütünsel bir Kitap olarak indirmiştir. Zâten Peygamber örnekliği de sâdece ahlâk alanında değil, hayâtın her alanı için geçerlidir.  

 

İslâm söz ve amel bütünlüğüdür. Sözünü söylemesi için bir topluma ihtiyâcı olduğu gibi, amelini göstermesi için de bir mekâna ihtiyâcı vardır. İslâm Devleti talebi bunun için gereklidir. İslâm, ilim-amel bütünlüğüdür. Müslümanların bir türlü sağlayamadığı şey budur.

 

Birilerinin zannettiği gibi, İslâm’ın “özü” ile “kabuğu” arasında fark olmaz. O yüzden “İslâm’ın özü” diye bir şey yoktur. İslâm bir bütündür ve neyse odur. Kur’ân’a orijinâl kendi bütünlüğü içinden bakmayıp da dışarıdan oluşturulmuş etkilerle (tasavvuf, ehl-i sünnet, târihselcilik, modernizm vs). bakıldığında, Kur’ân’la ilişki bozuluyor ve bu bozulmayla berâber Kur’ân’ın bütünselliği de bozulmuş oluyor. Kur’ân bütünselliği bozulunca, insanlar arasındaki bütünsellik de kısa-zamanda bozulmaya başlıyor ve ifsâd ortaya çıkıyor. Zîrâ insanlar arasındaki bütünsellik yâni düzen ancak Kur’ân-vahiy ile sağlanabilir ki Allah’ın bir peygamber seçmesi ve insanlar arasındaki bütünselliği ve düzeni sağlaması ancak böyle olur. Çünkü bunun başka bir yolu yoktur. 

 

Kâlpler gerçek anlamda ne malla-mülkle-parayla, ne de makamla-kadınla tatmin bulur. İnsanın servet, siyâset, şehvet ve şöhret ile tatmin olması mümkün değildir. Çünkü insan çift kutuplu bir varlıktır. Maddî yanından sonra rûhunu-kâlbini de tatmin etmesi gerekir ki bu ancak bütünsellik ile sağlanabilir. Bu bütünselliği gerçek anlamda sağlayabilecek tek şey ise, ancak Allah’ın zikri olan Kur’ân’dır. Kâlpler ancak ve ancak Allah’ın zikriyle; yâni ilim, amel ve eylem bütünlüğü ile tatmin bulur:

 

“Bunlar, îman edenler ve kâlpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kâlpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur” (Ra’d 28).

 

Modernizm bir “parçalama uygarlığı”dır. Çünkü modernizm, “bütünlük” fikrine katlanamaz ve kabûl edemez. Zîrâ bu, modernizmin sonu olurdu. Bundan dolayı modernizm her-şeyi parçalarına ayırarak incelemeye ve bunu sürekli yapmaya mecburdur. Parçaladıkça yanlış yapar ve sürekli düzeltme yapmak zorunda kalır ki yaptığı düzeltme de aslında “yeni bir yanlış”tan başkası değildir. Zîrâ bütünlükten kopunca doğruya ve hakîkate ulaşmak zinhar mümkün olmaz. Hak ve hakîkat ancak vahiy-merkezli bir bütünlük içinde ortaya çıkabilir ki, bunun başka da bir yolu yoktur.

 

Bir-şeyi aşırı inceleme, incelenen şeyde mutlakâ bir hatâ açığa çıkarır. Zîrâ “aşırı inceleme”, o şeyi “parçalayarak bütününden koparmak” demektir. Parçalanan ve bütünlüğünden koparılan şey eksiktir. Çünkü “parça” eksiktir. Tek-tek parçaların toplamı “bütün” etmez. İşte modernizm ve psikoloji, insanı da çeşitli şekillerde aşırı bir incelemeye tâbi tuttu, yâni parçaladı. Artık modernizm için “insan” demek, “hatâ ve eksiklik” demek oldu. Bütün’den koparılan parçalar, bir süre sonra “bütün” ile kavga etmeye ve hattâ “bütün”ü reddetmeye başlarlar. Bu da parçalanmayı aşırılaştırır ve kritik eşik aşıldığında acı azapla karşılaşmak kaçınılmaz olur.

 

İşte aynen bunun gibi; Kur’ân dili ile fazla uğraşıldığında da, yâni kelimelerin-âyetlerin kökeni, modernizmin hatırı ve onun lehine olarak fazla araştırıldığında, kelime, bütünlüğünden koparıldığı için kelimenin ve sonuçta cümlenin anlamı değişir-değişiyor. Ortaya çıkan yeni anlam ise, “Kur’ân’ın asıl bilinmesi gereken gizli anlamı” zannediliyor. Bu çok fazla yapıldığında, hakîkat yerine bâtıl, “din” zannedilmeye başlıyor.

 

Kur’ân’a yapılacak en büyük eziyet, ona matematiğe yaklaşır gibi yaklaşmakla olur. Kur’ân’ın bir iç-dinamiği ve bütünlüğü vardır ve bu bütünlüğün aslâ bozulamayacağı “bilenler” için apaçıktır. Zâten Sünnet denilen ve Ahzâb Sûresi 21. âyette dile getirilen “Allah kontrôlünde ve gözetiminde” ortaya konan “güzel örneklik”, bu bütünlüğü davranış-tavır-metod olarak da göstermiş olduğundan dolayı, Kur’ân’ı bütünselliğinden koparıp parçalayarak doğru anlamak, idrâk etmek ve amele-eyleme dökmek mümkün değildir. Zâten modern müslümanların Kur’ân’ı o kadar çok okumalarına rağmen; şirke, küfre, adâletsizliğe, eşitsizliğe, haksızlığa, ahlâksızlığa ve zulme karşı bir eleştiri, îtirâz ve isyân anlamında bir şey yapmak için kıllarını bile kıpırdatamamalarının en büyük nedeni budur. Bütünsellikten kopuk okuma, bütünlüğü bozmakta ve İslâm’ı ve Kur’ân’ı tek-boyutlu bir Din ve Kitap gibi göstermekte, idrâk edip de eyleme dönme aşamasını geciktirmekte yada iptâl etmektedir.     

 

Kur’ân bütünlüğünü göz-ardı edenler, din ile şeriatı ayırıyorlar ve şöyle diyorlar:

 

“Din ahlâktır, aklen keşfedilebilecek ilkelerden ibârettir; insan aklının ve fıtratının önlenemez bir şekilde kendisine söylettiği, yaptığında huzûr veren, yapmadığında vicdânını sızlatan şeydir. Din öldürmemektir, çalmamaktır, hiç-bir acıya, ıstırâba, felâkete sebep olmamaktır. İnsanların, çevrenin, canlı-cansız bütün varlıkların vicdânı olmaktır. Din, ‘öldürmeyeceksin’ der, şeriat öldürme durumunda verilecek cezâyı tartışır. Din, ‘çalmayacaksın’ der, şeriat çalana verilecek cezayla ilgilenir. Din, olması gerekeni, ideâli söyler. Gücünü insanlar için yarattığı bu ideâllerden ve bu ideâllerin hayat verdiği insanlardan alır. Din insanın rûhu, şeriat bedenidir. Din Mekke, şeriat Medîne’dir”.

 

Görüldüğü gibi din bölünüp parçalanıyor ve sanki iki ayrı şey varmış gibi yansıtılıyor. Oysa din ve şeriat bir bütündür, bir-aradadır ve bölünüp ayrılamaz. Din-şeriat, vahiy-peygamber, toplum-medeniyet vs. ayrı değildir ve bütündür, ayrılamaz ve bölünemez. Zâten bunların bütünlüğüne “İslâm” denir. İslâm  “bölün(e)mez bütün”dür. Zîrâ bölündüğünde şirk, küfür ve zulüm başlar.

 

Kur’ân’ın korunmuşluğu, “bütünselliğinin korunmuşluğu”dur. Bütünselliği bozulduğunda, “bütünselliğini bozan için” korunmuşluğu da bozuluyor. Korunmuşluğu bozulan Kitap, insanları da korumuyor ve hem iç-âlemi hem de dış-âlemi olması gerektiği gibi inşâ edemiyor.

 

Bu nedenle Kur’ân’ın yorumu ve eylemi Kur’ân bütünlüğüne yâni ilim-amel, Kur’ân-Sünnet bütünlüğüne göre olmalıdır, moderniteye ve keyfe göre değil. Sünnet, Kur’ân’ı değil ama İslâm’ı bütünler. Zîrâ İslâm, Vahiy ve Peygamber yâni Sünnet’tir. İslâm, Kur’ân-Sünnet bütünlüğüdür. Zîrâ Kur’ân, iç-âlem ve dış-âlem bütünlüğüdür. Kur’ân, iç-âlemi inşâ edip vahyi iç-âlemde hâkim kıldıktan sonra, dış-âlemi de inşâ edip dış-âlemde de hâkim olmak ister. Zîrâ bütünlük bunu gerektirir ve mecbur kılar.

 

Allah’ın kâinâta koyduğu sünnetullah yasası, “sâdece Kur’ân” şeklinde değil, “Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü” şeklinde tezâhür eder. Çünkü İslâm, ilim-amel bütünlüğüdür. Kâlpler sâdece söz ile değil, söz ve amel bütünlüğü ile mutmain olur. Bir yazıda şöyle denir:

 

“Bütünlüğün rûh, beden ve sosyâl bir düzen içerisinde itminan olması icâp eder. Bu bütünlüğü kuran tüm unsurların mâkûliyet düzeyinde tatmin edilmesi ve doyurulması gereklidir. Salt bedensel tatmine yönelen bireyde rûh ve sosyâl itminan eksik kalır. Modern hayat, insanımızın bütününü var kılan tüm unsurlarını tatmin etme imkânını kişiye sunmadığı için yada birey bu durumun farkında olmadığı için insanı vâr eden muvâzene-denge bozulmuş oluyor. Günlük yaşam içinde boğulan birey günlük basit bedensel ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde rûh ve duygu-dünyâsını iyileştirecek mesâilere vakit ayıramaz hâle geldiği için mutsuz oluyor”.

 

Allah her-şeyi çiftiyle yaratmıştır. Zîrâ bütünlük ancak böyle sağlanabilir ve zâten kâinat da işte bu bütünlük ile bir-arada durabilmektedir:

 

“Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir” (Yâsin 36).

 

Devlet-bütünlüğü kaybolunca, dînî bütünlük de kaybolur-kayboluyor. Tersi de geçerlidir. Allah devletin ve insanlar arasındaki sosyâl, kültürel, ekonomik, kânûnî, hukûkî, askerî ve siyâsî alanların, iç-âlemin ve dış-âlemin de mutlak anlamda rabbi olmadığında ve de “sâdece göklerin rabbi” olarak kabûl edildiğinde bütünlük bozulmakta, kopmakta ve mecbûren şirk, küfür ve zulüm başlamaktadır ki şirk ve küfür, “gökler ile yer bütünlüğünün bozulması” bu demektir. Tevhid ise, “Allah’ın hem, tüm göklerde olduğu gibi yeryüzünde ve insanlar arasındaki sosyâl, kültürel, ekonomik, kânûnî, hukûkî, askerî ve siyâsî alanlarda, hem de insanın iç-âleminde ve dış-âleminde mutlak anlamda tek Rab olması” demektir. Allah göklerin ve yerin Rabbidir. Tevhid işte budur ve başka bir şey değildir. Tevhid, “Allah’ın tüm alanlarda, zamanlarda ve mekânlarda tek İlah olarak kabûl edilmesi ve her-şeyin O’na göre belirlenerek bütünlüğün ikâme edilmesi ve hâkim kılınması”dır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2022

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder