8 Mart 2023 Çarşamba

Cereyanda Kalmak


“Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla. Allah kimi saptırırsa, artık sen ona yol bulamazsın” (Nîsâ 143).

 

İnsanın terliyken yada ıslakken cereyanda kaldığında üşütüp hasta olması çok olasıdır. Çünkü beden cereyanda kalmaktan çok etkilenir. Bu olumsuz etkiye sâdece insanlar değil, hayvanlar ve bitkiler de dâhildir. Cereyanda ve soğukta kalan bitkiler “vurgun” tâbir edilen etkiye mâruz kalarak kururlar ve ürünlerin verimi en az yarı-yarıya düşer. Hayvanlardan özellikle muhabbet kuşları cereyandan çok çabuk etkilenip, sonu ölümle biten hastalıklara yakalanırlar.

 

Tabi biz bu yazımızda soğuk ve rüzgarlı havaya mâruz kalarak hasta olmayı değil, coğrâfî konum îtibârıyla ve iki hatta üç kıta ve kültür arasında bir koridorda ve cereyan içinde kalarak oluşan olumsuz etkiden bahsetmeye çalışacağız.

 

Türkiye, Avrupa-Asya arasında cereyanda kalan bir koridor üzerindedir. Bu nedenle de sürekli olarak sorunlarla uğraşır durur. Bu iki kıta arasında kalmak Türkleri ne batı’ya tam yaklaştırmakta-uzaklaştırmakta ne de doğu’ya yaklaştırmakta-uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle Türkler ne doğu’lu ne de batı’lı olabilmektedir. Aslında Türkler ırk ve kavim olarak doğu’lu bir kavimdir ama iki kıta arasında cereyanda kalmak ve özellikle batı’ya yakın olarak modernizmin etkisine girmekle birlikte, aslında doğu’lu olmasına rağmen batı uygarlığına bağlı olduğunu söylemekte ve batı uygarlığından (muâsır medeniyet!) olabilmek için uğraşmaktadır.

 

Gelinen yer ve durum îtibârıyla Türkler, hem tip hem de zihniyet olarak iki taraftan da uzaktırlar. Bakıldığında ne Asya’lıya ne de Avrupa’lıya benzemeyen bir tip ve ne Asya’lıya ne de Avrupa’lıya benzemeyen bir zihniyet içerisinde oldukları görülmektedir. Hem tip hem de davranış olarak farklılaştık ve ne Türk’e ne de Müslüman’a benzemeyen bir tipe sâhip olduk ve de ne Türk’e ne de Müslüman’a benzemeyen davranışlar edindik. Çünkü cereyanda durmaktayız ve bu durumdan hepimiz çok olumsuz etkilenmekteyiz. Cereyanın etkisinden kurtulup bir türlü kendimiz olamıyoruz.

 

Peki bu bir kader midir?. “Coğrafya kaderdir” derler. Coğrafya elbette bir yere kadar etkiler ve insanın kaderi olur. Fakat insan bir hayvan olmadığı için coğrafyadan tamâmıyla etkilenmemesi gerekir. Çünkü insan, coğrafyayı da düzenler ve belirler. Coğrafyanın iklimini değilse de, zihniyetini değiştirebilir ve yeni bir zihniyet oluşturur. Tabi bunu yapabilmesi için güçlü bir temele ihtiyâcı vardır. İslâm, elbette aşkın bir hakîkat olarak en güçlü dayanak ve belirleyicidir. Zâten Türkler ancak İslâm ile birlikte gerçek bir dayanak bulmuşlar ve bu dayanak ve temel ile kıtaları birleştirebilmişlerdir. İslâm’dan önce de bunu yapmışlar fakat sürdürememişlerdi. Târih boyunca sürekli olarak yeni devletler kurmak zorunda kalmalarının bir nedeni de budur. Kurduğunuz devleti örf, töre, gelenek ve asabiyet ile ancak kısa bir süreliğine ayakta tutabilirsiniz. Çünkü aşkın bir hakîkate dayanmıyorsanız ortasında kaldığınız cereyan sizi kısa sürede hasta eder ve olumsuz durumlar oluşturur. Zâten baskın kültür tarafından kısa zamanda değiştirilip dönüştürülürsünüz. Bu da yapının kısa sürede zayıflayıp çökmesine neden olur. Eğer merkeze aldığınız aşkın bir hakîkat varsa cereyanda kalmak size zarar vermez ve tam-aksine sizin havanız ve rüzgârınız diğerlerini etkiler. Bu hakîkat ile kıtaları birleştirdiğinizde artık bulunduğunuz yer bir “koridor” olmaktan çıkar ve cereyanda kalmaktan kurtulmuş olursunuz.

 

Cereyanın etkisiyle zihniyetlerin değişmesi ve bozulmasının önüne -kalıcı olarak- ancak aşkın bir hakîkate dayanmakla ve ona sâhip çıkmakla geçebilirsiniz. Bu da kitap-merkezli olmayı yâni ilmi gerektirir. Türklerin cereyanda kalmalarının nedeni, târihleri boyunca -bâzı kısa döneler hâriç- kitap-merkezli ol(a)mamaları ve merkeze hep örfü, geleneği, asabiyeti ve bâtıl inanışları almış olmalarıdır. Türkler, ya doğu’dan Îran-Samâniler etkisiyle Şamanizm, Alevilik, Zerdüştlük ve tasavvuf-târikatlar sentezini, yada batı’dan lâik, seküler, demokratik, modern sentezi merkeze almışlar ve müslüman olduklarını her fırsatta dile getirmelerine rağmen târihleri boyunca bir türlü Kur’ân ve Sünnet-merkezli ol(a)mamışlardır. Kur’ân ve Sünnet’e ne kadar yaklaşmışlarsa cereyandan o derece kurtulmuşlar, ne kadar uzaklaşmışlarsa o derece cereyana mâruz kalmışlardır. Dîni kâlplere, vicdanlara, zihinlere hapsedip hayattan uzaklaşarak kapıldıkları modernizm ile birlikte ise cereyan fırtınaya dönüşmüş ve onları sağa-sola savurup durmaktadır. İşin traji-komik yanı ise, tüm bu savrulmalara rağmen bir fırtınaya dönüşmüş olan bu cereyanı, “hoş bir esinti” gibi görmeleridir.

 

Türkler İslâm öncesinde her ne kadar güçlü devletler kurmuş olsalar da, ilimden yoksun oldukları ve eskiden bêri kitap-merkezli olmadıkları için kalıcı bir iz bırakamamış ve kılıçla aldıkları yerlerden bir zaman sonra yine kılıçla kovulmuşlardır. Şu da var ki, Türkler yarı-göçebe bir millet oldukları için kitap-merkezli olmaları çok da mümkün olmamıştır. Fakat asıl sorun, göçebelikten kurtulacak bir ilme-kültüre sâhip olamayışları ve bu konuda hep başkalarına bakmalarıdır. İslâm ile birlikte ise özellikle Selçuklu ve Osmanlılar, İslâm’ın etkisiyle ve rüzgârıyla önemli ve kalıcı izler bırakacak medeniyetler kurmuşlar ve Dünyâ’yı etkilemişler ama onlar da yine kitap-merkezli değil, örf, asabiyet, tasavvuf-târikat ve mezhep-merkezli oldukları için sürekli olarak cereyana mâruz kalmışlar ve doğu’dan ve batı’dan etkilenmişlerdir. En sonunda da, İslâm’ın ve müslümanların başlattığı ilmî serüvene sâhip çıkıp da sürdüremedikleri için, ilme-bilgiye sâhip çıkanlar tarafından iki kıta arasındaki koridora kadar geri itilmişler ve cereyana mâruz bırakılmışlardır. Hâlen süren çeşitli maddî ve mânevî hastalıklarının nedeni kanımca budur. Gerçi, ilmi müslümanlardan alıp sâhiplenenler de ilmi Allahsızlaştırıp yozlaştırınca tüm Dünyâ seküler bir fırtınaya mâruz kalmıştır-kalmaktadır.

 

Osmanlılar Asya ve Avrupa’da fetihler yaparak buraları çok güçlü bir şekilde etkilemişlerdir ama bu etki daha çok askerî, siyâsî, ekonomik ve mîmârî etkilerle olmuştur. Fakat ilmî olarak çok bir etkileri olmadığı için kılıçla aldıkları yerden, -kılıcın işe yaramamaya başlamasıyla birlikte- ayrılmak zorunda kalmışlar ve geriye sâdece gönüllerin de fethedildiği yerler kalmıştır. Çünkü Osmanlı iyi devlet adamı, iyi asker-komutan, iyi şâir ve iyi mîmarlar yetiştirmiş ama dünyâ-çapında ve tüm Dünyâ’yı etkileyecek ve yönlendirip değiştirebilecek ilim-adamları yetiştirememiş ve bilgi üretememiş yada bu konuda yeterli olamamıştır. İlim ile kendini yenileyemediği için bir zaman sonra, yapılan ve üretilen şeyler mecbûren değerini yitirdiğinde yeni bilgileri ithâl etmeye ve bu yüzden de çeşitli akımlara, ideolojilere ve düşüncelere kapılmak zorunda kalmıştır. Fakat bin yıllık  medeniyetleri onların modernizme de tam entegre olmalarını engellediğinden dolayı son 200-300 yıldır ne batı’lı ne de doğu’lu olabilmekte ve bu yüzden sürekli cereyanda kalmaktadırlar. Tabi moderne entegre olamamaları iyidir, fakat işin asıl kötü tarafı, “kendileri” olamamaktır. Çünkü din ve örf olarak kendisi gibi olamayanlar mecbûren iki arada bir derede bocalayıp cereyanda kalınca hasta olurlar ve hattâ fırtınaya mâruz kalarak savrulup dururlar.

 

Müslümanlar ve Türkler, İslâm’ın rüzgârını arkalarına almadıkları yada yeterince almadıkları için sonunda bâtı’nın cereyanına daha doğrusu fırtınasına yakalanmışlar ve o cereyan ve fırtınayla sürekli olarak boğuşmak durumunda kalmışlardır. Öyle ki mevcut durum îtibârıyla müslümanlar ve Türkler marazlı hâle gelmişlerdir. O-hâlde yapılması gereken şey kapının birini kapatmak ve cereyandan kurtulmaktır. Bu kapı ise, tüm dünyâda tayfun oluşturan batı kapısı olmalıdır. Zâten hem ırkdaşları hem de dindaşları batı’da değil doğu’dadır. Batı’nın kapsı ise ancak, insanı hasta etmeyen ve etkilemeyen yâni cereyanda bırakmayan İslâm’ın hoş esintisi ile açılabilir.

 

Tabi sâdece ilim de yetmez; bir yapı ancak kitap, mîzan ve demir birlikte olunca kalıcı ve köklü olur, çünkü maya ancak bu şekilde tutar. Toprakların fethinin “yüreklerin fethi” ile de birleşmesi için bu üçünün birlikte olması şarttır. Aksi-hâlde cereyanda kalıp hasta olmakla kalmaz, kısa bir zaman sonra cereyan güçlü bir rüzgâra ve fırtınaya dönerek sizi sağa-sola savurur durur da bir karar yeri bulamazsınız.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2022

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder