16 Mart 2023 Perşembe

Küreselleş(me)mek


“Doğu da Allah’ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir” (Bakara 115).

 

Âyettin dediği gibi doğu-batı, kuzey-güney tüm yönler Allah’ındır ve her ne yöne dönerseniz Allah’ın muhteşem bir yaratışını ve sanatını görürsünüz. Bu yüzden Allah’ın gönderdiği din de, tüm yönler içindir. O hâlde İslâm “küresel bir din”dir. Bu bağlamda küreselleşmeyi İslâm başlatmıştır. Zîrâ İslâm’dan başka hiç-bir din ve ideoloji küresellikten bahsetmez. Fakat modernite ile birlikte din hayattan uzaklaştırılıp zihinlere ve vicdanlara hapsedilince, yâni küresel bir din olan İslâm’ın hâkimiyeti engellenince, “küresel bir bunalım” sardı Dünyâ’yı. Böylece Dünyâ, Evrim Teorisi’ne inanların söylediği gibi “güçlünün zayıfı yediği “küresel bir orman” hâline geldi.

 

Küreselleşme; “Dünyâ milletlerini ekonomi, siyâset ve iletişim bakımlarından birbirine yaklaşmaya ve bir bütün olmaya götürmek, globalleşmek” demektir. Tabi bu, dinden kopuk bir küreselleşme târifidir. Bu nedenle de modern küreselleşme, Dünyâ’ya iyilikten ziyâde kötülük, tokluktan ziyâde açlık-susuzluk, barıştan ziyâde savaş, adâletten ziyâde eşitsizlik ve zulüm getirmektedir. Zîrâ dinden kopuk olunca vicdan ve merhametten de kopuk olur ve böylece kâlpsiz bir dünyâ yani “seküler küreselleşme” ortaya çıkar. Dünyâ iyiliğe, yardımlaşmaya, merhâmete, vicdâna, adâlete, hakka ve hakîkate yâni İslâm’a doğru küreselleşmediğinde, mutlakâ; kötülüğe, bencilliğe, vicdansızlığa, adâletsizliğe, cehâlete ve zulme doğru küreselleşir. Günümüzde sanki çok iyi bir şeymiş gibi gösterilen küreselleşme, işte bu yanlışı, kötüyü ve bâtılı ortaya koyan bir küreselleşmedir. Bu küreselleşme nefis-merkezli olduğu için ve nefse bâzı rüşvetler verdiği için yeterli eleştiriyi ve îtirâzı alamamakta ve yoluna devâm etmektedir. Seküler küreselleşmenin iyiliğe dönük bir hedefi yoktur.

 

Oysa dînin yâni İslâm’ın küreselleşmesi, tüm Dünyâ’da ırklara, renklere, dillere ve hattâ -küfür ve şirk hâriç- farklı dinlere ve inançlara bile bakmadan tüm Dünyâ’da adâlet, merhâmet, vicdan, hak-hukuk ve iyilik getirmeyi hedefler ve Peygamberimiz sahabe ile birlikte bunu başarmış ve başlatmıştır. O hâlde şunu demek uygun düşecektir: “Küreselleşme, küreselleşmeye karşı bir küreselleşme”dir. Yâni maddeyi ve beşeri merkeze alan modern küreselleşme, Allah’ı, vahyi, dîni merkeze alan İslâmî küreselleşmeye karşı bir küreselleşmedir. Aslında seküler küreselleşme, İslâm’ın ve dinlerin değerlerin tümünü blôke edip yada tamâmen ortadan kaldırıp, insanları birer tüketim makinesine dönüştürmek için ortaya atılmış şeytânî bir projedir. İşte bu yüzden mü’minler, bu küreselleşmeye karşı “küreselleşmemek”le îtirâz ve isyân etmelidir. Zîrâ seküler küreselleşme, İslâm’ın ve dinlerin yerine şeytânî-tâğûtî-beşerî düşüncelerin, ideolojilerin ve dolayısı ile de zulmün küreselleşmesidir. Zulmü ve bâtılı ortadan kaldırıp yerine hakkı-hakîkati ve adâleti getirmek hedefinde olan İslâm, küreselleşme yerine küreselleşmemeyi seçmelidir. Zâten küreselleşenler Dünyâ’nın batı tarafı ve batı tarafının ideolojisini  benimsemiş olanlardır ve dünyâ’nın yarısının küreselleştiği falan yoktur. Çünkü küreselleşme, emperyâl bir sömürü mekanizmasıdır. Sömürgelerini tüm Dünyâ’ya yaymak için küreselleşme denilen bir melânet ortaya atmışlar ve dolaylı yönden ağır bir sömürge başlatmışlardır. Bu sömürge, sâdece yer-altı ve yer-üstü kaynakların sömürülmesini değil, -sonuna kadar olmak koşuluyla- insan bedeninin ve rûhunun da sömürülmesini hedefler.

 

Teoman Duralı: “Çağdaş medeniyetin ideolojisi sermâyeciliktir, kapitâlizmdir. Gerek kapitâlizm, gerekse onun ihtiyaç duyduğu yaygın sömürmeye emperyâlizm diyoruz. Emperyâlizm tu-kaka olduğundan, sevilmediğinden artık onun yerine -nasıl ki meselâ eşeğe merkep yâhut ite köpek diyorsak- daha incelmiş, daha nâzikleştirilmiş bir kelime olarak ‘küreselleşme’ diyoruz. Aynı anlama geliyor. Çünkü sömürüyü kaldırdığınızda kapitâlizm çöker. Kapitâlizmin yâni küreselleşmenin üç dayanağı vardır: Teknoloji, sömürme ve kârın yaygınlaştırılması. Çünkü kâr ana-hedeftir, ondan vazgeçemezsiniz. Bu kapitâlizmin amentüsüdür, kapitâlistsek bu âmentüye bağlı kalmak mecbûriyetindeyiz” der.

 

Küreselleşmenin en büyük düşmanı İslâm’dır. Zîrâ bir tek İslâm, küreselleşmenin kuşatmasında değildir ve kuşatılması da mümkün değildir. Müslümanlar kuşatılsa da İslâm kuşatılamaz. Çünkü iç-dinamiği buna izin vermez.

 

Garaudy; “küreselleşme demek, ‘yoksulluğun yaygınlaşması’ demektir” der. Küreselleşme, “zenginler daha zengin olsun diye, küreselleşme adıyla ve post-modern bir sömürü mekanizması ile garibanların sömürülmesidir. Küreselleşme sömürünün, resmî ve meşrû(!) şekilde yapılmasıdır. Küreselleşmeyi, kendi ülkesinde 50 dolara üretip de 100 dolara sattığı bir ayakkabıyı, uzak ülkelerde kurdukları fabrikalarda, günlük 1 dolara çalıştırdıkları insanlar aracılığı ile çok düşük bir fiyata, meselâ 5 dolara mâl edip de yine 100 dolara satan küresel sermâyedarlar kurmuştur. Taha Abdurrahman bu konuda şunları söyler:

 

“Küreselleşme tüm kalkınma şekillerini kapitâlist ekonominin belirleyiciliğiyle, yâni serbest ticârî mübâdele bağlamıyla kayıtlar. Çünkü kapitâlist ekonomi mantığına göre tüm ulusların uğruna mücâdele etmesi gereken en yüce kalkınma, iktisâdî gelişimdir. Buna sebep olarak da ekonomik gelişmişliğin imkânları arttırdığı, istihdam alanı yarattığı ve zengin sayısı arttıkça fakir sayısı azalacağından, fakirler ile zenginleri birbirine yakınlaştırdığı şeklinde bâzı iddiâlar serdeder. İşte, bu kapitâlist mantığı desteklemek için küreselleşme, devâsâ yatırım ve pazarlama şirketlerine serbestlik tanımanın yanı-sıra, bu şirketlerin daha fazla nüfuz ve egemenlik kazanmalarını sağlamak için Dünyâ Bankası, İMF ve Dünyâ Ticâret Örgütü gibi güçlü müesseseler kurmuştur.

 

Kapitâlist ekonominin bu hegemonik baskısı sonucu ortaya çıkan küresel ilişkiler, kesinlikle sâdece maddî çıkarlar ilişkisi olabilir. Çünkü kendi uluslarını aşıp kalkınma götüreceği iddiâsıyla sınır tanımadan Dünyâ’ya yayılan bu şirketler; kayıtsız pazarlama, şartsız rekâbet ve sınırsız kâr mantığıyla çalışır. Bu ekonomik yaygınlık faaliyeti başıboştur, onu denetleyecek güçte ve yetkide küresel sivil bir toplum yoktur. Bu yüzden sözü geçen şirketler, tüm ulusları otoritesi altına almak ve aralarına kendi materyâlist değerlerini yaymak için kânunlardan sıyrılmanın yollarını bulmaktan, baskı yapmaktan, birey ve gruplara rüşvet vermekten kaçınmaz. Bunun doğal sonucu olarak da rüşvet, yılgınlık, dayanışmanın yok olması, vatandaşlığın hükmünü kaybetmesi, suçun intişâr etmesi, sapkın hazcı yönelimlerin çoğalması ve uyuşturucunun hâkim olması gibi yıkıcı ahlâkî problemler baş gösterir. Küresel ekonomik rasyonâlizasyondan doğan küresel ilişkilerde mânevî îtibarlara yer yoktur. O derece ki, küreselleşme sistemindeki kalkınma, bu tür îtibarları ilke edinen, yâni ‘tezkiye’ diye adlandırılabilecek cinsten bir kalkınmaya karşı çıkar”.

 

“Küreselleşme ile artık Dünyâ küçük bir köy hâline geldi” diyorlar. İyi de bu iyi bir şey midir?. Küreselleşme, ulus-devletlerin arasındaki çeşitli ilişkilerdir. Sanâyi, bilim ve teknolojinin ortaya koyduğu çeşitli araçlarla uzaklar “yakın” olmuş ve böylelikle ticâret ve etkileşim artmıştır. Hırsızlığa âşinâ ve alışkın olan batı, küreselleşme ile birlikte yeni enerji ve hammadde kaynaklarına ulaşabilmiştir. Küreselleşme kavramı ile bu kaynakları sömürebilme hakkı(!) açığa çıkmıştır. “Ne de olsa küreselleştik, artık tüm Dünyâ bir köy olmuştur ve herkes her yere gidebilir ve her yerden alış-veriş yapabilir. Bunları engellemek ve kısıtlamak olmaz” düşüncesi ortaya çıkmıştır. Batı, küreselleşmeyi sömürme ve sömürgeleştirme aracı olarak kullanmıştır ve hâlen de kullanmaktadır. Zîrâ küreselleşme, gözünü para ve kâr bürümüş olanları ortaya çıkardığı bir şeydir. Geriye doğru baktığımızda küreselleşme, gelişmiş ülkelerin, daha az gelişmiş yada gelişmemiş ülkelerin sâhip olduğu zengin kaynakları sömürmek için ortaya çıkardığı bir fitne ve ifsâd hareketidir. Çünkü küreselleşme sürekli olarak zâten zengin olan ülkeleri ve kişileri daha da zengin yaparken, zâten fakir olan ülke ve ülke insanlarını daha da fakirleştirmektedir. Küreselleşme fakirlere yaramamakta ve sâdece zenginlerin lehine olmaktadır. Zîrâ küreselleşme, zenginlerin çıkarlarını korumak ve daha da zenginleşmek için ortaya çıkardığı bir şeydir. 

 

Küreselleşmeye uymayanlar savaşla ve çeşitli baskılarla cezâlandırılmaktadır. Küreselleşeme ile batı ve kapitâlistler, mâsum ve mazlum halkı ve zengin kaynaklara sâhip olan devletleri haraca bağlamışlardır. Bunu “küreselleşme” diyerek güyâ meşrûlaştırmaktadırlar. Küreselleşme sömürüye açıka olmayı da sağlamaktadır. Çünkü küreselleşme ile birlikte batı’nın ve liberâl kapitâlizmin tüm sapıklıkları da yayılmakta ve yaygınlaşmaktadır. Bu sapıklılar insanları çok olumsuz etkilemekte ve sonuçta sömürüye karşı duyarsız hâle getirmektedir.

 

An îtibârıyla Dünyâ’da meydana gelmiş olan tüm çirkinlikler ve çirkefliklerinin nedeni küreselleşmedir. Bu çirkinlikler ve çirkeflikler tüm Dünyâ’ya çok hızlı bir şekilde yayılmıştır-yayılmaktadır ki bunun nedeni küreselleşmedir. Küreselleşme; haramın, günahın, pisliğin, şirkin ve küfrün en hızlı şekilde yayılmasına neden olan etkendir. Zâten bunu için ortaya çıkarılmıştır.

 

Küreselleşmede insanlar, “yapacak bir şey yok, tüm Dünyâ’da böyle” diyerek yanılmaktadırlar. Çünkü tüm Dünyâ’da olunca güyâ meşrûlaşmakta ve normâlleşmektedir. Böylece her türlü melânetin uygulanması ve yayılması kolaylaşmaktadır. Celaleddin Vatandaş Küreselleşme hakkında şunları söyler:

 

“Batı’nın modem kültürü ve seküler zihniyeti hayâta anlam kazandıran, insanlık için tutamak olan sâbit her-şeyi yok etti; katı olan her-şeyi buharlaştırdı. Sığınılacak, tutunacak hiç-bir şey bırakmadı. Hep sanal sığınaklar ve tutamaklar oluşturdu; üstelik hepsi de geçici. Bunlardan sonuncusunu ise küreselleşme temsil ediyor. Modernitenin yeni formu olan  küreselleşme bugünün dünyâsında zorunlu, geri döndürülemez, engellenemez, târihsel olarak kaçınılamaz bir süreç olarak insanlığa dayatılıyor. Uluslararası sermâye, üretimi dünyâ ölçeğinde tasarlayarak, tüm ekonomik kaynakları kontrôlü altına alarak, her koşulda belirleyici olmak, koyduğu kurallara uymayanları cezâlandırmak, dışlamak stratejisi izliyor. Batı, küreselleşme adı altında hegemonyasını tüm Dünyâ’ya zor ve iknâ araçlarıyla dayattı, dayatıyor”.         

 

Amerika'nın Anglo-Sakson Protestan değerleri, küreselleşme vâsıtasıyla, “küresel değerler” olarak yerkürenin her yerine yayılmakta, daha doğrusu dayatılmaktadır.

 

Peki “küreselleşmemek” nedir nasıl olur?. Küreselleşmemek, küreselliğe aykırı davranmaktır. Küreselliğin ortaya koyduklarına aldırmamak ve ondan uzak durmak. Bu, “doğal olmayandan vazgeçmek ve uzak durmak” anlamına gelir. Doğallığa dönmek yada doğallıkta kalmakla olur ki küreselliğin en büyük düşmanı “doğallıktan vazgeçmemek”tir. Zîrâ küresellik sûnî olandan beslenir. Çünkü sûnî olan olmasa küreselleşmenin de bir anlamı kalmayacaktır. Küreselleşme, küreselliği ortaya atanların ürettikleri ürünlerin tüm Dünyâ’da ve herkesçe tüketilmesi nedeniyle ortaya atılmıştır ve uygulanmaktadır. Yâni modern-seküler küreselleşme, ekonomik bir harekettir. İş öyle bir hâle gelmiştir ki, küreselleşmeyi kabûl etmeyen ve ona hizmet etmeyen ülkeler ve toplumlar hem yobaz, geri ve terörist olarak gösterilmekte, hem de onlara savaş dâhil çeşitli yaptırımlar uygulanmaktadır. O hâlde küreselleşme, zorbalığı da yanında taşıyan bir uygulamadır.  

 

Modernite, “tarımdan vazgeçilip sanâyileşmeye dönme uygarlığı”dır ve bu uğurda insanları doğdukları ve de doydukları yerden koparıp, kent (şehir değil) merkezlerine taşımış ve orada modern köleler hâline getirmiştir. Parmaklarına çaldığı o “nefsî ballar”la da avutmaktadır. Bu durum tüm Dünyâ’da aynı olduğu için, artık kader” gibi algılanmaktadır. Küreselleşme “kader” olarak algılanmaktadırlar. “Artık globâl bir Dünyâ var ve biz de ona uymalı ve ona göre davranmalıyız” sözleri yankılanır her yerden. Oysa küreselleşme, büyük bir fitne, ağır bir sapıklık ve ifsâd durumudur. Zîrâ bunları açığa çıkarmaktadır. Tâğutlar iş-başına geçtiklerinde ekini ve nesli yâni Dünyâ’yı işte bu “küreselleşme” dedikleri şeytan-işi pislik sistemle bozmaktadırlar. Modern insan küreselleşme ile “leş”leşmektedir. 

 

İnsan, doğduğu ve yaşadığı yerin yiyecek ve içeceği ile beslendikten başka; oranın malzemesiyle evini yapmalı, yine oranın havasını solumalı, oranın kadını ve erkeğiyle evlenmeli ve -kısa ayrılmalar hâriç-, orada doğduğu gibi orada ölmelidir. Doğal ve normâl olan budur. Bölgemizde yetişmeyen ve tropik sebze ve meyveleri yemek zorunda değiliz ve belki de yememeliyiz. Çünkü bizim bir doğduğumuz ortama göre oluşan özelliklerimiz var. Tâ annemizin beslenme şeklinden bêri oluşan bir bünyemiz var. Bir kültürümüz var. İnsanlar bu tür bir yaşam-şeklini onbin yıl sürdürmüşlerdir ve küresel bir fitne ve ifsâd durumu yaşamamışlardır. Fakat ne zaman ki modernite ve küreselleşme başladı, işte o zaman Dünyâ’nın huzûru kaçmaya başlamıştır. An îtibârıyla Dünyâ hiç olmadığı kadar huzursuzdur ve diken üstündedir. Oysa İslâm küreselleşmesinde, insanlar başka ülkelere ve diyarlara, ticâret vesîlesiyle tebliğ ve dâvet için gitmişler ve onlara hakkı ve hakîkati götürmüşlerdir. Böylece İslâmî tüm Dünyâ’ya yaymaya çalışmışlardır. İşte İslâm’ın küreselleşme anlayışı budur. Bu küreselleşme “doğal bir küreselleşme”dir. 

 

“Küreselleşmeyle birlikte ülkeler ve insanlar birbirlerine yakınlaştı” diyorlar ama bu -sözde- yakınlaşma, “gerçek bir yakınlaşma” değildir ve tam-tersine bir uzaklaşmadır. Zîrâ ruhsuzdur. Ruhsal yakınlaşma yoktur ve uzaklaşma vardır. Bedenler ve maddeler birbirine yakınlaşırken ruhlar ise uzaklaşmıştır. O yüzden de huzûr vermemektedir. İnsanın iç buhrânını devâm etmektedir. 

 

Eskiden insanlar bir ömür boyunca aynı köyde, kasabada, ilçede ve şehirde yaşardı. Bu durum tüm Dünyâ’da böyleydi. Tüm Dünyâ’da insan yaşamı açısından bir farklılık yoktu. Yâni doğal bir küresellik vardı. İnsanlar köyden-,ilçeden-şehirden ancak, hac ve askerlik dışında çıkmazdı. Ancak yakın köylere yada önemli bir iş için günü-birlik olarak ayrılırlardı. Osmanlı’da klâsik âile ve evler şöyleydi: Büyük bir avludan girilen büyük âilelerin yaşadığı mekânlardı buralar. 3-5 âilenin ki, bu kişiler kardeşler, anne-babalar-büyük atalardan kurulmuş büyük âilelerdi. Ortak kullanılan mutfak, banyo ve tuvaletlerden başka, her âilenin ayrı odalarının olduğu, çocuklar büyüdüğünde ayrı odalarının  bulunduğu, alt katı banyo-tuvalet-mutfak-depo vs. olarak kullanılan ve büyük avlusu olan evlerdi. Erkekler sabah erkenden işlerine giderken, büyük atalar torunlarla yada kendilerine has işlerle uğraşırlar, câmiye giderlerdi ve zamanlarını bu şekilde geçirirlerdi. Kadınlar ise, bu evlerin arka taraflarındaki meyve ağaçlarının olduğu ve sebzelerin yetiştirildiği bahçelerle ilgilenirlerdi. Yine evlerin bâzılarında tavuk-inek-koyunun bulunduğu ahırlar vardı. Kadınlar bunların günlük bakımlarıyla ilgilenir; yüksekçe duvarlarla çevrilmiş olan ve bir çeşit tesettür-mahremiyet görevi gören bu büyük avlularda kışlık ürünlerini (salça, turşu, bulgur, pekmez, kurutmalık, tarhana vs.) hazırlarlar, ağaçlarına-bahçelerine-hayvanlarına bakarlar, yemeklerini büyük tencerelerde hazırlarlar, komşularıyla çay-kahve içerler, sohbet ederler ve günlerini dolu-dolu yaşarlardı. Bu nedenle kadınlar çarşı-pazar hâricinde sık-sık çıkıp bir yerlere gezmeye gitme isteği duymazlardı. Basit çarşı-pazar işlerini, zâten çarşı-pazarda çalışan eşler karşılardı. Bu avlular, onların hayatlarını büyük ölçüde doldururdu ve tüm komşular da bir-birlerini iyi tanır ve her konuda yardımlaşır, dertleşir, paylaşırdı. Bu yaşam-şeklinde seküler küresellik ortaya çıkamazdı.

 

Fakat sonra işler değişti. Modern bilim ve teknoloji ürünü makineler bol üretim yaptığı için çalışacak işçilere ihtiyaç duyuldu. Şeytânî projeler il, insanın hayâtını en ideâl bir şekilde sürdürebileceği tarım-hayvancılık ve küçük esnaf-zanaatkâr şeklindeki yaşam-tarzından koparıldı ve kentlere taşındı. Buralarda modern köleler hâline geldiler. Üstelik bu “gelişmişlik” ve “ilerleme” olarak gösterdiler. Zamanla âileler dağıldı, muhabbetler bitti ve her-şey ruhsuzlaştı. Küresellik insanları öyle bir noktaya getirdi ki, ana-baba ve kardeşlerin hepsi bir yerlere dağıldı. Ne de olsa uçağa bindiklerinde bir-kaç saatte gelip-gidebilirlerdi. Teorik olarak öyleydi ama pratikte iş değişiyordu.   

 

Bir keresinde İzmir Karşıyaka’da bir nedenle evine gittiğim yaşlıca bir kadın, kocasının öldüğünü, oğlunun birinin İngiltere’de, kızının Avustralya’da, diğer oğlunun da Antalya’da olduğunu söylemişti. Bunu bana biraz da hava atarak ve gururlanarak söylemişti. Ben de; “sizin âile baya bi dağılmış” dediğimde bir-anda durakladı, düşündü ve; “doğru söylüyorsun aslında, çünkü biz senede iki veyâ en fazla üç gün bir-araya gelebiliyoruz” demişti. Küreselleşme işte bunu yapar. Bunun övünülecek ve güzel görülecek bir tarafı yoktur. İnsan ana-babasının yanında değilse ve onların bir ihtiyaçlarında yanlarında olup da onlarla ilgilenmiyorsa, âile olmanın bir önemi ve anlamı yoktur. Zâten onlar artık “âile” de değillerdir. Ultra-modernite yada popüler akım olan post-truth’un bir sonucu olan küreselleşme, âileyi yıkmış ve dağıtmıştır. Âile üyelerini birbirinden uzaklaştırmıştır ve hem âile-içi denetimi hem de âile içi dayanışmayı ve sevgiyi öldürmüştür. Demek ki küreselleşme âileyi dağıtır, kültürü bozar, mânâyı öldürür ve tüm değerleri ve bağları koparıp yok eder. Teknoloji aracılığıyla sağlanacak ve telâfi edilecek bağlar ve değerler değildir bunlar.

 

Eskiden köylerde “geçici” olarak gidilen ve “gurbet” denilen uzaklıklar, şimdilerde her gün işe gidilip-gelinen yakınlıklar hâline geldi. Seferilik için biçilen 90 km’lik mesâfeler, “bir tur atılıp gelinen” yerler oldu. Bunlar anlamların yitirilmesine neden oldu oluyor. Doğal taşıtlarla  bir haftada gidilecek ve an an görülüp yaşanacak yerlere, hiç görmeden hattâ bakamadan bir-iki saatte ulaşılabiliyor. Bunlar “iyi şeyler” gibi gösteriliyor ama insanları robotlaştırıyor aslında. Nereye yetişeceksiniz ki, ne aceleniz var?. Bu yarış ne için?. Allah yarışın sâdece takvâda yapılmasını emreder ki, oda koşuşturmaca içinde olacak diye bir şey yoktur.

 

İnsanlar yapacakları işleri birle doğdukları coğrafyaya göre yapmalıdırlar. Çiftçilikse oraya uygun çiftçilik ve sebze-meyve üretimi yapılmalı, yada coğrafya ziraata elverişli değilse hayvancılık, yada oraya özgü mâden işçiliği üretimi vs. gibi işler olmalıdır. Coğrafya farklılaştıkça işler de farlılaşmalıdır. Küreselleşmede ise kentlerde toplanan insanlar hep aynı yerlerde, aynı hareketlerle aynı işleri yapmaktadırlar. Babadan-oğula geçen meslekler küreselleşme nedeniyle bitirilmekte ve Allah’ın insanlara yaratılıştan verdiği yetenekler böylece kaybolmaktadır. Tabi bu mesleklerin kaybolmasıyla o mesleğe âit rûh da kaybolmakta ve onun yerine ruhsuz işler ortaya çıkmaktadır.

 

Küreselleşme aslında dînî değerleri ve bağları yıkma ameliyesidir ve biraz da bunun için ortaya çıkarılmıştır. Çünkü değerler ve bağlar ancak bu ölçüde bir küreselleşme ile yıkılabilirdi. Zîrâ insanın doğduğu yerde bu bağları yıkmak belli bir ölçüden başka mümkün değildir. Çünkü toplumsal bir denetleme mekanizması vardır ve etki-tepki şeyler bellidir. Küreselleşmede ise etkilenecek o kadar çok şey vardır ki, kafalar çok karıştığı gibi nefisler de allak-bullak olmaktadır.

 

Küreselleşme bir doğallıktan, normâllikten ve fıtrattan kopmadır ki insanlık târihinde bu derece bir yozlaşma görülmemiştir. Modernizmin ve küreselleşmenin yayılışı kendisinden etkilenenlerin zihinlerine karışıklık tohumları ekmiştir ve böylece üzerlerindeki dînî bağı gevşetmekle kalmayıp insanların dünyâsını daha önce görülmedik bir biçimde birbirinden ayırmıştır.

 

Küreselleşme ile birlikte iletişimin çığır açtığı söylenmekte ama bakıldığında modern insanın birbiriyle gerçek iletişiminin kopma noktasına gelmiş ve kopmuş olduğu görülür.

 

Modern insan dış âleminde küreselleşmeden memnun gibi görünse de aslında küreselleşme insanı boğmaktadır ve bu yüzden modern insan en azından tâtillerinde ve yıllık izinlerinde doğdukları yere gitmenin heyecânını yaşamaktadır. Bu bir küreselleşmeme ameliyesidir.

 

Küreselleşme, etkisini küresel hâle getirdiği beşerî ve bâtıl sistemlerle ve ideolojilerle sürdürür. Meselâ demokrasi, batı’nın ve küresel güçlerin, yeni pazarlar arama projelerinin ideolojisidir. Demokrasi, milletin parasını ve malını-mülkünü “küresel fâiz sistemi”ne yedirme ideolojisidir. Bunu tüm Dünyâ’da uygulamak istemektedirler ve bu yüzden küreselleşmeyi uydurmuşlardır. Beşerî kânunlar ve kurallar; küresel güçleri, sermâyedarları yâni tâğutları “halktan korumak için” hazırlanmış metinlerdir. İnsanlar ama özellikle müslümanlar bir karar vermelidir. Küresel güçlere göre mi kendini konumlandıracak, yoksa sonsuz kudret sahibi olan Allah’a göre mi?.

 

Gayri-İslâmî sistemlerde devletlere düşen şey, “küresel güç”ün politikalarını çözmeye çalışmaktan ve ona eklemlenmekten ibârettir. İslâm’a göre yaşamayan toplumların kaderini, “küresel sermâyedarlar (bankalar)” belirler. Algıları da küresel şirketler şekillendiriyor.

 

Küreselleşme demek “özelleştirme” demektir. Böylece birileri tüm Dünyâ’yı küreselleştirerek ve de özelleştirerek ona sâhip olmak istiyorlar. Zâten bunu açıkça dile getirmekten de da çekinmiyorlar. David Rockefeller bit keresinde tüm küstahlığı ile şöyle demişti: “Ben ve âilem Amerikan çıkarları karşısında olup, tek bir dünyâ düzeni kurmak komplosu içinde olmakla suçlanıyoruz. Ben bu suçu kabûl ediyor ve bununla gurur duyuyorum”.

 

Aslında küreselleşme, “Dünyâ’nın hâkim neo-liberâl model içerisinde kapatılması”dır. Küreselleşme, “liberâlleşmeye zorlama”dır. Liberâlleşmeye ve özelleştirmeye gönüllü olarak katılmayan her bir ülke, gerekirse, askerî müdâhaleyle bile zorlanır.

 

Küresel seküler (din-dışı) paradigmanın zorla dayatılması “ilericilik” sayılırken; İslâm’ın hükümleriyle hükmolunma isteği “terörizm” olarak görülüyor ve gösteriliyor. Bu bağlamda küresel tâğutlar, yaptıkları şerefsizlikleri İslâm’a yıkarak sürdürüyorlar. Ahmaklar da “iyi olan ne varsa modernlikten dolayı”; “kötü olan ne varsa İslâm’dan dolayı” oluyor zannediyorlar.

 

Ramazan Kurtoğlu, küreselleşme hakkında şunları söyler:

 

“Küreselleşme, bir avuç devâsa şirketin hızlı ve aşırı büyümesini kotarmaktan başka bir şey değildir. Küreselleşmenin en önemli hedeflerinden biri, Dünyâ’daki hiç-bir ülkeyi artık ‘sâdece kendi ekonomik göstergelerine dayalı millî plânlama yapamaz hâle getirmek’tir. Küreselleşme sonuç îtibâriyle büyük sermâye sâhiplerine ve üst-düzey kalifiye olmuş kişilerin menfaatine çalışıyor. Sonuçta orta-sınıf ve alt-tabakadakilerden oluşan halkın geliri azalır, sağlık hizmetleri ve eğitim zayıflar, toplum bir çöküntü içine girer.

 

ABD finans klanı şirketlerinin elitleri ve Amerikan hükümeti bağlamında küreselleşmenin iki yönünden söz edilebilir: 1- Refah devletinin sonunu getirecek sosyâl devlete son vererek, ‘piyasa’nın önüne geleni târumâr etmesine izin vererek, kârların Dünyâ genelinde artmasının önünü açtı. 2- ABD merkezli finans şirketleri, bankalar ve reel sektör şirketleri ile ABD hükümetleri IMF, WB, GATT, WTO, NAFTA gibi ‘uluslar-arası’ kurumlan kullanarak diğer ülke şirketten ve hükümetleri üzerinde hâkimiyet kurmasını sağladı.

 

Yeni Dünyâ Düzeni veyâ ‘Tanrı İmparatorluğu’ kendine Roma modeli bir imparatorluğu esas almışken, Dünyâ’nın geri kalanına Helenistik şehir devletlerini dayatıyor”.

 

Atasoy Müftüoğlu da “küreselleşme” konusunda şunları söyler:

 

“Günümüzde bütün ilişkilerin dünyâ çapında şekillendiği, ‘küreselleşme’ adı verilen yeni bir süreci yaşıyoruz. Küresel dünyânın kesinlikle eşit ve âdil bir dünyâ olmadığını herkes görebiliyor. Küreselleşme yoluyla bütün toplumlar, kötü bir etkileşim ve alış-veriş içerisine giriyor. Bütün toplumlarda kültürel bir çözülme yaşanıyor. Yapay ve ticâri bir kültür küreselleştiriliyor. Bütün toplumlara yalnızca bir hiçlik kültürü ihrâç ediliyor. Modern hayâtın, modem ilişkilerin yapay özellikleri her gün daha da artıyor. Dünyâ, bir ‘eşitsizlikler dünyâsı’ hâline geliyor. Küreselleşen dünyâda İslâm da ‘küresel bir tehdit’ olarak algılanıyor.

 

Küresellik, emperyâlizmin yeni bir biçimi olarak ilerliyor. Küresel egemenlik projesi itaatkâr ve kukla rejimler kurmak istiyor. Küreselleşmenin getirdiği dönüştürücü süreçler, karşılıklı ilişkileri, bağımlılıkları yoğunlaştırıyor. Küreselleşme yoluyla ahlâksızlıklar,  kötülükler, aşırılıklar da kolay yayılıyor ve dağılıyor. Küreselleşme uzakları yakınlaştırıyor, kültürel mesâfeleri kısaltıyor. Küreselleşmeyle yaşanan yoğun etkileşim farklı hayat-tarzlarını dönüştürüyor, küresel baskılar ve dayatmalar sebebiyle yerel, geleneksel renkler soluyor, kaygılar zayıflıyor. Batı uygarlığı ve modernlik, küreselleşme yoluyla kolonyâl egemenlikler dönemini yeniden açmıştır. Küreselleşme döneminde, her-şey dünyâ-çapında dolaşıma girdiği gibi batı’lı değerler, davranışlar, ilişki biçimleri de dünyâ-çapında dolaşıma girmiştir. Modem değer ve görüşlerin, yorumların küreselleşmesi fanatik bir tutkuyla ve kan dökülerek sürdürülmektedir. Küreselleşme aynı-zamanda, Amerikan egemenliğinin bir başka yüzü olarak karşımıza çıkmaktadır. Küresel egemenlik ihtirasları karşısında, uluslararası ölçütlerin hiç-bir değeri ve etkisi kalmamıştır.

 

Bugün Dünyâ’da, Dünyânın Amerikanlaştırılması ve batı’lılaştırılması projesi, ‘küresellik’ yada ‘glôballik’ olarak sunuluyor. Bütün toplumlara dayatılan yabancılaştırıcı yasalar, kavram ve kurumlar ABD ve batı hegemonyasını karşı durulmaz bir gerçekliğe dönüştürmek üzere takdis ediliyor”.

 

Küreselleşme denilen şey, “ABD’nin küresel egemenliği”dir. ABD egemenliğine daha sonraları “küreselleşme” denmeye başlanmıştır. Peki bu sisteme bir “dur” diyecek olanağımız yok mu?. Hayır yok, olamaz. Yâni “sistem içindeyken” olamaz. Yerleşmiş güçlü bir sistem var ve biz de ona karşı başka bir sistem kuramayız. Çünkü mevcut sistem, insanın ağır bir etkisi altında olduğu “nefse tam uygun” olarak inşa edilmiş bir sistemdir. Bizim kuracağımız sistem ise nefis-merkezli olamaz. Çünkü o zaman bir fark olmaz. Biz mevcut sisteme karşı, kâlp ve rûh-merkezli bir sistem kurmalıyız. Çünkü eğer tâviz vermeyeceksek bu böyle olmalıdır. “Nefse göre olan”a karşı “nefse göre olmayan” bir yapı kurduğumuzda çok da başarılı olamayız ve kitlesel değişimler ve dönüşümler gerçekleşmez. Çünkü kalp ve rûh merkezli sistemin tâlipleri çok-çok az olacaktır. Bâzı katılımlar olacaktır tabî ki. Fakat amacımız sınırlı katılımlar değildir. Mevcut seküler sistemi yenecek ve alt edecek bir sistem kurmayı düşünüyorsak, bunu sistem içinde yapmak mümkün görünmüyor. Ancak hak ile bâtılın ayrılması ve direniş, vazgeçiş, hicret, devlet, cihad, şahâdet süreciyle değiştirilebilecek bir sistemdir bu.

 

Küreselleşme modern bir sömürü yöntemidir. “Tek kutupluluk” demek olan “Yeni Dünyâ Düzeni” ve “Küreselleşme” modern insan tarafından bir fetiş hâline getirilmiştir. Putlaştırılmıştır ve dillere pelesenk edilmiştir. İnsanların küreselleşmeyi bir şey zannetmeleri bu yüzdendir.  

 

İslâmî mücâdele, “seküler küresellik” yerine “İslâmî küreselliği” Dünyâ’ya hâkim kılma mücâdelesidir. Çünkü İslâm, hayâtın ve Dünyâ’nın her alanında hâkim olmak isteyen bir dindir. Allah da bunu emreder:

 

“(Yeryüzünde) fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur” (Bakara193).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2019

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder