21 Mart 2023 Salı

Târihselcilik ve Târih-üstücülük

 

“….Yoksa siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85).

 

“And olsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek (Sünnet) vardır” (Ahzâb 21).

 

Târihsellik; “tarihsel olanın târihsel bir durumu ifâde etmesi, bir şeyin târih içinde ortaya çıkmış olması, târih-bağımlı tabiatı dolayısıyla târih-üstü ve târih-dışı olmaması” demektir. Buna göre “Kur’ân’ın târihselliği”nden söz ettiğimizde anlamamız gereken şey; “Kur’ân’ın belli bir târihe ve belli bir târihsel duruma âit olarak ortaya çıktığı ve hiç-bir zaman târih-üstü ve târih-dışı bir anlam bütününe sâhip olmadığı” bâtıl düşüncesidir.

 

Târihselcilik ve evrenselcilik denilen modernistlik yada târih-üstücülük, birbirinin tersten okunmasıdır. Bunların ortak özellikleri ve buluştukları yer modernitedir. İkisi de Peygamber’în örnekliğini yâni Sünnet’i göz-ardı eder yada hiç takmaz. Sünnet konusunda ikisinin benzer yanı Peygamber’i ve Sünnet’i târihe hapsetmektir. Biri bunu modernite bağlamında, diğeri de zâten Kur’ân’ı da târihe hapsettiği ve günümüzde uygulanamayacağı zannıyla yapar. Bu bağlamda Kur’ân ve Sünnet’in arasını ayırmaktadırlar. İnsan ile vahyin arasını ayırmaktadırlar. Kur’ân’ı sınırlandırmak yada onu moderniteye uydurmaya çalışmak, İslâm’ı yozlaştırmanın modern adıdır. Kızdıkları gelenekçiler vahyi zırvalıklarla yozlaştırdıkları gibi, bunlar da kısıtlamakla ve moderniteye uydurmakla yozlaştırmaktadırlar.

 

Kur’ân ile Peygamber’in yâni Sünnet’in arasını ayırmak, “Kur’ân ile hayâtın arasını ayırmak” demektir. Bunu yapanlardan biri olan târihselciler, Kur’ân’ı bir “hâtıra defteri” gibi görürler. Modernler ise onun modern hayat-tarzına kurbân ederler.

 

Târihsellik, târihi ilahlaştırırken, evrenselcilik denen târih-üstücülük ise moderniteyi ilahlaştırmaktadır. Sahih Sünnet’i inkâr edenler, gelenek, modernite ve târihselcilik üzerinden kendilerini peygamber yerine koyarak kendi sünnetlerini (hayat tarzlarını) ikâme etmektedirler.

 

Gelenekçiler Kur’ân yerine koydukları zırvalıkları merkeze almakla; târihselciler ve târih-üstücüler ise mevcut modern zamânı merkeze almakla Kur’ân’ı îtibarsızlaştırmış olurlar, çünkü böylece onu hayattan uzak tutmuş oluyorlar.

 

Târihselciliğe göre tüm zamanlar ve mekânlar için geçerli bir hakîkat yoktur. “Bir şeyin gerçek mâhiyetini tespit etmenin yolu onun târihsel gelişim süreci içinde oynadığı rôlü ve işgâl ettiği yeri tespit etmekle mümkün olur” der. Târih-üstücülerin zannıysa “bir şeyin gerçek mâhiyetini tespit etmenin yolu” olarak vahyin moderniteye uygunluğuna bakarlar. Moderniteye meftûn ve râm olanlar için Sünnet’in bir değeri yoktur ve Kur’ân’ın değeri ise, modern görüşlerini desteklediği(!) kadardır.

 

Târihselciler Kur’ân’ı târihe ezdirmek ve târihin nesnesi kılmak isterler, oysa Kur’ân tarihin öznesi olmak ve hem de tüm zamanlarda ve mekânlarda târihin öznesi olmak hedefi olan dindir. Allah’ın dîni elbette târihin öznesi olacaktır. Peygamberler de bunu için gönderilmişlerdir: (Şûrâ 13). Haydar Öztürk târihselcilik hakkında şunlar söylenir:

 

“Târihselcilik; Kur’ân-ı Kerim’in ahkâmını yerellik iddiâlarıyla geçersiz kılarak İslâm’ı sâdece ahlâka indirgeme anlayışıdır. Bu başlangıçta müsteşriklerin ortaya attığı bir fikirdir. Bu anlayışa göre Kur’ân-ı Kerim’in hükümlerinin indirildiği belirli bir târihî, coğrâfî ve sosyâl şart/ortam vardır. Dolayısıyla bu hükümlerin varlık ve devâmı da bu şartların varlık ve devâmına bağlıdır. Yâni, o târihî, coğrâfî, sosyâl ve ekonomik şartlar değişmedikçe hükümler geçerli olur. Ama eğer şartlar değişirse o hükümler de geçersiz olur. Buradan hareketle 1400 küsur yıl önce Arap örfünün geçerli olduğu ümmî bir kavme inen Kur’ân âyetlerinin bir-çoğunun bugün uygulanamayacağını iddiâ ederler. Meselâ cihatla, fâizle, kısasla, tesettürle ve benzeri konularla ilgili hükümlerin bugün uygulanamayacağını iddiâ ederler. Yine gayri-müslimlerle ilgili hükümleri de aynı mantıkla ele alırlar.

 

Ed-Din olan İslam, itikât, ibâdet ve muamelât ve ukûbât boyutları olan bir bütünün adıdır. Bunların herhangi birisinin târihselliğini savunmak, doğrudan-doğruya diğer boyutlarının da târihselliğini gündeme taşıyacaktır. Bu anlamda artık dînin buharlaşmasından bahsedebiliriz. Parçacı bir yaklaşımın sınırlarının nereye kadar götürüleceğinin bir garantisinin olmaması bir yana, modern dünyânın değerlerinin ve dayatmalarının eleştiriden muaf tutulması, sürekli olarak hükümlerin târihselliğine dâir yapılan vurguların mâkûl bir îzâhını güçleştirmekte hem de mevcudun meşrûlaştırılmasına sebep olmaktadır”.

 

Târihselciler Kur’ân’ı-İslâm’ı ahlâka indirgemek isterler ama modernite buna da izin vermeyeceği için târihselciler bu sefer de: “Bir süre sonra modern zaman bize bir ahlâk da öğretir, o hâlde 1400 yıl önceki târihe âit olan ahlâkı değil, modern ahlâkı benimsememiz gerekir”. Bunu dememeleri için hiç-bir sebep yoktur. Târihselcilik, Kur’ân’ı, Sünnet’i yâni İslâm’ı iptâl etme süreciyle sonuçlanır. Fakat Allah buna izin vermez. Zîrâ Kur’ân, tamâmıyla “korunmuş olan bir kitap”tır.

 

Pavlus, hristiyanlığı târihselcilik ile bozmuştur. “Metin, mesaj, geçmiş ve şimdi” ayrımı yaparak yapmıştır bunu. Hâlbuki vahiyde metin, lafız, mesaj, geçmiş ve şimdi iç-içedir. Târihselcilik sâdece Kur’ân’ı değil, Peygamber’i de târihe hapsetmiştir. Böylece Sünnet’i târihe hapsetmiş olmaktadır. Bu bağlamda aslında tüm modern hareketler târihselcidir.

 

Târihselcilik ve târih-üstücülük -hâşâ- “Kur’ân’a çeki-düzen vermek” demektir. Fazlurrahman şöyle der: “Müslüman modernist, meseller vâzetmeyi seven bir içtimaiyatçı gibi, çağdaş batı’daki hür düşünceli içtimâi değerleri almakla kalmayarak, Kur’ân’ı bu değerleri destekleyecek şekilde yorumlar”.

 

Târihselciler, (haklı olarak) târih-üstücüleri ve Kur’âncı meâlcileri eleştirmek için çıktıkları yolda, kendileri de Kur’ân’ı târihe hapsederek Kur’ân’a zulüm noktasında aynı hatâya düşmüşlerdir. Târih-üstücüler Kur’ân’ı moderne uydurarak zulmettikleri gibi târihselciler de Kur’ân’ı târihte bırakarak zulmetmişlerdir.

 

Târihselcilere göre Kur’ân bir “târihi eser”dir. Tarih-üstücülere göre ise Kur’ân bir “modern eser”dir.  

 

Târihselciliğin ve târih-üstücülüğün yada Kur’ân’ın ahlâkî ve ibâdî âyetleri dışındaki âyetleri ve Sünnet’i inkâr etmenin arka-plânında, lâik-seküler-demokratik-kapitâlist-liberâl-muhâfazakâr-feminist sistem vardır ve ona bu lojistiği modernite sağlamaktadır.

 

Târihselciler ve târih-üstücüler İslâm’ın hükümlerini İslâm’ın ilk çıktığı târihe hapsediyorlar ama taptıkları demokrasiyi demokrasinin ilk çıktığı târihe hapsetmiyorlar. O hâlde iki kesim de nefislerini, hevâ ve heveslerini din yapmış durumdadırlar.  

 

Kur’ân’ın ve Sünnet’in değerini düşürmek noktasında ve İslâm’ı îtibarsızlaşmakta aynı noktada buluşan târihselcilik de târih-üstücülük de, tüm bâtıl akımlar gibi târihsel olmaya mahkûmdur.  

 

Târihselciliği doğru ve mantıklı olarak kabûl ettiğimizde, Peygamberimiz’in zamânında gelen ve kıssalardan bahseden âyetleri, Peygamber’in ve sahabelerin kabûl etmemesi gerekirdi. Çünkü o âyetler “târihsel” olurdu ve 3.000-4.000 yıl önceden bahseden âyetlerin 1.400 yıl önce yaşayanlar için bir anlamının olmayacağı söylenirdi. Kur’ân, Kur’ân diyen târih-üstücüler de hem kıssalardaki peygamber örnekliklerini hem de Peygamberimiz’in 23 yıllık örnekliğini yâni Sünnet’i göz-ardı etmek ve onun yerine moderne uygun hayat-tarzını koymakla ikisi de aslında Kur’ân’a çok da değer vermediklerini göstermiş oluyorlar. Kur’ân’ın-İslâm’ın yaşanmışlığına değer vermemek “Kur’ân’a-İslâm’a değer vermemek” demektir.

 

Modern müslümanların (târihselciler ve târih-üstücüler ve hattâ gelenekselciler) tasavvur ve düşüncesini modernite (modern-bilim ve teknoloji) belirlediği için, artık her-şeyi ona göre yorumlamak istemektedirler. Yoksa Kur’ân gerçekten bunlardan bahsettiği ve moderniteyi desteklediği için değil. Moderniteyi Kur’ân’ın da üstünde gördükleri ve modernite zâten böyle istediği için, Kur’ân’ı zorlama yorumlarla yıpratarak moderne uydurmaya çalışmaktadırlar. Bunu ya geleneği, ya târihi, yada moderniteyi kutsallaştırarak yapmaktadırlar. Moderniteyi “tek geçer akçe” olarak kabûl edenlerin yapacağı başka bir şey yoktur.

 

“Anlam genişlemesi” bir noktadan sonra “anlam buharlaşması”na neden olur. Târihselcilik ve târih-üstücülük bunu yapmaktadır. İlk önce âyetleri anlam genişlemesine uğratıyorlar, sonra da ortaya çıkan mânânın moderne uygun olmadığını gördüklerinde vahyi ya târihe hapsediyorlar yada onu moderne uydurmak için işkence yapıyorlar.

 

Velid bin Muğire, Kur’ân’ı dinlediğinde şu tavırda bulunmuştu:

 

“Hayır; çünkü o, Bizim âyetlerimize karşı kesin bir inatçıdır. Onu alabildiğine sarp-çetin bir yokuşa süreceğim. Çünkü o, düşündü ve bir ölçü, tesbit etti. Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?. Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?. Sonra bir baktı. Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti. Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük taslâdı (istikbar). Böylece: ‘Bu, yalnızca aktarılarak öğrenilen bir büyüdür’ dedi. ‘Bu, bir beşer sözünden başkası değildir’ dedi” (Müddesir 16-25).

 

Târihselci modern Velid’ler de Kur’ân’a karşı benzer yargıda bulunmakta ve şöyle demektedirler: “Bunlar günümüzde geçerliliğini kaybetmiş târihsel âyetlerdir”. Böylece Kur’ân’ın en azından yarısını yâni medenî âyetleri târihe hapsederek, medenî âyetlere “eskilerin masalları” hükmünü vermektedirler.

 

Târih-üstücüler “Kur’ân’ı yüksek raflardan indirelim” diye yola çıktılar, ancak geldikleri yerde modernitenin de etkisiyle onu yerlerde süründürmektedirler. Târihselciler ise târih-üstücülüğü eleştirelim diye çıktıkları yolun sonunda Kur’ân’ı inkâr etmeye başladılar.

 

Demek ki târihselcilik de târih-üstücülük de “rüzgâra (yâni moderniteye) göre yön belirlemek”tir.

 

Ey târihselciler!; Kur’ân sâdece ahlâka ve ibâdete indirgenecek bir Kitap değildir. Ve ey târih-üstücüler!; Kur’ân -hâşâ- modernitenin ihtiyaçlarını karşılamak için “sağılacak bir inek” değildir.

 

Târihselcilik ve târih-üstücülük denilen akımlar için söylenecek söz şudur: Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2019

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder