13 Mart 2023 Pazartesi

Hayır ve Şer Üzerine


“Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah yeter” (Nîsâ 79).

 

Hayır (hayr): “İyi, faydalı, hayırlı, yararlı olan”. “Meşrû iş, sevablı amel, halkın rağbet ettiği akıl, ilim, ibâdet, adâlet, ihsan, mal gibi nîmetler”.

 

Şer: “Kötülük, fenâlık içeren şey”.

 

Âyette de söylendiği gibi, Allah’tan aslâ “şer” gelmez ve O’ndan sâdece “hayır” gelir. Zîrâ Allah, “kötü” bir iş yapmaz. Allah her zaman “en iyi olan”ı yaratır ve O’nun yarattığı mükemmeldir. Mükemmellikte ise “kusur” olmayacağı için, “kusurlu” anlamına gelen şer, Allah’a isnât edilemez. Şer, “kusurlu olan”dır. Hayırda ise kusur olmaz ve “hayır” mükemmellik içerir. Mükemmel olan şey ancak Allah’tandır. İnsanların ürettiği hayır ise, “hayrın Sâhibi”nin, insanı lâyık bulmasının sonunda “bir ödül olarak” gelendir.

 

Bir yazıda hayır ve şer hakkında şunlar söylenir: “Hayr, Allah’ın Kur’ân’da geçen bir ismidir. Kur’ân’da hayr 20’ye yakın âyette, Allah’a isnât ve izâfe edilir. Fakat şer kelimesi 30 yerde kullanıldığı hâlde, Allah’a isnât ve izâfe edilmez. Hayr Allah’ın Kur’ân’da geçen Esmâ-i Hüsnâsı’ndandır (20:73). Şer, Allah’ın ismi de, sıfatı da, fiili de değildir ve olamaz. Şer, eşyânın özünden değil, yaratılış amacına aykırı kullanımından hâsıl olur. Yaratılış amacı uğruna kullanılan her-şeyin varlığı hayırdır”.

 

Kişiye göre hayra dönüşme ihtimâli olsa da, şer mutlakâ bir kötülük açığa çıkarır. Zîrâ şer “kusurlu olan”dır. Kötülük, “iyiliğin yokluğu hâli”dir ve iyiliğin azlığı yada yokluğu yâni kusurlu oluşu, şerri açığa çıkarır. O hâlde şer, “aslî olan” değildir. Zîrâ aslî olan mutlakâ Allah’tan gelendir. Kusurlu olan ise, Allah’a isnât edilemeyeceği için O’ndan değildir ve ancak insandandır. Zâten hayvanların yaptığı “insana göre” kötülükler, hayvanlar açısından şer değildir ve onlar, yaratılışlarının gereği olarak şuursuz bir şekilde yaparlar yaptıklarını. Tek şuurlu varlık insandır ve şer ancak “şuurlu yapıldığında” şer olur. En azından kötülüğü-şerri değerlendirecek ve “şer” olarak belirleyecek olan insandır. Çünkü bir kusur içeren şer, ancak “tam olmayan” insandan çıkar. Yâni “Mutlak Varlık” olan Allah’tan ancak “hayır” çıkarken; mukayyet varlık olan insandan ise hem hayır hem de şer çıkabilir ki, insandan çıkan hayır, “Allah’ın lâyık bulması ve dilemesiyle”; insandan çıkan şer ise, “Allah’ın izin vermesiyle” olur. O hâlde insandan -az da olsa- şerrin çıkması olasılığı imtihan gereği olarak hep vardır. Fakat şu da var ki, kudretin Sâhibi olan Allah izin vermediğinde şer de ortaya çık(a)maz. Zâten Allah bizi bir-çok şerden korur ve biz çoğunun farkında olmayız. Bu koruma, şerden korunmak için yapılan duâların ve Allah’ın bizi korunmaya lâyık bulmasından kaynaklanır. Demek ki şer Allah’tan kaynaklanmasa da, ancak, insanın istemesi ve O’nun izin vermesiyle açığa çıkabilir.

 

Allah -hâşâ- Yunan tanrıları gibi; kızdığında, kıskandığında yada kaprislerinden dolayı Dünyâ’yı kötülüklerle yâni şerle yakıp yıkmaz. O sâdece, “sünnetullahın (Allah’ın yasalarının) gereği olarak” insanın yaptıklarının sonucunu açığa çıkarır. Üstelik bunu yapmadan önce, “rahmetinden dolayı” insana mühlet de verir. Fakat Dünyâ “imtihan dünyâsı” olduğundan dolayı, sünnetullaha aykırılık “kritik eşiği” aştığında ve rahmet istismâr edildiğinde azap da açığa çıkıverir.

 

Zerdüştlükteki Ehrimen ve Ahura Mazda ikiliğindeki “iyilik tanrısı” ve “kötülük tanrısı” düşüncesinde de “şerrin Allah’tan gelmeyeceği” inancı vardır. Fakat “şer Allah’tan gelmiyorsa, o hâlde şer de farklı bir ilahtır” düşüncesi Ehrimen-Ahura Mazda” ikiliğini ve şirkini açığa çıkarır. Çünkü sürekli vâr olan olduğundan dolayı, şer de “kadim” olarak görülür ve şerre de ilahlık pâyesi verilir. Bu, “şerle şirk koşmak” demektir. Sonuçta Zerdüştlükte şer yâni Ehrimen de ilahlaşmıştır “iyilik tanrısı” karşısına “kötülük tanrısı” olarak koyulmuştur. Hâlbuki şer ârızidir ve sâdece beşer olan insandan kaynaklanır. Zerdüştlükteki bu şirk inancı, belki de Zerdüştlük Dîni’nin tahrif edilmesinin bir sonucudur.

 

Etkilendiği yerlerden biri de Îran dinleri ve dolayısı ile Zerdüştlük olan tasavvuf ve bâtınilikteki “Allah’tan başka mevcut yoktur” düşüncesi ve inancına göre “şerri Allah’tan başkasına vermek -güyâ- şirk olacağı için”, “şerrin de Allah’tan” olacağı söylenir ve “lâ fâile illallah” düşüncesiyle bu inancın üstüne tüy dikilir. Çünkü O’ndan başka bir varlık olmadığında (lâ mevcûde illallah) ve bu nedenle de “her-şeyi yapıp-eden O olduğundan” dolayı, şer de mecbûren O’ndandır. “Her-şeyi birlemek” anlamında, “her-şeyin O olduğu”nu sanmak zannedilen tevhid, tasavvufa göre ancak bu şekilde sağlanır. Tasavvufun yanlış tevhid anlayışında hayır ile şerri bir görmemek şirktir. Bu nedenle tasavvuf ve bâtınilikte “kötülük yoktur” düşüncesine kadar gelinir ve hayır da şer de Allah’a isnât edilerek, “Mevlâm neylerse güzel eyler” sözüne varılır. Mevlâ tabî ki de ne eylerse güzel eyler ama bu, “O’ndan sâdece hayrın çıkması” anlamındadır.  

 

Allah bizi, kendi ellerimizin yaptığı yüzünden başımıza gelen kötü şeylerle de imtihan eder. O kötü şeyler Allah’tan gelmez ama o kötü vaziyet artık bizim “mevcut durumumuz”dur ve Allah o duruma göre bizi imtihan eder. Bizim kötülükle yâni şerle de imtihan edilmemiz, kendi ellerimiz yüzünden başımıza gelen kötü şeylerle de Allah’ın bizi imtihan etmesindendir. Çünkü Dünyâ’nın formatı gereği imtihan sâdece hayırla olmaz ve şerle de olur:

 

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35).

 

Allah’ın yasası olan sünnetullah her durumda işler ve bizim kendi ellerimiz yüzünde işlediklerimizin bir sonucu olarak açığa çıkan şer, O’nun bize isâbet eden yasaları olur. Böylece kendi ellerimiz nedeniyle başımıza gelen şeyler de artık bizim kaderimiz olur. Çünkü Allah, kendi ellerimiz yüzünde ortaya çıkan şerle de bizi imtihan eder. Zîrâ sünnetullah, bizim kendi ellerimizle işlediklerimiz şeylerde de yürürlüktedir. “Hayrın da şerrin de Allah’tan gelmesi” bu demektir:

 

“Her nerede olursanız (olun), ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: ‘Bu, Allah’tandır’ derler; onlara bir kötülük dokunsa: ‘Bu sendendir’ derler. De ki: ‘Tümü Allah’tandır’. Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç-bir sözü anlamaya çalışmıyorlar?” (Nîsâ 78).

 

  Şerre açığa çıkmasına “izin veren” Allah olsa da, Allah’tan ancak hayır gelir ve Allah ancak hayrı diler. Şerrin ise insanların kendi ellerinin işledikleri yüzünden olduğunu söyler:

 

“Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah yeter” (Nîsâ 79).

 

Allah’ın rahmeti gazabını geçtiğinden dolayı, kendi işlediklerimizin bir sonucu olarak başımıza gelen şerle imtihan olduğumuzda, imtihanı geçip de hayra ulaşabiliriz. Bunun için, başımıza gelen “hayrın de şerrin de Allah’tan” yâni O’nun izin vermesiyle olduğu bilincine sâhip olmamız gerekir. Bizi şerden kurtarıp hayra ulaştıracak olan şey bu bilinç ve bu bilincin sonucunda yapacağımız amel-eylem olacaktır:

 

“De ki: Allah’ın bizim için yazdığından (yasasından) başkası başımıza gelmez. Bizim dostumuz ve gözeticimiz O’dur. Öyleyse mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler” (Tevbe 51).

 

“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayâtı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır” (Mülk 2).

 

Başımıza gelen şer, Allah’ın bizim için bire-bir yazdıkları değil, “şöyle yaparsanız böyle olur” anlamında, “sünnetullah bilinci”dir.  

 

“Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiç-bir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır” (Hadîd 22).

 

Bu âyette altı çizili yere dikkat etmek gerekir. “Onu yaratmadan önce”, yâni o mûsibet daha açığa çıkmadan, “olası” bir hâlde iken; ille de olması gerektiği için değil, olabileceği için, öyle olması potansiyel olarak olabileceği ve yasalara göre olması uygun olduğu için.. Yâni musîbet değildir burada yazılı olan; musîbetin nedenidir. Kitapta yazan şey, meselâ kişinin üşütüp hasta olması değildir. “Kişi eğer buzun üstünde yatarsa yada terli-terli rüzgâr alırsa hasta olacağı yasası yâni kaderi”dir. Kader budur zâten. Allah bunu yazmış yâni yasa yapmıştır. Demek ki insan şerri açığa çıkaracak bir yanlış yaptığında Allah’ın yasası olarak şer açığa çıkar. Yoksa şer “önceden yazılmış” ve zamânı gelince mutlakâ açığa çıkan şey değildir Çünkü şer Allah’tan değildir faka kulun istemesi ve hak etmesi sonucunda Allah’ın izin vermesiyle açığa çıkar. 

 

İnsanların, başlarına gelen her ezâyı Allah’ın bir cezâsı gibi görmeleri de “yanlış kader ve şer anlayışı”ndan kaynaklanan bir cehâlettir. Başımıza gelen kötü şeyler kendi ellerimizin yaptıkları yüzündendir. Peygamberimiz’i kader konusunda güyâ zor duruma düşürmek isteyen birisi, elinde bir elma ile Peygamberimiz’e gelerek; “bu elma benim nasîbim mi?” diye sorunca, Peygamberimiz, “yersen nasîbindir” demiştir.

 

Duâ etmek de meta-fizik yasalar gereği yasaya-kadere uymak anlamında kaderin içinde ve kaderin gereği olarak yapılır. İnsan pek acelecidir ve bir şeyin önünü arkasını düşünmeden hareket eder. Sonuçta da hayra duâ edebileceği gibi şerre duâ edebilir ve şerri isteyebilir:

 

“İnsan hayra duâ ettiği gibi, şerre de duâ eder. İnsan, pek acelecidir” (İsrâ 11).

 

İşte bu nedenle Allah bize Kur’ân’da nasıl duâ edileceğini de öğretmiştir.

 

Başkalarına göre “daha az kötü” olanlar “iyi” değildir. Sâdece “daha az kötü” yâni “az şer”dir. “Çok kötü” olan nasıl kötü ve şer ise, “az kötü” olan da kötü ve şerdir. “Az kötü”, “iyi” demek değildir, “az kötü”dür sâdece. İslâm’da ehven-i şer yoktur, iyi ve kötü vardır. Azı-çoğu olmaz. Kötü kötüdür, iyi de iyidir. Şerrin azı da çoğu da şerdir.

 

İnsanların kaderlerini tümden kendilerinin belirlediğinden bahsetmiyoruz ama, insanın başına gelen kötü şeylerde yâni şerde etken Allah değil, -insan toplumsal bir varlık olduğu için- diğer insanlar yada şartlar olabilir. Meselâ insan her zamanki yolunda yürürken, Allah’ın emrini dinlemeyerek ve kadere karşı gelerek içkili yada dikkatsiz araba kullanıyorsa ve bu nedenle yoldan çıkıp bir kişiyi ezip hastânelik ediyorsa, bu, o kişinin Allah’ın tam da o zamanda o kişi tarafından hastanelik olmasını yazmasından değil, insanların kadere yâni ölçüye-kurala dünyevî ve ilâhi yasaya yâni kadere uygun olarak davranmadığındandır. Demek ki başımıza gelen kötü şeyler yâni şerler ellerimizin yaptıkları nedeniyledir. Bu durum Kur’ân’da şöyle açıklanır:

 

“Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah yeter” (Nîsâ 79).

 

“Size isâbet eden her musîbet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder” (Şûrâ 30).

 

İnsan iyiliğin kıymetini pek de bilmez ve şükretmez fakat şerle karşılaştığında feryâdı basar. Tabi ki salâtı ikâme edenler bundan istisnâdır:

 

“İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye’se düşen bir umutsuzdur” (Fussilet 49).

 

“İnsana nîmet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman ise, artık o, geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir duâ sâhibidir” (Fussilet 51).

 

“Gerçekten, insan, ‘bencil ve hâris’ olarak yaratıldı. Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryâdı basar. Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (veyâ cimrilik eder). Ancak namaz kılanlar hâriç; Ki onlar, namazlarında süreklidirler” (Meâric 19-23).

 

Allah’ın sünnetullahı ve adâleti gereği, insan hem Dünyâ’da hem de âhirette, yaptıklarının karşılığını görecektir:

 

“Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür” (Zilzâl 7-8).

 

İnsan hem Dünyâ hem de âhiret için hep hayrı istemelidir ve şerden uzak kalmayı dilemelidir:

 

“Onlardan öylesi de vardır ki: “Rabbimiz, bize Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azâbından koru’ der” (Bakara 201).

 

Vahiyle bilinçlenmiş ve aydınlanmış olan insanlar, Allah’ın rahmetinden aslâ ümit kesmezler fakat şeytanın Allah’ın rahmetiyle kandırmasından da korkarak hem Dünyâ’da hem de âhirette şerden berî olmayı isterler ve namazlarında da bunu sürekli dile getirirler:

 

“Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar” (İnsan 7).

 

“De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden. Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden. Ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden” (Felâk Sûresi).

 

Her kötülükte şer, her hayırda da “hayr” vardır fakat, hayrın ve şerrin neyde olduğunu en iyi bilecek olan sâdece Allah’tır. Bizim hayır sandıklarımızda şer, şer sandıklarımızda hayır olabilir yada “hayır” sandıklarımızın sonucu şerre çıkarken, “şer” sandıklarımızın sonucu da hayra dönüşebilir:

 

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).

 

O hâlde bize düşen şey; Allah’ın bildirdiği hayrı “hayr”, şerri “şer” olarak bilip kabûl etmektir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2018



 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder