21 Mart 2023 Salı

Yarışmak Üzerine

 

 

“Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakîler için hazırlanmıştır” (Âl-i İmran 133).

 

“Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) ‘çaba gösterip-yarışın’, ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sâhibidir” (Hadîd 21).

 

Kur’ân’da yarıştan sâdece “cennet için yarışmak” şeklinde bahsedilir ve zâten üstün olanlar ve yarışı bitirenler ve kazananlar da takvâlı olanlardır:

 

“Ey insanlar!, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).

 

Modern insan, “cennet için yarışın” (Hadîd 21) âyetini ,”yeryüzü cenneti” için yarışın şeklinde anlıyor ve başlıyor her-şeyde birbirleriyle kıyasıya yarışmaya. Tabi yarış gittikçe kızışıyor ve insanlar yarışı kazanmak yada önlerde bir yerlerde bitirebilmek için kendilerini paralıyorlar. Bu uğurda nice hîleler plânlanıyor, kurnazlıklar sergileniyor ve acımazsızlıklar yapılıyor. Çünkü “cennet için yarış” dışındaki yarışların her türlüsü vicdandan, merhâmetten, acımadan, adâletten ve haktan-hakîkatten çok uzaktır. Zîrâ bu yarışlar “takvâsız yarışlar”dır. Çünkü takvâlı yarışlar sâdece “cenneti kazanmak için yapılan yarışmalar”da olur. Cenneti kazanmak için yarışanlar, cennete hep birlikte girerler. Yoksa sâdece birincinin yada ilk üç yarışmacının cennete girmeyi hak ettiği yarışmalar değildir.

 

Tâ Hâbil ile Kâbil’den bêri insanlar yarışıyorlar. Bu yarış, “Dünyâ için yarışmak” ve “takvâda yarışmak” şeklinde yapılan yarışlardır. Allah katında yarışı kazananlar hep takvâlı olanlardır.

 

Modernizm dönemine gelene kadar da insanlar arasında yarış vardı. Fakat bu yarış modernizm ile birlikte hem çok kızıştı hem de çok acımazsızlaştı. Üstelik artık hemene herkes Dünyâ(Lık) için yarışıyor. Takvâlı bir şekilde cennet için yarışanlar çok-çok sayıda. Modernizm bir “dünyâlık elde etme yarışı”dır. Herkes sürekli olarak arttırmanın derdindedir. Nereye kadar gideceği belli olmayan ve bu nedenle de maddeyi arttırmada sonu olmayan bir yarıştır bu. Modern insan bu madde yarışında oyalanıp duruyor. Bu yarış modern insana huzur vermiyor, mutlu etmiyor, neşe katmıyor. Çünkü sonu yoktur. Sonu olmayan şeyler insanları tatmin ve iknâ etmiyor, kandırmıyor. Bu yüzden de sürekli olarak bir-ilerisi için çırpınıyorlar.

 

İnsan tek-yönlü maddî-beşerî bir varlık değildir. Bu nedenle de hayvanlar gibi sâdece mîdesini ve bel-altını doyurmakla tatmin olamaz. İnsanın bir de rûhu ve kâlbi vardır. Bunlar da tatmin edilmelidir. Bunların tatmini ise, Dünyâ’dan kısmadan ve rûha ve kâlbe yönelmeden olmaz. İkisi arasında bir denge olmadıkça insanlar mutmain olmaz. Bu ikisi arasındaki dengenin sağlanması aslında, rûha ve kâlbe, bedenden bir tık daha fazla yönelmekle olur. Çünkü şeytan ve nefs olanca hırsıyla bedene fısıldar durur ve fısk-ı fücur telkin eder. Bu da bedenin yâni hayvâniyetin kışkırtılmasına neden olur. Bu kışkırtılma ancak rûhun ve kâlbin yâni irâdenin sağlam olmasını ve nefsi dizginleyip durmasını gerektirir. Tâ ki nefs dizginlenene ve terbiye edilene kadar. Böylece dengeli bir hayat kişide meleke hâline gelir ve ölçülü bir yaşam tatmin ve huzûr getirir. İşte bu tatmin ve huzûr ile ortaya çıkmış olan tatmin, takvâlı bir şekilde “sâdece cennet için yarışanlarda” görülür.

 

Modern insan; yeme, içme, giyme, gezme, pahalı ev, her türlü eşyâ, araba, okul, yazlık-kışlık, tâtil, güzel kadın, yakışıklı erkek, zekî çocuk, boy, pos, kas, et, kan, kemik, ırk, kent, bilgi, kariyer, makam, mevkî, iş, îtibâr vs. dünyâlık yâni maddî olan her-şeyde acımazsızca ve kıyasıya yarışmakta ve birbirinin önüne geçmeye çalışmaktadır. Öyle ki bu uğurda insana yakışmayacak her-şeyi yapabilmektedir. Niceleri, dünyâlık yarışında “doping” kullanarak ver çeşitli hîleler yaparak birinciliğe elde etmek istemektedir. Zîrâ dünyâlık yarışında nefs birinci olmayı ister ve ikinciliğe katlanamaz.

 

Dünyâ(lık) için bunca yarış yapılırken, ne yazık ki -çok az istisnâlar hâricinde- hiç kimse takvâlı olmak için çabalamamakta ve cenneti kazanmak için yarışmamaktadır. “Cennet için yarışmak deyince sakın aklınıza ve hayâlinize; “ben nâim cennetine gireceğim”, ben firdevs cennetine gireceğim” diye hırsla koşturmak gelmesin. Cennet için yarışmak, “Dünyâ’da takvâlı bir şekilde yaşamak” demektir. “Allah rızâsı için yaşamak” demektir. Bu uğruda bâzı zevklerden-hazlardan, uykudan, zamandan, neşe ve sevinçten, “boş” denilen zamandan kısmak ve îcâbında bâzen mallardan ve canlardan vazgeçmek gerekebilir. Takvâlı olmak budur, cennet için yarışmak budur. İslâm’da yarış ancak kendini Allah yolunda adamak ve: “De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır” (En-âm 162) diyebilmektir. Yâni takvâlı olmak ve cennet için yarışmak, Dünyâ’da tam da Allah’ın emrettiği ve Peygamberimiz’in “güzel örnek” olarak ortaya koyduğu örnekliğe göre yaşamaktır.   

 

Takvâda ve cennet için yarışmak dışındaki yarışmalar, “Allah’tan başka ilahlar-putlar için yarışmak anlamına gelecektir. Çünkü cennet için yarışmak dışındaki tüm yarışmalar o yarışı kutsallaştıracak ve “kupa” denilen put için olacaktır. Allah “takvâda yarışın” derken, insanlar “Allah’tan başkalarına tapma”da yarışıyorlar. Herkes hem kendi putu için yarışıyor hem de kendi putunu yarıştırıyor. Aslında herkes kendi nefsi için yarışıyor. Çünkü takvâda yarışmayınca “nefste yarış” başlar. Cennet için yarışmayınca, şeytanın direktiflerini yerine getirmek için yarışmak kaçınılmaz olur.

 

Küresel anlamda insanlarda ve modern müslümanlarda; dinden, ahlâktan ve insanlıktan bir “tâviz verme yarışı” var. Kim daha çok tâviz verirse yarışı kazanmış sayılıyor ve o kişi üstün tutuluyor. Bu tâviz, vahiyden, ruhtan, kâlpten ve takvâdan verilen tavizdir. Bunların yerine de tabî ki akıl putu ve aklın sâhibi insan öne geçiriliyor. Akıl-akıl deyip durmaları bu nedenledir. Modernizm, bir “akıl yarıştırma” uygarlığıdır. Lâkin akıl yarışının sonunda modern insan, geldiği noktada tatmine ve huzûra kavuşamamış ve tam-aksine vahiy-merkezli değil de şeytan, nefs ve tâğutların kontrôlünde işletilen modern aklın hezeyânları ve saptırmaları içinde boğulmaktadır.

 

Müslümanların ve doğu’nun batı karşısında -görece- geri kalmasının nedenlerinden biri de, müslümanların ve doğu’nun, batı ile ahlâk-dışı bir yarışa girmek istemeyişi idi. Çünkü İslâm’da ve doğu’da, ahlâk-dışı bir kulvarda yarışmak zihniyeti yoktur. Batı, dünyâlık yarışında adâletten, eşitlikten, vicdandan, merhâmetten, haktan-hakîkatten ve insanlıktan koptu. Çünkü Allah’tan, vahiyden ve dinden koptu.

 

Allah’ı hayatlarının merkezine almayan, vahiy-merkezli ve peygamber örnekli yaşamayan insanın târih boyunca tüm derdi; başkalarına göre daha iyi ve daha çok yemek, içmek, giymek, gezmek, almak, satmak, fazlalaştırmak uğruna yarışmak ve çabalamakla geçmiştir, geçmektedir. Peygamberler ve onların samîmi-gayretli tâkipçileri dışında hiç kimse Allah’ı merkeze alarak O’na iyi bir kul olmak, takvâlı olmak, daha çok okumak, bilgilenmek, bilinçlenmek, amel-eylemde bulunmak, Allah rızâsını kazanmak, daha çok infâk etmek ve Allah’ın vahiyle emrettiklerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçmak alanında gayret göstermemekte yâni cennet için yarışmamaktadır. Oysa Allah Kur’ân’da sâdece takvâda yâni Allah’ı, âhireti, Kur’ân’ı, Sünnet’i, İslâm’ı merkeze almada ve cenneti kazanmak için yarışmaktan söz eder ve diğer yarışmaların ne kadar da anlamsız ve gereksiz olduğunu söyler.

 

Takvâ-merkezli cennet için yarışmak, “hep birlikte cennete doğru koşmak” demektir. Modernitenin etkisinden uzak olan ve bu yüzden “ilkel” sayılan toplumlarda da benzer bir bilincin olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Marlo Morgan, “Bir Çift Yürek” adlı romanında, “yarış yapmak” konusunda Avustralyalı Aborijinlerle yaşadığı bir olayı şöyle anlatır:

 

“Bundan sonra spordan ve karşılaşmalardan söz ettik. Onlara Amerika’da sportif olaylara büyük bir ilgi duyulduğunu, hattâ top oyuncularına öğretmenlerden daha fazla maaş verildiğini anlattım. Arkadaşlarıma bize-özgü yarışlardan birini tanımlayabilmek için bir sıraya dizilip hızla koşmaya başlamamızı önerdim ve en hızlı koşanın kazanmış olacağını söyledim. Kabîle halkı, güzel kara gözlerini kocaman açarak baktılar bana ve biri şöyle dedi: ‘İyi ama bir kişi kazanırsa, bütün ötekiler kaybetmiş olur. Bunun nesi eğlenceli ki?. Oyunlar, eğlenmek içindir. Neden insanları böyle bir deneyime tâbi tutup, sonra da tek bir kişiyi gerçekten kazananın o olduğuna inandırmaya çalışıyorsunuz?. Bunu anlamak bizler için çok zor. Sizin insanlarınız bunu kabûllenebiliyor mu?’. Ben bu soruyu sâdece gülümseyerek ve başımı ‘hayır’ dercesine sallayarak yanıtladım”.

 

“Ubuntu” denen bir felsefe de vardır. Şöyle bir olay anlatılır:

 

“Günlerden bir gün, Afrika’da çalışan bir antropolog, bir kabîlenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir. Oyun basittir. Çocukları belirli bir yerde yan-yana sıraya dizer ve açıklar: ‘Herkes karşıdaki ağaca kadar tüm gücüyle koşacak ve ağaca ilk ulaşan birinciliği kapacak. Ödülü ise yine o ağacın altındaki güzel meyveleri yemek olacak’.

 

Çocuklar oyuna hazır olunca, antropolog oyunu başlatır. İşte o-anda  bütün çocuklar el-ele tutuşur ve berâberce koşarlar. Hedef gösterilen ağacın altına berâber varırlar ve hep berâber meyveleri yemeye başlarlar. Antropolog şaşırır ve çocuklara neden böyle yaptıklarını sorar. Aldığı cevap hayli mânidardır; Biz ‘ubuntu’ yaptık: Yarışsaydık, aramızdan sâdece bir kişi yarışı kazanacak ve birinci olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül olan meyveyi yiyebilir?. Oysa biz ‘ubuntu’ yaparak hepimiz yedik. Ubuntu; bizim dilimizde ‘Ben, biz olduğumuz zaman benim’ demek”.

 

Allah’ı gereği gibi takdir edemeyenler ve O’nun yüceliğini gerektiği gibi idrâk edemeyenler mecbûren birbirlerini övmeye başlarlar ve bu zamanla bir yarış hâline gelir. Övme yarışına başladığınızda bunun sonu gelmez ve bir süre sonra zıvanadan çıkarsınız. Kur’ân Allah’ı merkeze almayanların bir övme ve övünme yarışı içinde olduklarını söyler:

 

“Bilin ki, dünyâ-hayâtı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).

 

İnsanlar üç çeşittir: 1-Dünyâ(lık) için şerde yarışanlar ve kendilerine zulmedenler; 2-Orta-yolu tutanlar; 3- Cennet için hayırlarda yarışanlar ve öne geçenler:

 

“Sonra Kitab’ı kullarımızdan seçtiklerimize mîras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir” (Fâtır 32).

 

Cennet için yarışmak en çok da infakta kendini gösterir ve zâten infakta öne geçenler yarışta da önlerdedir:

 

“Ve gerçekten Rablerine dönecekler diye, vermekte olduklarını kâlpleri ürpererek verenler; işte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler” (Mü’minûn 60-61).

 

Allah cennet için yarışmayı şu şekilde emreder:

 

“Gerçek şu ki, ebrâr olanlar, elbette nîmetler içindedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler. Nîmetin parıltılı-sevincini yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. Ki sonu misktir. Şu-hâlde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar” (Mutaffifîn 22-26).

 

Hak ve hakîkat ancak Allah’tan gelir. Allah hakkı söyler ve hakkı emreder. Takvâ-merkezli cennet yarışı da hakkın ve hakîkatin bir göstergesidir:

 

“Gerçek (hak) Rabbinden (gelen)dir. Şu-hâlde sakın kuşkuya kapılanlardan olma!. Herkesin (her topluluğun) yüzünü çevirdiği bir yön (cihet) vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir-araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her-şeye güç yetirendir” (Bakara 177-148).

 

Sâlihlerden olmanın yolu da, “hayırlarda yarışmaktan” geçer:

 

“Bunlar, Allah’a ve âhiret gününe îman eder, mâruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar sâlih olanlardandır” (Âl-i İmrân 114).

 

Cennet için yarışmayanlar cinnet içinde kıyasıya yarışmaktan kurtulamazlar da yaptıkları yarışın sonu cehenneme çıkar. O-hâlde insanlar ya cennet için yada cehennem için yarışmaktadırlar.

 

Unutmayın!; “sâdece takvâda” yarışanlar, hiç-bir yarışı kaybetmezler.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Hazîran 2022

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder