“Bunlar, îman edenler ve
kâlpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kâlpler
yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur” (Ra’d 28).
Modern insan ağır bir buhrân
ve derin bir huzursuzluk içindedir. Çünkü rûhtan koparılmış, uzaklaştırılmış ve
mahrûm bırakılmıştır. Modernizm bir “ruhsuzluk uygarlığı”dır ve bu bakımdan
ortaya çıkmış en lânetli bir dönemdir. Bu durum insanın kendi ellerinin yaptığı
yüzünden ortaya çıkmıştır ve Allah bizi kendi ellerimiz yüzünden ortaya çıkan
şeylerle de imtihan edeceğinden dolayı artık imtihanımız bu lânet mekân ve
zaman içinde olmaktadır.
Modern insanı hiç-bir şey
gerçek ve tam anlamıyla mutmain etmemekte, doyurmamakta ve iknâ etmemektedir.
Bu nedenle büyük bir boşluk ve bunalım içinde yaşamakta, daha doğrusu hayat
sürmektedir. Modern hayat ile geleneksel hayat arasında kıyas yaptığımızda,
geleneksel hayâtın, insanı çok daha fazla tatmin ettiği, ona çok daha fazla
huzûr verdiği çok açıktır.
Köylerde eskiden insanlara
bir ömür yeten evler ve eşyâlar, kentlerde yaşayan insanları 5-10 senede
bezdiriyor ve bıktırıyor. Belki de bunu bilen üreticiler de “dayanıklı” dene
eşyâlar dâhil eşyalârı en fazla 10 yıl dayanacak sağlamlıkta yapıyorlar. Fakat
aslında bunun gerçek sebebi, modernizmin bir “dayanıksızlık uygarlığı” olması
ve hayâtiyetini bu şekilde devâm ettirmesinden dolayıdır.
Modern insan sürekli olarak ev,
eşyâ, araba ve muhit değiştirme ihtiyâcı hissediyor. Bir türlü oturdukları
yerde duramıyorlar. Zîrâ kentler ve kentteki evler, sokaklar, eşyâlar ve de
kentte yaşayan insanlar ruhsuzdur. Modern
kentler, “yaşanmışlık”ın yok edildiği merkezlerdir. Bu yüzden modern kentler
gün geçtikçe ruhsuzlaşıyor ve insanları bunaltıyor. Zâten modern kentleri
oluşturan apartmanlar ve apartman dâireleri bir “yuva” değildir, yuva olmuyor.
Bu nedenle de huzûr vermiyor. Huzûr vermediği için sıkıntı yapıyor.
Son model arabalar çok kısa
zamanda insanı bıktırıyor ve değiştirme arzusu oluşmaya başlıyor. Oysa köylerde
bir kağnı bir ömür yetiyordu. Kağnı yavaşlığın
sembôlüdür. Fakat bu yavaşlıkta bir rûh da var ki zâten rûh, yavaşlıkta bulunur
yada daha çok bulunur. İnsanlar eskiden eşeklere-atlara binmekten
usanmazlardı. Yavaş-yavaş gitmek onları sıkmazdı. Çünkü yavaşlıkta bir rûh
vardır. İnsanlara selam vere-vere gitmek daha doyurucu olur. Hızlı olunca
ruhsuzlaşır. Hız rûhu bloke eder çünkü. Rûh aheste-aheste olunca işlevsel olur
ve hız yükseldikçe rûh yavaşlar ve azalıyor. Rûhun hızlanması için insanların
ve araçların yavaşlaması gerekir. Aksi durumda rûh gerilerde kalır da insan
ruhsuzlaşır. Modernizm bir “hız uygarlığı”dır. O kadar hızlıdır ki, ruhlar çok geride
kalmıştır (Bir Çift Yürek). Böylece modernizm ruhsuz bir uygarlık hâline
gelmiştir. Bunalımı ve buhrânı bu yüzdendir.
Artık sevdalar da bereketsiz
ve ruhsuzdur. Eskiden bir-kaç günde bir denk gelen kısa bakışmalar, kişiyi
uzunca bir süre tatmin edip sevindirirken, sürekli olarak iletişim ve görüşme
hâlinde olan sevgililer birbirlerinden çabuk bıkıyorlar ve hemen ayrılıyorlar.
Çünkü işin içinde rûh yok. Rûh olmadığı için de gerçek bir sevgi yok, gerçek
sevgi olmadığından dolayı çiftlerin birbirlerine karşı saygısı, sabrı ve
katlanması yok. Zîrâ rûh yok. Eskiden birbirlerine rûh ve sevgi dolu bakışları
bir ömür sürerdi ve ölene dek birbirlerine sımsıkı bağlı olurlardı. Erkeğin
kıza “gönlüm sende” demesi yeterdi de hem kızın hem de erkeğin içinde yanmaya
başlayan ateş hiç soğumazdı ve sönmezdi.
Modern insanın 10-15
ayakkabısı, toplamda 100’e yakın elbisesi var ama yine de doymuyor da, yeni bir
şeyler almak istiyor. Çünkü bir ruhsuzluk var ruhta bir boşluk var. O boşluk
“yenisini alarak” doldurulmak isteniyor. Bu durum elbette kapitâlizmin çok
hoşuna gidiyor. Mevcut elbiselerin yeni ve güzel olmasına rağmen insanlara
yetmemesi, rûhunu doyurmadığı içindir. Sâdece beden için olan elbiseler insanlara
yetmiyor. Rûha uygun olmayan elbiseler insanları tatmin etmiyor. Oysa eskiden
dedelerimizin kapıların arkasındaki genellikle çivilerden yapılmış askılarda
asılı olan, bir günlük bir de bayramlık iki takım elbiseleri olurdu ve günlerini
onlarla geçirirlerdi, eskimedikçe de yenisini almazlardı. Üstelik bunu sorun da
etmezlerdi. Zîrâ onların rûhu başka şeylerle mutmain oluyordu. Çünkü
yedikleri-içtikleri buram-buram rûh içeriyordu, gezdikleri yerler rûh
içeriyordu. Belki de ruhsuzluktan dolayı modern insana su ve ayran yetmiyor da
binlerce çeşit içecek üretiyorlar ama yine de bir türlü arzu ettiği zevki alamıyor.
Oysa çeşmelerden 7/24 kesintisiz akana rûh dolu tatlı sular insanlara
yetiyordu, o sularla yapılan ayranlar onları mutlu etmeye yetiyordu.
Modern zamanlarda insana her
yerden bilgi akıyor. Bilgiye ulaşmak çok-çok kolay. Hemen cebinde olan bir alet
aracılığı ile ömrü boyunca uğraşsa okuyup bitiremeyeceği sayıda kitaba ve
yazıya ulaşabiliyor. Fakat bunlar ona yetmiyor da farklı şeyler arıyor. Farklı
görüşler teoriler vs. Çünkü içlerinde rûh yok, rûh olmadığı için sağlam bir îman
oluşmuyor. Takvâsız inançlar yeterli gelmiyor. Oysa eskiden insanların çoğu
okuma-yazma bile bilmiyordu ve Kur’ân’ı da yüzünden okumalarına rağmen hem rûh
içeren kevnî âyetleri izlemek, gözlemek ve tecrübe ile edindiği bilgisi, hem de
âlimlerden duydukları bilgiler onlara yetiyordu da yanlışlarını-hatâlarını
düzeltiyorlar ve kendilerine bir yol belirleyebiliyorlardı. Onlar okuduklarını,
duyduklarını ve bildikleri kadarını hayatlarına yansıttıkları için bilgileri
bereketleniyor ve rûh kazanıyordu. Böylece tatmin edici oluyordu. Kur’ân’ı
takvâsız okumak, amel-eyleme dönük olmayacak şekilde, “ruhsuz bir şekilde
okumak” demektir. Rûh, amele-eyleme döndüğü anda açığa çıkar.
Modern insanın seküler
bilgisi matematik-merkezlidir. Matematik ruhsuzdur. Zîrâ onda hem bir estetik
yoktur hem de esneme yoktur. Matematik
zaman-dışıdır. Zamânı gösterme özelliği yoktur. Çünkü matematik ruhsuzdur. Bir
“matematik uygarlığı” olan modernizmin ruhsuzluğu buradan gelir. Kâinâtı
matematiğe indirgemek, onu ruhsuzlaştırmaktır. Matematik aracılığı iğle
her-şeyi ölçmeye çalışmak, bir ruhsuzlaşmaya yol açmaktadır.
Rûh çokluktan uzak durur.
Çünkü çokluk olunca yâni nicelik artınca, sünnetullah gereğince nitelik azalır
ve niteliğin kemali olan rûhun, niteliğin azaldığı yada bittiği yerde bulunması
ya hiç olmaz yada çok az olur. Niceliklerin arttığı ama niteliklerin bitmeye
yüz tuttuğu modern dünyâda rûh çok uzaklara kaçıyor ve kendisine nitelikli
yerler ve gönüller arıyor.
El değemeden yapılan
üretimler ruhsuzdur ve bu nedenle de bir türlü tatmin etmez. Teknoloji arttıkça
ve çeşitli şekillerde yeni ürünler ortaya koydukça ruhsuzluk artıyor. Teknoloji geliştikçe, sanat ve estetik zayıflar. Zîrâ
teknoloji ruhsuzdur. Teknolojinin ruhsuzluğu Allah’sızlığından ileri gelir.
Zîrâ teknoloji, önünü-arkasını düşünmeden insan, hayvana ve doğaya zarar
verebilecek her-şeyi üretebilir.
Şeytan modernizmle birlikte
nefisleri kışkırtmak ve insanları kandırıp azdırmak için, târih boyunca hiç
olmadığı seviyede bir fırsat yakalamıştır ve bu fırsatı tepe-tepe
kullanmaktadır.
Mekân seküler yönde değiştikçe
ruhsuzluk artıyor. Çünkü rûh ile mekân arasında çok derin bir ilişki ve bağ vardır.
Rûh öyle her mekâna aynı şiddette etki etmez. Ruhsuz mekânlarda insanların
tatmin olması ve kendilerini huzurlu hissetmeleri mümkün değildir. Eskiden
toprak evlerde yeterince huzûr bulan gönüller, kâşânelerde rahat edemiyor da
bunalıyor, sıkıntıya ve buhrâna giriyor. Çünkü rûh yoktur yada eksiktir o
evlerde, daha doğrusu dâirelerde. Çünkü kentlerdeki, dâireler ev ve yuva
değildir.
Eski insanlar daha huzurlu,
daha sağlıklı ve daha mutlu idi. Çünkü onların çocukluklarında ve
gençliklerinde hayat rûh içeriyordu yada en azından rûh daha çoktu. Her-şeyde
bir rûh vardı. Bu nedenle “eski toprak” olarak ifâde edildikleri gibi her
konuda daha dayanıklıdırlar. Sâdece, onları ziyâret etmeyen yada daha da kötüsü
huzur(suzluk) evlerine kapatan evlatlarının yaptıklarından şikâyetçidirler.
Rûhun olmadığı her yerde ve her-şeyde
bir çürüklük vardır. Modern insanın kokuşmuşluğunun nedeni budur. Ruhsuzlukla
mâlûl olan modern insan, ağır bir buhrân, bunalım ve boşluk içindedir. Ruhsuzluktan
kaynaklanan bunalıma ve buhrâna karşı, ruhsuz olan modern ürünlerle çâre bulmak
da mümkün değildir. Çünkü bir derdin çâresi, o derde neden olan şey olamaz.
Ruhsuzluğun çâresi farklı bir ruhsuzluk olamaz. “Daha fazla ruhsuzluk”
ruhsuzluğun çâresi değildir.
Modern insan, sürekli olarak
canı sıkılan insandır. Aslında olan şey ruhsuzluktur. Rûhun yokluğu yada eksikliğinden
dolayı içine bir neşenin gelmemesi durumu vardır. Bu da canları sıkmakta ve
daraltmaktadır. Yoksa içi rûh ile dolayısı ile huzûr içinde olan bir insanın
yine rûh içeren bir hayâtı oturup da şöyle izlemesi bile ona yetecek ve ona huzûr
verecektir. Aksi-hâlde sanki göğe çıkıyormuş gibi içi daralacaktır:
“Allah, kimi hidâyete
erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar; kimi saptırmak isterse, onun
göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, îman
etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir” (En-âm 125).
Modern insan, büyük bir
fitne çıkarmış, ekini-nesli ifsâd etmiştir ve doğaya hiç olmadığı kadar zarar
vermekte ve de bu zarar ile doğayı da ruhsuzlaştırmaktadır, fakat insanın tüm
Dünyâ’yı bozması da mümkün değildir. Lâkin insanın kâlbi, zihni ve gözü bozulup
ruhsuzlaştığı için hiç-bir şeyde bir anlam bulamıyor, doğadaki rûhu hissedemiyor.
Kentler ruhsuzluktan kırılıp yanarken, doğa burâm-burâm rûh tütüyor. O yüzden
Allah şöyle diyor:
“Yeryüzünde gezip
dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kâlpleri ve
işitebilecek kulakları olsun?. Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak
sînelerdeki kâlpler körelir” (Hac 46).
“O, biri diğeriyle ‘tam
bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah)ın
yaratmasında hiç-bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefâvüt) göremezsin. İşte
gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor
musun?” (Mülk 3).
Âhireti hesâba katmadan,
Allah, İslâm, Kur’ân ve Peygamber hesâba katılmadığında insana bir anlamsızlık
ve ruhsuzluk girdabında dolanır durur. En sonunda da derin dehlizlerde kaybolur
gider. İnsan anlam katacak olan şey, sûnî, sanal ve Allahsız şeyler değil,
âhiret-merkezli, Allah’lı ve İslâm’lı bir hayattır:
“(Tek-başına) Gerçekten
dünyâ-hayâtı, ancak bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır” (Muhammed 36).
Ruhsuzluğun ana sebebi;
Allah’tan, İslâm’dan, Kur’ân’dan, Peygamber’den değerlerden, gerçek sevgi ve
saygıdan uzak kalmaktır. Anlamdan, içerikten ve rûhtan uzak kalmaktır. Modern
insan bunlardan vazgeçtikçe ve uzaklaştıkça ruhsuzluğu ve buna bağlı olarak da
bunalımı ve buhrânı devâm edecek ve gün geçtikçe artacaktır. Sünnetullah yâni
Allah’ın kâinât ve insan için koyduğu yasalar gereğince bu durum zamanla artacak
ve insan çâreyi ya aşırı tüketimde, çeşitli sapkınlıklarda yada hiç olmadı,
intiharla bulmaya çalışacaktır. Fakat bunlar hem sorunlara çâre olmayacaktır
hem de âhirette de, Dünyâ’da yaptıkları yanlışlar onların yakasını bırakmayacaktır.
İnsanı hem Dünyâ’da hem de âhirette mutlu-huzurlu edecek ve kurtaracak olan
yegâne şey, Allah’lı ve anlamlı, rûh içeren bir hayat yaşamasıdır. Çünkü
kâlpler ancak Allah’ın zikri olan Kur’ân ile mutmain olur ve tatmin bulur.
Bunun başka da bir alternatifi yoktur.
Hayâtını âhiret-merkezli olarak,
Allah’ın emir ve nehiylerine yâni Kur’ân’a göre yaşayanlar hem Dünyâ’da huzûra
erer, hem de onları âhirette büyük bir mükâfat bekler:
“Ey mutmain (tatmin
bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık
kullarımın arasına gir. Ve cennetime gir” (Fecr 27-30).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder