21 Mart 2023 Salı

Yaşanmışlık Üzerine

 

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).

 

İslâm ve mü’minler açısından bakıldığında yaşanmışlık, “vahiy-merkezli yaşanmışlık”tır. Öyle olmak zorundadır. Hayâtında Allah, âhiret, vahiy, Peygamber ve din olmayanların yaşamları, ruhsuz ve anlamsız dolayısı ile Allah’sız bir hayat ve yaşamdır ki buna “yaşanmışlık” denemez.

 

Yaşam, âhirette de en güzel bir şekilde devâm eden yâni cennetle devâm eden bir yaşam-şeklidir. Ona “yaşanmışlık” demek için böyle olmalıdır. Bu tarz bir yaşama ise ancak Allah-merkezli, vahiy-merkezli, İslâm-merkezli bir yaşam ve yaşanmışlık üzere olunduğunda ulaşılabilir. İşte bu yaşanmışlığa Allah “güzel örneklik” der. Bu bağlamda en güzel ve en ideâl yaşanmışlık Hz. Muhammed’in resûl-nebî olarak yaşadığı 23 yıllık nübüvvet sürecindeki hayattır. Bu hayâta Kur’ân “güzel örneklik” der ki literatürde buna Sünnet denir.

 

Modern müslümanlar çok yoğun bir şekilde Kur’ân okuyorlar ama ya çok az bir bereket oluyor yada bir bereket hâsıl olmuyor. Çünkü Kur’ân’ı dört duvar arasında ve yalnızca iç-âlemlere hitâp edecek şekilde okuyorlar. Hayâta dönmüyor ve harekete geçmiyor Kur’ân. Ortaya Kur’ân-merkezli bir yaşam-şekli çıkmıyor. Zîrâ Kur’ân’ın hayâta yansıyan tarafı olan Sünnet yâni ideâl İslâmî yaşanmışlık hesâba katılmıyor. Kur’ân okunuyor ama hayatlar o tatsız-tuzsuz modern yaşam-tarzına göre yaşanıyor. Allah’ın “en güzel örneklik ve yaşanmışlık” dediği (Ahzâb 21) Sünnet’e îtibâr edilmiyor ve 1.400 yıl önceki yaşanmışlık ilkellik olarak görülüyor ve gericilik olarak kabûl ediliyor. Onun yerine de ruhtan, anlamdan ve dolayısı ile Allah’tan kopuk olan modern yaşamlar tercih ediliyor. Oysa hayat sürmek “yaşamak ve yaşanmışlık” demek değildir. Modernizm, insanı yaşatmaz, hayat sürdürür sâdece. Hayat sürmek “yaşamak” demek değildir. Dolayısıyla modernitenin içinde bir yaşanmışlığın olması pek de mümkün değildir. Bu nedenle modernite mü’minleri sıkar, bunaltır.    

 

Allah, vahiy aracılığı ile peygamberler üzerinden; bir şahsiyet modeli, bir ahlâk modeli, bir duruş ve direniş modeli, bir İslâmî Hareket metodu-modeli, bir toplum modeli, bir devlet modeli ve bir medeniyet modeli ortaya koymuştur. Kıssalar, bu örnek modellerin anlatılarıdır. Bu “örnek model” son olarak Hz. Muhammed üzerinden ortaya konmuştur. İşte “usvetun hasenetun” yâni “güzel örneklik” denen ve literatürde “Sünnet” olarak bilinen şey, bu örnek yaşanmışlık ve hayat-şeklidir. Bu “örneklik”, yapılan yanlışların Allah tarafından vahiyle düzeltilmesiyle meydana gelmiş en ideâl yaşam-şeklidir. “Allah kontrôlünde” ortaya konmuş bir yaşanmışlıktır. En ideâl örneklik ve “yaşanmışlık”tır (Ahzâb 21). Güzel örneklik, Kur’ân’ın ete-kemiğe ve söze bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın pratiği gösterilmiştir bu örneklikle. Bu nedenle bu modelin-örnekliğin göz-ardı edilmesi yanlıştır.

 

1.400 yıl önce vahyin indiği Mekke ve çevresinin târihini, sosyo-kültürel ortamını, fakat özellikle de “23 yıllık yaşanmışlık” olan ve “usvetun hasenetun” denilen “güzel örnekliği” (Sünnet) bilmeden, Kur’ân’ı öğrenmek, bilmek, anlamak, idrâk etmek ve de yaşamak imkânsızdır.

 

Sünnet, 23 yıllık “ağır bir yaşanmışlık” örneğidir ki, Peygamberimiz’in saçlarını ağartırken, belini bükmüştür. Yoksa Sünnet, birilerinin zannettiği gibi; “misvak, kıl-tüy ve çabut” konuları değildir. Uydurulmuş rivâyetleri ve zırvalıkları “Sünnet” zannetmek ağır bir ahmaklıktır. Yaşama geçemeyecek ve bir yaşanmışlık ortaya koyamayacak olan şeyler Sünnet değildir. Âyetlerin bir-çoğu, “yaşanmışlık” üzerine inmiş ve, ya o yaşanmışlığı onaylamış, yada onaylamayarak kaldırmış veyâ düzenlemiştir. Kur’ân Allah-merkezli bir yaşanmışlık ortaya koymak ve o yaşam-şeklini hâkim kılmak için gönderilmiş bir Kitap’tır.

 

Dünyâ, “yaşanmışlık” manzarasını, “kirlenmişlik” manzarasına bıraktı. Dünyâ’nın çok azı “yaşamak” için değişiklikler ararken, büyük çoğunluk ise “hayatta kalma”nın peşindedir.

 

Modern kentler, “yaşanmışlık”ın yok edildiği merkezlerdir. Modern kentler gün geçtikçe ruhsuzlaşıyor. Biz kentlerde yaşamıyoruz, bulunuyoruz sâdece, Apartman hayâtı, mahremiyetin kalktığı yaşam-biçimidir. Herkes herkesin kaç kere yellendiğini bile bilir. Modern kentler ve modern mîmâri “örnek yaşanmışlıklara” uygun değildir ve aykırıdır. Büyükşehirler/kentler “memleket” değildirler. Modern kentler “yaşanılan yerler” değil; insanların “orada bulunmak” zorunda olduğu yerlerdir. Modern kentler, “harbî yaşamlar”ın blôke edildiği, “yalandan yaşanılan” yerlerdir. Modern kentler, “yaşanmışlık”ın yok edildiği merkezlerdir. Doğal yaşamdan uzaklaştırıp sûni ve sanal bir hayat içinde bırakır insanı. Garibanlar ise hem doğal yaşamdan, hem de modern yâni sanal ve sûnî yaşamdan uzaktır. Modern kentlerde baba işe, anne işe, çocuk da kreşe gidince bir yaşanmışlık da olmuyor. Modern kentler, günaha girmeden yaşanamayacak olan yerler oldu çıktı. Modern kentler ve modern yaşamlar insana göre değil, insanlar modern kentlere ve modern yaşamlara göre şekillendiriliyor. Modern kentler gün geçtikçe ruhsuzlaşıyor. Bu-arada modern insanı da ruhsuzlaştırıyor, anlamdan ve Allah’tan koparıyor. Zîrâ modern mîmâri içinde gerçek bir yaşanmışlık olmaz-olmuyor.

 

Yeni neslin daha az anısı vardır. Zîrâ hatırlamaya değer yaşanmışlıkları çok az oluyor. Dört duvar arasında bir yaşanmışlığın ortaya çıkması çok zordur. Zâten modern gençlik sanal âlemde yaşıyor (daha doğrusu nefes alıyor) ve gerçek bir yaşamı bilmiyor bile.

 

Modern-bilim, “bilmişlik” durumunu “yaşanmışlık” durumundan üstün tutuyor. Modern-bilim ve de teknoloji için “yaşanmışlık” önemli değildir. Zîrâ modern-bilim ve teknoloji ruhsuzdur. Anlamı ve dolayısı ile Allah’ı hesâba katmaz. Böyle olunca da hakîki bir yaşanmışlık ortaya koyamaz-koyamıyor.

 

Sanat adı altında ortaya konan; roman, film, dizi vs.ler de gerçek bir yaşanmışlık değildirler ve olamazlar. Yalandan ve hayâli hayatlardır. Bu nedenle bunlara “yaşanmışlık” denemez.

 

İş, insanın hayâta katılmasıdır. İnsan bir iş üzerinde olunca hayâta katılır ve bir şeyler üretir. Hiç-bir şey yapmayanlar, “hiç-bir şeydir”ler. Hayatta varlıkları gözükmez. Bir etkileri yoktur. Yaşanmışlıkları yoktur ki, Dünyâ’da yaşanmışlık olması için bir iz bırakmak, bunun için de bir şeyler yapmak gerekir. Bir iş yapmak gerekir. Lâkin modern hayat içinde yapılan işlerin bir-çoğu da bir yaşanmışlık ortaya koyamaz.

 

“Bilmişlik”, “yaşanmışlık”tan üstün değildir. “Yapanlar” ve “yaşayanlar”, “bilenler”den üstündür. “Bilerek yapanlar ve yaşayanlar” ise en üstünüdür. En zayıf amel-eylem ve yaşanmışlık, en üstün sözden üstündür.

 

Ahlâk, tam da Allah’ın istediği ve emrettiği gibi yaşamaktır. Ahlâksızca bir yaşam gerçek bir yaşanmışlık değildir. Zîrâ şeytanın kuşatmasında ve kontrôlünde olan bir yaşama “yaşamak ve yaşanmışlık” denilemez. Ahlâk, tam da Allah’ın istediği ve emrettiği gibi yaşamaktır.

 

Âhiret-merkezli yaşamayanlar, “Dünyâ ile cezâ”landırılırlar. Böylece Dünyâ’da gerçek bir yaşanmışlığa ulaşamadıkları gibi, âhirette de ateşin içinde yaşamak zorunda kalırlar.

 

Bâzıları, nefislerini “akılları” zannediyor. Bunlara göre akıllı yaşamak, “nefsine göre yaşamak”tır. Nefsine göre yaşamadıklarında kendilerini yaşamamış sayıyorlar.

 

Soyut bilgilerle de bir inanç oluşabilir fakat gerçek tatmin/îman, eylem/yaşanmışlık ile birlikte olabilir ancak. İllâ ki yaşanmışlık olması gerekir. Yaşanmışlık olmadığında münâfıklık olur. Yaşanmadığı hâlde yaşanmış gibi yapılır.

 

Biz Dünyâ’ya cennetteymiş gibi yaşamaya değil, “cennette yaşamayı kazanmak için” geldik. Bu yaşamı kazanmak ise, yalandan yaşamlarla değil gerçek yaşanmışlıklarla olur ancak. Gerçek yaşanmışlığa ise ancak İslâmî bir yaşamla kavuşulabilir. İslâmî bir yaşam, Allah rızâsı ve cennet için yarışmakla olur. Cennet için yaşamayanlar, cinnet içinde yaşarlar ve üstelik o yaşamı gerçek bir yaşam zannederler. .

 

Kur’ân, bir boşluğa inmemiştir. Gerçek bir zamâna, gerçek bir târihe, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik gerçekliğin olduğu bir zamâna ve mekâna inmiştir. 23 yıllık örnek ve ideâl bir “yaşanmışlık” vardır. Sünnet “yaşanmışlık” demektir. Bir yaşanmışlık olmadığında İslâm’ın hayatta görünür olması ve hayâta hâkim olması imkânsızdır. Öyle ya, görünür olmak ve hâkim olmak için bir hareket lâzımdır. Yoksa Kur’ân dört duvar arasında okuna-okuna hayat bir-anda İslâmlaşacak değildir. Sünnet, en ideâl örneklik ve “yaşanmışlık”tır (Ahzâb 21). Güzel örneklik, Kur’ân’ın ete-kemiğe ve söze bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın pratiği gösterilmiştir bu örneklikle. Bu nedenle bu modelin-örnekliğin göz-ardı edilmesi yanlıştır. Bu “güzel örneklik”, “amel ve eylemin kaynağı” olmak bakımından kıyâmete kadar bağlayıcıdır. Kur’ân, “bilgi ve bilincin kaynağı” iken, Sünnet ise, “amel ve eylemin yâni yaşanmışlığın kaynağı”dır. Sünnet, “Peygamberimiz’in Kur’ân’ı hayâta aktarma ve yaşama pratiği”dir. Kur’ân bu pratiğe Ahzâb 21’de “güzel örneklik” der.

 

Yaşanmışlıklar korunmuştur. Çünkü yaşanmışlık değiştirilemez. Önemli olan o yaşanmışlığı sahih olarak ortaya koymaktır. Modern müslümanların İslâm’ı anlama(ma) yolundaki ana problemi; 23 yıllık yaşanmışlığı yok sayması ve göz-ardı etmesidir. İslâm, en net bir şekilde ancak yaşanmışlıkla oluşan kültürde görülür. Aksi-hâlde herkes vahyin çeşitli yorumlarıyla oyalanır durur.

 

Yaşanmışlık “ezbere” olan değildir. Ezbere hayatlara “yaşanmışlık” denilemez. Yaşanmışlık büyük oranda doğaçlama olarak ortaya çıkar. 

 

Kur’ân’ın, indiği dönemden bağımsız anlaşılamayacağı düşüncesi, “Sünnet” anlamında doğrudur. Zîrâ Kur’ân iki kapak arasında bir yere bırakılmamış ve “insanlardan biri” Peygamber seçilerek safha-safha indirilmiştir ki Peygamber onu “Allah kontrôlünde” hayatta yaşayarak göstersin. Sünnet, “Kur’ân’ı yaşanmışlığa çevirmek”tir. Yâni onun tefsirini “hayat” ile “yaşanmışlık” ile yapmaktır.

 

Apaçıktır ki, îmanlı bir yaşam, îmansız bir yaşamdan daha anlamlıdır. Çünkü hakîki bir yaşam ancak îmanlı bir yaşam ile olabilir. Îmanlı bir yaşam ise, Kur’ân’ı merkeze alan ve Sünnet denilen yaşanmışlıkla açığa çıkar. Allah’ın istediği hayat ve yaşanmışlık, güzel örnekliğin de hesâba katıldığı bir yaşamdır.

 

Gün gelir bildiklerinizi bilmez duruma gelebilirsiniz. Fakat yaptıklarınızı yapmamış duruma gelemezsiniz. Zîrâ “yapmak” demek “yaşamak” demektir. Yaşanmışlıklar hiç olmamış gibi olmaz. İslâm/Kur’ân-merkezli yaşanmışlık (Sünnet) ise, insanı sonsuz nîmet ve huzûr diyârı olan cennet yaşamına taşır.   

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder