“Yoksa siz,
Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık
sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka
değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır” (Bakara 85).
İslâm’ı âhirete
hapsetmek; “İslâm’ın Dünyâ’ya karışmadığını, Dünyâ hakkında bir şey demediğini,
devletle, sosyâl hayatla, ekonomi ile ve siyâsetle ilgili bir projesi olmadığı
için bunlarla ilgilenmediğini ve aynen uzak-doğunun ahlâk dinleri gibi sâdece
mânevi olan ile ilgili bir din olduğunu söylemek, bu bağlamda Medenî âyetleri
görmezden gelmek ve hattâ inkâr etmek”le yapılıyor. Çünkü böyle olunca Mekkî
âyetler, özellikle ilk ayetleri ağırlıklı olarak kıyâmet, hesâp, cennet-cehennem
vs.’den bahsettiği için, sâdece Mekkî âyetlerin evrensel anlamda İslâm olduğu
söyleniyor ve Kur’ân’ın yâni İslâm’ın “âhirete has bir din” olduğu zannediliyor.
Tabi böyle olunca da Dünyâ’da meydanı lâik, seküler, demokratik, liberâl,
kapitâlist, feminist ve emperyâl sistemlere bırakmak ve din-dışı sapık modern
sistemlere uymak sorun olmuyor ve kolaylaşıyor. Hattâ İslâm’ın Dünyâya karışmadığını
ve sâdece âhiretle ilgilendiğini sandığı için, bu ideolojileri ve sistemleri
savunmak zorunda kalıyor. Zîrâ İslâm’ı âhirete hapsettiği için Dünyâ’da bu
sistemlere göre hareket ediyor. Böylelikle ortaya “lâik müslüman”, “demokrat
müslüman”, “seküler müslüman”, “liberâl-kapitâlist müslüman”, “feminist
müslüman” gibi absürd ve sapıkça isimlendirmeler çıkıyor.
İslâm’ı âhirete
hapsedenlerin Mekkî âyetleri kabûl edip Medenî âyetleri inkâr etmeleri yada Medenî
âyetleri târihe hapsetmeleri boşuna değildir. Çünkü Mekkî âyetler -özellikle
ilk sûreler- hep kıyâmetten ve âhiretten bahseder. Cennet hayatını anlatır.
Vâkıa Sûresi’nde şöyle denir:
15- Özenle
işlenmiş mücevher tahtlar üzerindedirler.
16- Karşılıklı
yaslânmışlardır.
17- Çevrelerinde
ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır;
18- Kaynağından
(doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler,
19- Ki bundan ne
başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.
20-
Arzulayıp-seçecekleri meyveler,
21- Canlarının
çektiği kuş eti.
22- Ve iri gözlü
hûriler,
23- Sanki saklı
inciler gibi..
Dünyâ’da konfor
içinde yaşayanlar, âhirette de konfor içinde yaşamak isterler ve bu nedenle de
Kur’ân’ın sâdece iyi insan olmakla ilgili ve konfor içeren âyetleriyle
ilgilenirler. Dünyâ’da “iyi” insan olunduğundan âhirette de o konforu
hakkettiğine inanıyorlar ve bu bağlamda Medenî âyetleri hiç hesâba katmazlar,
târihe hapsedeler ve hattâ inkâr ederler. Oysa İslâm, âhiret-merkezli bir Dünyâ
kurmak isteyen bir dindir. Allah âhirette “mâliki yevmiddin”dir. Göklerin de
tek hâkimidir. Fakat Dünyâ’da insanlar hâkimiyeti Allah’a vermek istememekte ve
Dünyâ işlerini kendileri düzenlemek istemektedirler. Fakat böyle olunca da
haksızlık yapmaları kaçınılmaz olmaktadır. Zîrâ insan kendi zarârına bir kânun
ve yürütme yapmaz. Bu yüzden Allah Dünyâ’da da kendi dîninin her alanda hâkim
olmasını ister. Zâten İslâm’ı diğer tüm bâtıl dinlere üstün kılmak için
gelmiştir:
“Elçilerini
hidâyet ve hak din üzere gönderen O’dur. Öyle ki onu (hak din olan İslâm’ı)
bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile” (Saff 9).
Âhiret
bilinci ve îmânı çok önemlidir ve insanı aslında gerçek anlamda koruyacak olan
şey âhiret bilinci ve îmânıdır. Biz âhireti aslâ yabana atmıyoruz. Zâten öyle
bir lüksümüz olamaz. Zîrâ İslâm, “âhiret-merkezli bir Dünyâ dîni”dir. Fakat
sâdece “âhiret dîni” değildir. Bizim söylemek istediğimiz budur. Yoksa âhiret
çok önemlidir ve hattâ âhirete îman etmemek “İslâm’dan çıkmak” demektir. Âhiret
bilinci ve îmânı olmadığında, insanın yapmayacağı çirkeflik kalmaz. Âhiret
bilinci ve korkusu olmadığında, insanın yapmayacağı pislik olmaz. Çünkü onu gerçek
anlamda ne tutacak ve korkutacak ki?. Âhiretteki “büyük gelecek” için hiç kaygı duymayanlar, Dünyâ’daki
“küçük gelecekler” için bunalımdan-bunalıma girmek zorunda kalırlar bu nedenle.
İki çeşit insan vardır. Bu insan tipleri,
hayâtı hangi merkezde yaşadığına göre ayrılır: 1-Dünyâ-merkezli yaşamayı
seçenler. 2-Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler. Âhiret-merkezli yaşamayı
seçenler Dünyâ’dan nasiplenebilirler, fakat Dünyâ-merkezli yaşamı seçenler
âhiretten olumlu şekilde faydalanamazlar.
Hâkimiyeti ellerinde
tutan modern tâğutlar, cenneti bu Dünyâ’da kurmak isterler. Fakat sâdece
kendileri için. “Diğerleri” yâni Dünyâ’nın yarısından fazlası için ise Dünyâ’da
cehennemi kurmaktadırlar. Allah’ın buna râzı olması zinhar söz-konusu değildir.
Buna ancak, dîni âhirete hapsedenler, deistler ve ateistler râzı olur.
Liberâl
kapitâlizm, Dünyâ’da sanki cennetteymiş gibi yaşamayı öneriyor ve bunu insanlara
hayâl olarak sunuyor. Birileri cennet-vâri bir şekilde yaşayabiliyor. Böyle
olunca Medenî âyetlerde bahsedilen direniş, sabır, hicret, devlet, cihad, şahâdet,
medeniyet vs. âyetleri duymak istemiyorlar. Dünyâ’da sözde “iyi insan” olundu
mu cennete kavuşuluyor bunlara göre. Târihselciler
meselâ, “Dünyâ’da temiz ve iyi müslüman olmak yeterlidir, bir köşede kendince
yaşadığında ve kimseye zarârı dokunmadığında” kendini cennetlik addediyor. Peki
ya; şirk, küfür, adâletsizlik, zulüm, açlık, susuzluk, evsizlik, çıplaklık,
ahlâksızlık vs. ne olacak?. Bunlara ses çıkarılmayacak mı?. Şu âyeti Medenî
âyet diye hiç tınlamıyorlar:
“Size ne
oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zâlim olan bu ülkeden çıkar,
bize katından bir velî (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden
yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına
savaşmıyorsunuz?” (Nîsâ
75).
Mekkî âyetlerin
sâdece; “Dünyâ’da eleştiri, îtirâz ve isyânı gerektirmeyen, dînin içte
yaşanması gerektiğini söyleyen ve bireysellikten bahseden” âyetler olduğunu zannediyorlar.
Oysa Peygamber ve sahabe; şirke, küfre, adâletsizliğe, ahlâksızlığa ve zulme
karşı harekete geçmişler ve kâfirlerin-müşriklerin bâtıl-sapkın inançlarını
yüzlerine-yüzlerine ve haykıra-haykıra söylemişler ve bu uğurda nice
sıkıntılara da girmişlerdir.
İslâm’ı âhirete
hapsedenler Peygamber örnekliğini, Kur’ân emretmesine rağmen tınlamazlar.
Peygamberimiz hem büyük bir ahlâka ve çok güçlü bir îmâna sâhipti, âhiret-merkezli
yaşardı hem de aynı-zamanda imamdı. Yâni müslümanların dînî ve dünyevî
lîderiydi. Dünyâ’daki her türlü çirkefliğe karşı mücâdele ederdi. Hattâ müşrik,
kâfir ve zâlimlerle savaşmıştır da. Peki onun bu örnekliği niçin hesâba katılmıyor?.
Peygamber örnekliği sâdece Mekkî âyetler ve âhiretle ilgili konular için mi
geçerlidir?. Tabî ki de hayır!. Peygamberimiz’in örnekliği Mekke olsun Medîne
olsun tüm peygamberlik hayâtı için geçerlidir. O’nun hayâtı bir
“örneklik”tir.
Hz. Muhammed aynı-zamanda savaşçı bir
peygamberdi. Siyerlerde söylendiğine göre onun 9 kılıç, 3 mızrak, 3 yay, 7 cebe
ve 3 kalkanı vardı. Ayrıca bu hususta; “Hz. Muhammed savaşçı bir peygamber olan
Hz. Mûsâ’ya çok benziyor” denir.
İslâm’ın
farklılığı, “âhiret-merkezli olan bir Dünyâ dîni” olmasıdır. Âhirette her-şey
olup-bittiği için dîne gerek yoktur. Bu nedenle İslâm “kişisel bir âhiret dîni”
değil, âhiret bilinci ve îmânı dolayısı ile Dünyâ’da küfrü, şirki, adâletsizliği,
ahlâksızlığı ve zulmü kaldırmak isteyen, aynen göklerde olduğu gibi yeryüzünde
de Allah’ın dînini ve sözünü hâkim kılmak isteyen bir dindir. Tüm peygamberler
bunun için çalışmıştır yada bunu hedeflemiştir. Bunu Hz. Muhammed başarmıştır
ve güzel bir örneklik göstertmiştir.
İslâm, dîni
vicdanlara hapsedip de Dünyâ hâkimiyetinin zâlimlere verildiği bir sisteme “hayır”
demek için gönderilmiş bir dindir. Dünyâ’da ne kadar ciddî ve gayretli olarak
bu ideâl uğruna çalışılırsa, âhirette de o kadar güvende olunacağını söyleyen
bir dindir İslâm. O yüzden İslâm, dînin âhirete hapsedildiği bir din değil,
âhiret-merkezli bir Dünyâ dînidir. Göklerde olduğu gibi yeryüzünde de İslâm
hâkimiyetini kurmak amacını taşır.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder