8 Mart 2023 Çarşamba

Denize Gitmek


“Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve onun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre âmâde kılandır. Irmakları da sizin için emre âmâde kılandır” (İbrâhim 32).

 

Âyette Allah denizden bahsederken, “ürünlerinden faydalanmak ve gemi ile üzerinde yolculuk etmekten” bahseder. İnsanların yüzmek için denize gitmesinden ve girmesinden bahsetmez ve meselâ; “serinlemek için denizde yüzersiniz” gibi bir ifâde kullanmaz. Çünkü insanın buna ihtiyâcı yoktur ve insanın denize girmesi aslında yapısına uygun da değildir.

 

Deniz, rakımın en düşük olduğu yerdir. Denizler yeryüzünün “göğe en uzak” noktalardır. Lût Gölü denizden 400 metre düşüktür. Lût Gölü’nün olduğu yerde eskiden 6 tâne şehir vardı. Bunların yaşadıkları yerler yaptıklarının bir cezâsı olarak suya-denize çevrildi. Allah onları suyla cezâlandırdı. Suyla cezâlandırınca orası yaşanmaz bir yer oldu. Zîrâ insan suda-denizde yaşayamaz. Hz. Nûh zamânında tüm dünyâ bir gemicik dışında yaşanamayacak yer hâline geldi. Bir gemicik hâricinde su dışında yaşabilen bir canlı kalmadı. Ne zamanki sular çekildi ve kara ve kuru yerler ortaya çıktı, insanlar da gemiden indi. Çünkü insanlar ancak karada yaşayabilirler, denizde değil. Bu nedenle insanlar denize-suya değil, karaya ulaşmaya çalışırlar. Zâten içmek için bile suyu denizden değil de dağlardan doldururlar. Çünkü denizin suyu bile içilmez. Dağlarda ise tertemiz, şifâlı ve lezzetli sular vardır.

 

Denize yaklaşıldıkça takvâ azalır ve dindarlıkta azalma olur. Zîrâ denizde sâbitlik ve sâbite yoktur. Nedeni tartışılabilir ama dinden kopuşlar genelde denize yakın yerlerde başlar ve yayılır. Hz. Mûsâ, kavminin deniz kenarına gelip de yol bittiğinde azalan îmanlarını, denizi yarıp kuru bir yer açmakla yükseltmiştir. Hz. Mûsâ, değneğini denize vurdu ve deniz yarılıp kupkuru oldu ve insanlar oradan karşıya selâmetle geçtiler de, peki neden değneğini denize vurunca bir mûcize ile denizin yapısı değişip de üzerinde yürüyerek yada denizde yüzerek karşıya geçmediler?. Çünkü yürünecek yer deniz değil, karadır.

 

Denize yaklaşıldıkça îmanlarda azalma olur ve bu azalma ilk başta çıplaklık olarak kendini gösterir. Denize yaklaştıkça çıplaklaşma başlar ve artar. Kentlerde-köylerde normâl günde giyimine-kuşamına dikkat eden kadınlar-kızlar, denize gittiğinde açılıp-saçılmaya başlarlar. Çünkü denize gitmek, soyunmayı ve çıplaklaşmayı yanında getirir.

 

Denize gitmek, girmek ve bunu olmazsa-olmaz olarak görmek, zihniyeti deniz-merkezli olanlar için vazgeçilmez bir âyindir. “Kıyı zihniyeti”ne sâhip olanların tüm düşünceleri ve davranışları deniz-kökenlidir, deniz-merkezlidir. Bu da “denize tapmak” olarak açığa çıkar. Denize tapmamın âyini ise, onun yanında-yakınında olmak, içine girmek yada onu dışından onu izlemek gibi şeylerdir.

 

Denize gitmek, batı zihniyetiyle ve Modernizm ile başlamıştır ve yayılmıştır. Bu yüzden modernler denize gitmeyi çok severler ve hattâ denize gidememe korkusu ve fobisi vardır modern insanlarda. Deniz, kendisine yakın olanları kendine daha fazla çeker. Denizden uzaklaşıldıkça denize gitmek ve girmek düşüncesi ve eylemi azalır. Meselâ kıyı bölgelere yakın yaşayanlarda denize gitmek ve girmek düşüncesi, isteği ve eylemi çok fazla iken; orta, doğru ve güney-doğu Anadolu bölgelerinde yaşayanlar için bu oran yüksek değildir. Yine meselâ denize kıyısı olmayan ülke insanlarının denize gitmek ve girmek düşüncesi, isteği ve eylemi pek yoktur. Meselâ Moğolistan’da denize gitmek değil, ata binmek ve “yeşil deniz” diyebileceğimiz kırlarda at koşturmak daha yaygındır. Bundan dolayı denize gitmek ve girmek, denize yakın olmak ve ona alışmakla ilgilidir. İnsan alıştığı şeyin her zaman var olduğunu zanneder. Oysa kitleler hâlinde denize gitmek modern bir eylemdir. Deniz turizmi de modernite ile başlamış ve yayılmış bir alışkanlıktır.      

 

Kitleler hâlinde denize gitmek-girmek düşüncesi ve isteği modern bir şeydir. Daha önce insanlar -eğer balıkçı değillerse yada deniz kenarında bir yerleşim yerinde yaşamıyorlarsa- yaz aylarında denize gitmek ve girmek diye bir şey düşünmezlerdi. Hiç kimse denize girmek için uzun bir yolculuk yapmaz, ona uygun kıyâfetler hazırlamaz, kendini ince göstermek için zayıflama uğruna bir yerlerini yırtmazlardı. Hattâ eskiden geçim-şeklinden dolayı denizin kıyısında oturanlar bile denize değil de yaylaya çıkarlardı ve bu onlar için zorunluydu. Bunu şu-anda da sürdürenler var. Hele Türklerde denize gitmek-girmek diye bir şey yoktur ve onlar çok fazla piknik yaparlar. Türkler özellikle Cumhuriyetten sonra ve batı zihniyeti ile tanıştıktan sonra denize alışmışlardır.

 

Denize gitmek düşüncesi modern-kapitâlist bir düşünce, proje ve alışkanlıktan başka bir şey değildir. Turizm ile yaygınlaşmış ve çıplaklaşma isteği bunun üstüne mum dikmiştir. Zîrâ denize gidince çıplaklaşma seküler insanlar nezdinde meşrûlaşır.

 

Denize gitmek belli bir ekonomiyi de gerektirir. Asgarî ücretliler ve emekliler, eğer denize çok yakın bir yerlerde ikâmet etmiyorlarsa, -bırakın denize gitmeyi- hayatlarında belki de denizi hiç göremiyorlar bile. Zâten durum öyle bir hâl almıştır ki, insanların statükoları bile, gittikleri deniz kıyısının zenginliği ve özellikleri ile ölçülmektedir.

 

Avrupa, zenginliğini ve uygarlığını denize-denizciliğe borçludur. O yüzden denize tapmaktadırlar. Turizm onlar için tâtilden başka aynı-zamanda bir ibâdettir de. 1960’lı yıllardan îtibâren uçak kitlesel ulaşım aracı olmuş ve bununla birlikte de turizm diye bir sektör ortaya çıkmıştır. Bu da denize gitmeyi çoğalmış ve yaygınlaştırmıştır. Artık insanlar “tâtil” deyince mutlakâ denize gitmeyi ve denize girmeyi anlamaktadırlar.

 

Batı uygarlığının kökeni Greko-Romendir, yâni Yunan ve Roma’ya dayanır. Fakat Yunan ve Roma da uygarlığını Mısır, Fenike ve Akdeniz’den almıştır. Bu uygarlık Yunan ve Roma’da yorumlanarak değiştirilmiştir. Zâten modern batı uygarlığı da Greko-Romen uygarlığın yeniden yorumlanmasının bir sonucudur. O-hâlde modern uygarlık, Mısır, Fenike ve Akdeniz uygarlığının “yorumunun yorumu”dur. Modernite orijinâl değil, “suyunun suyu” bir deniz uygarlığıdır ki başlangıcı deniz-aşırı Amerika’yı sömürmek ve yerlileri katletmekle ve de Afrika’yı yâni denizi dolaşıp ümit burnundan yeni yollar kullanmakla başlamıştır. Tabi bu-arada hem Afrikalıları hem de uzak-doğulu insanları sömürmüş, köleleştirmiş ve öldürmüştür. Tüm bunları denizi kullanarak gerçekleştirmiştir. Bu nedenle deniz, batı’nın velînîmetidir.

 

Amfibiler vardır, hem denizde hem de karada yaşarlar. Çünkü hem denizde hem de karada solunum yapabilirler ve oksijen alabilirler. Fakat amfibi olamayan deniz canlıları bunu yapamazlar ve bu nedenle de sudan çıkamazlar. Bu yüzden deniz canlılarının karaya çıktıkları görülmemiştir. Zîrâ çıktıklarında kısa-zamanda ölürler. Aynı-şekilde; insan da kara canlısıdır ve bir âlet kullanmadıkça denizde yaşayamaz. Bu nedenle gemi ile olmadıktan başka denize girme isteği doğal değildir ve tehlikelidir. Nasıl ki uçak, helikopter, balon vs. gibi araçlar olmadıkça havada uçmaya çalışmıyorsak, bir araçla olmadıktan sonra denize girme isteği de normâl ve doğal olmaz.

 

Denize gidip-girip de bir zarar görmeden dönen olmaz. Ya ayağını bir şey keser, ya bir şey batar, ya deniz anası saldırısına uğrar ve yanmalar ve lekelenmeler olur, ya “eyyâm-u bahur” denilen aşırı sıcak nedeniyle sıcak ve rüzgâr çarpması ile saçlardan ayaklara kadar vücutta lekelenmeler olur, ya sıcak geçer, ya Güneş çarpması olur, ya kulaklara su kaçar, ya gözler aşırı tuzdan kızarır, ya cilt yanıkları olur, ya balık saldırısına uğranılır, ya yüzünüz-gözünüz şişer, ya kas-eklem sorunları ortaya çıkar, ya balıklama atlarken boyun kırılmaları ve felçler yaşlanır, yada mâzallah, boğulma vakâları olur da insanlar gözyaşları dökerler ki niceleri denizde boğulmuştur. Balık ve deniz canlılarının saldırılarını söylemiyoruz bile. Denize gidince ve girince vücûdunuzun bir yerinde de olsa yara-bere ve kesik-çizik olmaması mümkün değildir.

 

Deniz tehlikelidir. İnsanı kendine-kendine çeker. İlginçtir, meselâ 1.30 metre derinlikte de yüzülebileceği hâlde insanlar boyunu aşan yerlerde yüzmek isterler. Bu istek nerden gelir?. Çünkü denizde bir sınırsızlık vardır, bu sınırsızlık insanları çeker, insanlar sınırsız olmak istedikleri için bu sınırsızlığa kapılırlar. Şeytan, Âdem ve Havvâ’yı bu şekilde kandırmış ve ayartmıştı. Oysa ayaklar yere değmeden yüzebilenler için bir buçuk metre derinlikte yüzmek ile on metre derinlikte yüzmek arasında fark yoktur. Deniz içine almak ister ve insanı kendine çeker. Boğmadan da bırakmaz. Zâten boğulmalar da boyu aşan yerlerde olur.

 

Denizin kenarına oturup çekirdek çitlemek, ayakları denize sokmak ve deniz manzarası seyretmek iyidir, güzeldir. İnsanı dinlendirir ve güzel düşüncelere daldırır. Zâten kent-merkezlerine göre daha serindir ve insanları ferahlatır. Denizden faydalanmak için ille de denize girmek ve derinlere dalmak gerekmez. Denizi seyretmek yada denizde gemi ile yolculuk yapmak da keyiflidir. Deniz nîmetinden faydalanmak modernlerin zannettiği gibi sâdece “denize girmekle” sağlanmaz. Denize girdikçe ve daldıkça deniz kaybolur. Deniz, içine girildiğinde gözükmez. Balıklar bu nedenle denizin ne olduğunu bilmezler. Balıklara yakışan denizin içinde olmak, insan yakışan ise denizi dışarıdan izlemektir.

 

Denize serinlemek için gidildiği söylenir ama aslında denize gidenler, vücutları yanmadan ve renk değiştirmeden dönemezler. Hattâ bazen kızarmış tavuk gibi yanıp dönenler ve yanmanın acısını günlerce çekenler olur. Yanmamak için o çok pahalı kremleri sürmek gerekir ki aslında onlar da insanı kanser yapar. Üstelik Güneş’e fazla mâruz kalmak da cildin doğallığını ve güzelliğini bozar da lekelenmeler yapar.

 

“İslâmî kurallara uyarak denize giriyoruz” sözü çok da geçerli değildir. Zîrâ haşema ile denize girilmez, çünkü hem absürd olur, hem anlamsız olur hem de bir-çok sıkıntı yaşamak kaçınılmazdır.

 

Deniz sınırdır, “daha ilerisine gitme!” mesajı verir. Daha ilerisi için bir araç kullanmak gerekir. Denizde yol almak ancak böyle olur. Ukbe Bin Nâfi Afrika fâtihidir. Afrika’yı tâmamen fethedip okyanusa ulaşınca; “ey Rab!, önüme şu deniz çıkmasaydı adını ilerilere ulaştıracaktım” demiştir. Çünkü deniz sınırdır.

 

Allah bize Kur’ân gibi bir deniz vermiştir. Kur’ân deniz, Sünnet nehirdir. “Yüzmeyi” öğrenemeyenler, hayat denizinde boğuluyorlar. Kendilerini selâmete çıkaracak olan “Kur’ân denizi”ne girmeyenler ise, “Dünyâ denizleri”nde boğulmaktadırlar.

 

Denize gitmek câiz değildir. Çünkü denize gidenlerin -bâzı istisnâlar dışında- ibâdetlerini yapması mümkün olmadığından dolayı denize gitmek ibâdetleri askıya almayı gerektirir. Denizde mahrem ortadan kaybolur ve çıplaklık ve günah açığa çıkar. İnsanların nefisleri-şehvetleri kabarır ve kışkırtılır. Yiyip-içmek abartılır ve denize gitmek pek-çokları için içki içmeyi de yanında getirir. Denize gidip de isrâf etmeyen yoktur. Deniz bir isrâf alanıdır. Bu isrâf, akşam olup da deniz kenarları boşalınca ortaya çıkar. Deniz kenarları çöplüğe döner. Dünyâ’da en çok kirletilen yerler denizler ve deniz kenarlarıdır. Bunun nedeni denize gitmek ve girmek isteğini alışkanlık hâline getirmiş olanların kitleler hâlinde denize gitmeleridir. Denize gitmek ve girmek kötü bir alışkanlıktır.     

 

Denize gitmek modern bir etkinliktir ve bir ihtiyaç değildir. Denize gitmek bir ihtiyaç olmadığı gibi aslında bir ihtirastır ve ihtirasları körükler. Deniz turizmi şeytanın bir aldatmacısı ve ayartmacasıdır. Allah insanlara “denize gidin-girin” diye bir emir vermemiştir. “Deniz yolculuğundan, deniz ürünlerinden vs. faydalanırsınız” demesine rağmen meselâ “denize gidip serinlersiniz” dememiştir. Bu emir daha çok şeytandan gelir. Çünkü deniz, çıplaklığın, isrâfın ve günahın hemen her çeşidinin alabildiğine yaşandığı yerdir. Denize gitmeye ve girmeye hiç gerek yoktur vesselam..

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ağustos 2022

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder