“Doğu
da Allah’ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (kıblesi)
orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir” (Bakara 115).
Âyettin
dediği gibi doğu-batı, kuzey-güney tüm yönler Allah’ındır ve her ne yöne
dönerseniz Allah’ın muhteşem bir yaratışını ve sanatını görürsünüz. Bu yüzden
Allah’ın gönderdiği din de, tüm yönler içindir. O hâlde İslâm “küresel bir din”dir.
Bu bağlamda küreselleşmeyi İslâm başlatmıştır. Zîrâ İslâm’dan başka hiç-bir din
ve ideoloji küresellikten bahsetmez. Fakat modernite ile birlikte din hayattan
uzaklaştırılıp zihinlere ve vicdanlara hapsedilince, yâni küresel bir din olan
İslâm’ın hâkimiyeti engellenince, “küresel bir bunalım” sardı Dünyâ’yı. Böylece
Dünyâ, Evrim Teorisi’ne inanların söylediği gibi “güçlünün zayıfı yediği
“küresel bir orman” hâline geldi.
Küreselleşme;
“Dünyâ milletlerini ekonomi, siyâset ve iletişim
bakımlarından birbirine yaklaşmaya ve bir bütün olmaya götürmek, globalleşmek” demektir.
Tabi bu, dinden kopuk bir küreselleşme târifidir. Bu nedenle de modern küreselleşme,
Dünyâ’ya iyilikten ziyâde kötülük, tokluktan ziyâde açlık-susuzluk, barıştan
ziyâde savaş, adâletten ziyâde eşitsizlik ve zulüm getirmektedir. Zîrâ dinden
kopuk olunca vicdan ve merhametten de kopuk olur ve böylece kâlpsiz bir dünyâ
yani “seküler küreselleşme” ortaya çıkar. Dünyâ iyiliğe, yardımlaşmaya,
merhâmete, vicdâna, adâlete, hakka ve hakîkate yâni İslâm’a doğru
küreselleşmediğinde, mutlakâ; kötülüğe, bencilliğe, vicdansızlığa,
adâletsizliğe, cehâlete ve zulme doğru küreselleşir. Günümüzde sanki çok iyi bir
şeymiş gibi gösterilen küreselleşme, işte bu yanlışı, kötüyü ve bâtılı ortaya
koyan bir küreselleşmedir. Bu küreselleşme nefis-merkezli olduğu için ve nefse
bâzı rüşvetler verdiği için yeterli eleştiriyi ve îtirâzı alamamakta ve yoluna
devâm etmektedir. Seküler küreselleşmenin iyiliğe dönük bir hedefi yoktur.
Oysa dînin yâni İslâm’ın küreselleşmesi, tüm Dünyâ’da ırklara, renklere, dillere
ve hattâ -küfür ve şirk hâriç- farklı dinlere ve inançlara bile bakmadan tüm
Dünyâ’da adâlet, merhâmet, vicdan, hak-hukuk ve iyilik getirmeyi hedefler ve
Peygamberimiz sahabe ile birlikte bunu başarmış ve başlatmıştır. O hâlde şunu demek
uygun düşecektir: “Küreselleşme, küreselleşmeye karşı bir küreselleşme”dir.
Yâni maddeyi ve beşeri merkeze alan modern küreselleşme, Allah’ı, vahyi, dîni
merkeze alan İslâmî küreselleşmeye karşı bir küreselleşmedir. Aslında seküler
küreselleşme, İslâm’ın ve dinlerin değerlerin tümünü blôke edip yada tamâmen
ortadan kaldırıp, insanları birer tüketim makinesine dönüştürmek için ortaya
atılmış şeytânî bir projedir. İşte bu yüzden mü’minler, bu küreselleşmeye karşı
“küreselleşmemek”le îtirâz ve isyân etmelidir. Zîrâ seküler küreselleşme, İslâm’ın
ve dinlerin yerine şeytânî-tâğûtî-beşerî düşüncelerin, ideolojilerin ve
dolayısı ile de zulmün küreselleşmesidir. Zulmü ve bâtılı ortadan kaldırıp
yerine hakkı-hakîkati ve adâleti getirmek hedefinde olan İslâm, küreselleşme
yerine küreselleşmemeyi seçmelidir. Zâten küreselleşenler Dünyâ’nın batı tarafı
ve batı tarafının ideolojisini
benimsemiş olanlardır ve dünyâ’nın yarısının küreselleştiği falan
yoktur. Çünkü küreselleşme, emperyâl bir sömürü mekanizmasıdır. Sömürgelerini
tüm Dünyâ’ya yaymak için küreselleşme denilen bir melânet ortaya atmışlar ve dolaylı
yönden ağır bir sömürge başlatmışlardır. Bu sömürge, sâdece yer-altı ve
yer-üstü kaynakların sömürülmesini değil, -sonuna kadar olmak koşuluyla- insan
bedeninin ve rûhunun da sömürülmesini hedefler.
Teoman Duralı: “Çağdaş
medeniyetin ideolojisi sermâyeciliktir, kapitâlizmdir. Gerek kapitâlizm,
gerekse onun ihtiyaç duyduğu yaygın sömürmeye emperyâlizm diyoruz. Emperyâlizm
tu-kaka olduğundan, sevilmediğinden artık onun yerine -nasıl ki meselâ eşeğe
merkep yâhut ite köpek diyorsak- daha incelmiş, daha nâzikleştirilmiş bir
kelime olarak ‘küreselleşme’ diyoruz.
Aynı anlama geliyor. Çünkü sömürüyü kaldırdığınızda kapitâlizm çöker.
Kapitâlizmin yâni küreselleşmenin üç dayanağı vardır: Teknoloji, sömürme ve
kârın yaygınlaştırılması. Çünkü kâr ana-hedeftir, ondan vazgeçemezsiniz. Bu
kapitâlizmin amentüsüdür, kapitâlistsek bu âmentüye bağlı kalmak mecbûriyetindeyiz”
der.
Küreselleşmenin en büyük
düşmanı İslâm’dır. Zîrâ bir tek İslâm, küreselleşmenin kuşatmasında değildir ve
kuşatılması da mümkün değildir. Müslümanlar kuşatılsa da İslâm kuşatılamaz.
Çünkü iç-dinamiği buna izin vermez.
Garaudy; “küreselleşme demek, ‘yoksulluğun
yaygınlaşması’ demektir” der. Küreselleşme, “zenginler daha zengin olsun diye,
küreselleşme adıyla ve post-modern bir sömürü mekanizması ile garibanların
sömürülmesidir. Küreselleşme sömürünün, resmî ve meşrû(!) şekilde yapılmasıdır.
Küreselleşmeyi, kendi ülkesinde 50 dolara üretip de 100 dolara sattığı bir ayakkabıyı,
uzak ülkelerde kurdukları fabrikalarda, günlük 1 dolara çalıştırdıkları
insanlar aracılığı ile çok düşük bir fiyata, meselâ 5 dolara mâl edip de yine
100 dolara satan küresel sermâyedarlar kurmuştur. Taha Abdurrahman bu konuda
şunları söyler:
“Küreselleşme tüm
kalkınma şekillerini kapitâlist ekonominin belirleyiciliğiyle, yâni serbest
ticârî mübâdele bağlamıyla kayıtlar. Çünkü kapitâlist ekonomi mantığına göre
tüm ulusların uğruna mücâdele etmesi gereken en yüce kalkınma, iktisâdî
gelişimdir. Buna sebep olarak da ekonomik gelişmişliğin imkânları arttırdığı,
istihdam alanı yarattığı ve zengin sayısı arttıkça fakir sayısı azalacağından,
fakirler ile zenginleri birbirine yakınlaştırdığı şeklinde bâzı iddiâlar
serdeder. İşte, bu kapitâlist mantığı desteklemek için küreselleşme, devâsâ
yatırım ve pazarlama şirketlerine serbestlik tanımanın yanı-sıra, bu
şirketlerin daha fazla nüfuz ve egemenlik kazanmalarını sağlamak için Dünyâ
Bankası, İMF ve Dünyâ Ticâret Örgütü gibi güçlü müesseseler kurmuştur.
Kapitâlist ekonominin
bu hegemonik baskısı sonucu ortaya çıkan küresel ilişkiler, kesinlikle sâdece
maddî çıkarlar ilişkisi olabilir. Çünkü kendi uluslarını aşıp kalkınma
götüreceği iddiâsıyla sınır tanımadan Dünyâ’ya yayılan bu şirketler; kayıtsız
pazarlama, şartsız rekâbet ve sınırsız kâr mantığıyla çalışır. Bu ekonomik
yaygınlık faaliyeti başıboştur, onu denetleyecek güçte ve yetkide küresel sivil
bir toplum yoktur. Bu yüzden sözü geçen şirketler, tüm ulusları otoritesi
altına almak ve aralarına kendi materyâlist değerlerini yaymak için kânunlardan
sıyrılmanın yollarını bulmaktan, baskı yapmaktan, birey ve gruplara rüşvet
vermekten kaçınmaz. Bunun doğal sonucu olarak da rüşvet, yılgınlık,
dayanışmanın yok olması, vatandaşlığın hükmünü kaybetmesi, suçun intişâr
etmesi, sapkın hazcı yönelimlerin çoğalması ve uyuşturucunun hâkim olması gibi yıkıcı
ahlâkî problemler baş gösterir. Küresel ekonomik rasyonâlizasyondan doğan
küresel ilişkilerde mânevî îtibarlara yer yoktur. O derece ki, küreselleşme
sistemindeki kalkınma, bu tür îtibarları ilke edinen, yâni ‘tezkiye’ diye
adlandırılabilecek cinsten bir kalkınmaya karşı çıkar”.
“Küreselleşme
ile artık Dünyâ küçük bir köy hâline geldi” diyorlar. İyi de bu iyi bir şey midir?.
Küreselleşme,
ulus-devletlerin arasındaki çeşitli ilişkilerdir. Sanâyi, bilim ve teknolojinin
ortaya koyduğu çeşitli araçlarla uzaklar “yakın” olmuş ve böylelikle ticâret ve
etkileşim artmıştır. Hırsızlığa âşinâ ve alışkın olan batı, küreselleşme ile
birlikte yeni enerji ve hammadde kaynaklarına ulaşabilmiştir. Küreselleşme
kavramı ile bu kaynakları sömürebilme hakkı(!) açığa çıkmıştır. “Ne de olsa
küreselleştik, artık tüm Dünyâ bir köy olmuştur ve herkes her yere gidebilir ve
her yerden alış-veriş yapabilir. Bunları engellemek ve kısıtlamak olmaz”
düşüncesi ortaya çıkmıştır. Batı, küreselleşmeyi sömürme ve sömürgeleştirme
aracı olarak kullanmıştır ve hâlen de kullanmaktadır. Zîrâ küreselleşme, gözünü
para ve kâr bürümüş olanları ortaya çıkardığı bir şeydir. Geriye doğru
baktığımızda küreselleşme,
gelişmiş ülkelerin,
daha az gelişmiş yada gelişmemiş ülkelerin sâhip olduğu
zengin kaynakları sömürmek için ortaya çıkardığı bir fitne ve ifsâd
hareketidir. Çünkü küreselleşme sürekli olarak zâten zengin olan ülkeleri ve
kişileri daha da zengin yaparken, zâten fakir olan ülke ve ülke insanlarını
daha da fakirleştirmektedir. Küreselleşme fakirlere yaramamakta ve sâdece
zenginlerin lehine olmaktadır. Zîrâ küreselleşme, zenginlerin çıkarlarını
korumak ve daha da zenginleşmek için ortaya çıkardığı bir şeydir.
Küreselleşmeye uymayanlar savaşla ve
çeşitli baskılarla cezâlandırılmaktadır. Küreselleşeme ile batı ve
kapitâlistler, mâsum ve mazlum halkı ve zengin kaynaklara sâhip olan devletleri
haraca bağlamışlardır. Bunu “küreselleşme” diyerek güyâ meşrûlaştırmaktadırlar.
Küreselleşme sömürüye açıka olmayı da sağlamaktadır. Çünkü küreselleşme ile
birlikte batı’nın ve liberâl kapitâlizmin tüm sapıklıkları da yayılmakta ve
yaygınlaşmaktadır. Bu sapıklılar insanları çok olumsuz etkilemekte ve sonuçta
sömürüye karşı duyarsız hâle getirmektedir.
An
îtibârıyla Dünyâ’da meydana gelmiş olan tüm çirkinlikler ve çirkefliklerinin
nedeni küreselleşmedir. Bu çirkinlikler ve çirkeflikler tüm Dünyâ’ya çok hızlı
bir şekilde yayılmıştır-yayılmaktadır ki bunun nedeni küreselleşmedir.
Küreselleşme; haramın, günahın, pisliğin, şirkin ve küfrün en hızlı şekilde yayılmasına
neden olan etkendir. Zâten bunu için ortaya çıkarılmıştır.
Küreselleşmede insanlar,
“yapacak bir şey yok, tüm Dünyâ’da böyle” diyerek yanılmaktadırlar. Çünkü tüm
Dünyâ’da olunca güyâ meşrûlaşmakta ve normâlleşmektedir. Böylece her türlü
melânetin uygulanması ve yayılması kolaylaşmaktadır. Celaleddin Vatandaş
Küreselleşme hakkında şunları söyler:
“Batı’nın modem
kültürü ve seküler zihniyeti hayâta anlam kazandıran, insanlık için tutamak
olan sâbit her-şeyi yok etti; katı olan her-şeyi buharlaştırdı. Sığınılacak,
tutunacak hiç-bir şey bırakmadı. Hep sanal sığınaklar ve tutamaklar oluşturdu;
üstelik hepsi de geçici. Bunlardan sonuncusunu ise küreselleşme temsil ediyor.
Modernitenin yeni formu olan
küreselleşme bugünün dünyâsında zorunlu, geri döndürülemez,
engellenemez, târihsel olarak kaçınılamaz bir süreç olarak insanlığa
dayatılıyor. Uluslararası sermâye, üretimi dünyâ ölçeğinde tasarlayarak, tüm
ekonomik kaynakları kontrôlü altına alarak, her koşulda belirleyici olmak,
koyduğu kurallara uymayanları cezâlandırmak, dışlamak stratejisi izliyor. Batı,
küreselleşme adı altında hegemonyasını tüm Dünyâ’ya zor ve iknâ araçlarıyla
dayattı, dayatıyor”.
Amerika'nın
Anglo-Sakson Protestan değerleri, küreselleşme vâsıtasıyla, “küresel değerler”
olarak yerkürenin her yerine yayılmakta, daha doğrusu dayatılmaktadır.
Peki
“küreselleşmemek” nedir nasıl olur?. Küreselleşmemek, küreselliğe aykırı
davranmaktır. Küreselliğin ortaya koyduklarına aldırmamak ve ondan uzak durmak.
Bu, “doğal olmayandan vazgeçmek ve uzak durmak” anlamına gelir. Doğallığa
dönmek yada doğallıkta kalmakla olur ki küreselliğin en büyük düşmanı “doğallıktan
vazgeçmemek”tir. Zîrâ küresellik sûnî olandan beslenir. Çünkü sûnî olan olmasa
küreselleşmenin de bir anlamı kalmayacaktır. Küreselleşme, küreselliği ortaya
atanların ürettikleri ürünlerin tüm Dünyâ’da ve herkesçe tüketilmesi nedeniyle
ortaya atılmıştır ve uygulanmaktadır. Yâni modern-seküler küreselleşme,
ekonomik bir harekettir. İş öyle bir hâle gelmiştir ki, küreselleşmeyi kabûl etmeyen
ve ona hizmet etmeyen ülkeler ve toplumlar hem yobaz, geri ve terörist olarak
gösterilmekte, hem de onlara savaş dâhil çeşitli yaptırımlar uygulanmaktadır. O
hâlde küreselleşme, zorbalığı da yanında taşıyan bir uygulamadır.
Modernite,
“tarımdan vazgeçilip sanâyileşmeye dönme uygarlığı”dır ve bu uğurda insanları
doğdukları ve de doydukları yerden koparıp, kent (şehir değil) merkezlerine
taşımış ve orada modern köleler hâline getirmiştir. Parmaklarına çaldığı o
“nefsî ballar”la da avutmaktadır. Bu durum tüm Dünyâ’da aynı olduğu için, artık
kader” gibi algılanmaktadır. Küreselleşme “kader” olarak algılanmaktadırlar.
“Artık globâl bir Dünyâ var ve biz de ona uymalı ve ona göre davranmalıyız”
sözleri yankılanır her yerden. Oysa küreselleşme, büyük bir fitne, ağır bir
sapıklık ve ifsâd durumudur. Zîrâ bunları açığa çıkarmaktadır. Tâğutlar
iş-başına geçtiklerinde ekini ve nesli yâni Dünyâ’yı işte bu “küreselleşme”
dedikleri şeytan-işi pislik sistemle bozmaktadırlar. Modern insan küreselleşme
ile “leş”leşmektedir.
İnsan,
doğduğu ve yaşadığı yerin yiyecek ve içeceği ile beslendikten başka; oranın
malzemesiyle evini yapmalı, yine oranın havasını solumalı, oranın kadını ve
erkeğiyle evlenmeli ve -kısa ayrılmalar hâriç-, orada doğduğu gibi orada
ölmelidir. Doğal ve normâl olan budur. Bölgemizde yetişmeyen ve tropik sebze ve
meyveleri yemek zorunda değiliz ve belki de yememeliyiz. Çünkü bizim bir
doğduğumuz ortama göre oluşan özelliklerimiz var. Tâ annemizin beslenme
şeklinden bêri oluşan bir bünyemiz var. Bir kültürümüz var. İnsanlar bu tür bir
yaşam-şeklini onbin yıl sürdürmüşlerdir ve küresel bir fitne ve ifsâd durumu
yaşamamışlardır. Fakat ne zaman ki modernite ve küreselleşme başladı, işte o
zaman Dünyâ’nın huzûru kaçmaya başlamıştır. An îtibârıyla Dünyâ hiç olmadığı
kadar huzursuzdur ve diken üstündedir. Oysa İslâm küreselleşmesinde, insanlar
başka ülkelere ve diyarlara, ticâret vesîlesiyle tebliğ ve dâvet için gitmişler
ve onlara hakkı ve hakîkati götürmüşlerdir. Böylece İslâmî tüm Dünyâ’ya yaymaya
çalışmışlardır. İşte İslâm’ın küreselleşme anlayışı budur. Bu küreselleşme
“doğal bir küreselleşme”dir.
“Küreselleşmeyle
birlikte ülkeler ve insanlar birbirlerine yakınlaştı” diyorlar ama bu -sözde-
yakınlaşma, “gerçek bir yakınlaşma” değildir ve tam-tersine bir uzaklaşmadır.
Zîrâ ruhsuzdur. Ruhsal yakınlaşma yoktur ve uzaklaşma vardır. Bedenler ve
maddeler birbirine yakınlaşırken ruhlar ise uzaklaşmıştır. O yüzden de huzûr
vermemektedir. İnsanın iç buhrânını devâm etmektedir.
Eskiden
insanlar bir ömür boyunca aynı köyde, kasabada, ilçede ve şehirde yaşardı. Bu
durum tüm Dünyâ’da böyleydi. Tüm Dünyâ’da insan yaşamı açısından bir farklılık
yoktu. Yâni doğal bir küresellik vardı. İnsanlar köyden-,ilçeden-şehirden
ancak, hac ve askerlik dışında çıkmazdı. Ancak yakın köylere yada önemli bir iş
için günü-birlik olarak ayrılırlardı. Osmanlı’da klâsik âile ve evler şöyleydi:
Büyük bir avludan girilen büyük âilelerin yaşadığı mekânlardı buralar. 3-5
âilenin ki, bu kişiler kardeşler, anne-babalar-büyük atalardan kurulmuş büyük
âilelerdi. Ortak kullanılan mutfak, banyo ve tuvaletlerden başka, her âilenin
ayrı odalarının olduğu, çocuklar büyüdüğünde ayrı odalarının bulunduğu, alt katı banyo-tuvalet-mutfak-depo
vs. olarak kullanılan ve büyük avlusu olan evlerdi. Erkekler sabah erkenden
işlerine giderken, büyük atalar torunlarla yada kendilerine has işlerle
uğraşırlar, câmiye giderlerdi ve zamanlarını bu şekilde geçirirlerdi. Kadınlar
ise, bu evlerin arka taraflarındaki meyve ağaçlarının olduğu ve sebzelerin
yetiştirildiği bahçelerle ilgilenirlerdi. Yine evlerin bâzılarında
tavuk-inek-koyunun bulunduğu ahırlar vardı. Kadınlar bunların günlük
bakımlarıyla ilgilenir; yüksekçe duvarlarla çevrilmiş olan ve bir çeşit
tesettür-mahremiyet görevi gören bu büyük avlularda kışlık ürünlerini (salça,
turşu, bulgur, pekmez, kurutmalık, tarhana vs.) hazırlarlar,
ağaçlarına-bahçelerine-hayvanlarına bakarlar, yemeklerini büyük tencerelerde
hazırlarlar, komşularıyla çay-kahve içerler, sohbet ederler ve günlerini dolu-dolu
yaşarlardı. Bu nedenle kadınlar çarşı-pazar hâricinde sık-sık çıkıp bir yerlere
gezmeye gitme isteği duymazlardı. Basit çarşı-pazar işlerini, zâten
çarşı-pazarda çalışan eşler karşılardı. Bu avlular, onların hayatlarını büyük
ölçüde doldururdu ve tüm komşular da bir-birlerini iyi tanır ve her konuda
yardımlaşır, dertleşir, paylaşırdı. Bu yaşam-şeklinde seküler küresellik ortaya
çıkamazdı.
Fakat
sonra işler değişti. Modern bilim ve teknoloji ürünü makineler bol üretim
yaptığı için çalışacak işçilere ihtiyaç duyuldu. Şeytânî projeler il, insanın
hayâtını en ideâl bir şekilde sürdürebileceği tarım-hayvancılık ve küçük
esnaf-zanaatkâr şeklindeki yaşam-tarzından koparıldı ve kentlere taşındı.
Buralarda modern köleler hâline geldiler. Üstelik bu “gelişmişlik” ve
“ilerleme” olarak gösterdiler. Zamanla âileler dağıldı, muhabbetler bitti ve
her-şey ruhsuzlaştı. Küresellik insanları öyle bir noktaya getirdi ki, ana-baba
ve kardeşlerin hepsi bir yerlere dağıldı. Ne de olsa uçağa bindiklerinde
bir-kaç saatte gelip-gidebilirlerdi. Teorik olarak öyleydi ama pratikte iş
değişiyordu.
Bir
keresinde İzmir Karşıyaka’da bir nedenle evine gittiğim yaşlıca bir kadın,
kocasının öldüğünü, oğlunun birinin İngiltere’de, kızının Avustralya’da, diğer
oğlunun da Antalya’da olduğunu söylemişti. Bunu bana biraz da hava atarak ve
gururlanarak söylemişti. Ben de; “sizin âile baya bi dağılmış” dediğimde bir-anda
durakladı, düşündü ve; “doğru söylüyorsun aslında, çünkü biz senede iki veyâ en
fazla üç gün bir-araya gelebiliyoruz” demişti. Küreselleşme işte bunu yapar.
Bunun övünülecek ve güzel görülecek bir tarafı yoktur. İnsan ana-babasının
yanında değilse ve onların bir ihtiyaçlarında yanlarında olup da onlarla
ilgilenmiyorsa, âile olmanın bir önemi ve anlamı yoktur. Zâten onlar artık “âile”
de değillerdir. Ultra-modernite yada popüler akım olan post-truth’un bir sonucu
olan küreselleşme, âileyi yıkmış ve dağıtmıştır. Âile üyelerini birbirinden
uzaklaştırmıştır ve hem âile-içi denetimi hem de âile içi dayanışmayı ve
sevgiyi öldürmüştür. Demek ki küreselleşme âileyi dağıtır, kültürü bozar,
mânâyı öldürür ve tüm değerleri ve bağları koparıp yok eder. Teknoloji
aracılığıyla sağlanacak ve telâfi edilecek bağlar ve değerler değildir bunlar.
Eskiden
köylerde “geçici” olarak gidilen ve “gurbet” denilen uzaklıklar, şimdilerde her
gün işe gidilip-gelinen yakınlıklar hâline geldi. Seferilik için biçilen 90 km’lik
mesâfeler, “bir tur atılıp gelinen” yerler oldu. Bunlar anlamların
yitirilmesine neden oldu oluyor. Doğal taşıtlarla bir haftada gidilecek ve an an görülüp yaşanacak
yerlere, hiç görmeden hattâ bakamadan bir-iki saatte ulaşılabiliyor. Bunlar “iyi
şeyler” gibi gösteriliyor ama insanları robotlaştırıyor aslında. Nereye
yetişeceksiniz ki, ne aceleniz var?. Bu yarış ne için?. Allah yarışın sâdece
takvâda yapılmasını emreder ki, oda koşuşturmaca içinde olacak diye bir şey
yoktur.
İnsanlar
yapacakları işleri birle doğdukları coğrafyaya göre yapmalıdırlar. Çiftçilikse
oraya uygun çiftçilik ve sebze-meyve üretimi yapılmalı, yada coğrafya ziraata elverişli
değilse hayvancılık, yada oraya özgü mâden işçiliği üretimi vs. gibi işler
olmalıdır. Coğrafya farklılaştıkça işler de farlılaşmalıdır. Küreselleşmede ise
kentlerde toplanan insanlar hep aynı yerlerde, aynı hareketlerle aynı işleri
yapmaktadırlar. Babadan-oğula geçen meslekler küreselleşme nedeniyle bitirilmekte
ve Allah’ın insanlara yaratılıştan verdiği yetenekler böylece kaybolmaktadır.
Tabi bu mesleklerin kaybolmasıyla o mesleğe âit rûh da kaybolmakta ve onun
yerine ruhsuz işler ortaya çıkmaktadır.
Küreselleşme
aslında dînî değerleri ve bağları yıkma ameliyesidir ve biraz da bunun için ortaya
çıkarılmıştır. Çünkü değerler ve bağlar ancak bu ölçüde bir küreselleşme ile
yıkılabilirdi. Zîrâ insanın doğduğu yerde bu bağları yıkmak belli bir ölçüden
başka mümkün değildir. Çünkü toplumsal bir denetleme mekanizması vardır ve
etki-tepki şeyler bellidir. Küreselleşmede ise etkilenecek o kadar çok şey
vardır ki, kafalar çok karıştığı gibi nefisler de allak-bullak olmaktadır.
Küreselleşme bir
doğallıktan, normâllikten ve fıtrattan kopmadır ki insanlık târihinde bu derece
bir yozlaşma görülmemiştir. Modernizmin ve küreselleşmenin yayılışı kendisinden
etkilenenlerin zihinlerine karışıklık tohumları ekmiştir ve böylece
üzerlerindeki dînî bağı gevşetmekle kalmayıp insanların dünyâsını daha önce
görülmedik bir biçimde birbirinden ayırmıştır.
Küreselleşme ile birlikte
iletişimin çığır açtığı söylenmekte ama bakıldığında modern insanın birbiriyle
gerçek iletişiminin kopma noktasına gelmiş ve kopmuş olduğu görülür.
Modern insan dış âleminde küreselleşmeden
memnun gibi görünse de aslında küreselleşme insanı boğmaktadır ve bu yüzden modern
insan en azından tâtillerinde ve yıllık izinlerinde doğdukları yere gitmenin
heyecânını yaşamaktadır. Bu bir küreselleşmeme ameliyesidir.
Küreselleşme,
etkisini küresel hâle getirdiği beşerî ve bâtıl sistemlerle ve ideolojilerle
sürdürür. Meselâ demokrasi, batı’nın ve küresel güçlerin, yeni pazarlar arama
projelerinin ideolojisidir. Demokrasi, milletin parasını ve malını-mülkünü
“küresel fâiz sistemi”ne yedirme ideolojisidir. Bunu tüm Dünyâ’da uygulamak
istemektedirler ve bu yüzden küreselleşmeyi uydurmuşlardır. Beşerî kânunlar ve
kurallar; küresel güçleri, sermâyedarları yâni tâğutları “halktan korumak için”
hazırlanmış metinlerdir. İnsanlar ama özellikle müslümanlar bir karar
vermelidir. Küresel güçlere göre mi kendini konumlandıracak, yoksa sonsuz
kudret sahibi olan Allah’a göre mi?.
Gayri-İslâmî
sistemlerde devletlere düşen şey, “küresel güç”ün politikalarını çözmeye
çalışmaktan ve ona eklemlenmekten ibârettir. İslâm’a göre yaşamayan toplumların
kaderini, “küresel sermâyedarlar (bankalar)” belirler. Algıları da küresel şirketler şekillendiriyor.
Küreselleşme
demek “özelleştirme” demektir. Böylece birileri tüm Dünyâ’yı küreselleştirerek
ve de özelleştirerek ona sâhip olmak istiyorlar. Zâten bunu açıkça dile
getirmekten de da çekinmiyorlar. David Rockefeller bit keresinde tüm
küstahlığı ile şöyle demişti: “Ben ve âilem Amerikan çıkarları karşısında olup,
tek bir dünyâ düzeni kurmak komplosu içinde olmakla suçlanıyoruz. Ben bu suçu
kabûl ediyor ve bununla gurur duyuyorum”.
Aslında
küreselleşme, “Dünyâ’nın hâkim neo-liberâl model içerisinde kapatılması”dır.
Küreselleşme, “liberâlleşmeye zorlama”dır. Liberâlleşmeye ve özelleştirmeye gönüllü
olarak katılmayan her bir ülke, gerekirse, askerî müdâhaleyle bile zorlanır.
Küresel
seküler (din-dışı) paradigmanın zorla dayatılması “ilericilik” sayılırken;
İslâm’ın hükümleriyle hükmolunma isteği “terörizm” olarak görülüyor ve
gösteriliyor. Bu bağlamda küresel tâğutlar, yaptıkları şerefsizlikleri İslâm’a
yıkarak sürdürüyorlar. Ahmaklar da “iyi olan ne varsa modernlikten dolayı”;
“kötü olan ne varsa İslâm’dan dolayı” oluyor zannediyorlar.
Ramazan
Kurtoğlu, küreselleşme hakkında şunları söyler:
“Küreselleşme, bir
avuç devâsa şirketin hızlı ve aşırı büyümesini kotarmaktan başka bir şey
değildir. Küreselleşmenin en önemli hedeflerinden biri, Dünyâ’daki hiç-bir
ülkeyi artık ‘sâdece kendi ekonomik göstergelerine dayalı millî plânlama
yapamaz hâle getirmek’tir. Küreselleşme sonuç îtibâriyle büyük sermâye
sâhiplerine ve üst-düzey kalifiye olmuş kişilerin menfaatine çalışıyor. Sonuçta
orta-sınıf ve alt-tabakadakilerden oluşan halkın geliri azalır, sağlık
hizmetleri ve eğitim zayıflar, toplum bir çöküntü içine girer.
ABD finans klanı
şirketlerinin elitleri ve Amerikan hükümeti bağlamında küreselleşmenin iki
yönünden söz edilebilir: 1- Refah devletinin sonunu getirecek sosyâl devlete
son vererek, ‘piyasa’nın önüne geleni târumâr etmesine izin vererek, kârların
Dünyâ genelinde artmasının önünü açtı. 2- ABD merkezli finans şirketleri,
bankalar ve reel sektör şirketleri ile ABD hükümetleri IMF, WB, GATT, WTO,
NAFTA gibi ‘uluslar-arası’ kurumlan kullanarak diğer ülke şirketten ve
hükümetleri üzerinde hâkimiyet kurmasını sağladı.
Yeni
Dünyâ Düzeni veyâ ‘Tanrı İmparatorluğu’ kendine Roma modeli bir imparatorluğu
esas almışken, Dünyâ’nın geri kalanına Helenistik şehir devletlerini
dayatıyor”.
Atasoy
Müftüoğlu da “küreselleşme” konusunda şunları söyler:
“Günümüzde bütün
ilişkilerin dünyâ çapında şekillendiği, ‘küreselleşme’ adı verilen yeni bir
süreci yaşıyoruz. Küresel dünyânın kesinlikle eşit ve âdil bir dünyâ olmadığını
herkes görebiliyor. Küreselleşme yoluyla bütün toplumlar, kötü bir etkileşim ve
alış-veriş içerisine giriyor. Bütün toplumlarda kültürel bir çözülme yaşanıyor.
Yapay ve ticâri bir kültür küreselleştiriliyor. Bütün toplumlara yalnızca bir
hiçlik kültürü ihrâç ediliyor. Modern hayâtın, modem ilişkilerin yapay
özellikleri her gün daha da artıyor. Dünyâ, bir ‘eşitsizlikler dünyâsı’ hâline
geliyor. Küreselleşen dünyâda İslâm da ‘küresel bir tehdit’ olarak algılanıyor.
Küresellik, emperyâlizmin
yeni bir biçimi olarak ilerliyor. Küresel egemenlik projesi itaatkâr ve kukla
rejimler kurmak istiyor. Küreselleşmenin getirdiği dönüştürücü süreçler,
karşılıklı ilişkileri, bağımlılıkları yoğunlaştırıyor. Küreselleşme yoluyla ahlâksızlıklar, kötülükler, aşırılıklar da kolay yayılıyor ve
dağılıyor. Küreselleşme uzakları yakınlaştırıyor, kültürel mesâfeleri kısaltıyor.
Küreselleşmeyle yaşanan yoğun etkileşim farklı hayat-tarzlarını dönüştürüyor,
küresel baskılar ve dayatmalar sebebiyle yerel, geleneksel renkler soluyor,
kaygılar zayıflıyor. Batı uygarlığı ve modernlik, küreselleşme yoluyla kolonyâl
egemenlikler dönemini yeniden açmıştır. Küreselleşme döneminde, her-şey dünyâ-çapında
dolaşıma girdiği gibi batı’lı değerler, davranışlar, ilişki biçimleri de dünyâ-çapında
dolaşıma girmiştir. Modem değer ve görüşlerin, yorumların küreselleşmesi
fanatik bir tutkuyla ve kan dökülerek sürdürülmektedir. Küreselleşme aynı-zamanda,
Amerikan egemenliğinin bir başka yüzü olarak karşımıza çıkmaktadır. Küresel
egemenlik ihtirasları karşısında, uluslararası ölçütlerin hiç-bir değeri ve
etkisi kalmamıştır.
Bugün Dünyâ’da, Dünyânın
Amerikanlaştırılması ve batı’lılaştırılması projesi, ‘küresellik’ yada
‘glôballik’ olarak sunuluyor. Bütün toplumlara dayatılan yabancılaştırıcı
yasalar, kavram ve kurumlar ABD ve batı hegemonyasını karşı durulmaz bir
gerçekliğe dönüştürmek üzere takdis ediliyor”.
Küreselleşme
denilen şey, “ABD’nin küresel egemenliği”dir. ABD egemenliğine daha sonraları
“küreselleşme” denmeye başlanmıştır. Peki bu sisteme bir “dur” diyecek
olanağımız yok mu?. Hayır yok, olamaz. Yâni “sistem içindeyken” olamaz.
Yerleşmiş güçlü bir sistem var ve biz de ona karşı başka bir sistem kuramayız.
Çünkü mevcut sistem, insanın ağır bir etkisi altında olduğu “nefse tam uygun”
olarak inşa edilmiş bir sistemdir. Bizim kuracağımız sistem ise nefis-merkezli
olamaz. Çünkü o zaman bir fark olmaz. Biz mevcut sisteme karşı, kâlp ve rûh-merkezli
bir sistem kurmalıyız. Çünkü eğer tâviz vermeyeceksek bu böyle olmalıdır.
“Nefse göre olan”a karşı “nefse göre olmayan” bir yapı kurduğumuzda çok da başarılı
olamayız ve kitlesel değişimler ve dönüşümler gerçekleşmez. Çünkü kalp ve rûh
merkezli sistemin tâlipleri çok-çok az olacaktır. Bâzı katılımlar olacaktır tabî
ki. Fakat amacımız sınırlı katılımlar değildir. Mevcut seküler sistemi yenecek
ve alt edecek bir sistem kurmayı düşünüyorsak, bunu sistem içinde yapmak mümkün
görünmüyor. Ancak hak ile bâtılın ayrılması ve direniş, vazgeçiş, hicret,
devlet, cihad, şahâdet süreciyle değiştirilebilecek bir sistemdir bu.
Küreselleşme
modern bir sömürü yöntemidir. “Tek kutupluluk” demek olan “Yeni Dünyâ Düzeni”
ve “Küreselleşme” modern insan tarafından bir fetiş hâline getirilmiştir.
Putlaştırılmıştır ve dillere pelesenk edilmiştir. İnsanların küreselleşmeyi bir
şey zannetmeleri bu yüzdendir.
İslâmî
mücâdele, “seküler küresellik” yerine “İslâmî küreselliği” Dünyâ’ya hâkim kılma
mücâdelesidir. Çünkü İslâm, hayâtın ve Dünyâ’nın her alanında hâkim olmak
isteyen bir dindir. Allah da bunu emreder:
“(Yeryüzünde)
fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm
yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur” (Bakara193).
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder