“Rabbinizden olan
mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o,
muttakîler için hazırlanmıştır”
(Âl-i İmran 133).
“Rabbinizden olan bir
mağfirete ve cennete (kavuşmak için) ‘çaba gösterip-yarışın’, ki (o cennet)
genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler
için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah
büyük fazl sâhibidir” (Hadîd 21).
Kur’ân’da yarıştan sâdece
“cennet için yarışmak” şeklinde bahsedilir ve zâten üstün olanlar ve yarışı
bitirenler ve kazananlar da takvâlı olanlardır:
“Ey insanlar!, gerçekten,
biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız ve
tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah
katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil)
takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).
Modern insan, “cennet için
yarışın” (Hadîd 21) âyetini ,”yeryüzü cenneti” için yarışın şeklinde anlıyor ve
başlıyor her-şeyde birbirleriyle kıyasıya yarışmaya. Tabi yarış gittikçe
kızışıyor ve insanlar yarışı kazanmak yada önlerde bir yerlerde bitirebilmek
için kendilerini paralıyorlar. Bu uğurda nice hîleler plânlanıyor, kurnazlıklar
sergileniyor ve acımazsızlıklar yapılıyor. Çünkü “cennet için yarış” dışındaki
yarışların her türlüsü vicdandan, merhâmetten, acımadan, adâletten ve
haktan-hakîkatten çok uzaktır. Zîrâ bu yarışlar “takvâsız yarışlar”dır. Çünkü
takvâlı yarışlar sâdece “cenneti kazanmak için yapılan yarışmalar”da olur.
Cenneti kazanmak için yarışanlar, cennete hep birlikte girerler. Yoksa sâdece
birincinin yada ilk üç yarışmacının cennete girmeyi hak ettiği yarışmalar
değildir.
Tâ Hâbil ile Kâbil’den bêri
insanlar yarışıyorlar. Bu yarış, “Dünyâ için yarışmak” ve “takvâda yarışmak”
şeklinde yapılan yarışlardır. Allah katında yarışı kazananlar hep takvâlı
olanlardır.
Modernizm dönemine gelene
kadar da insanlar arasında yarış vardı. Fakat bu yarış modernizm ile birlikte
hem çok kızıştı hem de çok acımazsızlaştı. Üstelik artık hemene herkes
Dünyâ(Lık) için yarışıyor. Takvâlı bir şekilde cennet için yarışanlar çok-çok
sayıda. Modernizm bir “dünyâlık elde etme yarışı”dır. Herkes sürekli olarak
arttırmanın derdindedir. Nereye kadar gideceği belli olmayan ve bu nedenle de
maddeyi arttırmada sonu olmayan bir yarıştır bu. Modern insan bu madde
yarışında oyalanıp duruyor. Bu yarış modern insana huzur vermiyor, mutlu
etmiyor, neşe katmıyor. Çünkü sonu yoktur. Sonu olmayan şeyler insanları tatmin
ve iknâ etmiyor, kandırmıyor. Bu yüzden de sürekli olarak bir-ilerisi için
çırpınıyorlar.
İnsan tek-yönlü maddî-beşerî
bir varlık değildir. Bu nedenle de hayvanlar gibi sâdece mîdesini ve bel-altını
doyurmakla tatmin olamaz. İnsanın bir de rûhu ve kâlbi vardır. Bunlar da tatmin
edilmelidir. Bunların tatmini ise, Dünyâ’dan kısmadan ve rûha ve kâlbe
yönelmeden olmaz. İkisi arasında bir denge olmadıkça insanlar mutmain olmaz. Bu
ikisi arasındaki dengenin sağlanması aslında, rûha ve kâlbe, bedenden bir tık
daha fazla yönelmekle olur. Çünkü şeytan ve nefs olanca hırsıyla bedene
fısıldar durur ve fısk-ı fücur telkin eder. Bu da bedenin yâni hayvâniyetin kışkırtılmasına
neden olur. Bu kışkırtılma ancak rûhun ve kâlbin yâni irâdenin sağlam olmasını
ve nefsi dizginleyip durmasını gerektirir. Tâ ki nefs dizginlenene ve terbiye
edilene kadar. Böylece dengeli bir hayat kişide meleke hâline gelir ve ölçülü
bir yaşam tatmin ve huzûr getirir. İşte bu tatmin ve huzûr ile ortaya çıkmış
olan tatmin, takvâlı bir şekilde “sâdece cennet için yarışanlarda” görülür.
Modern insan; yeme, içme, giyme,
gezme, pahalı ev, her türlü eşyâ, araba, okul, yazlık-kışlık, tâtil, güzel
kadın, yakışıklı erkek, zekî çocuk, boy, pos, kas, et, kan, kemik, ırk, kent,
bilgi, kariyer, makam, mevkî, iş, îtibâr vs. dünyâlık yâni maddî olan her-şeyde
acımazsızca ve kıyasıya yarışmakta ve birbirinin önüne geçmeye çalışmaktadır.
Öyle ki bu uğurda insana yakışmayacak her-şeyi yapabilmektedir. Niceleri, dünyâlık
yarışında “doping” kullanarak ver çeşitli hîleler yaparak birinciliğe elde
etmek istemektedir. Zîrâ dünyâlık yarışında nefs birinci olmayı ister ve
ikinciliğe katlanamaz.
Dünyâ(lık) için bunca yarış
yapılırken, ne yazık ki -çok az istisnâlar hâricinde- hiç kimse takvâlı olmak
için çabalamamakta ve cenneti kazanmak için yarışmamaktadır. “Cennet için
yarışmak deyince sakın aklınıza ve hayâlinize; “ben nâim cennetine gireceğim”,
ben firdevs cennetine gireceğim” diye hırsla koşturmak gelmesin. Cennet için
yarışmak, “Dünyâ’da takvâlı bir şekilde yaşamak” demektir. “Allah rızâsı için
yaşamak” demektir. Bu uğruda bâzı zevklerden-hazlardan, uykudan, zamandan, neşe
ve sevinçten, “boş” denilen zamandan kısmak ve îcâbında bâzen mallardan ve canlardan
vazgeçmek gerekebilir. Takvâlı olmak budur, cennet için yarışmak budur. İslâm’da
yarış ancak kendini Allah yolunda adamak ve: “De ki: Şüphesiz benim namazım,
ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır” (En-âm
162) diyebilmektir. Yâni takvâlı olmak ve cennet için yarışmak, Dünyâ’da tam da
Allah’ın emrettiği ve Peygamberimiz’in “güzel örnek” olarak ortaya koyduğu
örnekliğe göre yaşamaktır.
Takvâda ve cennet için
yarışmak dışındaki yarışmalar, “Allah’tan başka ilahlar-putlar için yarışmak
anlamına gelecektir. Çünkü cennet için yarışmak dışındaki tüm yarışmalar o
yarışı kutsallaştıracak ve “kupa” denilen put için olacaktır. Allah “takvâda
yarışın” derken, insanlar “Allah’tan başkalarına tapma”da yarışıyorlar. Herkes
hem kendi putu için yarışıyor hem de kendi putunu yarıştırıyor. Aslında herkes
kendi nefsi için yarışıyor. Çünkü takvâda yarışmayınca “nefste yarış” başlar.
Cennet için yarışmayınca, şeytanın direktiflerini yerine getirmek için yarışmak
kaçınılmaz olur.
Küresel anlamda insanlarda
ve modern müslümanlarda; dinden, ahlâktan ve insanlıktan bir “tâviz verme
yarışı” var. Kim daha çok tâviz verirse yarışı kazanmış sayılıyor ve o kişi
üstün tutuluyor. Bu tâviz, vahiyden, ruhtan, kâlpten ve takvâdan verilen
tavizdir. Bunların yerine de tabî ki akıl putu ve aklın sâhibi insan öne geçiriliyor.
Akıl-akıl deyip durmaları bu nedenledir. Modernizm, bir “akıl yarıştırma”
uygarlığıdır. Lâkin akıl yarışının sonunda modern insan, geldiği noktada
tatmine ve huzûra kavuşamamış ve tam-aksine vahiy-merkezli değil de şeytan,
nefs ve tâğutların kontrôlünde işletilen modern aklın hezeyânları ve
saptırmaları içinde boğulmaktadır.
Müslümanların ve doğu’nun
batı karşısında -görece- geri kalmasının nedenlerinden biri de, müslümanların
ve doğu’nun, batı ile ahlâk-dışı bir yarışa girmek istemeyişi idi. Çünkü
İslâm’da ve doğu’da, ahlâk-dışı bir kulvarda yarışmak zihniyeti yoktur. Batı,
dünyâlık yarışında adâletten, eşitlikten, vicdandan, merhâmetten,
haktan-hakîkatten ve insanlıktan koptu. Çünkü Allah’tan, vahiyden ve dinden
koptu.
Allah’ı hayatlarının merkezine
almayan, vahiy-merkezli ve peygamber örnekli yaşamayan insanın târih boyunca tüm
derdi; başkalarına göre daha iyi ve daha çok yemek, içmek, giymek, gezmek,
almak, satmak, fazlalaştırmak uğruna yarışmak ve çabalamakla geçmiştir,
geçmektedir. Peygamberler ve onların samîmi-gayretli tâkipçileri dışında hiç
kimse Allah’ı merkeze alarak O’na iyi bir kul olmak, takvâlı olmak, daha çok
okumak, bilgilenmek, bilinçlenmek, amel-eylemde bulunmak, Allah rızâsını kazanmak,
daha çok infâk etmek ve Allah’ın vahiyle emrettiklerini yerine getirmek ve yasaklarından
kaçmak alanında gayret göstermemekte yâni cennet için yarışmamaktadır. Oysa
Allah Kur’ân’da sâdece takvâda yâni Allah’ı, âhireti, Kur’ân’ı, Sünnet’i, İslâm’ı
merkeze almada ve cenneti kazanmak için yarışmaktan söz eder ve diğer yarışmaların
ne kadar da anlamsız ve gereksiz olduğunu söyler.
Takvâ-merkezli cennet için
yarışmak, “hep birlikte cennete doğru koşmak” demektir. Modernitenin etkisinden
uzak olan ve bu yüzden “ilkel” sayılan toplumlarda da benzer bir bilincin olduğunu
gözlemleyebiliyoruz. Marlo Morgan, “Bir Çift Yürek” adlı romanında, “yarış
yapmak” konusunda Avustralyalı Aborijinlerle yaşadığı bir olayı şöyle anlatır:
“Bundan
sonra spordan ve karşılaşmalardan söz ettik. Onlara Amerika’da sportif olaylara
büyük bir ilgi duyulduğunu, hattâ top oyuncularına öğretmenlerden daha fazla
maaş verildiğini anlattım. Arkadaşlarıma bize-özgü yarışlardan birini
tanımlayabilmek için bir sıraya dizilip hızla koşmaya başlamamızı önerdim ve en
hızlı koşanın kazanmış olacağını söyledim. Kabîle halkı, güzel kara gözlerini
kocaman açarak baktılar bana ve biri şöyle dedi: ‘İyi ama bir kişi
kazanırsa, bütün ötekiler kaybetmiş olur. Bunun nesi eğlenceli ki?. Oyunlar,
eğlenmek içindir. Neden insanları böyle bir deneyime tâbi tutup, sonra da tek
bir kişiyi gerçekten kazananın o olduğuna inandırmaya çalışıyorsunuz?. Bunu
anlamak bizler için çok zor. Sizin insanlarınız bunu kabûllenebiliyor mu?’. Ben
bu soruyu sâdece gülümseyerek ve başımı ‘hayır’ dercesine sallayarak
yanıtladım”.
“Ubuntu” denen bir felsefe
de vardır. Şöyle bir olay anlatılır:
“Günlerden
bir gün, Afrika’da çalışan bir antropolog, bir kabîlenin çocuklarına bir oyun
oynamayı önerir. Oyun basittir. Çocukları belirli bir yerde yan-yana sıraya
dizer ve açıklar: ‘Herkes karşıdaki ağaca kadar tüm gücüyle koşacak ve ağaca
ilk ulaşan birinciliği kapacak. Ödülü ise yine o ağacın altındaki güzel
meyveleri yemek olacak’.
Çocuklar
oyuna hazır olunca, antropolog oyunu başlatır. İşte o-anda bütün çocuklar el-ele tutuşur ve berâberce
koşarlar. Hedef gösterilen ağacın altına berâber varırlar ve hep berâber meyveleri
yemeye başlarlar. Antropolog şaşırır ve çocuklara neden böyle yaptıklarını
sorar. Aldığı cevap hayli mânidardır; Biz ‘ubuntu’ yaptık: Yarışsaydık,
aramızdan sâdece bir kişi yarışı kazanacak ve birinci olacaktı. Nasıl olur da
diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül olan meyveyi yiyebilir?. Oysa
biz ‘ubuntu’ yaparak hepimiz yedik. Ubuntu; bizim dilimizde ‘Ben, biz olduğumuz
zaman benim’ demek”.
Allah’ı gereği gibi takdir
edemeyenler ve O’nun yüceliğini gerektiği gibi idrâk edemeyenler mecbûren
birbirlerini övmeye başlarlar ve bu zamanla bir yarış hâline gelir. Övme
yarışına başladığınızda bunun sonu gelmez ve bir süre sonra zıvanadan
çıkarsınız. Kur’ân Allah’ı merkeze almayanların bir övme ve övünme yarışı
içinde olduklarını söyler:
“Bilin ki, dünyâ-hayâtı
ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi
aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir
‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin
(veyâ kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki
sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir
azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı,
aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).
İnsanlar üç çeşittir:
1-Dünyâ(lık) için şerde yarışanlar ve kendilerine zulmedenler; 2-Orta-yolu
tutanlar; 3- Cennet için hayırlarda yarışanlar ve öne geçenler:
“Sonra Kitab’ı
kullarımızdan seçtiklerimize mîras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine
zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır
öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir” (Fâtır 32).
Cennet için yarışmak en çok
da infakta kendini gösterir ve zâten infakta öne geçenler yarışta da
önlerdedir:
“Ve gerçekten Rablerine
dönecekler diye, vermekte olduklarını kâlpleri ürpererek verenler; işte onlar,
hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler” (Mü’minûn 60-61).
Allah cennet için yarışmayı
şu şekilde emreder:
“Gerçek şu ki, ebrâr olanlar,
elbette nîmetler içindedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler. Nîmetin
parıltılı-sevincini yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan
içirilir. Ki sonu misktir. Şu-hâlde yarışmak isteyenler, bunun için
yarışsınlar” (Mutaffifîn 22-26).
Hak ve hakîkat ancak
Allah’tan gelir. Allah hakkı söyler ve hakkı emreder. Takvâ-merkezli cennet
yarışı da hakkın ve hakîkatin bir göstergesidir:
“Gerçek (hak) Rabbinden
(gelen)dir. Şu-hâlde sakın kuşkuya kapılanlardan olma!. Herkesin (her topluluğun)
yüzünü çevirdiği bir yön (cihet) vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her
nerede olursanız, Allah sizleri bir-araya getirecektir. Şüphesiz Allah,
her-şeye güç yetirendir” (Bakara
177-148).
Sâlihlerden olmanın yolu da,
“hayırlarda yarışmaktan” geçer:
“Bunlar, Allah’a ve
âhiret gününe îman eder, mâruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve
hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar sâlih olanlardandır” (Âl-i İmrân 114).
Cennet için yarışmayanlar
cinnet içinde kıyasıya yarışmaktan kurtulamazlar da yaptıkları yarışın sonu
cehenneme çıkar. O-hâlde insanlar ya cennet için yada cehennem için
yarışmaktadırlar.
Unutmayın!; “sâdece takvâda”
yarışanlar, hiç-bir yarışı kaybetmezler.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder