14 Mart 2023 Salı

İslâm’ı Âhirete Hapsetmek


“Yoksa siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır” (Bakara 85).

 

İslâm’ı âhirete hapsetmek; “İslâm’ın Dünyâ’ya karışmadığını, Dünyâ hakkında bir şey demediğini, devletle, sosyâl hayatla, ekonomi ile ve siyâsetle ilgili bir projesi olmadığı için bunlarla ilgilenmediğini ve aynen uzak-doğunun ahlâk dinleri gibi sâdece mânevi olan ile ilgili bir din olduğunu söylemek, bu bağlamda Medenî âyetleri görmezden gelmek ve hattâ inkâr etmek”le yapılıyor. Çünkü böyle olunca Mekkî âyetler, özellikle ilk ayetleri ağırlıklı olarak kıyâmet, hesâp, cennet-cehennem vs.’den bahsettiği için, sâdece Mekkî âyetlerin evrensel anlamda İslâm olduğu söyleniyor ve Kur’ân’ın yâni İslâm’ın “âhirete has bir din” olduğu zannediliyor. Tabi böyle olunca da Dünyâ’da meydanı lâik, seküler, demokratik, liberâl, kapitâlist, feminist ve emperyâl sistemlere bırakmak ve din-dışı sapık modern sistemlere uymak sorun olmuyor ve kolaylaşıyor. Hattâ İslâm’ın Dünyâya karışmadığını ve sâdece âhiretle ilgilendiğini sandığı için, bu ideolojileri ve sistemleri savunmak zorunda kalıyor. Zîrâ İslâm’ı âhirete hapsettiği için Dünyâ’da bu sistemlere göre hareket ediyor. Böylelikle ortaya “lâik müslüman”, “demokrat müslüman”, “seküler müslüman”, “liberâl-kapitâlist müslüman”, “feminist müslüman” gibi absürd ve sapıkça isimlendirmeler çıkıyor.

 

İslâm’ı âhirete hapsedenlerin Mekkî âyetleri kabûl edip Medenî âyetleri inkâr etmeleri yada Medenî âyetleri târihe hapsetmeleri boşuna değildir. Çünkü Mekkî âyetler -özellikle ilk sûreler- hep kıyâmetten ve âhiretten bahseder. Cennet hayatını anlatır. Vâkıa Sûresi’nde şöyle denir:

 

15- Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerindedirler.

16- Karşılıklı yaslânmışlardır.

17- Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır;

18- Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler,

19- Ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.

20- Arzulayıp-seçecekleri meyveler,

21- Canlarının çektiği kuş eti.

22- Ve iri gözlü hûriler,

23- Sanki saklı inciler gibi..

 

Dünyâ’da konfor içinde yaşayanlar, âhirette de konfor içinde yaşamak isterler ve bu nedenle de Kur’ân’ın sâdece iyi insan olmakla ilgili ve konfor içeren âyetleriyle ilgilenirler. Dünyâ’da “iyi” insan olunduğundan âhirette de o konforu hakkettiğine inanıyorlar ve bu bağlamda Medenî âyetleri hiç hesâba katmazlar, târihe hapsedeler ve hattâ inkâr ederler. Oysa İslâm, âhiret-merkezli bir Dünyâ kurmak isteyen bir dindir. Allah âhirette “mâliki yevmiddin”dir. Göklerin de tek hâkimidir. Fakat Dünyâ’da insanlar hâkimiyeti Allah’a vermek istememekte ve Dünyâ işlerini kendileri düzenlemek istemektedirler. Fakat böyle olunca da haksızlık yapmaları kaçınılmaz olmaktadır. Zîrâ insan kendi zarârına bir kânun ve yürütme yapmaz. Bu yüzden Allah Dünyâ’da da kendi dîninin her alanda hâkim olmasını ister. Zâten İslâm’ı diğer tüm bâtıl dinlere üstün kılmak için gelmiştir:

 

“Elçilerini hidâyet ve hak din üzere gönderen O’dur. Öyle ki onu (hak din olan İslâm’ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile” (Saff 9).

 

Âhiret bilinci ve îmânı çok önemlidir ve insanı aslında gerçek anlamda koruyacak olan şey âhiret bilinci ve îmânıdır. Biz âhireti aslâ yabana atmıyoruz. Zâten öyle bir lüksümüz olamaz. Zîrâ İslâm, “âhiret-merkezli bir Dünyâ dîni”dir. Fakat sâdece “âhiret dîni” değildir. Bizim söylemek istediğimiz budur. Yoksa âhiret çok önemlidir ve hattâ âhirete îman etmemek “İslâm’dan çıkmak” demektir. Âhiret bilinci ve îmânı olmadığında, insanın yapmayacağı çirkeflik kalmaz. Âhiret bilinci ve korkusu olmadığında, insanın yapmayacağı pislik olmaz. Çünkü onu gerçek anlamda ne tutacak ve korkutacak ki?. Âhiretteki “büyük gelecek” için hiç kaygı duymayanlar, Dünyâ’daki “küçük gelecekler” için bunalımdan-bunalıma girmek zorunda kalırlar bu nedenle.

 

İki çeşit insan vardır. Bu insan tipleri, hayâtı hangi merkezde yaşadığına göre ayrılır: 1-Dünyâ-merkezli yaşamayı seçenler. 2-Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler. Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler Dünyâ’dan nasiplenebilirler, fakat Dünyâ-merkezli yaşamı seçenler âhiretten olumlu şekilde faydalanamazlar.

 

Hâkimiyeti ellerinde tutan modern tâğutlar, cenneti bu Dünyâ’da kurmak isterler. Fakat sâdece kendileri için. “Diğerleri” yâni Dünyâ’nın yarısından fazlası için ise Dünyâ’da cehennemi kurmaktadırlar. Allah’ın buna râzı olması zinhar söz-konusu değildir. Buna ancak, dîni âhirete hapsedenler, deistler ve ateistler râzı olur.

 

Liberâl kapitâlizm, Dünyâ’da sanki cennetteymiş gibi yaşamayı öneriyor ve bunu insanlara hayâl olarak sunuyor. Birileri cennet-vâri bir şekilde yaşayabiliyor. Böyle olunca Medenî âyetlerde bahsedilen direniş, sabır, hicret, devlet, cihad, şahâdet, medeniyet vs. âyetleri duymak istemiyorlar. Dünyâ’da sözde “iyi insan” olundu mu cennete  kavuşuluyor bunlara göre. Târihselciler meselâ, “Dünyâ’da temiz ve iyi müslüman olmak yeterlidir, bir köşede kendince yaşadığında ve kimseye zarârı dokunmadığında” kendini cennetlik addediyor. Peki ya; şirk, küfür, adâletsizlik, zulüm, açlık, susuzluk, evsizlik, çıplaklık, ahlâksızlık vs. ne olacak?. Bunlara ses çıkarılmayacak mı?. Şu âyeti Medenî âyet diye hiç tınlamıyorlar:

 

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zâlim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir velî (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nîsâ 75).

 

Mekkî âyetlerin sâdece; “Dünyâ’da eleştiri, îtirâz ve isyânı gerektirmeyen, dînin içte yaşanması gerektiğini söyleyen ve bireysellikten bahseden” âyetler olduğunu zannediyorlar. Oysa Peygamber ve sahabe; şirke, küfre, adâletsizliğe, ahlâksızlığa ve zulme karşı harekete geçmişler ve kâfirlerin-müşriklerin bâtıl-sapkın inançlarını yüzlerine-yüzlerine ve haykıra-haykıra söylemişler ve bu uğurda nice sıkıntılara da girmişlerdir.

 

İslâm’ı âhirete hapsedenler Peygamber örnekliğini, Kur’ân emretmesine rağmen tınlamazlar. Peygamberimiz hem büyük bir ahlâka ve çok güçlü bir îmâna sâhipti, âhiret-merkezli yaşardı hem de aynı-zamanda imamdı. Yâni müslümanların dînî ve dünyevî lîderiydi. Dünyâ’daki her türlü çirkefliğe karşı mücâdele ederdi. Hattâ müşrik, kâfir ve zâlimlerle savaşmıştır da. Peki onun bu örnekliği niçin hesâba katılmıyor?. Peygamber örnekliği sâdece Mekkî âyetler ve âhiretle ilgili konular için mi geçerlidir?. Tabî ki de hayır!. Peygamberimiz’in örnekliği Mekke olsun Medîne olsun tüm peygamberlik hayâtı için geçerlidir. O’nun hayâtı bir “örneklik”tir. 

 

Hz. Muhammed aynı-zamanda savaşçı bir peygamberdi. Siyerlerde söylendiğine göre onun 9 kılıç, 3 mızrak, 3 yay, 7 cebe ve 3 kalkanı vardı. Ayrıca bu hususta; “Hz. Muhammed savaşçı bir peygamber olan Hz. Mûsâ’ya çok benziyor” denir.

 

İslâm’ın farklılığı, “âhiret-merkezli olan bir Dünyâ dîni” olmasıdır. Âhirette her-şey olup-bittiği için dîne gerek yoktur. Bu nedenle İslâm “kişisel bir âhiret dîni” değil, âhiret bilinci ve îmânı dolayısı ile Dünyâ’da küfrü, şirki, adâletsizliği, ahlâksızlığı ve zulmü kaldırmak isteyen, aynen göklerde olduğu gibi yeryüzünde de Allah’ın dînini ve sözünü hâkim kılmak isteyen bir dindir. Tüm peygamberler bunun için çalışmıştır yada bunu hedeflemiştir. Bunu Hz. Muhammed başarmıştır ve güzel bir örneklik göstertmiştir.

 

İslâm, dîni vicdanlara hapsedip de Dünyâ hâkimiyetinin zâlimlere verildiği bir sisteme “hayır” demek için gönderilmiş bir dindir. Dünyâ’da ne kadar ciddî ve gayretli olarak bu ideâl uğruna çalışılırsa, âhirette de o kadar güvende olunacağını söyleyen bir dindir İslâm. O yüzden İslâm, dînin âhirete hapsedildiği bir din değil, âhiret-merkezli bir Dünyâ dînidir. Göklerde olduğu gibi yeryüzünde de İslâm hâkimiyetini kurmak amacını taşır.  

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2020

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder