“Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse, işte onlar
Allah’ın kendilerine nîmet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar),
şehidler ve sâlihlerle berâberdir. Ne iyi arkadaştır onlar?” (Mâide 69).
Dost: “Sevilen ve güvenilen yakın arkadaş, sıkı-fıkı görüşülen kimse,
gönüldeş. Aralarında iyi ilişki bulunan, iyi geçinen”.
Arkadaş: “Birbirini yakından tanıyan ve birbirine karşı sevgi, dostluk ve
anlayış gösterenlerden her biri. Bir işte birlikte bulunanlardan her biri. (İş
arkadaşı, yol arkadaşı gibi).
Farsçada
arkadaş yerine kullanılan, karşılıklı özdeşleşimi anlatan “dost” teriminin “du
estdan” (ikidir) geldiği, bunun da arkadaşların “özde bir, gerçeklikte ve
tanıtmada iki” demek olduğu söylenir.
Arkadaşlık ömür-boyu da
sürebilir ama genelde geçici olur. Biraz zorunlu bir birlikteliktir arkadaşlık.
Meselâ okul arkadaşı, askerlik arkadaşı, iş arkadaşı, hac arkadaşı, yol
arkadaşı vs. Bunlar arasındaki olan arkadaşlık dostluğa da dönebilir. Fakat
arkadaşlık genelde “geçici süreyle bir-arada olmak”la ilgilidir. Dostluk ise,
arkadaşlıktan farklıdır. Çünkü iki kişi arasındaki yakınlık arkadaşlığa göre
daha farklıdır ve sıkıdır. O yüzden dostluk, bir ömür-boyu sürer ve mezara
kadar gider. Ömür-boyu sürmezse, en azından bir taraf gerçek anlamda dost
değildir ve o kişi dostluk anlamında yakınlaşmak da istemiyor demektir. O zaman
da o kişinin dostunuz değil arkadaşınız olduğunu anlarsınız.
Dostunuz, ihtiyaç
duyduğunuzda size ses veren ve “buradayım” diyendir. “Zaman öldürmek” için
aradığınız kişi dostunuz değildir. Dost dediğiniz öyle yüzlerce sayıda kişi olmaz,
sayısı yüzlere varanlar “dost” değil, “tanıdık”tırlar. Dost dediğiniz üç-beş
kişi olur en fazla. Her önüne gelene “dostum” demek kadar samîmiyetsizce bir
söz olamaz. “Yakın dost” tâbiri yanlıştır. Zîrâ dost zâten yakın ve yakınında
olandır. Çok yakın değilse, o kişi “arkadaş” yada “bi tanıdık”tır.
Bir insanın gerçekten
dostunuz olup-olmadığını öğrenmek istiyorsanız, onun size bir “sır”
verip-vermediğine bakın. Dostluktan korkanlar sırlarını veremezler. Çünkü
böyleleri sizi dost gör(e)medikleri için sizin de onu dost olarak göremediğinizi
zanneder ve bu yüzden güvenemez. Zâten böyle şüpheci kişiler dost olmaktan da
korkarlar. Eğer “dostum” dediğiniz bir insanın güvenilir olup-olmadığını
anlamak istiyorsanız, verdiğiniz bir sırrı tutup-tutmadığına bakın. İşte sırrı
tutanlar gerçek dostturlar. Bir de dostlar birbirini eleştirebilir ve bundan dolayı
sıkıntıya girmezler. Nice arkadaşlıklar ve tanışlıklar ise küçük bir eleştiri
nedeniyle bitmekte, kopmalar ve küslükler oluşmaktadır. Dostlar birbirlerinin
doğrularını-yanlışlarını birbirlerine söylemekten çekinmezler ve bunu “iyiyi ve
doğruyu bulma” anlamında yaparlar. Dost olmayanlar eleştiriye aslâ izin vermezler.
Bu nedenle eleştiri de bir “dostluk-arkadaşlık ölçüsü”dür.
Arkadaşlarınızın, arkanızı
kolladığı da olur. Fakat onlarla, dostlarınız gibi her zaman gönülden-gönüle
bir irtibâtınız olmaz. İnsanın her durumda güveneceği ve çekinmeden
arayabileceği biri varsa, işte o sizin dostunuzdur. Dostluklara Allah da şâhittir.
O yüzden dostlar arasında gönülden-gönüle bir yol olur.
Tasavvuf ve târikatlarda “Allah
ile dostluk” diye bir şey vardır. Tüm tasavvuf ve târikat önderleri Allah’ın
dostudur(!). Fakat bu kişiler insanlarla dost ve hattâ arkadaş olamazlar.
Şeyhlerle dost ve arkadaş olunamaz. Çünkü onlar kendilerini “ulaşılamaz”
görürler. Bu yüzden de hep sizden beklerler. Onlar her-şeye hâkim olduklarını
söylemelerine rağmen bir yaraya merhem oldukları görülmez. Oysa Peygamber sahabeleri
onun arkadaş ve dostlarıydı. Aslında bir-çok sahabe ona arkadaştan öte dosttu
ve bu nedenle o’na güvenerek ve her-şeyden vazgeçerek mallarını ve canlarını
ortaya koyabildiler. Çünkü Peygamber’e güveniyorlardı ve Peygamber “sâdece
Allah var ve ben O’nun resûlüyüm” dediği zaman, Mekke’de Peygamberimiz’i
tanıyanların çoğu ona güvenmedi ama dostları güvendi. Çünkü dostlar birbirini
iyi tanır. “Hz. Muhammed’ten daha iyi dost mu olur” diyenler onun sözlerine
hemen inandılar. Dostlar birbirlerinin konuşma ve eylemlerinden dolayı şok
yaşamazlar ve gocunmazlar. Zîrâ birbirlerinin kötülüğünü istemediğini bilirler.
O yüzden Ebu Bekir, “o söylüyorsa doğrudur” demiştir. Hiç sorgulamamıştır bile.
Çünkü dostlar birbirlerine her konuda güvenir. Oysa “tanıdık”lara belli olmaz.
Yarı yolda bırakıverirler adamı.
Modernite bir “dost
düşmanlığı” uygarlığıdır. O insanlar arasındaki dostluğu “tanıdıklığa” indirger
ama buna rağmen herkese “dostum” diye hitâp eder. Modernite bireyciliği
dinleştirdiği için öyle dost hattâ arkadaşlık olsun istemez. Çünkü dostlar ve
de iyi arkadaşlar birbirlerini uyarırlar ve koruyup kollarlar. Yoksa siyâsiler
gibi, arkasından kuyusunu kazdıklarına “dostum” demezler. Böyle tür sözler siyâsî
lîderlerde görülür ki daha çok uluslar-arası lîderler birbirlerine “dostum” diye
seslenirler. Oysa çıkarlarından başkasını düşünmezler ve “dostum” dediği kişilerin
kuyusunu kazmaktan ve onu arkadan vurmaktan çekinmezler. O yüzden seküler
siyâsette dost falan olunmaz.
Bir Roma atasözünde; “büyük
kent, büyük yalnızlıktır” denir. Zîrâ kentler dostlukların yerine “gelip-geçici
tanışıklıklar”ın yaşandığı yerlerdir. O kadim şehirlerdeki dostluklar yoktur
oralarda. Francis Bacon, Denemeler’inde dostluk hakkında şunları söyler:
“Yalnızlıktan hoşlanan kişi ya vahşî
bir hayvandır yada Tanrı.. İçini dökecek arkadaşı olmayan kişi, kendi yüreğini
kemiren bir yamyamdır.. Dosta söylenen sevinç iki kat olur, acı ise yarıya
iner, çünkü bir sevinci paylaşmakla daha çok sevinç duymayacak, bir acıyı
paylaşmakla acısı hafiflemeyecek kimse yoktur.. Dünyâ’da candan dostluk pek
seyrektir. Aristoteles Ethika Nikomakheia’da gerçek dostluğun ancak,
‘durumlarıyla yaşayışları birbirine denk kişiler arasında kurulabilecek bir
şey’ olduğunu söyler”.
Modern mîmâri ve kent şeklindeki
ortamlarda insanlar birbirleriyle dost olamadıkları gibi kopup ayrılıyorlar. Apartman
mîmârisi, “mahâlle arkadaşlığı”nı bitirdi. Yeni nesil, “mahalle arkadaşlığı”nı
bilmiyor. O yüzden de apartman mîmârisinde kimse kimseye güvenemez. Çıkarcı
olur insanlar. Kapısını kapatanlar, diğerlerini düşünmez ve umursamazlar bile.
Bir şey olsa ve bir ses gelse, pencerenin kenarından bakmakla yetinirler. Çünkü
dost değildirler ve olamazlar. Oysa eski mahâlle düzeninde herkes birbirinden
mecbûren sorumlu oluyordu. O yüzden de birbirlerine karşı bir saygı ve
sevgileri vardır. Birbirlerine güvenebiliyorlardı.
Dostluk bir nîmettir. “Dost demek, iki bedende bir
rûh demektir.” Ama dostluk, çok değil, az dost gerektirir. “Çok dostu olanın
hiç dostu yok” demektir; “herkesin dostu” olmak ise dostluk değildir.
“Dostunu, bir gün düşmanın
olacakmış gibi sev, düşmanını ise bir gün dostun olacakmış gibi gör” denir.
Oysa bu söz arkadaşlık için söylenebilse de dostluk için söylenemez. Sâdece arkadaşlık
ve tanıdık için söylenebilir. Çünkü dostlar birbirlerini “âhiretlik” olarak
görürler.
Dostların yediği-içtiği ayrı gitmez. Fakat insan “sâdece
Allah ile” arasında mesâfe bırakmamalıdır. İnsanlar arasında ise küçük bir mesâfe
olmalıdır ki bu mesâfe zâten saygı ve sevgiyi korur. O yüzden sıkı-fıkılık aşırıya
kaçmak anlamında değildir. Çünkü bâzen bayıltırcasına bir yakınlık olmakta ve
sıkıntı oluşturmaktadır. Voltaire, artık rahatsızlık derecesinde olan dost ziyâretlerinden
bıkınca: “Tanrı beni dostlarımdan korusun, düşmanlarımın çâresine ben bakarım”
demişti.
Dostlar her konuda ve her zaman
anlaşamayabilirler. Fakat fedâkârlık konusunda birbirleriyle aynı olanlar
dostturlar. Allah rahmet eylesin, Edebiyat öğretmeni bir âğabeyim vardı.
Okuyan-yazan biri. Aslında kendisiyle bir-çok konuda anlaşamıyorduk. Fakat bizi
birbirimize bağlayan şey, ikimizin de Kur’ân-merkezli okumalar yapmasından
başka, aslında ikimizin de fedâkâr insanlar olmamızdı. Fedâkâr olamayanlar
birbirleriyle dost olamazlar. Birbirimize söz verdiğimizde onu mutlakâ yerine
getirirdik. Çünkü ikimiz de böyle bir yaratılıştaydık. Bu âğabeyimle her hafta
dükkanda bir-araya gelip sohbet-muhabbet-ders yapıyorduk. Yine bir buluşma
günümüzde onu telefonla aradım ve Bilim ve Teknik dergisinin o ayki sayısı geldiyse,
okumak için getirmesini istedim. Zâten her ay ilk önce ben okuyordum. Dergiye
aboneydi. “Tamam getireyim, ben de zâten getirecektim” dedi. Bir-kaç saat sonra
yanıma geldi ve “dergiyi getirdin mi” deyince, birden “eyvâh!, unuttum” dedi.
Aslında unutkan biri değildi ama bu sefer unutmuştu. Kendisine çok kızdı.
Getirmek için kapının yanına koymasına rağmen unutmuştu. “Tamam âğabey, diğer
hafta getirirsin boş ver” dedim ama unuttuğu için çok sıkıldı. Ertesi gün çok
şiddetli bir yağmur yağıyordu. Yağmuru seyretmek için dışarıya çıkıp dükkanın
önüne oturdum. Sokakta kimse yoktu. Birden yan sokaktan biri çıktı, benim olduğum
tarafa doğru geliyordu. “Yağmura yakalanmış” diye içimden geçirdim. Elinde
şemsiye vardı ama yine de yağmurun şiddetinden dolayı her tarafı ıslanmıştı.
Yakınlaşınca bir baktım, dostum olarak gördüğüm dünkü âğabeyimmiş. Ayakları ve paçaları
ıslanmıştı. İçeriye geçtik ve sobada üstünü kuruttuk. Dedi ki, “dün dergiyi
unuttuğum için bugün getirdim”. Âğabey niye bu yağmurda çıktın” demedim. Çünkü
ben de aynısını yapardım. Zâten bu yağmurda çıktığına pişman değildi. Çayı
demledik ve kısa bir sohbet yaptık. Allah rahmet eylesin, kendisi vefât
ettiğinde, onun öldüğüne üzüldüğümden daha çok, “ben şimdi kiminle sohbet
edeceğim” diye üzülmüştüm.
İşte dostluk böyle fedâkârlıklar
gerektirir. Eğer dostunuz için fedâkârlığa katlanamıyor ve sıkıntılara giremiyorsanız
onunla “dost” değilsinizdir. Zâten hayat sizi böyle imtihan eder ve dost
olamayanların ilişkisi pasifliğe iner. 15 yıl boyunca kendisine her gün duâ
ettiğim ve dost olarak gördüğüm bir kişi, samîmiyetimi kaldıramadı,
dostluğumdan korktu ve rahatsız oldu ve benimle dost ol(a)madı. Sonra da
arkadaşlığımız pasifleşti. Gerçi çok iyilikleri de oldu ama artık dost değil, arkadaşız.
Bireyleşmiş olanlar dost olamıyorlar,
kardeşlik konusundan korkuyorlar. Kardeşlik “karşılıksızlık” demektir. Modern
insana karşılıksız bir şey yapmak çok mantıksız geliyor ve bir bardak su vermek
bile aslında zorlarına gidiyor ve kendilerini “kullanılmış” hissediyorlar. Karşılıksız
ve emek isteyen bir şey yapmayı istemiyorlar ve bu onlara çok zor geliyor. Çünkü
dost değiller ve kendilerini öyle görmüyorlar. Bu nedenle de ancak kendi
nefislerinin tatmini ve hazzı peşindeler. O hazzı kısıtlayan yada engelleyen
her-şeyden nefret ediyorlar. Dostluk ise hazzı ve keyfi îcâbında engeller. Çünkü
öyle kuru-kuruya dostluk olmaz. Dostlar hem iyi hem de kötü gün dostudurlar.
Dost olamayanlar aslında pek de insan sevmezler, çünkü insan “sorumluluk”
anlamına gelir. Bu yüzden dost olamayanlar insanı bir “yük” olarak görüyorlar.
Modern insanın ve gençlerin en
iyi dostu(!), “Google” ve sosyâl medyadır. İnsan ne kadar dostsuzsa, internette
o kadar çok arkadaşı olur. Bu arkadaşlık “karaktersiz bir arkadaşlık” türüdür.
Facebook karaktersizliğin pazarıdır. Facebook’taki tanışıklık “arkadaşlık” şeklindedir,
dostluk şeklinde değildir ve çok az istisnâsı vardır. Zaten Facebook da dost
değil arkadaş kelimesini kullanır. Facebook ve diğer sosyâl alanlardaki
“arkadaş” denilenler, en küçük bir sıkıntıda arkadaşlarını siliverirler. Oysa dostlar
ve dostluklar silinmez.
Dost olamayanlar mutlu
değildirler, olamazlar. Çünkü mutluluk “paylaşmak”tadır. Dost olmayanlar paylaşmada
sorun yaşarlar?. Hiç-bir şeylerini paylaşamayanlarda bir mutsuzluk ifâdesi oluşur.
Çünkü dostları yoktur ki bir konuşup da içleri serinlesin ve ferahlasın. Kimseyi
“dost” edinemeyenler, psikologların “kanki”leri olurlar.
İslâm’da psikolog yoktur.
Müslümanlar psikoloğa ihtiyaç da duymaz. Bir fizîkî nedenden dolayı oluşan
sorun için psikiyatriste ihtiyaç duyulabilir ama psikoloğa ihtiyaç yoktur. Bir
insan hem “müslüman” olacak, hem de psikoloğa ihtiyaç duyacak; bu olacak iş
değildir. Bir insan hem namaz kılacak, hem oruç tutacak yâni Allah’a
güvenecek; hem de psikolog-psikolog gezecek; böyle bir şey düşünülemez.
Müslümanlar birbirlerinin psikologlarıdır zâten. Çünkü birbirlerinin dostu ve
kardeşleridirler. Ayrıca “kâlplerin şifâsı” olan Kur’ân, psikolojik olarak insanları
çok rahatlattığından dolayı psikolog desteğine ihtiyaç duyurmaz. Açıkçası mü’minler,
psikoloğa, yaşam koçuna, kişisel gelişim uzmanına ihtiyaç duyan birini; korkak,
pısırık, uyuşuk, düzensiz, öz-güvensiz, bâzı şeylere aşırı tutku duyan ve genel
bir söz ile söylersek, “Allah’a karşı îman-güven problemi yaşayan biri” ve
dostluğu bilmeyen ve sevmeyen bir kişi olarak olarak görürler. Ayrıca
psikologların, kişisel gelişimcilerin ve yaşam koçlarının yaptıkları
telkin-nasihat vs. sonunda aldıkları parayı haram kabûl ederler. Çünkü İslâm’a
göre nasihat etmek, akıl vermek, iyi dilekte bulunmak zâten bir müslümanın
İslâmî ve insânî vazîfesidir.
“Arkadaş” ile “dost”
arasında farklar vardır. “Arkadaş ‘sallama çay’, dost ise ‘demleme çay’ gibidir”
derler. Çünkü dostlar birbirlerini geçiştirip sallayamazlar. Arkadaş “iyi gün
dostu”dur. Dost ise iyi ve kötü günde hep senin yanındadır. Arkadaşlıklar da
güzel olabilir ama dostluğa paha biçilemez. Dost, dostluk bilincine sâhip olanlar
arasında olur. Eğer böyle kişiler yoksa Aşık Veysel gibi dostunuz “kara toprak”
olur. “Dost dost diye nicesine sarıldım, hepsi de arkamdan vurdu” demeye
getirir ve “benim sâdık yârim kara topraktır” der.
İnsanların tıyneti ve değeri büyük ölçüde zor
zamanlarda belli oluyor. Dostluğu ve arkadaşlığı sıkıntılı zamanlarda
anlaşılıyor. Onun için atalarımız dostları “iyi gün” ve “kara gün” dostları
olarak ayırmıştır. Fakat şu da var ki “dost” dediğin zaman “iyi-kötü tüm
günlerde yanında olan kişi” anlaşılşmalıdır.
“Dostluk başka alış-veriş
başka”, “para dosttan kazanılır” gibi sözler herkesçe bilinir. Bunlar hep kapitâlist-yahudi sözleridir. Aslında
“zarar dosttan yapılır”. “Para dosttan kazanılır” sözü kapitâlist bir sözdür. Zîrâ
“dost”lar arasında paranın lafı olmaz. Dost demek, kişilerin birbirlerine
maddî-mânevî “bereket” olması demektir.
Dostların
birbirlerine karışma hakları vardır. Birbirlerini uyarmak ve icâbında
eleştirmek zorundadırlar. Zâten bu tüm mü’minler için geçerlidir. Fakat “sâdece
arkadaş” olanlar böyle bir şeye izin vermez, bu durum “dost” olanlara has bir
şeydir. Bu nedenle iki dost arasında kullanılabilecek olan “bana ne” ve “sana
ne” lafı, dostluğun bitmesi demektir. Zîrâ dostlar arasında “bana ne” ve “sana
ne” sözleri geçersizdir.
Üzerinden
1.400 yıl geçmesine rağmen en iyi dost olarak Peygamberimiz’i bilmek ne güzel
olur. Çünkü o bize “en güzel örnek”tir. Onunla dost olmak, o’nun örnekliğini
izlemekle olur. Onunla dost ol(a)mayanlar ileride pişmân olurlar:
“O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle)
der: Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım. Vah yazıklar bana, ne
olurdu da filanı dost edinmeseydim. Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra
beni zikirden (Kur’ân’dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı ‘yapayalnız ve
yardımsız’ bırakandır” (Furkân 27-29).
Allah’ı,
peygamberleri, vahyi ve gaybı inkâr edenler, cehennemin dostu olurlar:
“İnkâr edenler ve
âyetlerimizi yalanlayanlar; işte onlar, çılgın ateşin arkadaşlarıdırlar” (Mâide 86).
Hiç-bir zaman dost edinmememiz
gereken biri varsa o da “şeytan”dır. Zîrâ o bizim ebedî düşmanımızıdır:
“Onları
-ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim.
Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (velî) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir
hüsrâna uğramıştır” (Nîsâ 119).
En
yüce ve sağlam dostluk ise, “îman kardeşliği” şeklindeki dostluktur. Peygamber
ve sahabenin dostlukları “îman kardeşliği” ile pekişmişti ve artık onlar
dostlarını kendileri gibi görüyorlardı. Ensar’ın yaptığı cömertliğin Dünyâ’da bir
örneği daha yoktur. Mü’minler dost canlısı insanlardır. Zîrâ İslâm, Kur’ân ve
Peygamber onlara dostluğu ve kardeşliği öğretir ve uygulamalı olarak gösterir.
Zâten dostluk mutlakâ kardeşliğe dönüşür. Arkadaşlık ise dostluğa dönemeyince
pasifleşir ve “tanıdık”lığa indirgenir.
“Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse, işte onlar
Allah’ın kendilerine nîmet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar),
şehidler ve sâlihlerle berâberdir. Ne iyi arkadaş ve dosttur onlar?” (Nîsâ 69).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder