16 Mart 2023 Perşembe

“Kâlbin Temiz Olacak” Sözü Üzerine


“Ey îman edenler!; şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç-biri ebedî olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir” (Nûr 21).

 

“Kâlbin temiz olacak” sözünün arkasında aslında zımnen; “âhiret, din, îman, Kur’ân, peygamber, namaz, niyaz vs. boş, önemli olan kâlp temizliğidir” sözüyle ifâdesini bulan düşünce yatar. Tabi bu da, İslâm’ı kâlplere ve vicdanlara hapsetmenin bir çeşidinden başkası değildir. İslâm’ın gereklerini yapmayanların ve yapmayı zinhar düşünmeyenlerin kullandıkları sözlerden biridir bu.

 

Sanki kâlpler şaşmaz-yanılmaz kuyumcu terâzisiymiş gibi, “kâlbin temiz olacak” sözünü söyleyip duruyorlar. Dünyâ’nın her alanda altı üstüne gelmişken her yanı çirkeflik kaplamışken hiç kimsenin kâlbi temiz falan olamaz.

 

Kur’ân’a ancak temiz olanlar dokunur. Bu temizlik kâlpten başlayıp düşünce ve amel-eyleme kadar olan temizliktir. Bu nedenle kâlbin temiz olması önemli ve iyidir ama tek-başına yeterli değildir, zîrâ amel ve eylemin de mutlakâ temiz olması gerekir. Bunun için de kâlp temiz olduktan sonra insan cesur ve yürekli de olması gerekir. Çünkü kâlpler sâdece söz ile değil, söz ve amel bütünlüğü ile mutmain olabilir.

 

“Kâlbin temiz olacak” diyenler hemen ardından da “İslâm akıl dînidir” derler ve nefislerinin saptırdığı akılları nasıl isterse öyle bir hayat sürerler.

 

Kâlbin temiz olması için ilk önce kâlbin hastalıklarının giderilmesi ve tedâvi edilmesi gerekir ki bunun tek ilacı Kur’ân’dır. Çünkü “Kur’ân, kâlplere şifâ”dır. Kur’ân “kâlplere şifâ” olunca amel-eyleme de şifâ olur ki iç ve dış-âlemin tedâvisi ancak böyle yapılabilir.

 

Ortalığı pislik götürürken kişinin kâlbinin -sözde- temiz olmasının topluma bir faydası olmaz. O kâlbin “akleden bir kâlp” olması gerekir ki bunun için de Kur’ân-merkezli olması şarttır. Çünkü İslâm elbette; kâlplere-vicdanlara-zihinlere-ülkeye-devlete-dünyâya-hayâta hâkim olarak iç-âlemleri ve dış-âlemi (aynen gökler gibi) düzenlemek isteyen bir din’dir. Zîrâ diller ile kâlpler ve sonra da eylemler arasındaki “çelişki” ortadan kalkmadıkça hiç-bir şeyin temizlenmesi ve düzelmesi mümkün değildir. Zihinlerin ve kâlplerin inşâsı, Kur’ân ile başlayıp eylemlerle tamamlanmadıkça, ne kâlpler temizlenebilir ne de müslümanlık tamamlanmış olur. İslâm, salt bir “mânevî alan dîni” değildir. Kâlplerden sonra, sosyâl, ekonomik ve siyâsal alana da hitâp eder.

 

İnsanın bilgili olup-olmadığı Allah’ın umurunda bile değildir. Allah, insanın temiz bir kâlple Allah rızâsı için iyi şeyler (sâlih amel) yapıp-yapmadığına ve bu uğurda ne kadar azimli olduğuna bakar. O-hâlde kâlbin temiz olması yetmez, o temiz kâlp ile ne yapıldığı önemlidir. Eğer bir şey yapılmıyorsa o kâlp çok da temiz değildir. Bir şey yapmak ise, ancak vahiy-merkezli olunduğunda hem iç hem de dış-âlemi düzenler ve mutmain eder. Çünkü vahye göre olmadığında insanın içi ve dışı bir-arada olarak “temiz” olamaz. İç yada dış-âlemden biri temiz olamaz yada yeterince temiz olamaz. İki âlemin de temiz olabilmesi için, İslâm’ın hayâta hâkim olması gerekir. Allah’ın dînini hayâta hâkim kılmak adına vahiy-merkezli amel ve eylemde olunmadıkça, “temiz” kalmak ve düzenli olmak imkânsızdır.

 

Nasıl ki ara-ara bedenen ve maddî olarak temizlik yapıyoruz; arada bir de, rûhî-mânevî temizlik de yapmalıyız. Böylece kâlbimizi ve rûhumuzu arındırabilelim. Böylece hem beden, hem rûh hem de kâlpler tertemiz olur. Çünkü kâlpler deterjanla falan temizlenebilecek bir şey değildir.

 

Tabi kâlbin temiz olmasının bir-çok avantajı vardır. Fakat önemli olan, kâlbin nasıl temizleneceğidir. Acaba “kâlbin temiz olacak” diyenlerin kâlpleri temiz midir ve temiz ise nasıl olmuş ve ne yapmışlar da kâlpleri temizlenmiştir?. Kâlpler lafla temizlenmediğine göre, o zaman kâlp nasıl temizlenir?.

 

İnsanın kâlbi doğuştan temizdir. Hiç kimse pis ve kötü kâlpli olarak doğmaz. Fakat insanda bir de nefs vardır ki o insanı sürekli kışkırtır ve kâlbi pisletecek şeyler yaptırır. Bu da zamanla kâlbin pislenmesine neden olur. Doğuştan gelen kâlp temizliğini saf şekilde ölene kadar korumak sünnetullah ve imtihan gereğince mümkün olmadığı için kâlpler mutlakâ pislenir. Zâten Allah peygamberleri, onlara indirdiği vahye göre bir hayat yaşasınlar da hem kâlpleri hem de amel-eylemleri temizlensin diye göndermiştir. Zâten peygamberler de, insanların içinden seçilen en temiz insanlardır. Demek ki kâlpler ancak ve ancak îman, güven, ilim, sâlih amel ve ibâdetlerle temizlenebilir. Bunun başka bir yolu yoktur. Meselâ infâk ve zekat insanı temizler: “Ki o, malını vererek temizlenip-arınır” (Leyl 18). İnfâk kâlpte başlar, niyette devâm eder, elde sonlanır.

 

“Kâlbin temiz olacak” diyenler kâlplerini temizlemek için bir şey yaptıkları da yoktur. Ancak Allah’ın zikri olan Kur’ân ile arınıp temizlenebilecek olan kâlbin İslâm’dan haberi bile yoksa nasıl temizlenecek de temiz olacak?. İnsan beden ve rûh-kâlpten müteşekkil bir varlıktır. Temiz olabilmesi için iki yönünün de temizlenmesi gerekir. Fakat sürekli olarak Dünyâ  için çalışan ve koşturanların iç-âlemleri nasıl temizlenecektir?. Âhiret bilinci ve “cennet hedefi” ile yaşamayanlar, sürekli olarak modern hayâtın üst seviyesi için hayâl kurarlar. Bu aslında şeytan, nefs ve tâğutun dürtmesinin bir sonucudur. Fakat insan madde ile aslâ mutmain olmaz. Zîrâ insan salt maddeden ibâret değildir. Madde “kesin tatmin edici” olmadığı için bu tatminsizlik ve eksiklik yine sürekli olarak madde ile desteklenmek ve tamponlanmak zorunda bırakır insanı. Böylece hayat “tatminsizliği tamponlamak”la ziyân olur gider. Çünkü kâlpler ancak Allah’ın zikri-Kur’ân ile tatmin olur. Kâlpler İslâm’la ve “helâl” ile tatmin olmayınca, nefisler Dünyâ ve “haram” ile tatmin olmak isterler. Şu âyetler buna işâret eder:

 

“Doğrusu, temizlenip arınan felâh bulmuştur” (A’lâ 14).

 

“Ki onlar, ufak-tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşâ ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin hâlinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir” (Necm 32).

 

“(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir” (Yûsuf 53).

 

Kâlbin temiz olması yetmez, aklın da temiz olması gerekir. Kur’ân boyunca “temiz akıl-sâhipleri”nden bahsedilir. Çünkü aklı hakkıyla ancak vahiy inşâ edebilir ve Kur’ân’ı ancak aklı vahiy ile inşâ olmuş olanlar hakkıyla anlayıp yaşayabilirler:

 

“Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidâyete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl-sâhipleridir” (Zümer 18).

 

“Şüphesiz: ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vâdolunan cennetle sevinin” (Fussilet 30).

 

Bu âyet îman edip dosdoğru olamyı emreder. Fakat bu “sonuna kadar” olan “dosdoğru ve dürüst olma”yı ne sağlayacaktır?. “Benim kâlbim temiz” deyince oluveriyor mu bunlar?. O zaman herkes “kâlbin temiz olacak” der ve kâlbi temiz olmuş olur. Oysa Allah bize içimizden seçtiği ahlâk-timsâli peygamberler gönderir ve onların vahiy-merkezli olarak yaşadığı hayâtı bize “güzel örneklik” olarak gösteir. O-hâlde temiz kâlpli olup dosdoğru ve dürüst olarak yaşamak için peygamberler gibi yaşamak gerekir. Hiç kimsenin, keyfince yaşayarak kâlbi temiz falan olmaz. İnsanlar Peygamberimiz gibi “sonuna kadar” dürüst ve dosdoğru olabilmelidir. Fakat bunun için de peygamberler gibi Allah’ın emir ve yasaklarına riâyet ederek ve alınması gereken sorumlulukları ve yüklenilmesi gereken yükleri yüklenmeleri gerekir. Yoksa öyle oturup durduğu yerde kimsenin kâlbi temiz falan olamaz. Temiz olmadığı için de sonuna kadar dürüst olup da dosdoğru gidemez. Şöyle bir örnek verelim:

 

Meselâ birini düşünün, çok dürüst olarak tanınan ve bilinen biri. Fakat bu kişi ilâhi olana inanmayan yada dînin emir ve yasaklarını yerine getirmeyen biri olsun. Bu kişinin kimsenin malında-canında-nâmusunda gözü yoktur. Kimsenin hakkını yemez, yalan söylemez, zarar vermez vs. Bu tabî ki iyi bir şeydir. Fakat eğer bu kişi inançsız bir kişiyse ve doğal olarak ölümden sonraki hayâta inanmıyorsa yada “müslümanım” demesine rağmen İslâm’ın emir, tavsiye ve yasaklarına riâyet etmiyorsa, -sözde- kâlbinin temiz olması onu bir yerden sonra korumayacaktır. Meselâ bu kişinin çok sevdiği birisi; ana-babası yada eşi-kızı-oğlu çok büyük bir suç işlese, meselâ mâsum birisini öldürmüş olsa ve olayı gören de sâdece bahsettiğimiz o “temiz kâlpli” kişi olsa; bu kişi, çok sevdiği ana-baba-eş-çocuklarının îdam ile yada müebbet hapis ile cezâlandırılmasına göz yumabilir mi?. Bu kişinin meselâ annesi yada oğlu, mâsum birini öldürse ve cinâyeti de sâdece o görse, anasını yada oğlunu ihbâr eder mi?. Çünkü sâdece o görmüştür ve eğer ihbâr etmezse hayat boyunca kimse bilmeyecek ve icâbında 90 yaşına kadar yaşayacak. Âhiret inancı ve korkusu yoksa, anasını yada oğlunu niye ihbâr etsin?. Onu ihbâr etmeye ne zorlayacak?. Toplumun oluşturduğu töre için, birilerinin keyfinden çıkardığı yasalar için mi fedâ edecek sevdiklerini?. Kesinlikle yapmaz bunu. Hattâ olay cinâyet değil de meselâ hırsızlık olsa, yine de ihbâr etmez sevdiklerini. Ben şahsen inançsız biri olsam, kesinlikle fedâ etmem sevdiklerimi. Niye edeyim ki?. Ne de olsa ölünce her-şey bitiyor!. Fakat gerçek bir “ölüm sonrası inanç” (âhiret) bunu kesinlikle saklayamaz. Müslümanların güzel örnekliği olan Peygamberimiz, hırsızlık yapan zengin birinin affedilmesi isteği üzerine; “hırsızlığı yapan kızım Fâtıma da olsa vallâhi elini keserim” demiştir. İşte îman, âhiret bilinci, inancı ve korkusundan kaynaklanan ahlâk bunu yaptırır. İnsan-merkezli olan “etik”, göz-ardı edebilirken, ilâhi-merkezli olan ahlâk zinhar göz-ardı edemez. 

 

Şu da var ki; Allah’ı, âhireti, gaybı, vahyi-Kur’ân’ı, peygamberleri, dîni, ibâdetleri, emir ve yasakları vs. kâle almayanların kâlpleri temiz olmayacağı gibi, tam-aksine kirlendikçe-kirlenir. Zîrâ kâlpler öyle kendi-kendine temizlenecek yada temiz kalacak falan değildir. Kâlbin temizlenip de dosdoğru yaşamak ve sonuna kadar dürüst kalabilmek için Allah’ın emrettiği gibi ve peygamberlerin-Peygamberimiz’in örnek hayatları gibi yaşamak şarttır. Aksi-hâlde kâlpler temiz olmayacağı gibi pas bağlar da kararır gider:

 

“Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: ‘Geçmişlerin masallarıdır’ dedi. Aslâ, hayır; onların kazandıkları, kâlpleri üzerinde pas tutmuştur” (MutaffifÎn 13-14).

 

 “İnsan yedikleridir” denir. İnsanın yedikleri ve de içtikleri temiz olmalıdır. O-hâlde ne kadar temiz, helâl ve meşrû olanı yerseniz o kadar temiz kalırsınız. Meylettiğiniz yada arzuladığınız şey doğal, temiz ve helâl değilse, mutlakâ nefsten kaynaklanıyor yada içine nefs karışmış demektir.

 

İnsanın, yediği, içtiği, giydiği, soluduğu, gördüğü, bastığı, düşündüğü, konuştuğu, yazdığı, edip-eylediği, kazandığı vs. her-şey pislik içindeyken ve üstelik bunları temizlemek için Allah’a, âhirete, vahye, peygambere ve mâneviyata başvurulmuyorken kâlpler zinhar temiz olmaz yada yeterince temiz olamaz.

 

Yine; müslümanların ve mazlumların kanı Dünyâ’nın farklı yerlerinde akarken ve onlara çeşitli şekilde zulmedilirken, hiç-bir müslümanın ve insanın “kâlbi temiz” olamaz.

 

“Kâlbim temiz” diyerek o huzûr(!) içinde yaşayan ve -sözde- vicdânı rahat olanlar nicelerinin huzûrunu kaçırmakta ve zulme neden olabilmektedirler. Esâsen İslâm olmadan gerçek anlamda ne huzûr olur, ne barış olur ne de vicdanlar ve kâlpler temiz kalabilir. Zîrâ huzûr da, barış da İslâm’dadır. Modern insanı hayâttan koparan şey “kâlp krizi”nden ziyâde, “kâlbî krizler” yaşamasıdır.

 

Modern Dünyâ’da “tertemiz” kalabilmek imkânsız hâle geldi. Tâ ki, Ashâb-ı Kehf gibi bir mağaraya sığınana kadar tertemiz kalmak mümkün değildir.

 

Tüm bunlardan dolayı “kâlbin temiz olacak” sözü kâlpten söylenmiş bir söz değildir, olamaz.

 

“Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi?. Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar, ‘bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar” (Nîsâ 49).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mart 2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder