“Sizin ilahınız tek bir
ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahmân’dır, Rahîm’dir (bağışlayan ve
esirgeyendir)” (Bakara 163).
Tasavvufun tevhid anlayışına göre Allah’tan başka varlık
yoktur. Bu nedenle de tüm vâr olanlar aslında O’dur. Zâten tasavvufa göre ancak
böyle olursa şirk koşulmamış olur. Zîrâ tasavvufa göre şirk, Allah’tan başka
bir varlık kabûl etmek” demektir.
Tasavvufun yanıldığı ana-nokta, tüm varlığı “mutlak varlık” olarak
görülmesi ve kabûl edilmesinden dolayıdır. Tüm varlığı “sonsuz ve mutlak”
olarak kabûl ettiği için her şeyin Allah olduğunu söyler. “Önemli olan bunu
bilmektir” derler. Oysa varlık, “mutlak varlık” ve “mukayyet varlık” olarak iki
türlüdür. Mutlak varlık “bir”, mukayyed varlık ise “çok” olandır. Şirk olması
için, tüm varlığın, mutlak varlık olan Allah gibi mutlak bir varlığının olması
gerekir. Mutlak varlığı olduğu için de yok olmamalıdır. Fakat böyle
olmamaktadır. Çünkü sürekli olarak fânî olan varlıklar görmekteyiz. Çünkü Allah
Kur’ân’da her-şeyin fânî olduğunu söyler, zîrâ her-şeyi fânî olarak
yaratmıştır. Bu yüzden her-şey yok olacaktır ve sadece Allah’ın o mutlak
varlığı (yüzü) kalacaktır. Çünkü tek mutlak varlık Allah’tır:
“Üzerindeki
her-şey yok olucudur (fân); Celâl ve ikram sâhibi olan Rabbinin yüzü (kendisi)
bâki kalacaktır” (Rahmân 26-27).
Mukayyed varlık yâni “çokluk” olan kâinât ve insan, mutlak
varlık olmadığı için fânîdir. Mukayyed varlık, mutlak varlığın vâr ettiği
kadardır. O hâlde her-şeyi -hâşâ- Allah olarak görüp de her-şeyin bir olduğunu
ve çokluğun ise şirk olduğunu söylemek tutarlı değildir.
İslâm’a göre mutlak ve mukayyed varlık olarak iki tür varlık
türü vardır. Allah tek mutlak varlıktır. O’nun vâr ettiği kâinât ve insan ise
mukayyed varlıklardır, çokluktur. Allah’ın vâr etmesiyle vâr olan ve yok
etmesiyle yok olan varlıklardır mukayyed varlıklar. Böylece “birlik ve çokluk”
olarak iki varlık türü ortaya çıkmış olur. Birlik mutlak olandır, çokluk ise
mukayyed olan. Şirk, tasavvufun zannettiği gibi her-şeyi Allah olarak görmek ve
tüm varlığı mutlak varlık olarak görmek değil, mutlak yâni bir olan Allah
karşısında mukayyed varlığı yâni çokluğu Allah gibi görmek ve çokluğun Allah
olduğunu söylemektir. Çokluğun da Allah gibi gücü, idrâki, hükmü ve ilahlığının
olduğunu söylemektir. Şirk, çokluğun “Bir” olduğunu söylemek yada çokluğa “Bir”
muâmelesi yapmakla olur. Müşrik ise, çokluğa birlik muâmelesi yapan kişidir.
Sâdece tek bir tâne “Bir” olan varlık vardır; o da Allah’tır.
Fakat varlıkta asl-olan “birlik” değil, “ikilik”tir. (artı-eksi, erkek-dişi,
hak-bâtıl vs.). Varlık çift kutupludur yâni. Allah vardır ve kul vardır. İşte
bu çiftler yada çoklar içinde Bir’i bulmak ve O’na kul olmak önemlidir.
Bir ve bâkî olan mutlak varlık, çokluğun yâni fâniliğin içinde
mutlak varlığı ile bulunmaz. Zîrâ mutlak varlık mukayyed varlığın içine sığmaz.
“Bir”, “çok”un içine sığmaz. Bâkî olan fâni olan ile iç-içe ol(a)maz. Bu nedenle
de Allah çokluğun yâni kâinatın içinde mutlak varlığı ile değil; sanatıyla, yaratmasıyla,
sünnetullahıyla, kânun ve kurallarıyla, yönetimiyle, emirleri ve nehiyleriyle
ve vahiyleriyle vardır. Bu vâr olma şekli, “her yerde, her noktada ve her
zerrede olmak” şeklindedir. Allah’ın her yerde olması ve her şeye kudret
vermesi bu demektir. Allah kendi mutlak yerinden (arş) mukayyed varlığı yâni
çokluğu yönetmektedir. Bu yönetim pasif değil aktif bir yönetimdir.
Çokluk, Bir olanın “ol” demesiyle bir-anda olmuştur. Zîrâ
Bâkî Olan için fânî olanı bir-anda yaratmak zor değildir.
Çokluk, fânîdir ama bir gerçekliği de vardır. Zîrâ Bir’in
yarattığı çokluk, onu Bir yaratmış olduğundan dolayı “hak”tır fakat “el-Hak”
değildir. El-Hak olan sâdece Allah’tır. Çünkü sâdece Allah bir’dir, Allah’tan
gayrısı ise “çokluk”tur.
Çokluktan ziyâde birlik önemlidir. Bir olan Allah birlik hâlinde
olan çokluğun yanındadır ve Bir olan Allah’ın emirlerine göre hareket eden
çokluğu destekler. Çokluğun birlik hâlinde olmasını ister. Zîrâ Allah’ın nîmeti,
birlik hâlinde olanların ve Bir’in yolunda gidenlerin yâni cemaatin üzerindedir.
Bireysel olanlar ve cemaatten ayrılanlar ise kısa zamanda kendilerini Bir olan
Allah’a ortak koşmaya başlarlar. Hattâ “mutlak varlık” gibi görmeye başlayanlar
bile olur. Birlik nizâmı olan cemaatler buna engel olur. Cemaatte çokluk bir-aradadır
ve bir olan Allah’ın huzûrunda olduklarının bilincindedirler. Tabi bu cemaat: “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (mârufu) emreden ve
kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte
bunlardır”
(Âl-i İmran 104) denilen cemaattir. Yoksa lîderi,
kendini mutlak varlık olarak gören cemaatler, Bir olan Allah’a her zaman şirk
koşarlar.
Allah çokluğu, Bir Olan’a boyun büksünler ve hep birlikte
Allah’ın emirlerine göre yaşasınlar diye yaratmıştır. İmtihanı bunun bilincinde
olanlar ve istikâmeti hiç bozmadan bu minvâlde yaşayanlar geçer. İmtihanı geçenler
ise âhirette hep birlikte cennetin yolunu tutarlar.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder