“Doğrusu, biz insanı en
güzel bir biçimde yarattık. Sonra aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak îman
edip sâlih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisiz bir ecir vardır” (Tîn 4-6).
İslâm, “Allah’a
kayıtsız-şartsız tam bir teslîmiyetle teslim olmak” demektir. Kâinâtta -bâtıl
yolda giden câhil insanlar hâriç- her-şey tam bir teslîmiyetle İslâm’ a yâni
Allah’a göre hareket eder. Zâten aksi-hâlde bir kaos oluşur ve her-şey alt-üst
olarak bozulmaya uğrar ve yok olurdu. İnsanların arasında olan ve bir türlü
çözülemeyen sorunların nedeni, insanların da tam bir teslîmiyetle Allah’a
teslim ol(a)maması ve İslâm’a aykırı hareket etmesinden dolayıdır. İslâm, Allah’ın
tüm kâinâtı işlettiği sistemin adıdır. Fakat insan dışındaki tüm mahlûkat,
İslâm ‘a şuursuz bir şekilde uymaktadır. Allah ise şuurlu bir teslîmiyet de
istediği için insanı yaratmış ve ona vahyetmiştir. İslâm bu nedenle insana
gelmiştir. O-hâlde İslâm ile insan bütünleşmelidir ve insan İslâm ile
şereflenirken, İslâm da insan ile, göklerde olduğu gibi yeryüzünde de hâkim
olmalıdır.
İslâm insanlıkla
yaşıttır, İslâm târihi “insanlık târihi”dir. Hz. Muhammet de İslâm zincirinin
son halkasıdır. İnsan insanlığını bulmak ve kemâle erdirmek için İslâm’a
muhtaçtır. İslâm da göklerde olduğu gibi yeryüzünde de hâkim olmak ve tevhidi
gerçekleştirmek için insanın İslâm-merkezli bir sürece girmesini bekler. Zâten
ancak böyle olduğunda insan “tam bir insan” olabilecektir. Yoksa İslâm
olmadığında insanın insanlığı yarım kalır. Zîrâ insan nefs sâhibidir ve nefsin ağır
etkisi ve kuşatması altındadır. Bu etkiyi normâlleştirmek ve kontrôl altına
almak için aşkın bir hakîkate ihtiyaç vardır ki bu hakîkat İslâm’dır.
Tüm târih boyunca olduğu
modern zamanlarda da insanlar “İslâmsız bir insanlık” beklentisi içine
girmişlerdir. İnsan olmak için İslâm’a gerek olmadığı düşüncesi açığa
çıkmıştır. Bu uğurda iyi bir insan olunabildiğini göstermek için çeşitli
gayretlere girmişlerdir ve bu bağlamda hakkâniyetli şeyler de yapmışlardır. Gerçekten
de insana yakışır uygulamalar yapmışlardır ve yapıyorlar da. Fakat unuttukları
şey, aşkın bir hakîkate dayanılmadığı ve âhiret hesâba katılmadığında, ortaya
konana insanlığın, şartlar değiştiğinde yada bâzı özel şartlar açığa çıktığında
ve insan nefsin etkisiyle bencilleştiğinde, o övündükleri insanlığı sonuna
kadar sürdüremeyecekleridir. Böyle olduğunda da “insanlık” denen şeyin “yarım bir
insanlık” olduğu açığa çıkacaktır. Demek ki, bir-kaç güzel ve nâzik kelime
kullanmakla, “mutluluklar, güzellikler” demekle, bir-kaç faydalı şeyler
yapmakla insanca şeyler yapılmış olsa da insanlık tamamlanmış olmuyor. Çünkü
İslâm olmayınca “sonuna kadar insanlık” da olmaz ve bir yere gelip tıkanır.
Tıkanıklığın olduğu bu yer, çıkarın olduğu ve menfaatin sekteye uğradığı
yerdir. Zîrâ İslâmsız insanlık ölüme kadar sürer ve ölüm ile bitip giden bir
şey olduğu için, menfaat ve çıkar aslâ yok sayılamaz ve iş çıkara ve menfaate
geldiğinde değişir.
Meselâ insanlığı ile övünen
birini düşünün, çok dürüst olarak bilinen biri. Fakat bu kişi ilâhi olana
inanmayan biri olsun. Yâni İslâmsız insanlığa inana biri. Bu kişinin kimsenin
malında-canında-nâmusunda gözü yoktur. Kimsenin hakkını yemez, yalan söylemez,
zarar vermez vs. Bu tabî ki iyi bir şeydir ve insancadır. Fakat eğer bu kişi
inançsız bir kişiyse ve doğal olarak ölümden sonraki hayâta inanmıyorsa,
insanlığı onu bir yerden sonra korumayacaktır. Meselâ, çok sevdiği birisi;
ana-babası yada eşi-kızı-oğlu çok büyük bir suç işlese, meselâ mâsum birisini
öldürmüş olsa ve olayı gören de sâdece bahsettiğimiz o insanlık timsâli kişi
olsa; bu kişi, çok sevdiği ana-baba-eş-çocuklarının îdam ile yada müebbet hapis
ile cezâlandırılmasına göz yumabilir mi?. Bu kişinin meselâ annesi yada oğlu,
mâsum birini öldürse ve cinâyeti de sâdece o görse, anasını yada oğlunu ihbâr
eder mi?. Çünkü olayı sâdece o görmüştür ve eğer ihbâr etmezse hayat-boyu kimse
fâili bilmeyecek ve icâbında cinâyeti işleyen kişi 90 yaşına kadar
yaşayacaktır. Âhiret inancı ve korkusu yoksa, “İslâmsız insanlık”ı savunan o
kişi anasını yada oğlunu niye ihbâr etsin?. Onu ihbâr etmeye ne zorlayacak?.
Toplumun oluşturduğu töre için, birilerinin keyfinden çıkardığı yasalar için mi
fedâ edecek sevdiklerini?. Kesinlikle yapmaz bunu. Hattâ olay cinâyet değil de
meselâ hırsızlık olsa, yine de ihbâr etmez sevdiklerini. Ben şahsen inançsız
biri olsam, kesinlikle fedâ etmem sevdiklerimi. Niye edeyim ki?. Ne de olsa
ölünce her-şey bitiyor(!). Fakat gerçek bir “ölüm sonrası inanç” (âhiret) bunu
kesinlikle saklayamaz. Müslümanların güzel örnekliği olan Peygamberimiz,
hırsızlık yapan zengin birinin affedilmesi isteği üzerine; “hırsızlığı yapan
kızım Fâtıma da olsa vallâhi elini keserim” demiştir. İşte îman, âhiret
bilinci, inancı ve korkusundan kaynaklanan ahlâk bunu yaptırır. İslâmsız
insanlık göz-ardı edebilirken, “İslâmlı insanlık” ve ilâhi-merkezli olan ahlâk
zinhar göz-ardı edemez. Demek ki İslâmsız insanlık yarım kalmaya ve sekteye
uğramaya mecbur ve mahkûmdur.
Lâkin, İslâmsız insanlık
yarım kalacağı ve tamamlanamayacağı gibi, “insanlıksız” bir İslâm da yarım
kalır. Çünkü İslâm ancak insanlığı üstün olanların kabûl edip hakkıyla
taşıyabileceği bir şeydir. Zâten Allah seçtiği peygamberler, toplumları
içindeki en ahlâklı, en iyi, en dürüst ve her yönden en üstün insanlardır.
İnsanlıkları en üstün olan kimse peygamber olarak seçilir ve İslâm ona
vahyedilerek hem insanlık hem de İslâmlık yeryüzünde de hâkim duruma gelerek
tevhidin ikâme edilmesi beklenir. Demek ki İslâm, iyi insanlar yâni “insanlık”
açısından sorunu olmayanlar içindir ve zâten İslâm’ı da hakkıyla ancak onlar
yüklenip taşıyabilirler. İnsanlığı yarım olanlar yada insanlıktan nasipsiz
olanların müslümanlıkları, aynen İslâmsız insanlık gibi yarım kalır ve bir işe
yaramaz ve onları Dünyâ’da da âhirette kurtarmaz. O-hâlde insanlık yoksa İslâmlığın,
İslâmlık yoksa da insanlığın ortaya konması ve kemâle ermesi mümkün değildir.
İnsanlıktan yoksun
müslümanlara şunu söyleyelim ki, kanımca “İslâmsız insanlık”, “insanlıksız
İslâm”dan üstündür yada daha düşük değildir. Çünkü en azından İslâmsız da olsa
Dünyâ’da insanca yaşamak vardır ve değerlidir. Dünyâ hayâtına göre kıyas
yaptığımızda insanlığı üstün olanlar, insanlıktan nasibini almamış
müslümanlardan daha üstün olabilir. Fakat âhirette ikisi de ateştedir. Çünkü
İslâmsız insanlık Dünyâ’da görece işe yarasa da âhirette işe yaramaz ve Allah
hesâba katılmadan yapılan işler âhirette boşa çıkar. Fakat insanlığı ikâme
etmek ve tamamlamak üzere gelen İslâm’a göre hareket ettiğini söyleyen
müslümanların insanlığa aykırı şeyler yapması da “İslâm’a aykırı şeyler yapması”
anlamına geleceğinden dolayı onlar da âhirette yine hüsranda kalır. Çünkü hem
İslâm’a göre hareket edip de hem de insanlığa aykırı bir yaşayış ve kabalık
üzere olmak mümkün değildir. Zâten güzel örnekliğimiz Peygamberimiz’e
baktığımızda o’nda hem insanlığın hem de İslâmlığın kemâle erdiğini görürüz ki
Peygamberimiz bize hem insanlığı ile hem de İslâmlığı ile örnektir ki o,
insanlığı İslâm ile taçlandırmış bir kişidir. Zîrâ insanlık ancak İslâm ile taçlanabilir
ve kemâle erebilir.
İslâm olmayınca insanlık
eksik ve yarım kalır. Çünkü insan “sâdece insan” olarak diğer varlıklardan çok
farklı değildir ve bir-kaç insânî özellikler bakımından bir farklılığı olur.
Meselâ akıl, bilimsel ve teknolojik işler yapmak gibi. Zâten İslâmsız insanlık
taraftarları bu nedenle aklı, modern-bilimi ve teknolojiyi bu nedenle çok
överler ve hattâ ona taparlar. Fakat merhâmet, vicdan, adâlet, ahlâk,
hak-hakîkat vs. konulara gelince eksiklik hemen ortaya çıkıverir. Zâten İslâm
bunlarla birlikte insanlığı taçlandırır ve tam bir insan ve kul olarak tezâhür
edilmesini sağlar. Aksi-hâlde aynen günümüzdeki gibi Dünyâ’nın yarısı
mahrûmiyet içinde, diğer yarısı ise ahlâksızlık içinde bocalar durur.
Kur’ân
insanın özelliklerini sıralarken bir-çok olumsuzlardan bahseder. Bunlar ana
maddeler olarak şöyledir:
İnsan çok
zâlim ve câhildir: (Ahzâb 72).
İnsan acelecidir:
(Enbiyâ
37, İsrâ 11).
İnsan
menfaatine çok düşkündür: (Rûm 36).
İnsan pek
nankördür: (Âdiyat 6-7).
İnsan hârîs
ve cimridir: (Fecr 17-20, Meâric 19-21, Âdiyat 8).
İnsan
kıskanç ve hasetçidir: (Nîsâ 54 ve 128).
İnsan zayıf
yaratılmıştır: (Rûm 54).
Tüm bunlar “İslâmsız
insanlık” ve “insanlıktan nasipsiz müslümanlar” için böyledir. İslâm gelince bu
eksiklikler tamamlanır ve “tam bir insan, tam bir kul ve tam bir mü’min”
olunur. Sonuçta da hem Dünyâ’da hem de âhirette iyilikler ve mutlulukla
ödüllendirilir. Aksi durumda ise, en güzel sûrette yaratılmış olan insan
aşağıların-aşağısını boylar.
Küresel anlamda hem İslâmsız
insanlarda ve hem de insanlıksız müslümanlarda; haktan-hakîkatten,
adâletten-eşitlikten, dinden, ahlâktan yâni tevhidden “tâviz verme yarışı” var.
Üstelik kim daha çok tâviz verirse o kişi üstün tutuluyor. Bir taraf İslâm’dan
tâviz verirken diğer taraf ise insanlıktan tâviz vermekte ve bir türlü
tamamlanamadığı için huzûra erememektedir. Oysa iki taraf da eksiktir ve insan
ancak “İslâm ile tamamlanan bir insanlık” ve “insanlık ile taçlanan bir İslâm”
ile tamamlanır ve hem Dünyâ’da hem de âhirette kurtulanlardan olur ve huzûr
diyârını hak eder.
Yüce
hedeflerden yoksun olan insanlık, haramlarla teselli bulmak zorunda kalıyor. İnsanlık,
yeniden Kur’ân ile yapılandırılıp güncellenmedikçe, zilletten kurtulamayacak ve
hem İslâmsız insanlık hem de insanlıktan yoksun müslümanlar yarım kalacaktır.
Hz.
Ali: “İnsan ya insanlıkta eşin yada din’de kardeşindir” der. O-hâlde İslâmlığı
zayıf yada yok olan birinin eğer insanlığı iyiyse onunla insanlık üzerinden
irtibat devâm eder.
İslâm,
Allah’ın insanlık târihine bir müdâhalesidir vesselam.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder