13 Mart 2023 Pazartesi

İnsanlık ve İslâmlık

 

“Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisiz bir ecir vardır” (Tîn 4-6).

 

İslâm, “Allah’a kayıtsız-şartsız tam bir teslîmiyetle teslim olmak” demektir. Kâinâtta -bâtıl yolda giden câhil insanlar hâriç- her-şey tam bir teslîmiyetle İslâm’ a yâni Allah’a göre hareket eder. Zâten aksi-hâlde bir kaos oluşur ve her-şey alt-üst olarak bozulmaya uğrar ve yok olurdu. İnsanların arasında olan ve bir türlü çözülemeyen sorunların nedeni, insanların da tam bir teslîmiyetle Allah’a teslim ol(a)maması ve İslâm’a aykırı hareket etmesinden dolayıdır. İslâm, Allah’ın tüm kâinâtı işlettiği sistemin adıdır. Fakat insan dışındaki tüm mahlûkat, İslâm ‘a şuursuz bir şekilde uymaktadır. Allah ise şuurlu bir teslîmiyet de istediği için insanı yaratmış ve ona vahyetmiştir. İslâm bu nedenle insana gelmiştir. O-hâlde İslâm ile insan bütünleşmelidir ve insan İslâm ile şereflenirken, İslâm da insan ile, göklerde olduğu gibi yeryüzünde de hâkim olmalıdır.

 

İslâm insanlıkla yaşıttır, İslâm târihi “insanlık târihi”dir. Hz. Muhammet de İslâm zincirinin son halkasıdır. İnsan insanlığını bulmak ve kemâle erdirmek için İslâm’a muhtaçtır. İslâm da göklerde olduğu gibi yeryüzünde de hâkim olmak ve tevhidi gerçekleştirmek için insanın İslâm-merkezli bir sürece girmesini bekler. Zâten ancak böyle olduğunda insan “tam bir insan” olabilecektir. Yoksa İslâm olmadığında insanın insanlığı yarım kalır. Zîrâ insan nefs sâhibidir ve nefsin ağır etkisi ve kuşatması altındadır. Bu etkiyi normâlleştirmek ve kontrôl altına almak için aşkın bir hakîkate ihtiyaç vardır ki bu hakîkat İslâm’dır.

 

Tüm târih boyunca olduğu modern zamanlarda da insanlar “İslâmsız bir insanlık” beklentisi içine girmişlerdir. İnsan olmak için İslâm’a gerek olmadığı düşüncesi açığa çıkmıştır. Bu uğurda iyi bir insan olunabildiğini göstermek için çeşitli gayretlere girmişlerdir ve bu bağlamda hakkâniyetli şeyler de yapmışlardır. Gerçekten de insana yakışır uygulamalar yapmışlardır ve yapıyorlar da. Fakat unuttukları şey, aşkın bir hakîkate dayanılmadığı ve âhiret hesâba katılmadığında, ortaya konana insanlığın, şartlar değiştiğinde yada bâzı özel şartlar açığa çıktığında ve insan nefsin etkisiyle bencilleştiğinde, o övündükleri insanlığı sonuna kadar sürdüremeyecekleridir. Böyle olduğunda da “insanlık” denen şeyin “yarım bir insanlık” olduğu açığa çıkacaktır. Demek ki, bir-kaç güzel ve nâzik kelime kullanmakla, “mutluluklar, güzellikler” demekle, bir-kaç faydalı şeyler yapmakla insanca şeyler yapılmış olsa da insanlık tamamlanmış olmuyor. Çünkü İslâm olmayınca “sonuna kadar insanlık” da olmaz ve bir yere gelip tıkanır. Tıkanıklığın olduğu bu yer, çıkarın olduğu ve menfaatin sekteye uğradığı yerdir. Zîrâ İslâmsız insanlık ölüme kadar sürer ve ölüm ile bitip giden bir şey olduğu için, menfaat ve çıkar aslâ yok sayılamaz ve iş çıkara ve menfaate geldiğinde değişir.

 

Meselâ insanlığı ile övünen birini düşünün, çok dürüst olarak bilinen biri. Fakat bu kişi ilâhi olana inanmayan biri olsun. Yâni İslâmsız insanlığa inana biri. Bu kişinin kimsenin malında-canında-nâmusunda gözü yoktur. Kimsenin hakkını yemez, yalan söylemez, zarar vermez vs. Bu tabî ki iyi bir şeydir ve insancadır. Fakat eğer bu kişi inançsız bir kişiyse ve doğal olarak ölümden sonraki hayâta inanmıyorsa, insanlığı onu bir yerden sonra korumayacaktır. Meselâ, çok sevdiği birisi; ana-babası yada eşi-kızı-oğlu çok büyük bir suç işlese, meselâ mâsum birisini öldürmüş olsa ve olayı gören de sâdece bahsettiğimiz o insanlık timsâli kişi olsa; bu kişi, çok sevdiği ana-baba-eş-çocuklarının îdam ile yada müebbet hapis ile cezâlandırılmasına göz yumabilir mi?. Bu kişinin meselâ annesi yada oğlu, mâsum birini öldürse ve cinâyeti de sâdece o görse, anasını yada oğlunu ihbâr eder mi?. Çünkü olayı sâdece o görmüştür ve eğer ihbâr etmezse hayat-boyu kimse fâili bilmeyecek ve icâbında cinâyeti işleyen kişi 90 yaşına kadar yaşayacaktır. Âhiret inancı ve korkusu yoksa, “İslâmsız insanlık”ı savunan o kişi anasını yada oğlunu niye ihbâr etsin?. Onu ihbâr etmeye ne zorlayacak?. Toplumun oluşturduğu töre için, birilerinin keyfinden çıkardığı yasalar için mi fedâ edecek sevdiklerini?. Kesinlikle yapmaz bunu. Hattâ olay cinâyet değil de meselâ hırsızlık olsa, yine de ihbâr etmez sevdiklerini. Ben şahsen inançsız biri olsam, kesinlikle fedâ etmem sevdiklerimi. Niye edeyim ki?. Ne de olsa ölünce her-şey bitiyor(!). Fakat gerçek bir “ölüm sonrası inanç” (âhiret) bunu kesinlikle saklayamaz. Müslümanların güzel örnekliği olan Peygamberimiz, hırsızlık yapan zengin birinin affedilmesi isteği üzerine; “hırsızlığı yapan kızım Fâtıma da olsa vallâhi elini keserim” demiştir. İşte îman, âhiret bilinci, inancı ve korkusundan kaynaklanan ahlâk bunu yaptırır. İslâmsız insanlık göz-ardı edebilirken, “İslâmlı insanlık” ve ilâhi-merkezli olan ahlâk zinhar göz-ardı edemez. Demek ki İslâmsız insanlık yarım kalmaya ve sekteye uğramaya mecbur ve mahkûmdur.

 

Lâkin, İslâmsız insanlık yarım kalacağı ve tamamlanamayacağı gibi, “insanlıksız” bir İslâm da yarım kalır. Çünkü İslâm ancak insanlığı üstün olanların kabûl edip hakkıyla taşıyabileceği bir şeydir. Zâten Allah seçtiği peygamberler, toplumları içindeki en ahlâklı, en iyi, en dürüst ve her yönden en üstün insanlardır. İnsanlıkları en üstün olan kimse peygamber olarak seçilir ve İslâm ona vahyedilerek hem insanlık hem de İslâmlık yeryüzünde de hâkim duruma gelerek tevhidin ikâme edilmesi beklenir. Demek ki İslâm, iyi insanlar yâni “insanlık” açısından sorunu olmayanlar içindir ve zâten İslâm’ı da hakkıyla ancak onlar yüklenip taşıyabilirler. İnsanlığı yarım olanlar yada insanlıktan nasipsiz olanların müslümanlıkları, aynen İslâmsız insanlık gibi yarım kalır ve bir işe yaramaz ve onları Dünyâ’da da âhirette kurtarmaz. O-hâlde insanlık yoksa İslâmlığın, İslâmlık yoksa da insanlığın ortaya konması ve kemâle ermesi mümkün değildir.

 

İnsanlıktan yoksun müslümanlara şunu söyleyelim ki, kanımca “İslâmsız insanlık”, “insanlıksız İslâm”dan üstündür yada daha düşük değildir. Çünkü en azından İslâmsız da olsa Dünyâ’da insanca yaşamak vardır ve değerlidir. Dünyâ hayâtına göre kıyas yaptığımızda insanlığı üstün olanlar, insanlıktan nasibini almamış müslümanlardan daha üstün olabilir. Fakat âhirette ikisi de ateştedir. Çünkü İslâmsız insanlık Dünyâ’da görece işe yarasa da âhirette işe yaramaz ve Allah hesâba katılmadan yapılan işler âhirette boşa çıkar. Fakat insanlığı ikâme etmek ve tamamlamak üzere gelen İslâm’a göre hareket ettiğini söyleyen müslümanların insanlığa aykırı şeyler yapması da “İslâm’a aykırı şeyler yapması” anlamına geleceğinden dolayı onlar da âhirette yine hüsranda kalır. Çünkü hem İslâm’a göre hareket edip de hem de insanlığa aykırı bir yaşayış ve kabalık üzere olmak mümkün değildir. Zâten güzel örnekliğimiz Peygamberimiz’e baktığımızda o’nda hem insanlığın hem de İslâmlığın kemâle erdiğini görürüz ki Peygamberimiz bize hem insanlığı ile hem de İslâmlığı ile örnektir ki o, insanlığı İslâm ile taçlandırmış bir kişidir. Zîrâ insanlık ancak İslâm ile taçlanabilir ve kemâle erebilir.

 

İslâm olmayınca insanlık eksik ve yarım kalır. Çünkü insan “sâdece insan” olarak diğer varlıklardan çok farklı değildir ve bir-kaç insânî özellikler bakımından bir farklılığı olur. Meselâ akıl, bilimsel ve teknolojik işler yapmak gibi. Zâten İslâmsız insanlık taraftarları bu nedenle aklı, modern-bilimi ve teknolojiyi bu nedenle çok överler ve hattâ ona taparlar. Fakat merhâmet, vicdan, adâlet, ahlâk, hak-hakîkat vs. konulara gelince eksiklik hemen ortaya çıkıverir. Zâten İslâm bunlarla birlikte insanlığı taçlandırır ve tam bir insan ve kul olarak tezâhür edilmesini sağlar. Aksi-hâlde aynen günümüzdeki gibi Dünyâ’nın yarısı mahrûmiyet içinde, diğer yarısı ise ahlâksızlık içinde bocalar durur.

 

Kur’ân insanın özelliklerini sıralarken bir-çok olumsuzlardan bahseder. Bunlar ana maddeler olarak şöyledir:

 

İnsan çok zâlim ve câhildir: (Ahzâb 72).

İnsan acelecidir: (Enbiyâ 37, İsrâ 11).

İnsan menfaatine çok düşkündür: (Rûm 36).

İnsan pek nankördür: (Âdiyat 6-7).

İnsan hârîs ve cimridir: (Fecr 17-20, Meâric 19-21, Âdiyat 8).

İnsan kıskanç ve hasetçidir: (Nîsâ 54 ve 128).

İnsan zayıf yaratılmıştır: (Rûm 54).

 

Tüm bunlar “İslâmsız insanlık” ve “insanlıktan nasipsiz müslümanlar” için böyledir. İslâm gelince bu eksiklikler tamamlanır ve “tam bir insan, tam bir kul ve tam bir mü’min” olunur. Sonuçta da hem Dünyâ’da hem de âhirette iyilikler ve mutlulukla ödüllendirilir. Aksi durumda ise, en güzel sûrette yaratılmış olan insan aşağıların-aşağısını boylar.

 

Küresel anlamda hem İslâmsız insanlarda ve hem de insanlıksız müslümanlarda; haktan-hakîkatten, adâletten-eşitlikten, dinden, ahlâktan yâni tevhidden “tâviz verme yarışı” var. Üstelik kim daha çok tâviz verirse o kişi üstün tutuluyor. Bir taraf İslâm’dan tâviz verirken diğer taraf ise insanlıktan tâviz vermekte ve bir türlü tamamlanamadığı için huzûra erememektedir. Oysa iki taraf da eksiktir ve insan ancak “İslâm ile tamamlanan bir insanlık” ve “insanlık ile taçlanan bir İslâm” ile tamamlanır ve hem Dünyâ’da hem de âhirette kurtulanlardan olur ve huzûr diyârını hak eder.

 

Yüce hedeflerden yoksun olan insanlık, haramlarla teselli bulmak zorunda kalıyor. İnsanlık, yeniden Kur’ân ile yapılandırılıp güncellenmedikçe, zilletten kurtulamayacak ve hem İslâmsız insanlık hem de insanlıktan yoksun müslümanlar yarım kalacaktır.

 

Hz. Ali: “İnsan ya insanlıkta eşin yada din’de kardeşindir” der. O-hâlde İslâmlığı zayıf yada yok olan birinin eğer insanlığı iyiyse onunla insanlık üzerinden irtibat devâm eder. 

 

İslâm, Allah’ın insanlık târihine bir müdâhalesidir vesselam.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2022

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder