“….Yoksa siz, Kitab’ın
bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle
yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet
gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah,
yaptıklarınızdan habersiz değildir”
(Bakara 85).
Kur’ân, “âlemlerin Rabbi”
olan Allah’tan, “âlemlere rahmet” olan Peygamberimiz’e gelmiş, tam, yetkin, tüm
zamanları ve mekânları değiştirip dönüştürebilecek ve hayâtın her alanına hâkim
olabilecek güçte ve çapta bir Kitap’tır. Kur’ân’a îman etmek demek, “Kur’ân’ın
bu yetkinliğine îman etmek” demektir. Yoksa Kur’ân; seçerek, eleyerek,
ayıklayarak ve sâdece günümüze uygun(!) olan âyetlerinin okunup-konuşulacağı
bir Kitap değildir. Kur’ân’ı bu düşünce ile okumak, Kur’ân’a îman etmenin
önündeki büyük engeldir. Bu engel, Kur’ân’ı hakkıyla ve lâyığıyla okuyamamaya,
düşünememeye, idrâk edememeye ve en önemlisi de onu hayâta yansıtamamaya sebep
olur. Üstelik baştaki âyetin de söylediği gibi Kur’’ân, kendisine bu şekilde
yaklaşanları hem Dünyâ’da hem de âhirette çarpar ve rezil eder. Genelde insanların
özelde ise müslümanların hâl-i pür melâlinin nedeni budur. Çünkü modern insanı ve
müslümanı Kur’ân çarpmıştır.
Bilindiği gibi “Kur’ân
çarpsın” şeklinde edilen bir yemin vardır. Yemin sâdece Allah adına ve Allah
şâhit tutularak yapılmalıdır. Yalnızca Allah’ı şahit tutarak yapılan yeminler bağlayıcı
ve geçerlidir. Zâten bozulan yeminin kefâreti de, Allah şâhit tutularak yapılan
yeminlerdir. Bu nedenle “Kur’ân çarpsın” diye edilen yeminler geçersizdir. Zîrâ
Kur’ân’ın çarpmasının, Kur’ân’ın çarpmasıyla birlikte insanın kafasının-gözünün
bambaşka bir hâle gelmesiyle ilgili olduğu düşünülür. Hâlbuki Kur’ân bir kitaptır
ve eğer 600 sayfalık kalınlığa ve ağırlığa sâhip bir kitap olan Kur’ân’ı bir
kişinin kafasına sert bir şekilde vurmadıysanız, raflarda öylece duran Kur’ân (daha
doğrusu mushaf) insanı çarpmaz yâni ona fizîkî bir zarar vermez. Fakat Kur’ân
“çarpıcı” bir Kitap’tır ve çarpması vardır. Kur’ân, kendisini hakkıyla okuyup
da yaşayanları olumlu anlamda; hakkıyla okuyup da yaşamayanları ise olumsuz
anlamda çarpar. Kur’ân kendisini hakkıyla okuyup da yaşamayanları olumsuz
anlamda çarpmıştır-çarpmaktadır ki biz bu yazıda Kur’ân’ın olumsuz anlamdaki
çarpmasından bahsedeceğiz. Kur’ân bu şekilde bir çoklarını çarpmıştır ve
çarpmaktadır. Peki Kur’ân kimleri çarpar?.
Kur’ân en başta, kendisine
takvâ ile yönelmeyeni saptırıp çarpar. Kur’ân takvâsını kaybetmiş ve şüpheye
düşmüş olanları da çarpar. Zîrâ Kur’ân kendisinin takvâsız okunmasını zinhar
kabûl etmez ve zâten Kur’ân kendisini takvâsız okuyanlara açmaz. Bu nedenle de
takvâsız okumalarda hak ve hakîkat ortaya çıkmaz. İşte bu yüzden modern
müslümanlar içinde “Kur’ân çarpmış” kişiler ortalığı doldurmuş durumdadır. Çünkü
Kur’ân’a takvâ ile yönelmeyenler şüphe ile yönelmişler demektir. Şüphe ile
Kur’ân’ın bir-arada olması düşünülemez. Şüphe ve güvensiz şekilde okunan
Kur’ân, insanı çok fenâ çarpar.
Kur’ân kendisini kâlplere,
zihinlere, vicdanlara, dört duvar içine, iki kapak arasına, târihe, modern
hayâta hapsedenleri; hayâtın her alanına hitâp etmek ve hayâtın her alanına hâkim
kılmak için okumayanları çarpar. Modern müslümanların hezeyanlarının nedeni, Kur’ân’ı
bu minvâlde okumamak ve tam-tersine, buna aykırı olacak türde okumalar yaparak
Kur’ân’ı hayattan uzaklaştırmış olmalarının sonucunda Kur’ân tarafından
çarpılmış olmalarıdır.
Kur’ân kendisini sâdece iç-âlemlerin
kitabı olarak okuyanları ve kendisini iç-âlemlere hapsedenleri çarpar. Bu
çarpmanın sonucunda zamanla Kur’ân hakkında onun demediği şeyler söylenmeye
başlanır. Tabi bunu yapanlar çoğalınca ortada bir-çok farklı ve aykırı yorum
dolaşır ve böylece bir karmaşa başlar. Bu karmaşa içinde insanların her biri
farklı ve aykırı sapık yollara sapar. Bu durum Kur’ân’ın çarpmasının bir
sonucudur.
Kur’ân, kendisini Peygamber’den
koparanı çok fenâ çarpar. “Sâdece Kur’ân”, “yalnızca Kur’ân”, “Kur’ân yeter”
diyerek Kur’ân’ı Peygamber’den, amel-eylemden, yâni hayattan koparıp
uzaklaştıranlar Kur’ân tarafında şiddetli bir şekilde çarpılır. Modern müslümanların
çarpıklığının nedeni budur. Peygamber’siz Kur’ân okuyucuları için Kur’ân “kitaplardan
bir kitap”a dönüşür. Böylece Kur’ân’a darbe yapılmaya, içi boşaltılmaya ve
tahrif ve tahrip edilmeye kalkışılmış olur ki Kur’ân böylelerini çarpar ve
çarpıtır.
Kur’ân ilk muhâtabı yok
sayılarak okunduğunda yâni Kur’ân’ın hayatla ilgisi olmadığı düşünülerek ve
söylenerek okunduğunda Kur’ân çarpar ve insanlar Kur’ân’dan nasiplenemezler.
Hattâ Kur’ân onları çarptığı için Kur’ân’ı çarpık gözle okuyanlar onu doğru
olarak anlayamazlar ve onun dediğinden daha farklı düşünmeye, konuşmaya ve davranmaya
başlarlar. Kur’ân’ın çarpması bu gibi sonuçlar verir. Böyle konuşan ve
davrananları görürseniz, onları Kur’ân’ın çarptığını anlayın.
Kur’ân’ı doğru olarak idrâk
edebilmek için onun “güzel örneklik” dediği Peygamber Sünnet’iyle birlikte
okumak şarttır. Kur’ân’ı bu şekilde okumayanlar ve de yaşamayanlar çarpılır.
Sonuçta da çarpık bir zihniyet ortaya çıkar.
Kur’ân’ı zihnin nesnesi yaparak
okumak Kur’ân tarafından çarpılmaya neden olur. Kur’ân hayattan uzaklaştırılarak
sâdece iç-âlemlere seslenen bir Kitap yapıldığında ve de kâlplere, vicdanlara
ve zihinlere hapsedildiğinde, Kur’ân bunu yapanları çarpmış olur.
Kur’ân kendi iç-dinamiğiyle
ve Sünnet örnekliğine göre değil de modernizm-merkezli okunduğunda ve de modern
dünyâya uydurulmaya çalışılıp modernizme argüman bulmak için okunduğunda adamı
öyle bir çarpar ki!.. Sonunda Kur’ân tarafından çarpılanlar Kur’ân’ı yetersiz,
târihsel ve en sonunda da gereksiz görerek âyetlerini inkâr etmeye başlarlar. Kur’ân
kişiyi çarptığında Kur’ân tarafından çarpılanlar Kur’ân’a îman etmekten
uzaklaşmış olurlar. Artık Kur’ân’ı “îman edilecek” bir Kitap olarak gör(e)mezler.
Kur’ân onları çarptığı için yollarını sapıtanlar Kur’ân’a değil de moderniteye,
şeytana, nefse ve tâğutlara uymayan başlarlar ve onların dediklerini
dinleştirmeye ve onların dedikleri gibi yaşamaya başlarlar. Bu bağlamda kendileri
gibi olmayanları da yoldan çıkmış sanırlar.
Kur’ân, kendisinin bâzı âyetlerini
kabûl edip, okuyup, sâdece bâzı âyetlerini konuşarak onu parçalayanları ve
bütünlüğü içinde okumayanları çarpar. Böylece baştaki âyetin de dediği gibi, bu
kişiler Dünyâ’da rezil oldukları gibi, âhirette de acı azâba uğrarlar.
Kur’ân, kendisini, modernizmin,
modern-bilimin, teknolojinin, lâik, seküler, demokratik, feminist, hümanist,
kapitâlist, liberâl ve emperyâl düşünceyle okuyanları çarpar ve böylece onlar
çarpılmış bir hâlde yaşamaya mahkûm olurlar. Kur’ân, kendisini modern-bilimin,
teknolojinin ve modern sapkın düşüncelerin nesnesi yapanları ve yada bunun için
çalışanları çok fenâ çarpmaktadır.
Kur’ân kendisini metninden ve
lafzından kopararak metne tam aykırı şekilde -sözde- bâtınî-tasavvûfî yorumlara
boğanları fenâ hâlde çarpar ve çarpmıştır. Artık Kur’ân başka şeyler söylerken,
onlar bambaşka şeyler söylemeye başlarlar. Kur’ân bâtınîleri, tasavvufçuları ve
Sünnet örnekliğini yok sayan modernistleri çarpar, çarpmıştır.
Kur’ân; Kur’ân’a ve Sünnet’e
rağmen hizipleşenleri, mezheplerini, târikatlarını, cemaatlerini
dinleştirenleri, bâtınîleri, tasavvufçuları, kendisini siyâsete “âlet”
edenleri, kendisi üzerinden geçinenleri, târihselcileri ve modernistleri yâni
Kur’ân ve Sünnet örnekliği hâricindeki tüm akımları çarpar-çarpmıştır-çarpmaktadır.
Kur’ân; Kur’ân’a, Sünnet’e,
akla-mantığa ve sağ-duyuya apaçık şekilde aykırı olan, uydurma hadis, rivâyet,
hurâfe ve sözleri dinleştirenleri çarpar-çarpmıştır. Bu çarpılmayı onların
sözlerinden ve davranışlarından anlayabilirsiniz.
Kur’ân aklını
kullanmayanları çarpar ve pislik (rics) içinde bırakır. Fakat Kur’ân, aklı ve
mantığı vahiy-merkezli değil de şeytan, nefs ve tâğut-merkezli kullananları da
çarpar ve saptırır. Aklını vahiy ile yönetmeyen ve yönlendirmeyenler aklını
ilahlaştırmaya başlarlar ki modern insanın ve de “müslümanım” diyenlerin
çarpılmışlığının bir sebebi de budur.
Kur’ân kendisini dinlediği, dinlediklerini
iç-âlemi kabûl ettiği hâlde nefsi kabûl etmediği için Kur’ân’a “eskilerin masalları”
diyenleri çarpar. Kur’ân kendisini uydurma bir metin, “Muhammed’in yazdığı bir kitap”
olarak görenleri çarpar. Bu çarpılmışlıkla Kur’ân’ın Allah sözü değil de Peygamber’in
kendi psikolojisine göre söylediği sözler olarak görenleri çarpar. Bu
çarpılmışlık, Allah’ın böyle kimselerin yüzlerinden nûru almasıyla belli olur.
Kur’ân, kendisini onca yıl
boyunca okumuş, araştırmış ve yazmış olmalarına rağmen yine de şeytanın, nefsin
ve tâğutların etkisiyle yalanlayanları, hafifletenleri ve çarpıtanları çok fenâ
çarpar. Böylece Allah onları içten-içe Kur’ân düşmanı yapar ve sapık yollara
kaydırır.
Kur’ân “çarpıcı” bir
kitaptır. Kur’ân bu çarpıcılığına rağmen kendisini önemsiz ve ilkel bir kitap
gibi görenleri çarpar.
Tüm bu çarpmalar süreç
içinde ve zihinlerin, beyinlerin ve kâlplerin çarpılması şeklinde olur. Şüphe
ile başlayan ama daha da önemlisi, sürekli okunmasına rağmen uygulanamayan Kur’ân
yanlış idrâk edilmeye başlanır. Bu yanlışlık zamanla büyür ve sapma kaçınılmaz
olur. Sonuçta da Allah böyle kimseleri vahyinden uzaklaştırır. Bu uzaklaşma onları
yeni sapık yollara yöneltir ve hem Dünyâ’da hem de âhirette rezil olmalarıyla
sonuçlanan bir yola sokar. Kur’ân’ın çarpması böyle olur.
Kur’ân hayâtın her alanına
hâkim kılınması gereken bir Kitap’tır. Önce iç-âlemlerin arınması ve aydınlatılması,
sonra da dış-âlemin arındırılması ve aydınlatılması için indirilmiş bir Kitap’tır.
Kur’ân’ı bu bilinçle okumayanlar Kur’ân’ın çarpmasına uğrarlar-uğruyorlar.
Kur’ân kendisini hakkıyla
okuyup idrâk edip de hayatlarının her alanına yansıtmayanları zaman içinde
çarparak kendisinden uzaklaştırır. Zîrâ Kur’ân sâdece dönüp-dönüp okunacak bir
Kitap değil, dönüp-dönüp okunduktan sonra, dönüp-dönüp yaşanıp uygulanması
gereken de bir Kitap’tır. Hem de hayâtın her alanında.
Şu da var ki, Kur’ân takvâlı
olup da sorumluluğunu bilen, kendisine ciddî, samîmi, gayretli ve adanmış
olarak sarılanları da olumlu anlamda çarpar. Böylece Kur’ân’ın çarpıcılığını
sürekli hissedenler, tüm hayatlarını hiç şüphe duymadan Kur’ân’a göre yaşamaya
başlarlar ve bu yaşam-tarzından hiç tâviz vermezler ve vazgeçmezler.
Kur’ân Allah’ın sözüdür.
Kur’ân’ın çarpması, “Allah’ın sözünün hakkıyla okunmaması ve hayâta döndürülüp
yaşanmamasından dolayı -sünnetullahın gereği olarak- kâlplerin, zihinlerin,
düşüncelerin, söylemlerin ve davranışların çarpıklaşması” demektir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2021