“Dedi ki: mâdem öyle,
beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlakâ senin
dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak onlara önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici
bulmayacaksın” (A’raf 16-17).
İnsanlık târihi, şeytanın
insanlara kurduğu tuzaklar, çoğunluğun bu tuzaklara düşmesi ve Allah yolunda
gidenlerin ise tuzaklardan kurtulmak için çabalamasının târihidir. Niceleri
şeytanın kurduğu tuzaklara düşmüş, çok azı da bu tuzaklardan kurtulmuştur.
İlk tuzak şeytanın Hz. Âdem
ve Havvâ’ya kurduğu tuzaktır. Onları şu sözle ayartmış ve tuzağa düşürmüştü:
“Sonunda şeytan ona
vesvese verdi; dedi ki: Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü (mülkü lâ yebla) haber vereyim mi?” (Tâ-hâ
120).
Aslında bu söz, şeytanın tüm
insanları hâlen kandırıp tuzağa düşürdüğü sözdür: Sonsuzluk ağacı. Sonsuz olma
düşüncesi ve hayâli insanları tuzağa çeker ve kapana kıstırır. Allah’ın “yasak”
dediğine uymamak şeklinde zuhur etti ilk önce bu tuzak. Yasak olana yöneldiler.
Yâni insanın serüveni, Allah’ın yasak ettiği bir şeyin, Âdem ve Havvâ’nın şeytan
tarafından tuzağa düşürülmek sûretiyle insan tarafından çiğnenmesiyle başladı. Şeytanın
tuzağına düşen Âdem ve Havvâ, yasağı işler-işlemez çıplaklık ve utanç içinde
kaldılar. Demek ki, şeytanın tuzaklarına düşmek kişiyi utanç içinde bırakıyor
ve bırakacaktır.
İnsana tuzak kuran etkenler
şeytandan başka, şeytanın etkisindeki nefs ve tâğutlardır. Şeytanın nefsi etkilemesiyle
insanın kurduğu ikinci tuzak, Kâbil’in Hâbil’e kurduğu tuzaktı. Bu tuzak kan
dökmekle ve pişmanlıkla sonuçlandı. Bundan sonra da şeytanın, nefsin ve insanların
birbirlerine kurdukları tuzakların sonu gelmedi ve Dünyâ, sürekli olarak “tuzak
kuranlar” ve “tuzağa düşenler”in yaşadığı bir yer hâline geldi. Şu da var ki,
tuzak kurmaktansa tuzağa düşmek daha iyidir. Zîrâ tuzak kuranlar aslında kendilerini
âhirette pişmanlık içinde bırakan tuzağı kendilerine kurmuş olurlar ki bu,
tuzak kuranların “kurdukları tuzağa düşmesi” demektir.
Tuzak kurmak derken
kastettiğimiz, insanların sırf çıkarları, nefsi ve zevki için başka insanlara
kurduğu tuzaklardır. Yoksa meselâ savaşlarda yada çirkin siyâsete ve tuzaklara
karşı tuzak kurmak meşrûdur ve zâten Allah da böyle tuzaklar kurar.
İnsanlık târihi biraz da
“şeytanlık târihi”dir. Şeytanın ayarttığı insanlar şeytanlık yapmaktan
vazgeçmezler. Şeytan târih boyunca insana sürekli tuzaklar kurmuş ve insanı
ayartmayı bu şekilde başarmıştır. Şeytanın tuzağı, insanı o tuzağa bir adım
yaklaştırmakla başlar. O yüzden şeytana hiç uymamak ve tuzağa doğru bir adım
bile yaklaşmamak gerekir. Aksi-hâlde tuzağa düşmek çok olasıdır.
Şeytan aslında tüm insanlara
aynı-anda tuzak kurmayı sever. Bunu “küresel tuzaklar” ortaya çıkararak yapar. Küresel
tuzaklar; küresel ideolojiler, sistemler, düşüncelerdir. Çünkü insanlar
düşünsel tuzaklara çok çabuk ve kolay düşerler. Şeytanın târih boyunca kurduğu
en büyük tuzak “modernizm”dir. Modern-seküler sistem, şeytanın insana kurduğu
en büyük tuzaktır. Şeytan böylelikle modernizm aracılığı ile insanları
tuzaktan-tuzağa düşürmektedir. Belki de şeytan, modernizmin bu denli güçlü bir
tuzak olduğunu beklememiştir. Zîrâ insanlar modernizm tuzaklarının gönüllüleri
olmuşlardır.
Modernizmin tüm Dünyâ’yı
kuşatması ve baskı altına almasıyla birlikte insanlar, “tuzaklardan tuzak”
beğenmek zorunda kalmışlardır. Modernizm insanlara ölümü gösterip sıtmaya râzı
eder. Çünkü İslâm şıkkı hep gizlenir, kötü gösterilir ve ötelenir. Böylece insan
düşeceği tuzaklardan birini seçmek zorunda kalır. Hattâ insanlar düştüğü
tuzakları yarıştırırlar ve düştükleri tuzaklarla övünmeye başlarlar. Modern insan,
tuzaklara düşe-düşe tuzakları kanıksar ve hayâtın “tuzaklara düşmek” demek
olduğunu zannetmeye başlar. “Mecburuz, birinden birine düşeceğiz” düşüncesine
girer. Tuzaksız bir hayat düşünemez ve düşleyemez. Üstelik şeytanın tâğutlar ve
nefs üzerinden kurduğu tuzaklar bir zaman sonra insanlara çok tatlı gelir.
Çünkü şeytan profesyoneldir ve insana “tatlı tuzaklar” kurar. Böylece insanlar
düşecek tuzak aramaya başlarlar ve sürekli tuzaklarda kalmak isterler. Çünkü
modern dünyâ komple bir tuzak hâline gelmiştir. Tuzaklardan uzak kalabilmek
için hayâtın kıyısında-kenarında yaşamak gerekmektedir.
Şeytan insanı, yeme, içme,
giyme, ev, taşıt, eğitim, iş, eş, para, çocuk, âile, kadın, mal, mülk, servet,
siyâset, şehvet, şöhret ve cehâlet ile kandırır ve tuzağa düşürür. Aslında
her-şey ile tuzağa düşürebilir. Hattâ “sağdan” yaklaşarak Allah ile bile
aldatabilir. Modern zamanlarda düşülecek adım-başı tuzaklar olduğu için, modernizm
bir “tuzaklar uygarlığı”dır. Bu uygarlıkta tuzaklardan birine düşmek çok
olasıdır. Modernizmin tuzaklarına düşmemeye çalışanların sayısı çok azdır ve onlar
bile bâzen tuzaklara düşebilmektedir.
Modernizmin tuzağı insanı
doğumundan ölümüne kadar tuzaktan-tuzağa düşürür. Barut ile, elektrik ile,
motor ile, entegre ile, televizyon, internet, bilgisayar, telefon ile, kadın
ile, kozmetik ile, spor ile, sinema ile, sözde sanatlar ile, cinsellik ile,
şiddet ile, para ile, makam ile, şehvet-şöhret ile, sermâye ve servet ile, siyâset
ile hep tuzağa düşürür. Sisteme göbeğinden bağlı olan insanlar bu tuzaklardan kaçamaz
ve tuzaklardan bir kaçına mutlakâ düşer. Hattâ tuzaklardan uzak durmak için
çırpındıkça profesyonel tuzaklar onu daha kötü yakalar. Bâzıları da tuzağa
düşmek için çabalar. İster ki şeytanın kurduğu tüm tuzaklara düşsün. Zîrâ
şeytanın profesyonelce hazırladığı tuzaklar nefse uygundur, haz ve zevk verir.
Meselâ makam tuzağına düşer
insanlar ve makam onu sarhoş eder, bu sarhoşlukla ilkelerinden tâviz verir ve
kısa zamanda bambaşka bir insan olur çıkar. Örnekleri sayılamayacak kadar
çoktur. Seküler siyâset, adamı yoldan çıkarır.
Servet tuzağı kişinin
hayâtını allak-bullak eder. Çok azı durumunu bozmaz. Servet kişiyi kibirlendirir
ve nice haksızlıklar adâletsizlikler yapar, bencilleştirir ve hak-hukuk tanımaz
hâle getirir. Üstelik hırslı biri yapar.
Şehvet zâten insanı kendinden
geçirir ve Allah “adımını bile atma” dediği adımı attığında tuzağa düşmüş demektir.
Çünkü bir adım atmak, sonrasında “koşmak” hâline gelecektir. Böylece nice düzenler
bozulacaktır.
Şöhret de
insanları başkalaştırır. Kişi anasını-babasını bile tanımaz. Bir kibir, gurur,
bencillik vs. “küçük dağları ben yarattım” havasına sokar.
Tüm bu tuzakların asıl nedeni
cehâlet ve dirâyetsizlik tuzağıdır. Cehâlet, kişiyi apaçık tuzaklara düşürür.
Öyle ki oradan çıkamaz. Bir süre sonra da çıkmak bile istemez hâle gelir. Dirâyetini
kaybeder. Tâ ki yeniden bir diriliş başlayana dek. Tabi bunun için sağlam bir
dirâyet ve kararlılık gereklidir.
Kitleler ortak tuzaklarla
tuzağa düşürülüyor. Motto kelimelerle-cümlelerle insanlar inandırılır. Meselâ kapitâlizmin
“tuzak” sözlerinden biri de şudur: “Zenginin kârı senin de kârındır”. Hâlbuki
zengin kâr ettikçe gariban daha da garibanlaşır ki bu çok açık olarak görülmektedir.
Fakat bunu net olarak görebilmek için tuzaktan çıkabilmek gerekir. Çünkü tuzak,
tuzağın içindeyken görülemez.
“Tıbbın geliştiği”
tuzağı vardır. Gelinen yerde aslında sâdece hastâne konforu ve tıbbî cihaz
teknolojisi gelişmiştir. Bunlar hastalığı belirler ve hastalar otel gibi hastânede
yatarlar fakat tedâvi aşamasında bir adım bile ileri gidememişlerdir. “Sürekli
tedâvi” ile hastaları hastânelere bağımlı hâle getirirler. Sâdece hastalığı
kontrôllü olarak sürdüren sürekli tedâvilerle insanlar hastâne tuzağına düşmüş
olurlar. İnsanlar, modern tıbbın sunduğu “hastalıkların kontrôl altında sürdürülmesi”
tuzağına râzı olmuşlardır.
Modern insan “tuzağa düşmeye
alışmış” insandır. Zîrâ günahkârdır ve tuzağa mecbûren düşer. Tuzaklar ona “bu
dünyâdaki bir cezâ” olmuştur.
Fakat mü’minler böyle değildir.
Onlar tuzaklardan ve tuzağa düşenlerden ibret alırlar:
“De ki: Yeryüzünde gezip
dolaşın da, suçlu-günahkârların nasıl bir sona uğradıklarını görün” (Neml 69).
Allah’a sımsıkı
bağlandıkları için tuzaklardan emindirler. Bir tuzağa düşecek gibi olsalar Allah
onları uyarır ve tuzaktan kurtarır da düzlüğe çıkarır:
“Sen, onlara karşı hüzne
kapılma ve kurdukları tuzaklardan dolayı sıkıntı içinde olma!” (Neml 70).
Aslında tuzak kuranlar
tuzağı kurdukları anda tuzağa düşmüşlerdir. Zîrâ Allah tüm tuzakları görendir.
Allah onları kendi tuzaklarına düşürür. Bu nedenle aslında “tuzak kuranlar da
dâhil” hiç kimse tuzaklardan güvende değildir:
“(Veyâ) onlar, Allah’ın
tuzağından güvende mi idiler?. Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrâna uğrayan
bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz” (A’raf 99).
İnsana kardeşleri bile tuzak
kurabilir. İnsan o kadar fesattır ve hasistir ki, “kardeşim” demez de onun bile
tuzağa düşmesini isteyebilir. O yüzden insanın Allah’tan başka herkese mâkûl
oranda mesâfe koyması gerekir:
“(Babası) demişti ki: Oğlum,
rüyânı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan
için apaçık bir düşmandır” (Yûsuf 5).
Allah’ın tuzaktan koruduğu
kimseleri hiç kimse tuzağa düşüremez. Tuzağı kuranlar o tuzaklara kendileri
düşerler. Zîrâ tuzak kuranların en hayırlısı Allah’tır:
“Hani o inkâr edenler,
seni tutuklamak yada öldürmek veyâ sürgün etmek amacıyla tuzak kuruyorlardı.
Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu.
Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır” (Enfâl 30).
“Onlar (inanmayanlar) bir
düzen (hîle ve tuzak) kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu.
Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır” (Al-i İmran 54).
Mü’minler ne tuzak kurarlar
ne de tuzağa düşerler. Zîrâ Allah’ın emrettiği yoldan hiç sapmadan giderler.
Vahiy-merkezli yaşarlar ve Peygamber’in güzel örnekliğini de hesâba katarlar.
Böylece tuzaklardan güvende olurlar. Âhirette de tuzakların en berbatı olan
cehennemden kurtulurlar ve ebedî nîmet diyârı olan cennetlere girerler:
“Rabbine, hoşnut edici ve
hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Ve cennetime gir” (Fecr 28-30).
Allah’ım!; bizi şeytanın,
nefsin ve tâğutların tuzaklarından koru. Sen’in yolunda hiç şaşmadan yürüyen
takvâlı kullarından eyle ve âhirette de sâlih kullarının arasına kat. Âmin.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder