“….Yoksa siz, Kitab’ın
bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle
yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet
gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah,
yaptıklarınızdan habersiz değildir”
(Bakara 85).
“And olsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe
kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek (Sünnet) vardır” (Ahzâb 21).
Târihsellik; “tarihsel
olanın târihsel bir durumu ifâde etmesi, bir şeyin târih içinde ortaya çıkmış
olması, târih-bağımlı tabiatı dolayısıyla târih-üstü ve târih-dışı olmaması”
demektir. Buna göre “Kur’ân’ın târihselliği”nden söz ettiğimizde anlamamız
gereken şey; “Kur’ân’ın belli bir târihe ve belli bir târihsel duruma âit
olarak ortaya çıktığı ve hiç-bir zaman târih-üstü ve târih-dışı bir anlam
bütününe sâhip olmadığı” bâtıl düşüncesidir.
Târihselcilik ve
evrenselcilik denilen modernistlik yada târih-üstücülük, birbirinin tersten
okunmasıdır. Bunların ortak özellikleri ve buluştukları yer modernitedir. İkisi
de Peygamber’în örnekliğini yâni Sünnet’i göz-ardı eder yada hiç takmaz. Sünnet
konusunda ikisinin benzer yanı Peygamber’i ve Sünnet’i târihe hapsetmektir.
Biri bunu modernite bağlamında, diğeri de zâten Kur’ân’ı da târihe hapsettiği
ve günümüzde uygulanamayacağı zannıyla yapar. Bu bağlamda Kur’ân ve Sünnet’in
arasını ayırmaktadırlar. İnsan ile vahyin arasını ayırmaktadırlar. Kur’ân’ı
sınırlandırmak yada onu moderniteye uydurmaya çalışmak, İslâm’ı yozlaştırmanın
modern adıdır. Kızdıkları gelenekçiler vahyi zırvalıklarla yozlaştırdıkları
gibi, bunlar da kısıtlamakla ve moderniteye uydurmakla yozlaştırmaktadırlar.
Kur’ân ile Peygamber’in yâni
Sünnet’in arasını ayırmak, “Kur’ân ile hayâtın arasını ayırmak” demektir. Bunu
yapanlardan biri olan târihselciler, Kur’ân’ı bir “hâtıra defteri” gibi
görürler. Modernler ise onun modern hayat-tarzına kurbân ederler.
Târihsellik, târihi
ilahlaştırırken, evrenselcilik denen târih-üstücülük ise moderniteyi
ilahlaştırmaktadır. Sahih Sünnet’i inkâr edenler, gelenek, modernite ve
târihselcilik üzerinden kendilerini peygamber yerine koyarak kendi sünnetlerini
(hayat tarzlarını) ikâme etmektedirler.
Gelenekçiler Kur’ân yerine
koydukları zırvalıkları merkeze almakla; târihselciler ve târih-üstücüler ise
mevcut modern zamânı merkeze almakla Kur’ân’ı îtibarsızlaştırmış olurlar, çünkü
böylece onu hayattan uzak tutmuş oluyorlar.
Târihselciliğe göre tüm
zamanlar ve mekânlar için geçerli bir hakîkat yoktur. “Bir şeyin gerçek
mâhiyetini tespit etmenin yolu onun târihsel gelişim süreci içinde oynadığı
rôlü ve işgâl ettiği yeri tespit etmekle mümkün olur” der. Târih-üstücülerin
zannıysa “bir şeyin gerçek mâhiyetini tespit etmenin yolu” olarak vahyin
moderniteye uygunluğuna bakarlar. Moderniteye meftûn ve râm olanlar için Sünnet’in
bir değeri yoktur ve Kur’ân’ın değeri ise, modern görüşlerini desteklediği(!)
kadardır.
Târihselciler Kur’ân’ı
târihe ezdirmek ve târihin nesnesi kılmak isterler, oysa Kur’ân tarihin öznesi
olmak ve hem de tüm zamanlarda ve mekânlarda târihin öznesi olmak hedefi olan
dindir. Allah’ın dîni elbette târihin öznesi olacaktır. Peygamberler de bunu için
gönderilmişlerdir: (Şûrâ 13). Haydar Öztürk târihselcilik hakkında şunlar söylenir:
“Târihselcilik;
Kur’ân-ı Kerim’in ahkâmını yerellik iddiâlarıyla geçersiz kılarak İslâm’ı
sâdece ahlâka indirgeme anlayışıdır. Bu başlangıçta müsteşriklerin ortaya
attığı bir fikirdir. Bu anlayışa göre Kur’ân-ı Kerim’in hükümlerinin
indirildiği belirli bir târihî, coğrâfî ve sosyâl şart/ortam vardır.
Dolayısıyla bu hükümlerin varlık ve devâmı da bu şartların varlık ve devâmına
bağlıdır. Yâni, o târihî, coğrâfî, sosyâl ve ekonomik şartlar değişmedikçe
hükümler geçerli olur. Ama eğer şartlar değişirse o hükümler de geçersiz olur.
Buradan hareketle 1400 küsur yıl önce Arap örfünün geçerli olduğu ümmî bir
kavme inen Kur’ân âyetlerinin bir-çoğunun bugün uygulanamayacağını iddiâ
ederler. Meselâ cihatla, fâizle, kısasla, tesettürle ve benzeri konularla ilgili
hükümlerin bugün uygulanamayacağını iddiâ ederler. Yine gayri-müslimlerle
ilgili hükümleri de aynı mantıkla ele alırlar.
Ed-Din olan
İslam, itikât, ibâdet ve muamelât ve ukûbât boyutları olan bir bütünün adıdır.
Bunların herhangi birisinin târihselliğini savunmak, doğrudan-doğruya diğer
boyutlarının da târihselliğini gündeme taşıyacaktır. Bu anlamda artık dînin
buharlaşmasından bahsedebiliriz. Parçacı bir yaklaşımın sınırlarının nereye
kadar götürüleceğinin bir garantisinin olmaması bir yana, modern dünyânın
değerlerinin ve dayatmalarının eleştiriden muaf tutulması, sürekli olarak
hükümlerin târihselliğine dâir yapılan vurguların mâkûl bir îzâhını
güçleştirmekte hem de mevcudun meşrûlaştırılmasına sebep olmaktadır”.
Târihselciler Kur’ân’ı-İslâm’ı
ahlâka indirgemek isterler ama modernite buna da izin vermeyeceği için
târihselciler bu sefer de: “Bir süre sonra modern zaman bize bir ahlâk da
öğretir, o hâlde 1400 yıl önceki târihe âit olan ahlâkı değil, modern ahlâkı benimsememiz
gerekir”. Bunu dememeleri için hiç-bir sebep yoktur. Târihselcilik, Kur’ân’ı,
Sünnet’i yâni İslâm’ı iptâl etme süreciyle sonuçlanır. Fakat Allah buna izin
vermez. Zîrâ Kur’ân, tamâmıyla “korunmuş olan bir kitap”tır.
Pavlus, hristiyanlığı
târihselcilik ile bozmuştur. “Metin, mesaj, geçmiş ve şimdi” ayrımı yaparak
yapmıştır bunu. Hâlbuki vahiyde metin, lafız, mesaj, geçmiş ve şimdi iç-içedir.
Târihselcilik sâdece Kur’ân’ı değil, Peygamber’i de târihe hapsetmiştir. Böylece
Sünnet’i târihe hapsetmiş olmaktadır. Bu bağlamda aslında tüm modern hareketler
târihselcidir.
Târihselcilik ve
târih-üstücülük -hâşâ- “Kur’ân’a çeki-düzen vermek” demektir. Fazlurrahman şöyle
der: “Müslüman modernist, meseller vâzetmeyi seven bir içtimaiyatçı gibi,
çağdaş batı’daki hür düşünceli içtimâi değerleri almakla kalmayarak, Kur’ân’ı
bu değerleri destekleyecek şekilde yorumlar”.
Târihselciler, (haklı
olarak) târih-üstücüleri ve Kur’âncı meâlcileri eleştirmek için çıktıkları
yolda, kendileri de Kur’ân’ı târihe hapsederek Kur’ân’a zulüm noktasında aynı
hatâya düşmüşlerdir. Târih-üstücüler Kur’ân’ı moderne uydurarak zulmettikleri
gibi târihselciler de Kur’ân’ı târihte bırakarak zulmetmişlerdir.
Târihselcilere göre Kur’ân bir
“târihi eser”dir. Tarih-üstücülere göre ise Kur’ân bir “modern eser”dir.
Târihselciliğin ve
târih-üstücülüğün yada Kur’ân’ın ahlâkî ve ibâdî âyetleri dışındaki âyetleri ve
Sünnet’i inkâr etmenin arka-plânında,
lâik-seküler-demokratik-kapitâlist-liberâl-muhâfazakâr-feminist sistem vardır
ve ona bu lojistiği modernite sağlamaktadır.
Târihselciler ve târih-üstücüler
İslâm’ın hükümlerini İslâm’ın ilk çıktığı târihe hapsediyorlar ama taptıkları
demokrasiyi demokrasinin ilk çıktığı târihe hapsetmiyorlar. O hâlde iki kesim
de nefislerini, hevâ ve heveslerini din yapmış durumdadırlar.
Kur’ân’ın ve Sünnet’in
değerini düşürmek noktasında ve İslâm’ı îtibarsızlaşmakta aynı noktada buluşan
târihselcilik de târih-üstücülük de, tüm bâtıl akımlar gibi târihsel olmaya
mahkûmdur.
Târihselciliği doğru ve
mantıklı olarak kabûl ettiğimizde, Peygamberimiz’in zamânında gelen ve
kıssalardan bahseden âyetleri, Peygamber’in ve sahabelerin kabûl etmemesi
gerekirdi. Çünkü o âyetler “târihsel” olurdu ve 3.000-4.000 yıl önceden
bahseden âyetlerin 1.400 yıl önce yaşayanlar için bir anlamının olmayacağı
söylenirdi. Kur’ân, Kur’ân diyen târih-üstücüler de hem kıssalardaki peygamber
örnekliklerini hem de Peygamberimiz’in 23 yıllık örnekliğini yâni Sünnet’i göz-ardı
etmek ve onun yerine moderne uygun hayat-tarzını koymakla ikisi de aslında
Kur’ân’a çok da değer vermediklerini göstermiş oluyorlar. Kur’ân’ın-İslâm’ın
yaşanmışlığına değer vermemek “Kur’ân’a-İslâm’a değer vermemek” demektir.
Modern müslümanların (târihselciler
ve târih-üstücüler ve hattâ gelenekselciler) tasavvur ve düşüncesini modernite
(modern-bilim ve teknoloji) belirlediği için, artık her-şeyi ona göre
yorumlamak istemektedirler. Yoksa Kur’ân gerçekten bunlardan bahsettiği ve
moderniteyi desteklediği için değil. Moderniteyi Kur’ân’ın da üstünde
gördükleri ve modernite zâten böyle istediği için, Kur’ân’ı zorlama yorumlarla
yıpratarak moderne uydurmaya çalışmaktadırlar. Bunu ya geleneği, ya târihi,
yada moderniteyi kutsallaştırarak yapmaktadırlar. Moderniteyi “tek geçer akçe”
olarak kabûl edenlerin yapacağı başka bir şey yoktur.
“Anlam genişlemesi” bir
noktadan sonra “anlam buharlaşması”na neden olur. Târihselcilik ve târih-üstücülük
bunu yapmaktadır. İlk önce âyetleri anlam genişlemesine uğratıyorlar, sonra da
ortaya çıkan mânânın moderne uygun olmadığını gördüklerinde vahyi ya târihe
hapsediyorlar yada onu moderne uydurmak için işkence yapıyorlar.
Velid
bin Muğire, Kur’ân’ı dinlediğinde şu tavırda bulunmuştu:
“Hayır; çünkü o, Bizim
âyetlerimize karşı kesin bir inatçıdır. Onu alabildiğine sarp-çetin bir yokuşa
süreceğim. Çünkü o, düşündü ve bir ölçü, tesbit etti. Kahrolası, nasıl bir ölçü
koydu?. Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?. Sonra bir baktı. Sonra kaşlarını
çattı ve yüzünü ekşitti. Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük taslâdı (istikbar).
Böylece: ‘Bu, yalnızca aktarılarak öğrenilen bir büyüdür’ dedi. ‘Bu, bir beşer
sözünden başkası değildir’ dedi”
(Müddesir 16-25).
Târihselci
modern Velid’ler de Kur’ân’a karşı benzer yargıda bulunmakta ve şöyle
demektedirler: “Bunlar günümüzde geçerliliğini kaybetmiş târihsel âyetlerdir”.
Böylece Kur’ân’ın en azından yarısını yâni medenî âyetleri târihe hapsederek,
medenî âyetlere “eskilerin masalları” hükmünü vermektedirler.
Târih-üstücüler “Kur’ân’ı
yüksek raflardan indirelim” diye yola çıktılar, ancak geldikleri yerde
modernitenin de etkisiyle onu yerlerde süründürmektedirler. Târihselciler ise
târih-üstücülüğü eleştirelim diye çıktıkları yolun sonunda Kur’ân’ı inkâr
etmeye başladılar.
Demek ki târihselcilik de
târih-üstücülük de “rüzgâra (yâni moderniteye) göre yön belirlemek”tir.
Ey târihselciler!; Kur’ân
sâdece ahlâka ve ibâdete indirgenecek bir Kitap değildir. Ve ey
târih-üstücüler!; Kur’ân -hâşâ- modernitenin ihtiyaçlarını karşılamak için “sağılacak
bir inek” değildir.
Târihselcilik ve târih-üstücülük
denilen akımlar için söylenecek söz şudur: Nerden baksan tutarsızlık, nerden
baksan ahmakça.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder