“Ey îman edenler, eğer
siz Allah’a (Allah adına İslâm’a ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size
yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır” (Muhammed 7).
Allah-bağının
dışındaki tüm bağlar, insan için ayak-bağıdır. Mü’minler “vahye aykırı olan
çağa, zamâna, mekâna, kültüre, ekonomiye, siyâsete ve kânunlara ayak
uyduramayan insanlar”dır. Zîrâ onlar sâdece vahye ve vahiy-merkezli olana ayak
uydururlar ve bunun mücâdelesini verirler. Çünkü sünnetullah denen ilâhi sisteme ancak ve ancak “İslâm Dîni ve
düşüncesi” ile ayak uydurabilir. İslâm-dışı ideolojiler ve düşünceler ise
yakın-uzak vâdede bertarâf olmaya ve def olup gitmeye mahkûmdur.
Tabi
gayr-i İslâmî zihniyet de kendi sistemine ayak uydur(a)mayanları ötekileştirir
ve uzaklaştırmak ister. Romalılar, Roma
Uygarlığı’nın köklü geleneklerinden nasiplenmemiş olanları “barbar” sözcüğüyle
tanımlanıyorlardı. Bu tutum şu-anda da geçerlidir. Modernizm bir yuda-greko-romen
temelli bir uygarlıktır. Bu uygarlığa ayak uydur(a)mayanlar barbar, yobaz,
ilkel, gerici ve terörist olarak kabûl ediliyor. Bu uygarlığa ayak uyduramayan
düşünceler, sistemler ve ideolojiler ötekileştirilmekte ve merkezden
uzaklaştırılmaktadır. Bu aynen hayvanların yaptığı gibidir. Hayvanlar,
kendileri gibi hareket etmeyen, kendileri gibi davranmayan ve kendilerine ayak
uydur(a)mayan üyelerini sürüden uzaklaştırır ve terk-ederler ve dönüp de arkalarına
bile bakmazlar.
İslâm’a ayak uydurmak
vahiy-bilincine sâhip olmakla ve peygamberlerin ayak-izlerini tâkip etmekle
olabilir ancak. Yoksa ya aradan sağa-sola kaçıp sıvışmak yada kervanı gerilerden
bir yerlerden, kıyıdan-kenardan yâni ucundan-kıyısından tâkip etmek yoluna girilecektir.
Fakat bu tâkip çok da uzun olmayan bir zaman sonra aksayacak ve akim kalacaktır.
Zîrâ uygunsuz adımlarla gidildiğinde İslâm’a ayak uydurulamayacak ve ara
sürekli açılarak, İslâm’ın gösterdiği yollardan daha farklı yollara sapılmaya
başlanacaktır. Böyle olunca da geride kalanlar yada yoldan çıkanlar, mü’minleri
ancak kıyıdan-kenardan tâkip edebilecekler ve saptıkları ve bulundukları yolu
“İslâm’ın yolu” zannedeceklerdir. Hattâ saptıkları yolu “İslâm’ın en doğru yolu”
olarak görecekler, kendilerini de “İslâm’a en iyi ayak uyduranlar” olarak kabûl
edeceklerdir. Kendilerine “İslâmî yol” diye dar ve kısa yollar-koridorlar
açacaklar ve o yolu da “İslâm’ın ana yolu” olarak benimseyeceklerdir.
İslâm’a ayak uydurulmadığında
yada uydurulamadığında (aslında ayak uydurmak istenilmediğinde) farklı yollara
sapılması kaçınılmazdır. Tabi böyle olunca da sonuçta “İslâm yolunda gidiyorum”
zannederek şeytanın, nefsin ve tâğutların yollarında turlayıp kalınacaktır.
Aynen İsrâiloğullarının kırk yıl boyunca çölde dolanıp durmaları ve boşuna
yorulmaları gibi, bir arpa-boyu bile yol alınmadan yerinde saymak kaçınılmazdır.
Maalesef günümüzde müslümanların durumu aynen bunun gibidir. Hâlbuki sorsanız
İslâm’a ayak uydurmuşlar ve sağlam bir yolda gitmektedirler. Fakat aslında
belli bir güzergâhta turlayıp durmaktadırlar.
Peki neden müslümanlar,
örnek mü’minler olan peygamberler ve onlarla birlikte olanlar gibi uygun adımda
gidip de İslâm’a ayak uydurmuyorlar yada daha doğrusu uydurmak istemiyorlar?.
Çünkü İslâm, Allah’ın insanlar için koyduğu sistemin ve imtihanın adıdır.
İmtihan bir sorumluluk ister ve her sorumluluğun de bir bedeli-bedelleri
vardır. Bâzen bu bedeller duruma göre çok ağır da olabilmektedir. Zâten örnek
şahsiyetler olan peygamberlerin hayatlarına bakıldığında onların ağır
bedellerle imtihan edildikleri çok net olarak görülür. Ana-babalarıyla, eşleriyle,
evlatlarıyla, mallarıyla ve canlarıyla imtihan edilmişlerdir. O hâlde tüm
zamanlardaki ve mekânlardaki mü’minler de aynı yada benzer imtihanlarla
karşılaşacaklar, aynı yada benzer bedelleri ödeyecekler ve aynı yada benzer yollardan
geçeceklerdir. İşte bu imtihanı ve bedelleri göze al(a)mayanlar, İslâm’a ayak
uyduramayacak, uydurmak istemeyecek ve mü’minlerle birlikte uygun adım atamayacaklardır.
Fakat kendi saptıkları yolları “İslâm’ın yolu” zannetmeye devâm edeceklerdir.
Lâkin sünnetullah gereğince bir süre sonra İslâm’a ayak uyduramayarak
saptıkları yolda gidişleri başkalaşacak ve sırıtmaya başlayacaktır. Çünkü “mü’minleri
tâkip ediyorum” diye bambaşka yollara sapmış olacaklardır. Hz. Âdem’den bêri
olan şey budur. Zîrâ sünnetullah gereğince, İslâm’a ayak uydur(a)mayanlar
mutlakâ bâtıl yollara saparlar.
İnsanların İslâm’ın yoluna
bir aşkla-şevkle girip de mü’minler gibi bir hâl takınarak bir süreliğine hızla
yol almalarına rağmen bir süre sonra o hâlden uzaklaşmalarının yada hızlarının
kesilmesinin nedeni, “İslâm’ın, -sünnetullah ve imtihan gereğince- karşılarına
çıkardığı ağır bedelleri gördüklerinde ve dirâyet yada pasiflik yollarıyla
karşılaştıklarında bir kararlılık gösterememeleri nedeniyle çark etmeleri yada
yan yollara sapmaları”dır. Gerek şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından yapılan ağır
kuşatma, gerek ağır imtihanlar ve bedeller nedeniyle yeterli dirâyet gösterilemeyince
insanlar mecbûren kendi içinde farklı düşünceler ve yorumlar yaparak İslâm’ın o
dosdoğru yoluna karşı güçlü bir gard alıyorlar. Bâzen bu gard çok sıkı oluyor
ve açık vermemek uğruna gard hiç indirilmiyor. Allah, Kur’ân ve Peygamber yâni
İslâm uğruna da olsa bir tek yumruk yemeyi bile göze alamayanlar, İslâm’ın
yoluna ayak uyduramamış olduklarından-olacaklarından dolayı ya çok gerilerde
kalıyorlar yada yan yollara sapıyorlar. Tabi bunun cezâsı da dirâyetsizlik,
samîmiyetsizlik, ihlâssızlık, kararsızlık ve boş-vermişlik olarak yansıyor.
İslâm’a ayak uyduramayanlar daha doğrusu uydurmak istemeyenlerde zamanla bir
“korkaklık, gevşeklik, yavşama, yan yatma çamura batma ve söylemde-eylemde
çelişkiler” başlıyor.
Bu bedelleri ödemeyi göze
alamayarak İslâm’la arasına çeşitli engeller koyarak; “neme lâzım, fazla da şey
yapmaya gerek yok, yapacak bir şey yok” vs. gibi laflar ederek ancak dar ve
arada kaçacak girintileri ve tâli sokakları olan yollara giriyorlar ve
ilginçtir, girdikleri o yollarda tâviz vermeden gidiyorlar. Fakat şu iyi
bilinsin ki o dar ve tâli yollarda İslâm’a ayak uydurmak mümkün değildir, çünkü
o yol “İslâm’ın yolu” değildir. Zîrâ İslâm’ın yolu sırât-ı müstakîm yoludur,
dosdoğru yoldur ve o yola bâtıl yolların karışması mümkün değildir. Şunu iyi
bilin ki, üzerinde gitmekte olduğunuz yol zamanla daralıyorsa ve daraltıyorsa,
adımlarınız yavaşlıyorsa ve yalpalamaya başlamışsanız, o yol ya İslâm’ın yolu değildir
yada siz İslâm’a ayak uyduramıyorsunuz veyâ ayak uydurmak istemiyorsunuz
demektir. Çünkü İslâm’ın yolunda sapma, yalpalama ve kayma olmaz. Zîrâ Allah,
yollarında yürüyenlere yardım eder. Allah, yollarında uygun adım yürüyenlerin
yollarını sağlamlaştırır ve onları Hakka ulaştıracak yeni yollar açar.
İslâm’a ayak
uyduramayanların, İslâm’a ancak “ucundan-kıyısından” bir bağlılığı oluyor ki bu
bağlılık İslâm’ın yolundan ziyâde, modernitenin, mevcut sistemin, şeytanın,
nefsin ve tâğutların “işte size yürümeniz için gösterdiğimiz ve izin verdiğimiz
tehlikesiz yol” dedikleri yoldur. Bu yol elbette peygamberlerin uygun-adım ve
sapasağlam gittikleri yol değildir. Çünkü İslâm’ın yolunda ancak, İslâm’a ayak
uydurabilenler uygun-adım gidebilirler. Allah, “uygun-adım marş!” deyince hiç
sapmadan ve “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm (yâni
tüm hayâtım) âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” (En-âm 162) diyebilenler;
kendilerini İslâm’a adayarak Allah rızâsı ve cennet karşılığında Dünyâ’dan
vazgeçerek sonuna kadar uygun-adımda giderek ve İslâm’a ayak uydurarak İslâm’ın
yolunda yürüyebilenler, O’nu râzı edebilecek ve ebedî nîmet-diyârı olan cenneti
kazanabilecektir.
İslâm’a ayak uydurmak, gayr-i
İslâmî sistemleri eleştirmek, îtirâz etmek ve bâtıl sistemlere ve yollara isyân
etmeden ve o yollardan uzaklaşmadan olmaz. Şeytanın, nefsin ve tâğutların
yollarına ayak uydurmaktan vazgeçmeden İslâm’a ayak uydurabilmek zinhar mümkün
değildir. Mevcut lâik, seküler, demokratik ve modern sistemin kurallarına
aykırı davranmadan İslâm’ın yoluna girilemez ve o yolda uygun-adım yürünemez,
yâni İslâm’a ayak uydurulamaz. Mevcut şeytânî sistem içinde İslâm’a ayak uydurmak
ve İslâm yolunda sağlamca yürümek mümkün değildir. Zîrâ İslâm hiç-bir sistemin
tâkipçisi değildir. O sâdece, Allah’ın, sünnetullah ve vahiy ile çizip
göstermiş olduğu en ideâl ve en muazzam sistem ve yoldur ki, bu muazzamlık kâinâtın
her yerinde apaçık şekilde görülebilmektedir. Fakat bu, İslâm’a ayak uyduramayanlar
yada ayak uydurmayı istemeyenler, hele İslâm’ın yolu yerine şeytanın, nefsin ve
beşerin yollarına meftûn ve râm olmuş olanların idrâk edebileceği bir şey
değildir.
Ey insanlar ve ey müslümanlık
iddiâsında bulunanlar!; siz gerçekten İslâm’ın yolunun ne olduğunu biliyor musunuz?.
İslâm’ın o dosdoğru yolunda sapasağlam yürümenin ne demek olduğunu biliyor
musunuz?. Eğer biliyorsanız, üzerinde olduğunuz ve gittiğiniz mevcut seküler
yolun İslâmî bir yol olmadığını da biliyor olmalısınız. Böyle olunca da aslında
İslâm’a ayak uydur(a)madığınızı, onun yerine; şeytanın, nefsin, tâğutların ve
sistemin çizdiği yolda boynunuza “müslüman” tabelası asarak bâtıl yolda
uygun-adım gittiğinizi de fark etmiş olmanız gerekir. En başta bunu îtirâf
etmeden, sonra da bu yoldan nefret etmeden ve büyük bir azîm ve karalılıkla bu
yoldan ayrılmadan İslâm’ın yoluna giremezsiniz. İslâm’ın yoluna girmedikçe de
Hakkın yolunda uygun-adım yürümeniz ve böylece İslâm’a ayak uydurmak dirâyetini
göstermeniz mümkün olmayacaktır. Eğer bu dirâyeti göster(e)meyecekseniz, ne
olur bâri gölge etmeyin, engel çıkarmayın. Çünkü İslâm’ın yolu gölgeler ve
karanlık içinde yürünecek bir yol değildir. Ayak uydur(a)madığınız ve bu nedenle
yoldan çıkıp başka yollarda uysal-uysal yürümenize rağmen o yolu İslâm’ın yolu
gibi görmeniz ve kabûl etmeniz hakkâniyetli değildir. Şunu da bilin ki, insanları
da “İslâm’ın gerçek yolu” diyerek o bâtıl ve sapkın yollara çağırmanız, onların
da günahlarını yüklenmenize yol açacaktır.
En iyisi mi, gelin “biz İslâm’ın
yoluna ayak uyduramadık ve aslında uydurmadık, uydurmak istemedik. Çünkü İslâm’a
ayak uydurmak bize zor geldi-geliyor, üstelik İslâm’ın yolu bize zevkli,
keyifli ve sevimli gelmedi-gelmiyor” deyin de durumunuzu îtirâf edin. Çünkü
gittiğiniz mevcut yol İslâm’ın yolu değildir. Çünkü eğer İslâm’ın yolu olsaydı,
İslâm’a ayak uyduran peygamberler ve onlarla birlikte olanların yaptığı gibi,
ya güçlü bir ses ve söz yükselterek hakîkati apaçık şekilde dile getirmeli ve
ortaya koymalı, sonra da İslâm’ın yolu dışındaki diğer tüm yolları ber-tarâf
ederek Allah’ın belirlediği İslâm’ın yolunu hâkim kılma gayreti içinde olmalıydınız
ki zâten İslâm’ın farkını göstermenin ve hâkim kılmanın başka da bir yolu
yoktur. Çünkü sünnetullah değişmez ve Allah kendi yolunda gidenlere yollarını
açar. Böyle olmadığına göre demek ki gittiğiniz yol İslâm’ın doğru-düzgün yolu
değildir. Zîrâ İslâm’a ayak uydurul(a)mamakta, işin kötüsü, uydurulmak da
istenmemektedir.
Doğu’nun batı karşısında (modernizme göre) -görece- geri
kalmasının nedeni, “doğu’nun gerilemesi” değil, “batı’nın hızlı ilerlemesi”dir.
Doğu’nun o “hızlı ilerlemeye” ayak uydur(a)mamasının nedeni ise, batı’nın
ilerleme tarzının din-merkezli olmadığından dolayı mutlakâ zulüm üretecek
olmasıydı ki bu modern ilerlemenin faturasını mazlumlar ağır bir şekilde
ödemişlerdir-ödüyorlar. Yâni doğu, batı tarzında ilerleseydi, batı gibi zâlim
olurdu. Demek ki ayak uydurulması gereken sistemin ve yolun mutlakâ
hakkâniyetli bir yol olması gerekir ki o yol sâdece İslâm’ın yoludur ve o yolda
sâdece İslâm’a adanarak ayak uydurabilenler sağlamca yürüyebilirler.
Mevcut dünyâya bakıldığında İslâm’ın
yolunda gidilmediği ve İslâm’a ayak uydurul(a)madığı apaçık görülmektedir.
Allah kendi yolunda gidenlere yollarını açacağını ve yolunu kolaylaştıracağını
vaâd ediyor. Lâkin İslâm’ın yolu Kur’ân’da apaçık bir şekilde gösterilmesine
rağmen İslâm’ın yolunda yürünmediği için Allah yollarını açmıyor ve
kolaylaştırmıyor. Çünkü İslâm’a hakkıyla ayak uydurulmuyor. Allah, insanlara
yollarını açmadığına ve yardımını ulaştırmadığına göre, demek ki müslümanlık iddiâsında
bulunanlar İslâm’ın yoluna uymuyor ve İslâm’a ayak uyduramıyor yada uydurmuyor.
Bu apaçık ortadadır. Çünkü başka yollara sapılmıştır ve modernizm ile birlikte
modern insan ve modern müslümanlar kelle-başı farklı bir yola girmişlerdir ve de
herkes kendi yolunu “en doğru yol” yâni İslâm’ın yolu zannetmektedir. İşte
müslümanların hâl-i pür melâllerinin nedeni budur.
İslâm, tüm zamanlarda bâtıl
yollar yerine, vahyin ışığında kendi dosdoğru yolunu çizmiş ve o yolda nasıl
yürüneceğini de peygamberleri ile göstermiştir. Artık insanlara düşen şey, İslâm’ın
o dosdoğru yolunda uygun-adım yürümek ve aynen güzel-örneklik sâhibi peygamberler
ve onlarla birlikte olan mü’minler-müslimler gibi, her türlü zorluğu göze
alarak ve üstün gayret ve azim göstererek, İslâm’ın yolunda uygun-adım yürümek
yâni İslâm’a ayak uydurmaktır. Bunun başka çâresi ve yolu yoktur. Akif’in
dediği gibi; “yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar bir yol”.
“Onların söyledikleri:
‘Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı
(bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kâfirler topluluğuna karşı yardım et’
demelerinden başka bir şey değildi”
(Âl-i İmran 147).
Evet; İslâm’a ayak uydurmak
yada uydur(a)mamak.. İşte bütün mesele bu!.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2021