20 Mart 2023 Pazartesi

Ruhsuzluk Üzerine

 

“Bunlar, îman edenler ve kâlpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kâlpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur” (Ra’d 28).

 

Modern insan ağır bir buhrân ve derin bir huzursuzluk içindedir. Çünkü rûhtan koparılmış, uzaklaştırılmış ve mahrûm bırakılmıştır. Modernizm bir “ruhsuzluk uygarlığı”dır ve bu bakımdan ortaya çıkmış en lânetli bir dönemdir. Bu durum insanın kendi ellerinin yaptığı yüzünden ortaya çıkmıştır ve Allah bizi kendi ellerimiz yüzünden ortaya çıkan şeylerle de imtihan edeceğinden dolayı artık imtihanımız bu lânet mekân ve zaman içinde olmaktadır. 

 

Modern insanı hiç-bir şey gerçek ve tam anlamıyla mutmain etmemekte, doyurmamakta ve iknâ etmemektedir. Bu nedenle büyük bir boşluk ve bunalım içinde yaşamakta, daha doğrusu hayat sürmektedir. Modern hayat ile geleneksel hayat arasında kıyas yaptığımızda, geleneksel hayâtın, insanı çok daha fazla tatmin ettiği, ona çok daha fazla huzûr verdiği çok açıktır. 

 

Köylerde eskiden insanlara bir ömür yeten evler ve eşyâlar, kentlerde yaşayan insanları 5-10 senede bezdiriyor ve bıktırıyor. Belki de bunu bilen üreticiler de “dayanıklı” dene eşyâlar dâhil eşyalârı en fazla 10 yıl dayanacak sağlamlıkta yapıyorlar. Fakat aslında bunun gerçek sebebi, modernizmin bir “dayanıksızlık uygarlığı” olması ve hayâtiyetini bu şekilde devâm ettirmesinden dolayıdır.

 

Modern insan sürekli olarak ev, eşyâ, araba ve muhit değiştirme ihtiyâcı hissediyor. Bir türlü oturdukları yerde duramıyorlar. Zîrâ kentler ve kentteki evler, sokaklar, eşyâlar ve de kentte yaşayan insanlar ruhsuzdur. Modern kentler, “yaşanmışlık”ın yok edildiği merkezlerdir. Bu yüzden modern kentler gün geçtikçe ruhsuzlaşıyor ve insanları bunaltıyor. Zâten modern kentleri oluşturan apartmanlar ve apartman dâireleri bir “yuva” değildir, yuva olmuyor. Bu nedenle de huzûr vermiyor. Huzûr vermediği için sıkıntı yapıyor.  

 

Son model arabalar çok kısa zamanda insanı bıktırıyor ve değiştirme arzusu oluşmaya başlıyor. Oysa köylerde bir kağnı bir ömür yetiyordu. Kağnı yavaşlığın sembôlüdür. Fakat bu yavaşlıkta bir rûh da var ki zâten rûh, yavaşlıkta bulunur yada daha çok bulunur. İnsanlar eskiden eşeklere-atlara binmekten usanmazlardı. Yavaş-yavaş gitmek onları sıkmazdı. Çünkü yavaşlıkta bir rûh vardır. İnsanlara selam vere-vere gitmek daha doyurucu olur. Hızlı olunca ruhsuzlaşır. Hız rûhu bloke eder çünkü. Rûh aheste-aheste olunca işlevsel olur ve hız yükseldikçe rûh yavaşlar ve azalıyor. Rûhun hızlanması için insanların ve araçların yavaşlaması gerekir. Aksi durumda rûh gerilerde kalır da insan ruhsuzlaşır. Modernizm bir “hız uygarlığı”dır. O kadar hızlıdır ki, ruhlar çok geride kalmıştır (Bir Çift Yürek). Böylece modernizm ruhsuz bir uygarlık hâline gelmiştir. Bunalımı ve buhrânı bu yüzdendir.

 

Artık sevdalar da bereketsiz ve ruhsuzdur. Eskiden bir-kaç günde bir denk gelen kısa bakışmalar, kişiyi uzunca bir süre tatmin edip sevindirirken, sürekli olarak iletişim ve görüşme hâlinde olan sevgililer birbirlerinden çabuk bıkıyorlar ve hemen ayrılıyorlar. Çünkü işin içinde rûh yok. Rûh olmadığı için de gerçek bir sevgi yok, gerçek sevgi olmadığından dolayı çiftlerin birbirlerine karşı saygısı, sabrı ve katlanması yok. Zîrâ rûh yok. Eskiden birbirlerine rûh ve sevgi dolu bakışları bir ömür sürerdi ve ölene dek birbirlerine sımsıkı bağlı olurlardı. Erkeğin kıza “gönlüm sende” demesi yeterdi de hem kızın hem de erkeğin içinde yanmaya başlayan ateş hiç soğumazdı ve sönmezdi.

 

Modern insanın 10-15 ayakkabısı, toplamda 100’e yakın elbisesi var ama yine de doymuyor da, yeni bir şeyler almak istiyor. Çünkü bir ruhsuzluk var ruhta bir boşluk var. O boşluk “yenisini alarak” doldurulmak isteniyor. Bu durum elbette kapitâlizmin çok hoşuna gidiyor. Mevcut elbiselerin yeni ve güzel olmasına rağmen insanlara yetmemesi, rûhunu doyurmadığı içindir. Sâdece beden için olan elbiseler insanlara yetmiyor. Rûha uygun olmayan elbiseler insanları tatmin etmiyor. Oysa eskiden dedelerimizin kapıların arkasındaki genellikle çivilerden yapılmış askılarda asılı olan, bir günlük bir de bayramlık iki takım elbiseleri olurdu ve günlerini onlarla geçirirlerdi, eskimedikçe de yenisini almazlardı. Üstelik bunu sorun da etmezlerdi. Zîrâ onların rûhu başka şeylerle mutmain oluyordu. Çünkü yedikleri-içtikleri buram-buram rûh içeriyordu, gezdikleri yerler rûh içeriyordu. Belki de ruhsuzluktan dolayı modern insana su ve ayran yetmiyor da binlerce çeşit içecek üretiyorlar ama yine de bir türlü arzu ettiği zevki alamıyor. Oysa çeşmelerden 7/24 kesintisiz akana rûh dolu tatlı sular insanlara yetiyordu, o sularla yapılan ayranlar onları mutlu etmeye yetiyordu.

 

Modern zamanlarda insana her yerden bilgi akıyor. Bilgiye ulaşmak çok-çok kolay. Hemen cebinde olan bir alet aracılığı ile ömrü boyunca uğraşsa okuyup bitiremeyeceği sayıda kitaba ve yazıya ulaşabiliyor. Fakat bunlar ona yetmiyor da farklı şeyler arıyor. Farklı görüşler teoriler vs. Çünkü içlerinde rûh yok, rûh olmadığı için sağlam bir îman oluşmuyor. Takvâsız inançlar yeterli gelmiyor. Oysa eskiden insanların çoğu okuma-yazma bile bilmiyordu ve Kur’ân’ı da yüzünden okumalarına rağmen hem rûh içeren kevnî âyetleri izlemek, gözlemek ve tecrübe ile edindiği bilgisi, hem de âlimlerden duydukları bilgiler onlara yetiyordu da yanlışlarını-hatâlarını düzeltiyorlar ve kendilerine bir yol belirleyebiliyorlardı. Onlar okuduklarını, duyduklarını ve bildikleri kadarını hayatlarına yansıttıkları için bilgileri bereketleniyor ve rûh kazanıyordu. Böylece tatmin edici oluyordu. Kur’ân’ı takvâsız okumak, amel-eyleme dönük olmayacak şekilde, “ruhsuz bir şekilde okumak” demektir. Rûh, amele-eyleme döndüğü anda açığa çıkar.

 

Modern insanın seküler bilgisi matematik-merkezlidir. Matematik ruhsuzdur. Zîrâ onda hem bir estetik yoktur hem de esneme yoktur. Matematik zaman-dışıdır. Zamânı gösterme özelliği yoktur. Çünkü matematik ruhsuzdur. Bir “matematik uygarlığı” olan modernizmin ruhsuzluğu buradan gelir. Kâinâtı matematiğe indirgemek, onu ruhsuzlaştırmaktır. Matematik aracılığı iğle her-şeyi ölçmeye çalışmak, bir ruhsuzlaşmaya yol açmaktadır.

 

Rûh çokluktan uzak durur. Çünkü çokluk olunca yâni nicelik artınca, sünnetullah gereğince nitelik azalır ve niteliğin kemali olan rûhun, niteliğin azaldığı yada bittiği yerde bulunması ya hiç olmaz yada çok az olur. Niceliklerin arttığı ama niteliklerin bitmeye yüz tuttuğu modern dünyâda rûh çok uzaklara kaçıyor ve kendisine nitelikli yerler ve gönüller arıyor.

 

El değemeden yapılan üretimler ruhsuzdur ve bu nedenle de bir türlü tatmin etmez. Teknoloji arttıkça ve çeşitli şekillerde yeni ürünler ortaya koydukça ruhsuzluk artıyor. Teknoloji geliştikçe, sanat ve estetik zayıflar. Zîrâ teknoloji ruhsuzdur. Teknolojinin ruhsuzluğu Allah’sızlığından ileri gelir. Zîrâ teknoloji, önünü-arkasını düşünmeden insan, hayvana ve doğaya zarar verebilecek her-şeyi üretebilir.

 

Şeytan modernizmle birlikte nefisleri kışkırtmak ve insanları kandırıp azdırmak için, târih boyunca hiç olmadığı seviyede bir fırsat yakalamıştır ve bu fırsatı tepe-tepe kullanmaktadır.

 

Mekân seküler yönde değiştikçe ruhsuzluk artıyor. Çünkü rûh ile mekân arasında çok derin bir ilişki ve bağ vardır. Rûh öyle her mekâna aynı şiddette etki etmez. Ruhsuz mekânlarda insanların tatmin olması ve kendilerini huzurlu hissetmeleri mümkün değildir. Eskiden toprak evlerde yeterince huzûr bulan gönüller, kâşânelerde rahat edemiyor da bunalıyor, sıkıntıya ve buhrâna giriyor. Çünkü rûh yoktur yada eksiktir o evlerde, daha doğrusu dâirelerde. Çünkü kentlerdeki, dâireler ev ve yuva değildir.

 

Eski insanlar daha huzurlu, daha sağlıklı ve daha mutlu idi. Çünkü onların çocukluklarında ve gençliklerinde hayat rûh içeriyordu yada en azından rûh daha çoktu. Her-şeyde bir rûh vardı. Bu nedenle “eski toprak” olarak ifâde edildikleri gibi her konuda daha dayanıklıdırlar. Sâdece, onları ziyâret etmeyen yada daha da kötüsü huzur(suzluk) evlerine kapatan evlatlarının yaptıklarından şikâyetçidirler.

 

Rûhun olmadığı her yerde ve her-şeyde bir çürüklük vardır. Modern insanın kokuşmuşluğunun nedeni budur. Ruhsuzlukla mâlûl olan modern insan, ağır bir buhrân, bunalım ve boşluk içindedir. Ruhsuzluktan kaynaklanan bunalıma ve buhrâna karşı, ruhsuz olan modern ürünlerle çâre bulmak da mümkün değildir. Çünkü bir derdin çâresi, o derde neden olan şey olamaz. Ruhsuzluğun çâresi farklı bir ruhsuzluk olamaz. “Daha fazla ruhsuzluk” ruhsuzluğun çâresi değildir.

 

Modern insan, sürekli olarak canı sıkılan insandır. Aslında olan şey ruhsuzluktur. Rûhun yokluğu yada eksikliğinden dolayı içine bir neşenin gelmemesi durumu vardır. Bu da canları sıkmakta ve daraltmaktadır. Yoksa içi rûh ile dolayısı ile huzûr içinde olan bir insanın yine rûh içeren bir hayâtı oturup da şöyle izlemesi bile ona yetecek ve ona huzûr verecektir. Aksi-hâlde sanki göğe çıkıyormuş gibi içi daralacaktır:

 

“Allah, kimi hidâyete erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, îman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir” (En-âm 125).

 

Modern insan, büyük bir fitne çıkarmış, ekini-nesli ifsâd etmiştir ve doğaya hiç olmadığı kadar zarar vermekte ve de bu zarar ile doğayı da ruhsuzlaştırmaktadır, fakat insanın tüm Dünyâ’yı bozması da mümkün değildir. Lâkin insanın kâlbi, zihni ve gözü bozulup ruhsuzlaştığı için hiç-bir şeyde bir anlam bulamıyor, doğadaki rûhu hissedemiyor. Kentler ruhsuzluktan kırılıp yanarken, doğa burâm-burâm rûh tütüyor. O yüzden Allah şöyle diyor:

 

“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kâlpleri ve işitebilecek kulakları olsun?. Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sînelerdeki kâlpler körelir” (Hac 46).

 

“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah)ın yaratmasında hiç-bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?” (Mülk 3).

 

Âhireti hesâba katmadan, Allah, İslâm, Kur’ân ve Peygamber hesâba katılmadığında insana bir anlamsızlık ve ruhsuzluk girdabında dolanır durur. En sonunda da derin dehlizlerde kaybolur gider. İnsan anlam katacak olan şey, sûnî, sanal ve Allahsız şeyler değil, âhiret-merkezli, Allah’lı ve İslâm’lı bir hayattır:

 

“(Tek-başına) Gerçekten dünyâ-hayâtı, ancak bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır” (Muhammed 36).

 

Ruhsuzluğun ana sebebi; Allah’tan, İslâm’dan, Kur’ân’dan, Peygamber’den değerlerden, gerçek sevgi ve saygıdan uzak kalmaktır. Anlamdan, içerikten ve rûhtan uzak kalmaktır. Modern insan bunlardan vazgeçtikçe ve uzaklaştıkça ruhsuzluğu ve buna bağlı olarak da bunalımı ve buhrânı devâm edecek ve gün geçtikçe artacaktır. Sünnetullah yâni Allah’ın kâinât ve insan için koyduğu yasalar gereğince bu durum zamanla artacak ve insan çâreyi ya aşırı tüketimde, çeşitli sapkınlıklarda yada hiç olmadı, intiharla bulmaya çalışacaktır. Fakat bunlar hem sorunlara çâre olmayacaktır hem de âhirette de, Dünyâ’da yaptıkları yanlışlar onların yakasını bırakmayacaktır. İnsanı hem Dünyâ’da hem de âhirette mutlu-huzurlu edecek ve kurtaracak olan yegâne şey, Allah’lı ve anlamlı, rûh içeren bir hayat yaşamasıdır. Çünkü kâlpler ancak Allah’ın zikri olan Kur’ân ile mutmain olur ve tatmin bulur. Bunun başka da bir alternatifi yoktur.

 

Hayâtını âhiret-merkezli olarak, Allah’ın emir ve nehiylerine yâni Kur’ân’a göre yaşayanlar hem Dünyâ’da huzûra erer, hem de onları âhirette büyük bir mükâfat bekler:

 

“Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Ve cennetime gir” (Fecr 27-30).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder