“Ey îman edenler!;
şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki)
gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın
üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç-biri ebedî olarak temize
çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir” (Nûr 21).
“Kâlbin temiz olacak”
sözünün arkasında aslında zımnen; “âhiret, din, îman, Kur’ân, peygamber, namaz,
niyaz vs. boş, önemli olan kâlp temizliğidir” sözüyle ifâdesini bulan düşünce
yatar. Tabi bu da, İslâm’ı kâlplere ve vicdanlara hapsetmenin bir çeşidinden
başkası değildir. İslâm’ın gereklerini yapmayanların ve yapmayı zinhar
düşünmeyenlerin kullandıkları sözlerden biridir bu.
Sanki kâlpler şaşmaz-yanılmaz
kuyumcu terâzisiymiş gibi, “kâlbin temiz olacak” sözünü söyleyip duruyorlar.
Dünyâ’nın her alanda altı üstüne gelmişken her yanı çirkeflik kaplamışken hiç
kimsenin kâlbi temiz falan olamaz.
Kur’ân’a ancak temiz olanlar
dokunur. Bu temizlik kâlpten başlayıp düşünce ve amel-eyleme kadar olan temizliktir.
Bu nedenle kâlbin temiz olması önemli ve iyidir ama tek-başına yeterli değildir,
zîrâ amel ve eylemin de mutlakâ temiz olması gerekir. Bunun için de kâlp temiz
olduktan sonra insan cesur ve yürekli de olması gerekir. Çünkü kâlpler sâdece
söz ile değil, söz ve amel bütünlüğü ile mutmain olabilir.
“Kâlbin temiz olacak”
diyenler hemen ardından da “İslâm akıl dînidir” derler ve nefislerinin
saptırdığı akılları nasıl isterse öyle bir hayat sürerler.
Kâlbin temiz olması için ilk
önce kâlbin hastalıklarının giderilmesi ve tedâvi edilmesi gerekir ki bunun tek
ilacı Kur’ân’dır. Çünkü “Kur’ân, kâlplere şifâ”dır. Kur’ân “kâlplere şifâ” olunca
amel-eyleme de şifâ olur ki iç ve dış-âlemin tedâvisi ancak böyle yapılabilir.
Ortalığı pislik götürürken kişinin
kâlbinin -sözde- temiz olmasının topluma bir faydası olmaz. O kâlbin “akleden
bir kâlp” olması gerekir ki bunun için de Kur’ân-merkezli olması şarttır. Çünkü
İslâm elbette; kâlplere-vicdanlara-zihinlere-ülkeye-devlete-dünyâya-hayâta
hâkim olarak iç-âlemleri ve dış-âlemi (aynen gökler gibi) düzenlemek isteyen
bir din’dir. Zîrâ diller ile kâlpler ve sonra da eylemler arasındaki “çelişki”
ortadan kalkmadıkça hiç-bir şeyin temizlenmesi ve düzelmesi mümkün değildir. Zihinlerin
ve kâlplerin inşâsı, Kur’ân ile başlayıp eylemlerle tamamlanmadıkça, ne kâlpler
temizlenebilir ne de müslümanlık tamamlanmış olur. İslâm, salt bir “mânevî alan
dîni” değildir. Kâlplerden sonra, sosyâl, ekonomik ve siyâsal alana da hitâp
eder.
İnsanın bilgili
olup-olmadığı Allah’ın umurunda bile değildir. Allah, insanın temiz bir kâlple
Allah rızâsı için iyi şeyler (sâlih amel) yapıp-yapmadığına ve bu uğurda ne
kadar azimli olduğuna bakar. O-hâlde kâlbin temiz olması yetmez, o temiz kâlp
ile ne yapıldığı önemlidir. Eğer bir şey yapılmıyorsa o kâlp çok da temiz
değildir. Bir şey yapmak ise, ancak vahiy-merkezli olunduğunda hem iç hem de
dış-âlemi düzenler ve mutmain eder. Çünkü vahye göre olmadığında insanın içi ve
dışı bir-arada olarak “temiz” olamaz. İç yada dış-âlemden biri temiz olamaz
yada yeterince temiz olamaz. İki âlemin de temiz olabilmesi için, İslâm’ın
hayâta hâkim olması gerekir. Allah’ın dînini hayâta hâkim kılmak adına
vahiy-merkezli amel ve eylemde olunmadıkça, “temiz” kalmak ve düzenli olmak
imkânsızdır.
Nasıl ki ara-ara bedenen ve maddî
olarak temizlik yapıyoruz; arada bir de, rûhî-mânevî temizlik de yapmalıyız.
Böylece kâlbimizi ve rûhumuzu arındırabilelim. Böylece hem beden, hem rûh hem
de kâlpler tertemiz olur. Çünkü kâlpler deterjanla falan temizlenebilecek bir
şey değildir.
Tabi kâlbin temiz olmasının
bir-çok avantajı vardır. Fakat önemli olan, kâlbin nasıl temizleneceğidir.
Acaba “kâlbin temiz olacak” diyenlerin kâlpleri temiz midir ve temiz ise nasıl
olmuş ve ne yapmışlar da kâlpleri temizlenmiştir?. Kâlpler lafla
temizlenmediğine göre, o zaman kâlp nasıl temizlenir?.
İnsanın kâlbi doğuştan
temizdir. Hiç kimse pis ve kötü kâlpli olarak doğmaz. Fakat insanda bir de nefs
vardır ki o insanı sürekli kışkırtır ve kâlbi pisletecek şeyler yaptırır. Bu da
zamanla kâlbin pislenmesine neden olur. Doğuştan gelen kâlp temizliğini saf
şekilde ölene kadar korumak sünnetullah ve imtihan gereğince mümkün olmadığı
için kâlpler mutlakâ pislenir. Zâten Allah peygamberleri, onlara indirdiği
vahye göre bir hayat yaşasınlar da hem kâlpleri hem de amel-eylemleri temizlensin
diye göndermiştir. Zâten peygamberler de, insanların içinden seçilen en temiz insanlardır.
Demek ki kâlpler ancak ve ancak îman, güven, ilim, sâlih amel ve ibâdetlerle temizlenebilir.
Bunun başka bir yolu yoktur. Meselâ infâk ve zekat insanı temizler: “Ki
o, malını vererek temizlenip-arınır” (Leyl 18). İnfâk kâlpte başlar, niyette devâm eder, elde sonlanır.
“Kâlbin temiz olacak” diyenler
kâlplerini temizlemek için bir şey yaptıkları da yoktur. Ancak Allah’ın zikri
olan Kur’ân ile arınıp temizlenebilecek olan kâlbin İslâm’dan haberi bile yoksa
nasıl temizlenecek de temiz olacak?. İnsan beden ve rûh-kâlpten müteşekkil bir
varlıktır. Temiz olabilmesi için iki yönünün de temizlenmesi gerekir. Fakat
sürekli olarak Dünyâ için çalışan ve
koşturanların iç-âlemleri nasıl temizlenecektir?. Âhiret bilinci ve “cennet
hedefi” ile yaşamayanlar, sürekli olarak modern hayâtın üst seviyesi için hayâl
kurarlar. Bu aslında şeytan, nefs ve tâğutun dürtmesinin bir sonucudur. Fakat
insan madde ile aslâ mutmain olmaz. Zîrâ insan salt maddeden ibâret değildir.
Madde “kesin tatmin edici” olmadığı için bu tatminsizlik ve eksiklik yine
sürekli olarak madde ile desteklenmek ve tamponlanmak zorunda bırakır insanı.
Böylece hayat “tatminsizliği tamponlamak”la ziyân olur gider. Çünkü kâlpler
ancak Allah’ın zikri-Kur’ân ile tatmin olur. Kâlpler İslâm’la ve “helâl” ile
tatmin olmayınca, nefisler Dünyâ ve “haram” ile tatmin olmak isterler. Şu
âyetler buna işâret eder:
“Doğrusu, temizlenip
arınan felâh bulmuştur” (A’lâ 14).
“Ki onlar, ufak-tefek
günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan
kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi
bilendir; hem sizi topraktan inşâ ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin
karnında cenin hâlinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize
çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir” (Necm 32).
“(Yine de) Ben nefsimi
temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği
dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim,
bağışlayandır, esirgeyendir” (Yûsuf
53).
Kâlbin temiz olması yetmez,
aklın da temiz olması gerekir. Kur’ân boyunca “temiz akıl-sâhipleri”nden bahsedilir.
Çünkü aklı hakkıyla ancak vahiy inşâ edebilir ve Kur’ân’ı ancak aklı vahiy ile
inşâ olmuş olanlar hakkıyla anlayıp yaşayabilirler:
“Ki onlar, sözü işitirler
ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidâyete erdirdiği kimselerdir
ve onlar, temiz akıl-sâhipleridir” (Zümer
18).
“Şüphesiz: ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra dosdoğru
bir istikâmet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:)
Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vâdolunan cennetle sevinin” (Fussilet 30).
Bu âyet îman edip dosdoğru
olamyı emreder. Fakat bu “sonuna kadar” olan “dosdoğru ve dürüst olma”yı ne
sağlayacaktır?. “Benim kâlbim temiz” deyince oluveriyor mu bunlar?. O zaman
herkes “kâlbin temiz olacak” der ve kâlbi temiz olmuş olur. Oysa Allah bize
içimizden seçtiği ahlâk-timsâli peygamberler gönderir ve onların vahiy-merkezli
olarak yaşadığı hayâtı bize “güzel örneklik” olarak gösteir. O-hâlde temiz
kâlpli olup dosdoğru ve dürüst olarak yaşamak için peygamberler gibi yaşamak
gerekir. Hiç kimsenin, keyfince yaşayarak kâlbi temiz falan olmaz. İnsanlar
Peygamberimiz gibi “sonuna kadar” dürüst ve dosdoğru olabilmelidir. Fakat bunun
için de peygamberler gibi Allah’ın emir ve yasaklarına riâyet ederek ve
alınması gereken sorumlulukları ve yüklenilmesi gereken yükleri yüklenmeleri
gerekir. Yoksa öyle oturup durduğu yerde kimsenin kâlbi temiz falan olamaz.
Temiz olmadığı için de sonuna kadar dürüst olup da dosdoğru gidemez. Şöyle bir
örnek verelim:
Meselâ
birini düşünün, çok dürüst olarak tanınan ve bilinen biri. Fakat bu kişi ilâhi
olana inanmayan yada dînin emir ve yasaklarını yerine getirmeyen biri olsun. Bu
kişinin kimsenin malında-canında-nâmusunda gözü yoktur. Kimsenin hakkını yemez,
yalan söylemez, zarar vermez vs. Bu tabî ki iyi bir şeydir. Fakat eğer bu kişi
inançsız bir kişiyse ve doğal olarak ölümden sonraki hayâta inanmıyorsa yada
“müslümanım” demesine rağmen İslâm’ın emir, tavsiye ve yasaklarına riâyet
etmiyorsa, -sözde- kâlbinin temiz olması onu bir yerden sonra korumayacaktır. Meselâ
bu kişinin çok sevdiği birisi; ana-babası yada eşi-kızı-oğlu çok büyük bir suç
işlese, meselâ mâsum birisini öldürmüş olsa ve olayı gören de sâdece
bahsettiğimiz o “temiz kâlpli” kişi olsa; bu kişi, çok sevdiği
ana-baba-eş-çocuklarının îdam ile yada müebbet hapis ile cezâlandırılmasına göz
yumabilir mi?. Bu kişinin meselâ annesi yada oğlu, mâsum birini öldürse ve cinâyeti
de sâdece o görse, anasını yada oğlunu ihbâr eder mi?. Çünkü sâdece o görmüştür
ve eğer ihbâr etmezse hayat boyunca kimse bilmeyecek ve icâbında 90 yaşına
kadar yaşayacak. Âhiret inancı ve korkusu yoksa, anasını yada oğlunu niye ihbâr
etsin?. Onu ihbâr etmeye ne zorlayacak?. Toplumun oluşturduğu töre için, birilerinin
keyfinden çıkardığı yasalar için mi fedâ edecek sevdiklerini?. Kesinlikle
yapmaz bunu. Hattâ olay cinâyet değil de meselâ hırsızlık olsa, yine de ihbâr
etmez sevdiklerini. Ben şahsen inançsız biri olsam, kesinlikle fedâ etmem
sevdiklerimi. Niye edeyim ki?. Ne de olsa ölünce her-şey bitiyor!. Fakat gerçek
bir “ölüm sonrası inanç” (âhiret) bunu kesinlikle saklayamaz. Müslümanların
güzel örnekliği olan Peygamberimiz, hırsızlık yapan zengin birinin affedilmesi
isteği üzerine; “hırsızlığı yapan kızım Fâtıma da olsa vallâhi elini keserim”
demiştir. İşte îman, âhiret bilinci, inancı ve korkusundan kaynaklanan ahlâk
bunu yaptırır. İnsan-merkezli olan “etik”, göz-ardı edebilirken, ilâhi-merkezli
olan ahlâk zinhar göz-ardı edemez.
Şu
da var ki; Allah’ı, âhireti, gaybı, vahyi-Kur’ân’ı, peygamberleri, dîni,
ibâdetleri, emir ve yasakları vs. kâle almayanların kâlpleri temiz olmayacağı
gibi, tam-aksine kirlendikçe-kirlenir. Zîrâ kâlpler öyle kendi-kendine
temizlenecek yada temiz kalacak falan değildir. Kâlbin temizlenip de dosdoğru
yaşamak ve sonuna kadar dürüst kalabilmek için Allah’ın emrettiği gibi ve
peygamberlerin-Peygamberimiz’in örnek hayatları gibi yaşamak şarttır.
Aksi-hâlde kâlpler temiz olmayacağı gibi pas bağlar da kararır gider:
“Ona âyetlerimiz okunduğu
zaman: ‘Geçmişlerin masallarıdır’ dedi. Aslâ, hayır; onların kazandıkları,
kâlpleri üzerinde pas tutmuştur”
(MutaffifÎn 13-14).
“İnsan yedikleridir” denir. İnsanın yedikleri ve
de içtikleri temiz olmalıdır. O-hâlde ne kadar temiz, helâl ve meşrû olanı
yerseniz o kadar temiz kalırsınız. Meylettiğiniz yada arzuladığınız şey doğal,
temiz ve helâl değilse, mutlakâ nefsten kaynaklanıyor yada içine nefs karışmış demektir.
İnsanın, yediği, içtiği,
giydiği, soluduğu, gördüğü, bastığı, düşündüğü, konuştuğu, yazdığı, edip-eylediği,
kazandığı vs. her-şey pislik içindeyken ve üstelik bunları temizlemek için
Allah’a, âhirete, vahye, peygambere ve mâneviyata başvurulmuyorken kâlpler
zinhar temiz olmaz yada yeterince temiz olamaz.
Yine; müslümanların ve
mazlumların kanı Dünyâ’nın farklı yerlerinde akarken ve onlara çeşitli şekilde zulmedilirken,
hiç-bir müslümanın ve insanın “kâlbi temiz” olamaz.
“Kâlbim temiz” diyerek o
huzûr(!) içinde yaşayan ve -sözde- vicdânı rahat olanlar nicelerinin huzûrunu
kaçırmakta ve zulme neden olabilmektedirler. Esâsen İslâm olmadan gerçek
anlamda ne huzûr olur, ne barış olur ne de vicdanlar ve kâlpler temiz
kalabilir. Zîrâ huzûr da, barış da İslâm’dadır. Modern insanı hayâttan koparan
şey “kâlp krizi”nden ziyâde, “kâlbî krizler” yaşamasıdır.
Modern Dünyâ’da “tertemiz”
kalabilmek imkânsız hâle geldi. Tâ ki, Ashâb-ı Kehf gibi bir mağaraya sığınana
kadar tertemiz kalmak mümkün değildir.
Tüm bunlardan dolayı “kâlbin
temiz olacak” sözü kâlpten söylenmiş bir söz değildir, olamaz.
“Kendilerini (övgüyle)
temize çıkaranları görmedin mi?. Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir.
Onlar, ‘bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar” (Nîsâ 49).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mart 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder