“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü
umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’
vardır” (Ahzâb 21).
İslâm ve mü’minler açısından
bakıldığında yaşanmışlık, “vahiy-merkezli yaşanmışlık”tır. Öyle olmak
zorundadır. Hayâtında Allah, âhiret, vahiy, Peygamber ve din olmayanların
yaşamları, ruhsuz ve anlamsız dolayısı ile Allah’sız bir hayat ve yaşamdır ki
buna “yaşanmışlık” denemez.
Yaşam, âhirette de en güzel
bir şekilde devâm eden yâni cennetle devâm eden bir yaşam-şeklidir. Ona
“yaşanmışlık” demek için böyle olmalıdır. Bu tarz bir yaşama ise ancak
Allah-merkezli, vahiy-merkezli, İslâm-merkezli bir yaşam ve yaşanmışlık üzere
olunduğunda ulaşılabilir. İşte bu yaşanmışlığa Allah “güzel örneklik” der. Bu
bağlamda en güzel ve en ideâl yaşanmışlık Hz. Muhammed’in resûl-nebî olarak yaşadığı
23 yıllık nübüvvet sürecindeki hayattır. Bu hayâta Kur’ân “güzel örneklik” der
ki literatürde buna Sünnet denir.
Modern müslümanlar çok yoğun
bir şekilde Kur’ân okuyorlar ama ya çok az bir bereket oluyor yada bir bereket
hâsıl olmuyor. Çünkü Kur’ân’ı dört duvar arasında ve yalnızca iç-âlemlere hitâp
edecek şekilde okuyorlar. Hayâta dönmüyor ve harekete geçmiyor Kur’ân. Ortaya
Kur’ân-merkezli bir yaşam-şekli çıkmıyor. Zîrâ Kur’ân’ın hayâta yansıyan tarafı
olan Sünnet yâni ideâl İslâmî yaşanmışlık hesâba katılmıyor. Kur’ân okunuyor
ama hayatlar o tatsız-tuzsuz modern yaşam-tarzına göre yaşanıyor. Allah’ın “en
güzel örneklik ve yaşanmışlık” dediği (Ahzâb 21) Sünnet’e îtibâr edilmiyor ve 1.400
yıl önceki yaşanmışlık ilkellik olarak görülüyor ve gericilik olarak kabûl ediliyor.
Onun yerine de ruhtan, anlamdan ve dolayısı ile Allah’tan kopuk olan modern
yaşamlar tercih ediliyor. Oysa hayat sürmek “yaşamak ve yaşanmışlık” demek değildir.
Modernizm, insanı yaşatmaz, hayat sürdürür sâdece. Hayat sürmek “yaşamak” demek
değildir. Dolayısıyla modernitenin içinde bir yaşanmışlığın olması pek de
mümkün değildir. Bu nedenle modernite mü’minleri sıkar, bunaltır.
Allah,
vahiy aracılığı ile peygamberler üzerinden; bir şahsiyet modeli, bir ahlâk
modeli, bir duruş ve direniş modeli, bir İslâmî Hareket metodu-modeli, bir
toplum modeli, bir devlet modeli ve bir medeniyet modeli ortaya koymuştur.
Kıssalar, bu örnek modellerin anlatılarıdır. Bu “örnek model” son olarak Hz.
Muhammed üzerinden ortaya konmuştur. İşte “usvetun hasenetun” yâni “güzel
örneklik” denen ve literatürde “Sünnet” olarak bilinen şey, bu örnek
yaşanmışlık ve hayat-şeklidir. Bu “örneklik”, yapılan yanlışların Allah tarafından
vahiyle düzeltilmesiyle meydana gelmiş en ideâl yaşam-şeklidir. “Allah kontrôlünde”
ortaya konmuş bir yaşanmışlıktır. En ideâl örneklik ve “yaşanmışlık”tır (Ahzâb
21). Güzel örneklik, Kur’ân’ın ete-kemiğe ve söze bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın
pratiği gösterilmiştir bu örneklikle. Bu nedenle bu modelin-örnekliğin göz-ardı
edilmesi yanlıştır.
1.400 yıl önce vahyin indiği
Mekke ve çevresinin târihini, sosyo-kültürel ortamını, fakat özellikle de “23
yıllık yaşanmışlık” olan ve “usvetun hasenetun” denilen “güzel örnekliği” (Sünnet)
bilmeden, Kur’ân’ı öğrenmek, bilmek, anlamak, idrâk etmek ve de yaşamak imkânsızdır.
Sünnet, 23 yıllık “ağır bir
yaşanmışlık” örneğidir ki, Peygamberimiz’in saçlarını ağartırken, belini
bükmüştür. Yoksa Sünnet, birilerinin zannettiği gibi; “misvak, kıl-tüy ve
çabut” konuları değildir. Uydurulmuş rivâyetleri ve zırvalıkları “Sünnet”
zannetmek ağır bir ahmaklıktır. Yaşama geçemeyecek ve bir yaşanmışlık ortaya
koyamayacak olan şeyler Sünnet değildir. Âyetlerin
bir-çoğu, “yaşanmışlık” üzerine inmiş ve, ya o yaşanmışlığı onaylamış, yada
onaylamayarak kaldırmış veyâ düzenlemiştir. Kur’ân Allah-merkezli bir
yaşanmışlık ortaya koymak ve o yaşam-şeklini hâkim kılmak için gönderilmiş bir
Kitap’tır.
Dünyâ, “yaşanmışlık”
manzarasını, “kirlenmişlik” manzarasına bıraktı. Dünyâ’nın çok azı “yaşamak”
için değişiklikler ararken, büyük çoğunluk ise “hayatta kalma”nın peşindedir.
Modern
kentler, “yaşanmışlık”ın yok edildiği merkezlerdir. Modern kentler gün geçtikçe
ruhsuzlaşıyor. Biz kentlerde yaşamıyoruz,
bulunuyoruz sâdece, Apartman hayâtı, mahremiyetin kalktığı yaşam-biçimidir.
Herkes herkesin kaç kere yellendiğini bile bilir. Modern kentler ve modern
mîmâri “örnek yaşanmışlıklara” uygun değildir ve aykırıdır. Büyükşehirler/kentler
“memleket” değildirler. Modern kentler “yaşanılan yerler” değil; insanların
“orada bulunmak” zorunda olduğu yerlerdir. Modern kentler, “harbî yaşamlar”ın
blôke edildiği, “yalandan yaşanılan” yerlerdir. Modern
kentler, “yaşanmışlık”ın yok edildiği merkezlerdir. Doğal yaşamdan uzaklaştırıp
sûni ve sanal bir hayat içinde bırakır insanı. Garibanlar ise hem doğal yaşamdan, hem de modern yâni
sanal ve sûnî yaşamdan uzaktır. Modern kentlerde baba işe, anne işe, çocuk da
kreşe gidince bir yaşanmışlık da olmuyor.
Modern kentler, günaha girmeden yaşanamayacak olan yerler oldu çıktı. Modern
kentler ve modern yaşamlar insana göre değil, insanlar modern kentlere ve
modern yaşamlara göre şekillendiriliyor. Modern
kentler gün geçtikçe ruhsuzlaşıyor. Bu-arada modern insanı da ruhsuzlaştırıyor,
anlamdan ve Allah’tan koparıyor. Zîrâ modern mîmâri içinde gerçek bir
yaşanmışlık olmaz-olmuyor.
Yeni neslin daha az anısı
vardır. Zîrâ hatırlamaya değer yaşanmışlıkları çok az oluyor. Dört duvar arasında
bir yaşanmışlığın ortaya çıkması çok zordur. Zâten modern gençlik sanal âlemde
yaşıyor (daha doğrusu nefes alıyor) ve gerçek bir yaşamı bilmiyor bile.
Modern-bilim, “bilmişlik” durumunu “yaşanmışlık”
durumundan üstün tutuyor. Modern-bilim ve de teknoloji için “yaşanmışlık”
önemli değildir. Zîrâ modern-bilim ve teknoloji ruhsuzdur. Anlamı ve dolayısı
ile Allah’ı hesâba katmaz. Böyle olunca da hakîki bir yaşanmışlık ortaya
koyamaz-koyamıyor.
Sanat adı altında ortaya konan; roman,
film, dizi vs.ler de gerçek bir yaşanmışlık değildirler ve olamazlar. Yalandan
ve hayâli hayatlardır. Bu nedenle bunlara “yaşanmışlık” denemez.
İş, insanın hayâta katılmasıdır. İnsan
bir iş üzerinde olunca hayâta katılır ve bir şeyler üretir. Hiç-bir şey
yapmayanlar, “hiç-bir şeydir”ler. Hayatta varlıkları gözükmez. Bir etkileri
yoktur. Yaşanmışlıkları yoktur ki, Dünyâ’da yaşanmışlık olması için bir iz
bırakmak, bunun için de bir şeyler yapmak gerekir. Bir iş yapmak gerekir. Lâkin
modern hayat içinde yapılan işlerin bir-çoğu da bir yaşanmışlık ortaya koyamaz.
“Bilmişlik”,
“yaşanmışlık”tan üstün değildir. “Yapanlar” ve “yaşayanlar”, “bilenler”den
üstündür. “Bilerek yapanlar ve yaşayanlar” ise en üstünüdür. En zayıf
amel-eylem ve yaşanmışlık, en üstün sözden üstündür.
Ahlâk, tam
da Allah’ın istediği ve emrettiği gibi yaşamaktır. Ahlâksızca bir yaşam gerçek bir yaşanmışlık değildir.
Zîrâ şeytanın kuşatmasında ve kontrôlünde olan bir yaşama “yaşamak ve
yaşanmışlık” denilemez. Ahlâk, tam da Allah’ın
istediği ve emrettiği gibi yaşamaktır.
Âhiret-merkezli
yaşamayanlar, “Dünyâ ile cezâ”landırılırlar. Böylece Dünyâ’da gerçek bir
yaşanmışlığa ulaşamadıkları gibi, âhirette de ateşin içinde yaşamak zorunda
kalırlar.
Bâzıları,
nefislerini “akılları” zannediyor. Bunlara göre akıllı yaşamak, “nefsine göre
yaşamak”tır. Nefsine göre yaşamadıklarında kendilerini yaşamamış sayıyorlar.
Soyut
bilgilerle de bir inanç oluşabilir fakat gerçek tatmin/îman, eylem/yaşanmışlık
ile birlikte olabilir ancak. İllâ ki yaşanmışlık olması gerekir. Yaşanmışlık
olmadığında münâfıklık olur. Yaşanmadığı hâlde yaşanmış gibi yapılır.
Biz
Dünyâ’ya cennetteymiş gibi yaşamaya değil, “cennette yaşamayı kazanmak için”
geldik. Bu yaşamı kazanmak ise, yalandan yaşamlarla değil gerçek yaşanmışlıklarla
olur ancak. Gerçek yaşanmışlığa ise ancak İslâmî bir yaşamla kavuşulabilir. İslâmî
bir yaşam, Allah rızâsı ve cennet için yarışmakla olur. Cennet için yaşamayanlar,
cinnet içinde yaşarlar ve üstelik o yaşamı gerçek bir yaşam zannederler. .
Kur’ân, bir boşluğa
inmemiştir. Gerçek bir zamâna, gerçek bir târihe, sosyo-kültürel ve
sosyo-ekonomik gerçekliğin olduğu bir zamâna ve mekâna inmiştir. 23 yıllık
örnek ve ideâl bir “yaşanmışlık” vardır. Sünnet “yaşanmışlık” demektir. Bir
yaşanmışlık olmadığında İslâm’ın hayatta görünür olması ve hayâta hâkim olması
imkânsızdır. Öyle ya, görünür olmak ve hâkim olmak için bir hareket lâzımdır.
Yoksa Kur’ân dört duvar arasında okuna-okuna hayat bir-anda İslâmlaşacak değildir. Sünnet, en ideâl örneklik ve “yaşanmışlık”tır (Ahzâb
21). Güzel örneklik, Kur’ân’ın ete-kemiğe ve söze bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın
pratiği gösterilmiştir bu örneklikle. Bu nedenle bu modelin-örnekliğin göz-ardı
edilmesi yanlıştır. Bu “güzel örneklik”, “amel ve eylemin kaynağı” olmak
bakımından kıyâmete kadar bağlayıcıdır. Kur’ân, “bilgi ve bilincin kaynağı”
iken, Sünnet ise, “amel ve eylemin yâni yaşanmışlığın kaynağı”dır. Sünnet, “Peygamberimiz’in
Kur’ân’ı hayâta aktarma ve yaşama pratiği”dir. Kur’ân bu pratiğe Ahzâb 21’de
“güzel örneklik” der.
Yaşanmışlıklar
korunmuştur. Çünkü yaşanmışlık değiştirilemez. Önemli olan o yaşanmışlığı sahih
olarak ortaya koymaktır.
Modern müslümanların İslâm’ı anlama(ma) yolundaki ana problemi; 23 yıllık
yaşanmışlığı yok sayması ve göz-ardı etmesidir. İslâm, en net bir şekilde ancak
yaşanmışlıkla oluşan kültürde görülür. Aksi-hâlde herkes vahyin çeşitli
yorumlarıyla oyalanır durur.
Yaşanmışlık “ezbere” olan değildir.
Ezbere hayatlara “yaşanmışlık” denilemez. Yaşanmışlık büyük oranda doğaçlama
olarak ortaya çıkar.
Kur’ân’ın,
indiği dönemden bağımsız anlaşılamayacağı düşüncesi, “Sünnet” anlamında
doğrudur. Zîrâ Kur’ân iki kapak arasında bir yere bırakılmamış ve “insanlardan
biri” Peygamber seçilerek safha-safha indirilmiştir ki Peygamber onu “Allah
kontrôlünde” hayatta yaşayarak göstersin. Sünnet, “Kur’ân’ı yaşanmışlığa
çevirmek”tir. Yâni onun tefsirini “hayat” ile “yaşanmışlık” ile yapmaktır.
Apaçıktır ki, îmanlı bir
yaşam, îmansız bir yaşamdan daha anlamlıdır. Çünkü hakîki bir yaşam ancak
îmanlı bir yaşam ile olabilir. Îmanlı bir yaşam ise, Kur’ân’ı merkeze alan ve Sünnet
denilen yaşanmışlıkla açığa çıkar. Allah’ın istediği hayat ve yaşanmışlık,
güzel örnekliğin de hesâba katıldığı bir yaşamdır.
Gün gelir bildiklerinizi
bilmez duruma gelebilirsiniz. Fakat yaptıklarınızı yapmamış duruma gelemezsiniz.
Zîrâ “yapmak” demek “yaşamak” demektir. Yaşanmışlıklar hiç olmamış gibi olmaz.
İslâm/Kur’ân-merkezli yaşanmışlık (Sünnet) ise, insanı sonsuz nîmet ve huzûr
diyârı olan cennet yaşamına taşır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder