“İnkâr edenler ateşe
sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün
güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk
sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve
fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile
cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).
Âyette, Dünyâ’da iken
tüm zevkleri tüketip bitirenler için âhirette geriye azap ve mahrûmiyet kaldığı
söylenmektedir. Dünyâ’da hiç-bir şeyden mahrûm kalmamak, âhirette bir-çok
şeyden mahrûm kalmakla sonuçlanıyor. Çünkü iki güzellik bir-arada olmaz. Dünyâ
cennet değildir ve cenneti Dünyâ’da kurmak düşüncesi ve eylemi cinnettir ve
cinnetle sonuçlanır.
İnsan “yarı-mahrûmiyete
uygun” yaratılmıştır. Zâten kâinat ve de Dünyâ sınırlıdır ve bu nedenle de
Dünyâ da yarı-mahrûmiyete göre yaratılmıştır. Refah insanı hasta eder. Hele
“sahte refah” (aslında refah içinde olunmadığı hâlde refah içindeymiş gibi
yaşama) ise, “aptal hasta” eder. Dünya şu-anda bu durumdadır. İnsan, yarı-mahrûmiyete
uygun yaratıldığı için “özlem odaklı”dır. Bu özlem en başta “cennet özlemi”dir.
Dünyâ’da hiç-bir zaman oluşamayacak ve tatmin edemeyecek olan cennet. Âhirete
has olan. İnsanı dik ve diri tutan şey işte bu özlemdir, mahrûmiyettir. Mahrûmiyet
insanın fıtrî bir terapisidir.
Mahrûmiyetten mahrûm olan
insanlar neredeyse kafayı yemek üzereler. Refah, insanları hasta etti. “Yalancı
refah” ise insanları perişân etti. İnsanlar mahrûmiyetten mahrûmdur.
Mahrûmiyetten insanın ilacıdır. Çünkü mahrûmiyet, nîmettir. Zîrâ insan ancak
mahrûm olduğunda anlar, özler ve bir şeyler yapar. Aksi-hâlde yerine çakılır
kalır ve boş ve anlamsız bir hayat yaşar.
Yeni nesil gençler,
mahrûmiyetten mahrûm olduğu için hakîki ve gerçek dertleri bilmiyor. Bu nedenle
de çakma-sûnî-sanal dertlere müptelâ oluyor. Bu dertler onları içten-içe
kemiriyor ve mutsuz ve umutsuz bir hâle getiriyor.
Çocuklar da mahrûmiyetten
mahrûmdurlar. Hiç-bir şeyleri eksik değil. Ne isterse yapılıyor. “Hayır”
kelimesini bilmiyorlar ve sevmiyorlar. Bu durum, ileride karşılaşacakları
“hayır” kelimesine karşı aşırı tepki göstermelerine neden oluyor. Çocukların
varlık içindeyken de mahrûmiyeti öğrenmeleri ve bilmeleri gerekiyor. Bu nedenle
de bir sınır konulmalı ve çocuklar yemekten, içmekten, giymekten, gezmekten vs.
bilerek mahrûm bırakılmalıdır. Mahrûmiyet öğretilmelidir ki kıymet bilen olsun.
Çünkü mahrûmiyetten mahrûm olanlar hiç-bir şeyin kıymetini bilmiyor da isrâf
ediyor, döküp-saçıyor, değer bilmiyor ve ihtirâs içinde yaşıyor.
Aslında mahrûm kalmak
lezzeti öğretiyor. Meselâ yemekten-içmekten mahrûm kalmak, yeme-içmenin
değerini bildiriyor. Modern zamanlar için konuşursak, elektrikten, internetten,
elektronik cihazlardan biraz da olsa uzak ve mahrûm kalmak, hem bunlar olmadan
da olabileceğini hem de bunların sağladığı kolaylığın farkına varılmasını
öğretiyor. Mahrûmiyet ne kadar
fazlaysa, kavuşma o kadar lezzetli olur.
En çok da modern gençlik
mahrûmiyetten mahrûmdur. Çünkü her biri birer prens ve prenses gibi büyütülmüş,
hiç-bir şeyin kıymetini bilmiyor, yoktan anlamıyor ve her istediğini bir-an
önce ulaşmak istiyor. Ulaşamamaya anlam veremiyorlar. Ulaşamamanın ve
mahrûmiyetin ne olduğunu bilmedikleri için bu konulan duyunca iğrenç bir
sıkıntı hissediyorlar. Bir eksiklik durumunu aşmak için çok aptalca ve gerçekçi
olmayan çözümlerden bahsediyorlar. Çünkü hayâl dünyâsında yaşıyorlar. Zîrâ
çocukluktan îtibâren sûnî, sanal ve hayâli olan içinde kalmışlardır. Sanala
mâruz kalmışlardır. Bu sanal âlemde bir mahrûmiyet olmadığı ve her-şey mükemmel
olduğu için Dünyâ’da böyle bir hayat bekliyorlar. Fakat gerçek hayatta
beklediklerini bulamadıklarında hem umutsuzluğa hem de boşluğa düşüyorlar.
Çünkü hiç-bir zaman mahrûm olmadılar, çünkü mahrûmiyetten mahrûmdurlar.
Mahrûmiyetten mahrûm olanlar,
mahrûmiyetlerini gidermek için her-şeyi yapabilir hâle gelmişlerdir. Her türlü
günah, haram, suç ve ayıbı işleyebilecek duruma gelmişlerdir. Fakat
bilmedikleri şey şudur ki, her haram, günah, suç ve ayıp bir mahrûmiyet doğurur.
Mahrûmiyetten kurtulmak için yapılan şeyler yeni mahrûmiyetler ortaya çıkarır.
Bu yeni mahrûmiyetler eski mahrûmiyetlerden daha çok acı ve ızdırap veren
mahrûmiyetler olur. İşte bundan kurtulmanın tek çâresi, kısa süreliğine de olsa
mahrûmiyet içinde yaşamaya alışık olmaktır. Mahrûmiyetlere alışık olanlar, hem
özlem içinde oldukları için umut içinde de olurlar, hem de mahrûmiyetten
kurtulduklarında mahrûm kaldıkları şeyden daha çok lezzet alırlar. Oruç
tutanların akşam olduğunda içtikleri sudan ve yedikleri yemeklerden çok lezzet
alması gibi. Fakat hiç-bir şeyden mahrûm kalmamış olanlar hem hiç-bir şeye
karşı özlem duymazlar hem de hiç-bir şeyden yeterince lezzet almazlar. Absürd
şeyleri denemelerinin nedeni budur.
İnsanın en büyük
mahrûmiyeti, Allah’a, âhirete, dîne, vahye, peygamberlere, insana ve akrabâlara
muhtâç olmama durumuna gelmesidir. Mahrûmiyetten mahrûm olma durumu bunlara
öneme vermeyi azaltır yada yok eder. Artık eş, dost, akraba vs. ile ilişkilerin
azalması ve bitmesinin nedeni budur.
Mahremiyetten
mahrûm kalma durumu da vardır. Mahremiyet bitme noktasına gelmiştir hattâ çoğu
bölge ve çoğu kişi için bitmiştir. Mahremiyetten mahrûm durumdayız ve bunun
sıkıntılarını şimdiden yaşamaya başladık. İleride ise büyük sıkıntıların ortaya
çıkması kesin gibidir. Çünkü mahremiyeti yitirmek de mahrûmiyettir.
Modernizm, insanları
mahrûmiyetten mahrûm bırakmakta ve modern insanı hiç-bir şeye ihtiyaç
duymayacak hâle getirmek istemektedir ve bunu büyük oranda başarmıştır. Fakat
sonuçta insanlar şeytana ve nefislerine göre yaşamaya başlamışlardır. Şeytandan
ve nefsten âzâde olamadıkları gibi, bu iki şeye her geçen gün daha fazla
bağlanmaktadırlar. Modern olan her-şey insanı doğaldan, fıtrî olandan,
normalden, Allah’tan, ana-babadan, eş-dosttan, anlamdan, değerden vs. uzaklaştırmaktadır.
Modern insan; îmândan, takvâdan,
samîmiyetten, ciddîyetten, gayretten, hedeften, vs. uzaklaşmış ve mahrûm
kalmıştır. Bu mahrûmiyetin nedeni, insanın mahrûmiyetten mahrûm kalmasıdır.
Zîrâ mahrûmiyet, kişiye başta Allah olmak üzere tüm bu değerleri hatırlatır.
İnsan ancak mahrûm kaldığında düşünür, anlar ve değer-bilir hâle gelir.
Dünyâ’da
mahrûmiyetten mahrûm olanların âhirette karşılaşacağı şey “cennetten mahrûm
olmak” olacaktır. Cennetten mahrûm olanların varacağı yer ise, ebedî azap
diyârı olan cehennemden başkası değildir.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder