“Yeryüzünde
olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan
şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle
yalan söylerler” (En-âm 116).
80’li yılların popüler yarışmalarından biri olan “evet-hayır
yarışması”nın siyâsi alandaki farklı bir versiyonu referandumlarda kendini
gösterir. Referandumlarda bir şeyin kabûl edilip-edilmemesi, halkın “evet”i mi
yoksa “hayır”ı mı daha çok işâretleyeceği ile alâkalıdır. Bu evet-hayır seçimi,
evet-hayır yarışması yada oyunu gibidir. Fakat sistem, insanlardan evet-hayır
kelimelerini kullanmamalarını değil, bu iki kelimeden birini mutlakâ ve mutlakâ
kullanmalarını ister. Hattâ “evet” ve “hayır” kelimelerinden başka bir kelime
kullanmamalarını, sâdece bu iki kelimeden birini kullanmaları şarttır. Sistem,
halktan, “evet” yada “hayır” şıklarından birini söylemelerini, kararsız kalarak
başlarını emme-basma tulumba gibi sallamamalarını, yada bu seçime katılmaktan
uzak durmamalarını ve sandığa gidip bu iki şıktan birini işâretlemelerini söyler.
Yâni mutlakâ sandığa gidilip o işâretleme yapılmalıdır. Zîrâ sandığa gitmemek “sistem”e
îtirâz olur. Hattâ bâzılarına göre sandığa gidip de iki seçenekten birini
işâretlememek yâni evet-hayır ‘oy’ununa katılmamak, ya vatan hâinliğine, yada
dinden çıkmaya sebep olur.
Referandumlarda insanlar neye “evet” ve neye “hayır”
dediklerini genelde bilmezler. Zâten birileri de halktan, “sorgusuz-suâlsiz ve
bilinçsiz bir şekilde” bu oyuna katılmalarını istemektedir. Aslında demokrasinin
fiili hâli olan oy kullanma; insanların genelinin, akıllarını işleterek değil,
duygularına kapılarak, inançlarına yada zanlarına göre yaptıkları seçimlerdir. Böyle
olunca da “siyâsi bir furya” yakalamak çok kolay oluyor. İşte bunun gibi; 16 Nîsan
2017 yılında yapılacak olan referandum da, insanların yeniden evet-hayır
seçeneklerinden birini işâretleyecekleri fakat bunu bilinçli bir şekilde değil
de, birine yada diğerlerine olan sevgi yada öfkelerine göre yapacaklardır. İnsanlar
düşünerek ve tartarak bir karâra varacak değillerdir. Demokrasilerde bilinçli
tercihler yapıl(a)maz çünkü. İnsanlar kendince, güvenip sevdiği yada kızıp sevmediği
kişiye-kişilere “evet” yada “hayır” diyerek destek yada köstek olacaklardır.
Şurası kesin ki, halkın büyük çoğunluğu yapılacak bu
referandumda ne için oy kullanacaklarının farkında değildirler. Dolayısı ile bu
durum, “boş kağıdın altına imzâ” atmak gibidir. Atılan imzânın üstüne neler yazılacağının
yada üstünün nasıl doldurulacağının bilincinde değillerdir. Bunu umursamazlar
da. İmzâ bir kere atıldığında ise, üstüne yazılan ne olursa-olsun o imzâyı
atanlar bundan pişmân olmayacaklar ve attıkları imzâyı yine de savunmaya devâm
edeceklerdir. Sonuç kötü de olsa, bu “çoğunluk” için önemli değildir. Birileri
ağzında kuş tutsa da, yada ülkeyi ve halkı çok büyük zararlara sokmuş olsa da,
kişilerin görüşleri yine de değişmeyecektir. Zîrâ çoğunluk, desteklediği yada
kösteklediği odaklara ya güvenmiştir yada kuşku duymaktadır ve ona dost yada
düşman olmuştur. Böyle olunca da iki kesim arasında sonu gelmeyen ve bir
katkısı da olmayan tartışmalar yapılır ve çeşitli yalanlar da söylenir ve “evet”çiler
ve “hayır”cılar insanları farklı açılardan aldatırlar ve korkuturlar.
Korkulması gereken şey “vatanın, lâikliğin, cumhuriyetin vs. elden gitmesi”
yada görece “eski kötü günlere dönüş”tür.
“Hayır”cılar “evet”çileri “vatanı satanlar” olarak
suçlarken; “evet”çiler de “hayır”cıları “ülkenin gelişmesini önlemekle”
suçlarlar. Yok savaş çıkarmış, yok ülke batarmış.. vs. İyi de siyâsiler; iktidârı
olsun muhâlefeti olsun, bu tür korkutmaları her zaman yapıyorlar. Zâten bu tür
sahte korkutmalardan geçiniyorlar. Yine; bunun için demagoji yapıyorlar,
popülizm sergiliyorlar. Meselâ en son seçimden önce de benzer korkutmaları
yapıyorlardı. Ee ne oldu?. Hiç-bir şey olmadı. Yâni değişen bir-şey yok. Şimdi
de; “evet” dense de “hayır” dense de yâni hangi sonuç çıksa da halk için bir
şey değişmeyecek. Bir-önceki seçimde, şu-andaki parlamenter sistem için oy
istenmiyor muydu?. Başbakanlık için istenen oy için yapılan uyarıların ve
korkutmaların aynısı, şimdi de “başkanlık sistemi” için yapılıyor. Amaç,
köprüyü geçene kadar yalan-dolanla halkı provoke etmektir. Fakat mü’minler bu
oyuna kanmazlar ve âlet de olmazlar. Onlar için Hakkın hâkim olmasından başka
bir seçenek yoktur. Hakkın dengi olan başka bir şey olmadığından, Hakkın zıddı
mecbûren bâtıldır. Hak ile bâtıl bir-araya getirilemeyeceği için bir kıyaslama
da yapılamayacağından, Hak ile bâtıl arasında bir seçim de olamaz. Zâten “birileri”
için esas sorun da budur.
“Evet” ve “hayır” seçeneklerini işâretleyerek
yapılacak olan seçim, “sistem”i korumanın bir kabaresidir. Tiyatro farklı bir
perdede devâm edecektir ve evet-hayır oyunu, “küresel liberâl demokrasi oyunu”nun
devâm etmesini sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Gariban yine gariban;
mazlum yine mazlum; zâlim yine zâlim kalmaya devâm edecektir. Zîrâ sistemin
kendisi zâlimdir. Ha “evet” çıkmış, ha “hayır”. Aslında çıkan sonuç “ha-vet”
olacaktır ve “ha-vet” kazanacaktır. Zîrâ sistem, “ha-vet”ten geçinmektedir. Hak,
hakîkat ve adâlet adına hiç-bir şey fark-etmeyecek ve halkın geneli için olumlu
anlamda değişen hiç-bir şey olmayacaktır. Sâdece, “zâten ayrıcalıklı olan” bâzı
siyâsilerin yetkilerinde ve “birileri”nin çıkarlarında olumlu-olumsuz değişmeler
olacaktır. Bu değişim zâten hep oluyordu ama artık söz-konusu “değişim” birileri
için daha hızlı olurken, bir diğerleri için daha yavaş olacaktır. Yâni
evet-hayır oyunu bir “sistem-içi çıkar savaşı”dır. Halkın geneli ise bu oyunun
nesneleridir. Ne ilginçtir ki her zaman tutan bir oyundur bu. Zîrâ
zihinleri-aklı blôke edip, duyguları harekete geçiren ve duygulara ve çıkarlara
göre hareket ettiren bir sistemdir bu.
Aslında sürekli olarak “sistem” kazanmaktadır. Meselâ
anayasanın ilk 4 maddesi yine olduğu gibi kalacağı için, yine lâik-Kemalist-demokratik-liberâl
“sistem” kazanacaktır. Buna; “6 Ok” yine geçerli olacağı için “yine CHP
kazanacaktır” da denebilir. Bu nedenle evet yada hayır çıkması sistem için çok
da fark etmez. Zâten kısa-zaman önce birbirlerine olmadık hakâretler edip ağır
sözler söyleyebilenler, hemen sonra ortaklık kurarak evet-hayır oyununu
yönetebilmektedirler. Fakat insanlar şunu iyi bilmeli ve anlamalıdırlar ki, bu
“sistem”, “İslâm’ın yerine ikâme edilmiş” bir sistemdir. Bu nedenle de tek kaybeden
İslâm yada daha doğrusu -İslâm hiç-bir zaman kaybetmeyeceği için-, kaybedenler
her zaman müslümanlar olacak, kazanan ise her zaman “sistem” olacaktır. Ahmet
Kalkan bu konuda şöyle der:
“Küfür idâresini namaz kılan yönetse ne olur, namaz kılmayan insan
yönetse ne olur?, biz hükümete mi devlete mi tâlip olmalıyız?. Halk hiç-bir
zaman idârede değildir, memleket her-zaman Atatürk’ün ilkelerine göre idâre
edilir. Bu nedenle her-zaman CHP iktidardadır. Bütün partiler o ilkelere bağlı
olmak zorundadır”.
Baksanıza; Doğu Perinçek de, belki de “kapalı kapılar
ardındaki anlaşma”nın bir yankısı olarak; “Tayyib Erdoğan’ı desteklemek,
Perinçek’i desteklemektir” diyor.
Tayyip Erdoğan ve AKP, referandumdan “evet”
çıktığında kazanacağı gibi, “hayır” çıksa da kazanır. Bu durumu kullanırlar
çünkü. Herhangi bir kötü durumda “bak, ‘hayır’ dediniz böyle oldu” derler. Tabi
bu durum muhâlefet için de geçerlidir ve onlar da “bak, ‘evet’ dediniz böyle oldu”
derler. Demokrasilerde onu kullananlar için “çâre” tükenmez; zîrâ demokrasi
münâfık karakterlidir.
Evet-hayır oyunu öyle bir hipnoza sokmuş ki
insanları, derin bir uykuya dalmışlar ve neredeyse hiç kimse hakîkatten
bahsetmiyor ve de hakîkat diye bir şey olduğundan haberleri bile yok. “Bir
ihtimâl daha var” dediğimde ve İslâm’ın hâkimiyetinden bahsettiğimde; “evet,
tabi en güzeli o, keşke İslâm olsa” diyorlar fakat; “o hâlde oy kullanmayın da
bir sinerji oluşsun ve İslâm seçeneği konuşulmaya başlasın” dediğimde de; gerek
cehâletten, gerekse de sisteme olan alışkanlıktan ve sistemden görece memnun
olmaktan dolayı; “o olacak iş değil?” diyerek konuyu hemen değiştiriyorlar.
Hattâ bu konudan bahsedenleri “boş işlerle uğraşmakla” ve daha da kötüsü
“anarşist” olmakla suçluyorlar.
Oysa barışı ikâme etmenin, batışı engellemenin ve
zulmü ber-tarâf etmenin yegâne yolu; evet-hayır oyunundan uzak durarak, başta şeytana
olmak üzere, tâğuta, tâğutun taşeronlarına ve uşaklarına,
lâik-seküler-demokratik-kapitâlist-liberâl-konformist-modernist-emperyâlist zâlim
sisteme çok güçlü bir sesle “lâ” demekten geçer. Daha sonra da “illallah”
demeye sıra gelmelidir. Gerisi lâf-ı güzaftır; oyun-oyalanma ve hevâ-hevestir.
Allah’ın, kâinatın her noktasında hüküm süren sünnetullahı yâni yasaları,
insanlar arasında da hâkim olmadıkça hiç-bir zaman adâlet ortaya
konul(a)mayacak; zulüm ve mazlûmiyet yok edilerek huzûra kavuşulamayacaktır.
Zulüm sürdükçe de başta ümmet coğrafyası olmak üzere tüm mazlum coğrafyadan
iniltiler gelmeye devâm edecektir.
Halk, mevcut gidişâtı “hakîkat” zannetmektedir. Hele müslümanların,
bir zamanlar şirk olarak görüp de küfrettikleri demokrasiyi şimdilerde “İslâm’ın-Kur’ân’ın
ideolojisi” olarak görmelerine ve kabûl etmelerine ne demeli?. Geneli “evet”çi
olan müslüman kesimin “hayır” oyu atacak olanlara bir zavallı gibi baktıkları
ve hattâ onları kâfir gibi görmeleri ve; geneli “hayır”cı olan lâik kesimin
“evet” oyu atacak olanları “câhil” olarak görmeleri ve yobaz îlan etmeleri,
“oyun”un amacıdır. Böylece toplum en azından ikiye bölünecek ve özünde “bölücü”
olan bu “seküler sistem” geçerliliğini sürdürebilecektir.
“Hayır”cı ve “evet”çi grupların her-biri hırsla ve
körü-körüne kendi doğrusunu övmekte ve korumak istemektedir. Oysa Allah, müslümanları
bu konuda uyarmaktadır:
“(O
müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça
olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır” (Rûm 32).
“Gerçek şu
ki, dinlerini parça-parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç-bir şeyde
onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını
kendilerine haber verecektir” (En-âm
159).
Halk sürekli olarak bir korku hâlindedir ve bu hâlde
bırakılmak istenmektedir. Zîrâ dediğimiz gibi, seküler politika bu korkulardan
beslenmektedir. Bu korku, Allah hesâba katılmadığı için sürekli yeşermekte ve
canlı durmaktadır. “Hayır” diyecek olanlar da “evet” diyecek olanlar da korku
hâlindedirler. İki kesim de, kendi istekleri olmadığında memleketin zarar
göreceğini ve hattâ çökeceğini söylemektedir. Oysa asıl korkulması ve
sakınılması gereken şey, Allah’tan başkalarına hüküm koyma yetkisi vererek yâni
oy kullanarak İlâhi sisteme aykırı iş yapmış olmaktır. Zîrâ İlâhi olana aykırı davranılmaktadır
ve bu aykırı davranış hem Dünyâ’da hem de âhirette azâba neden olacaktır:
“Hüküm
yalnız Allah’ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir.
Dosdoğru olan din işte budur. Ama insanların çoğu bilmiyorlar” (Yûsuf 40).
Birilerinin iktidârı ne kadar güçlenirse, Allah’ın
iktidârı Dünyâ’da -görece- o oranda azalır. Bu evet-hayır oyunu ve tiyatrosu,
“iktidârı ve muktediri daha fazla güçlendirelim mi, güçlendirmeyelim mi” oyunu
ve tiyatrosudur. Fakat bu sırada kâlplerin köreldiği ve âhiretin heder edildiği
göz-ardı edilmektedir. Zîrâ Allah’ın sistemine aykırı bir sistem için düşünce
ve amelde-eylemde bulunulmaktadır. İslâm Allah’ın dînidir.
Lâik-demokratik-liberâl sistem ise tâğutun dîni. Bir tarafta Allah-merkezli bir
din varken, onun karşısında insan/beşer-merkezli bâtıl bir din vardır. O hâlde
evet-hayır oyunu ve seçimi, bir “din seçme ‘oy’unu”dur. İşte Allah böyle bir
oyuna âlet olmamamızı emretmektedir:
“Peki
onlar, Allah’ın dîninden başka bir din mi arıyorlar?. Oysa göklerde ve yerde
her ne varsa -istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na
döndürülmektedirler” (Âl-i İmran 83).
Oy kullanma eyleminin ideolojisi olan demokrasi, bir
tefrika kaynağıdır. Bunu partiler aracılığı ile yapar. Partiler tefrikanın
başlatıcısı ve sürdürücüsüdürler. Demokrasi tefrikanın kaynağıdır. Demokrasinin
eylem-şekli olan oy verme, bir fırkalaşmadır. Daha ânında tefrikayı başlatır ve
“evet”çiler ve “hayır”cılar diye toplumu ikiye böler. Öyle ki, kardeşi kardeşe
düşman yapar. Bu düşmanlık, kişiye kendi desteklediğinin çirkin yüzünü gizler.
O hâlde tefrika, çirkinliğin gizlenmesi görevini de yapmaktadır. Zîrâ
partiler-hizipler hiç-bir zaman birbiriyle tam olarak anlaşamazlar ve bu nedenle
de birbirlerine düşman olurlar. İnsanlar çeşitli sıkıntılara tefrika nedeniyle
düş(ürül)mektedir. O hâlde oy vermek tefrikaya sebep olması nedeniyle hem bir
fitne, hem de Allah’tan başkalarına hüküm yetkisi verilmesi nedeniyle şirktir.
Seküler siyâsetin lîderleri kendilerine tâbi olanları çeşitli şekillerde hem
aptallaştırırlar, hem de fırkalara bölerler. Bu şekilde bir politikaya
başvurmalarının nedeni, halkın daha kolay yönetilmesi yada sömürülmesidir. Tüm
İslâm-hak-hakîkat-adâlet düşmanları hep bu yola
başvurmuşlardır-başvurmaktadırlar:
“Gerçek şu
ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını bir-takım
fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek
çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı”
(Kasas 4).
Firavun ve Firavun’un modern tâkipçileri hep aynı
yöntemi kullanırlar. Halka başka bir seçenek bırakmazlar. Onları küçük ve
güçsüz bıraktıklarından, halk, “acaba bu sefer daha iyi olacak mı” umûduyla onlara
kanar. Güçsüz düşürülmüş ve ezilmektedirler çünkü. Halk, bu nedenle câhil
kalmıştır. Aslında câhil bırakılmıştır. Dolayısı ile vaziyeti doğru
değerlendirememektedir. “Çeşme”nin başını tutmuş olanlara güvenmekten başka
seçeneği yoktur. Eleştiri, îtirâz ve isyân etmeyi bilmez. Sonuçta halkın geneli
için olumlu anlamda değişen bir şey olmaz yada durumu daha da kötüleşir.
Kur’ân, müslümanlara açıkça; “demokrasiye kanıp da
fırkalaşmayın” ve “fırkalara ayrılanlarla muhâtap olmayın” diyor:
“Onlar,
işlerini kendi aralarında parça-parça dağıttılar (dinlerinde bölünmeler
yaptılar); hepsi bize döneceklerdir” (Enbiyâ
93).
“Gerçek şu ki, dinlerini parça-parça edip
kendileri de gruplaşanlar, sen hiç-bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi
ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir” (En-âm 159).
“Evet” çıksa da “hayır” çıksa da kaybettiği
zannedilen “elit”ler yalnızca “kârdan zarar” edeceklerdir. “Görece bir kayıp”
olacaktır bu. Meselâ Tayip Erdoğan için “evet” yada “hayır” çıksa ne fark eder?.
“Evet” çıkarsa daha bir rahatlayacak ve mevcut gidişâtı “başı daha az ağrıyarak”
sürdürecek; “hayır” çıkarsa da mevcut sürece devâm edecektir ve o mevcut süreç seçim-öncesinde
söylendiği gibi “kötü” olmayacaktır. Genel halk ise her zamanki gibi faturayı
ödemeye devâm edecektir. Zîrâ “evet” diyenler de “hayır” diyenler de âit
oldukları ve destek verdiklerine ve sisteme yâni demokrasiye hiç-bir zaman “hayır”
demiyorlar, diyemiyorlar. Bu sisteme “evet” yada “hayır” demeyi bırakıp güçlü
bir “lâ” çekemedikleri müddetçe de değişen bir şey olmayacaktır.
İnsanlar, destekledikleri kişilerin kazanmasından
çok, nefret ettikleri kişinin yada kişilerin kaybetmesi için oy kullanıyorlar. Hüseyin
Alan bu konuda şöyle der:
“Modernleşme sürecinde kamplaşan toplumsal yapının tipik rekâbeti şu
misâlle îzah edilebilir: Bu memlekette ne zaman seçim yapılsa sandıkta oy
kullananlar “bizi şu şartlarda olmak kaydıyla bunlar yönetsin” diye siyâsi bir
tercih yapmıyor, onun yerine “bizi şunlar yönetmesin” diye oy kullanıyorlar.
Nitekim her seçim sonrası kendi partisine oy verenlere “neden onlara oy
verdiği” sorulduğunda alınan cevap hep aynıdır: “ne yâni, diğerlerine mi
verseydik” yada; “bizi onlar mı yönetseydi?”.
(Dünküler gibi) Bugünkü devletin de vâr oluş gerekçesi, insanları mevcut
devlete itaate yönlendiren ideolojik iknâ yöntemi aynı: “Ben olmazsam istikrar
bozulur. Güvenlik tehlikeye girer. İç savaş/terör çıkar. Düzen bozulur. Mal ve
can emniyeti kalmaz”. Oysa bunların tümü halkın değil, mevcut düzenden
istifâde edenlerin sorunudur. Halk dün de, bugün de halktır çünkü!.
Sistem diyor ki; “Ey seçmenler!; kararsız kalarak başınızı
emme-basma tulumba gibi sallamayacaksınız. Ya “evet” diyeceksiniz yada “hayır”
diyeceksiniz. Zinhar farklı bir şey aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Oysa
İslâm şöyle diyor:
“Allah’tan
başka bir hüküm koyucu mu (hakem) arayayım?. Oysa O, size Kitabı açıklanmış
olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden
hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu hâlde, sakın kuşkuya
kapılanlardan olma.!” (En-âm 114).
Referandum, “başbakanlık kalksın mı kalkmasın mı”
seçimidir. Yada aslında; “zâten, sâdece resmî anlamda vâr olan ama irâdesi
olmayan bir başbakanlıkta devam mı edilsin; yoksa gerçek anlamda yürürlükte
olmayan başbakanlık resmî olarak da yürürlükten kalksın mı” seçimidir yapılacak
olan. Dolayısı ile bu referandum; “Tayyip Erdoğan’ın, zâten sürdürdüğü siyâset
ve irâdesi resmîleşsin mi, resmîleşmesin mi?. Tayyip Erdoğan, irâde ve isteklerini
mevcut hâldeki gibi “dolaylı yoldan” yapmaya devâm etsin mi, yoksa devâm
etmeyip de yapacaklarını “direkt yapma yetkisi” verelim mi” seçimidir. Dolayısı
ile “hayır” diyecek olanlar, Tayyip Erdoğan’ın şu-anki pozisyonuna devâm
etmesini isteyenler olacaktır. O hâlde şiddetle “hayır” demek, seçim-öncesi
olan şu-anki mevcut durumdan şiddetli bir şekilde hoşnut olmaktan başka bir
anlama gelmez. “Hayır çıkarsa ‘erken seçim’ ihtimâli ortaya çıkar” düşüncesi de
önemli değildir. Zîrâ sonuç yine değişmeyecek ve seçimleri AKP kazanarak
tek-başına iktidâr olacak ve mevcut sisteme kaldığı yerden devâm edilecektir.
Sâdece Tayyip Erdoğan, isteklerini dolaylı yoldan yaptırmaya devâm etmek
zorunda kalacaktır, fakat yine de istediğini yapabilecektir.
Demokrasi “şişede” durduğu gibi durmaz. Bakıldığında
“özellikle Türkiye’de” demokrasinin geldiği yada gelmek üzere olduğu yerin, “mutlak
monarşi” olduğu görülür. Zâten İslâmî dönemler hâriç- Dünyâ her zaman
aristokrasi ile yönetilmektedir. Aslında sürekli olarak yönetimin başında olan
aristokrasi, her dönemde ayrı bir ideolojik isme bürünür. Aristokrasinin modern
ve post-modern zamanlarda büründüğü isim demokrasidir.
Bu demokrasi “oy”unu yâni seçimler; birileri için hep
“kazan-kazan oyunu” iken; gariban için ise hep “kaybet-kaybet” oyunudur.
Türkiye’de toplum ikiye bölünmüş durumdadır. Fakat bu
iki kesim, aynı nedenden yada kişiden dolayı bölünmüştür. Yâni yüce bir
ideoloji, fikir ve inançtan kaynaklanan bir bölünme değildir bu. İki kesimden
biri Erdoğan’ı aşırı severken, diğeri ona aşırı düşmandır. Yâni aynı nedenden
dolayı bir bölünme yaşanmaktadır. Demokrasi zâten böyledir. “Körü-körüne bir
sevgi ve nefret etme” vardır demokraside. İşin kötü yanı, körü-körüne olunca
insanlar farklı bir “alternatif” de düşünememektedirler. Farklı alternatif “diğer
partiler” değildir. Oy kullanmayarak oluşacak bir sinerji ile açığa çıkacak
olan bir kitle ve İslâm’i yönetim-şeklidir. Bu alternatif, oy kullanmayan
kitlenin farklı bir alternatifi yâni demokrasiden vazgeçilerek İslâm’i yönetimi
dillendirmesidir. Gerçek anlamdaki îtiraz ancak bu şekilde olabilecektir. Yoksa
ha elma ha armut. Genel halk için değişen bir şey olmayacaktır. Evet, o
alternatif, demokrasiye isyân ederek oy kullanmamaktır. İnsanların çoğunluğunu
oyalayıp duran ve ezen demokrasiye ve demokratiklere yapılacak en etkili îtirâz
ve isyân, oy kullanmamakla olur.
İnsanlar demokrasi yüzünden sürekli olarak
pişmanlıklar içinde yaşamaktadır. Bir şirk sistemi olan demokrasiyi yürürlükten
tamâmen kaldırıp, onun yerine İslâmî düzeni hayâtın her alanına hâkim kılmadıkça
da derin pişmanlıkları yaşamaya devâm edeceklerdir. Son pişmanlığın âyeti ise şudur:
“Ey
Rabbimiz!. Doğrusu biz, efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize (lîderlerimize)
itaat ettik de onlar bizi dalâlete (yanlış ve sapık yola) götürdüler. Ey
Rabbimiz!. Onlara azâbın iki katını ver. Ve onları büyük bir lânet ile lânetle
(rahmetinden uzaklaştır)” (Ahzab
[Partiler] Sûresi 67).
Evet; Referandumlar; halkın tümünün “hüküm koymaya”
-direkt olarak- ortak olup “tanrılaştığı” faaliyetlerdir.
Seçimlerde ortaya konan “oy sandığı”
sandığın sandık; senin “iyilik sandığı” sandığın sandık değildir; tam-aksine,
içinden “şirk ve zulüm çıkacak olan sandık”tır. Mazlumlar oy sandığı sandıkları
sandıkların meğerse sandıkları gibi olmadığını görünce hep şunu demiştir: “Bu
sefer iyi olacak sandık, eyvah! yine kandık”.
Şu da bilinsin ki; Bugün göz yumduklarımız, yarın bize
göz açtırmayacak olanlardır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat
2017