30 Nisan 2023 Pazar

Bilginin Kaynağı


“Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın” (Bakara 32).

 

Varlık içinde “sâdece insan”; eşyâya, maddeye ve tüm varlığa bakarak, gözlem yaparak ve üzerinde düşünerek yorum yapıp bilgi üretme yeteneğine sâhiptir. Hattâ belki “meleklerin bile böyle bir yetenekleri yoktur” denebilir. Çünkü Allah meleklere; “şunların isimlerini bana bildirin” dediğinde, melekler; “Sen’in bildirdiğinden başka bilgimiz yoktur” demişlerdi. Allah bu sefer de Âdem’e dönüp; “eşyânın isimlerini bildir” dediğinde, Hz. Âdem bu isimlendirmeyi yapabilmiştir. Çünkü Hz. Âdem, varlığa bakarak isimlendirme yapabilecek, eşyâ hakkında yorumda bulunarak bilgi üretebilecek bir yeteneğe ve özelliğe sâhiptir:

 

“Hani Rabbin, meleklere: ‘Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife vâr edeceğim’ demişti. Onlar da: ‘Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birini mi vâr edeceksin?’ dediler. (Allah:) ‘Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim’ dedi. Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: ‘Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin’ dedi. Dediler ki: ‘Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın’ dediler. (Allah:) ‘Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver’ dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince, dedi ki: Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim” (Bakara 30-33).

 

Demek ki bilgi üretebilecek ve bilgiyi değerlendirebilecek tek varlık, Allah’ın onda yarattığı özellikler nedeniyle sâdece insandır. Peki insanın maddeye-eşyâya bakarak ürettiği bilginin doğruluk ve isâbetlilik oranı nedir?. Kanımca -vahiy-merkezli olarak ürettiği bilgiyi saymazsak- insanlık-târihi boyunca insanın ürettiği bilginin %90’ı yanlış, %9’u ise eksiktir. İnsanın ürettiği bilgi içinde doğruluğu kesin olan bilgi oranı sâdece %1’dir. İnsanın ürettiği düşünce, fikir ve teorilerin sürekli değişmesi ve bir-önceki düşünce, fikir ve teoriye tam ters bir yorum yaparak yeni düşünce, fikir ve teoriler üretip savunmasının nedeni budur. Yâni aslında insan yorum yapabilen ve bilgi üretebilen tek varlıktır ama ürettiği bilginin güvenirliliği konusunda başarısızdır. Bu başarısızlık, insanlık târihinde sürekli olarak çeşitli sorunların olmasına ve Dünyâ’ya bir türlü nizam ve intizam verememesine neden olmaktadır. İnsanın vahiyden kopuk olarak ürettiği bilginin hem eksik yada büyük oranda yanlış, hem de uzun süreli kullanmaya müsâit olmaması, göklerdeki ve doğadaki gibi bir düzenin Dünyâ’da da kurulamamasına ve hakkın-hakîkatin, adâletin-eşitliğin ve ahlâkın sağlanamamasına neden olduğu gibi, üretilen bilginin kalitesizliğinden dolayı bunların tam tersi bir durumun ortaya çıkarak şirk, küfür ve zulümden bir türlü kurtulamamaya sebep olmaktadır.

 

Peki dediğimiz şey mümkün müdür?, yâni Dünyâ’da -aynen göklerdeki ve doğadaki gibi- fıtrî, doğal ve normâl işleyen bir düzen kurulamaz mı?. Elbette kurulur. Peki bunun için olmazsa-olmaz şart nedir?. Bunun için olmazsa-olmaz şart elbette, göklerin ve yerlerin yâni tüm varlıkta bâriz şekilde görüldüğü gibi, “bilginin ve işleyişin sâdece Allah’a göre olması”dır. Gökler ve yer yâni Dünyâ, dolayısıyla tüm kâinattaki muazzam nizam, döngü ve kusursuz işleyişin nedeni, hareketini ve deverânını “sâdece Allah’a” göre yapması, Allah’ın belirlediğine göre hareket etmesidir. Çünkü bunun tek yolu budur. Zâten -hâşâ-, eğer Allah’tan başka bir ilah daha olsaydı da kâinâtın yarısına diğer ilah hükmetmeye kalksaydı kâinâtın işleyişi bozulur ve mahvolarak yıkılıp giderdi:

 

“Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendire-geldikleri şeylerden yücedir” (Enbiya 22).

 

Tüm kâinât, işleyişini Allah’ın “ol” emrine göre başlatmıştır ve gökler ve yer yâni tüm kâinât varlığını, düzenini ve nizâmını sürekli olarak O’nun tutmasıyla korumaktadır:

 

“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zevâl bulurlar diye (her-an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zevâl bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır” (Fâtır 41).

 

İnsanın; sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, kânûnî, hukûkî, askerî ve siyâsî işleri hâriç, -insanın bedenî işleyişi dâhil- kâinatta “Allah’a göre” olmayan ve işlemeyen hiç-bir şey yoktur. Her-şey Allah’ın “ol” demesiyle o muazzam döngüsüne başlamış ve bunu sorunsuz olarak devâm ettirmektedir. Fakat insan sosyâl, kültürel, ekonomik, âilevî, kânûnî, hukûkî, askerî ve siyâsî alanlarda bilgi-bilinç ve amel-eylemi Allah’a göre yapmadığı ve hâkimiyeti Allah’a vermediği için Dünyâ’da bir türlü bir düzen sağlayamamakta ve huzur bulmamaktadır. Çünkü aslında şeytanın, nefsin ve tâğutların etkisi ve de ihtirasları nedeniyle pek de sağlamak istememektedir. Böyle olduğu için de ürettiği bilgiyi Allah-merkezli yâni vahiy-merkezli olarak oluşturmamakta ve bu yüzden de sürekli olarak eksik, yanlış ve geçici bilgilerle oyalanarak ömrünü tüketmektedir. Sonuçta da, Dünyâ’da rezillik, âhirette ise acı azapla sonuçlanan bir sonuçla karşılaşmaktadır.

 

Hakkı-hakîkati, adâleti-eşitliği, ahlâkı ve tevhidi sağlayabilecek olan tek bilgi Allah’ın bildirdiği bilgidir. İnsan ancak bu bilgiyi merkeze alarak ürettiği bilgi ile hem Dünyâ’da hem de âhirette iyiliklere kavuşulabilir.

 

Demek ki bilginin kaynağı; “Allah’ın bildirdiği” ve “insanın ürettiği” şeklinde iki çeşittir. İnsanın ürettiği bilgi ve amel-eylem ancak vahiy-merkezli olduğunda hakka ve hakîkate uygun olabilir ve iyilik getirebilir. Peygamberlerin vahiy-merkezli olarak ortaya koydukları bilgi ve amel-eylemin yâni Sünnet’in değeri buradan gelir. Mevdûdi bu bağlamda şunları söyler:

 

“Neyin ne kadar bilinmesi gerekliyse, Allah ve Resûlü bize anlatmıştır. Bundan fazlasını merâk etmek, haklarında bilgi edinmek için elimizde herhangi bir kaynak bulunmayan, bilinmemelerinin bize herhangi bir zarârı olmayan hususlar ve nesneleri bilmeye çalışmak ve araştırmak hem gereksiz hem tehlikelidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: ‘Ey mü’minler!; size açıklanması hâlinde fenânıza gidecek olan şeylerden Resûl’e sormayın’ (El-Mâide: 101). Bir kişinin İslâm’ı için en iyisi, gereksiz şeyleri bırakmasıdır”.

 

“…O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiç-bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar…” (Bakara 255).

 

Yâni bizler sınırlı da olsa gerçek bilgiye ulaşabiliriz, fakat “tüm gerçekliğe” ulaşamayız.

 

Aslında insan da ürettiği vahiy-merkezli olmayan bilginin bir işe yaramadığını gördüğünden dolayı modern-bilime ve teknolojiye sığınarak sentez bir bilgi üretme yoluna girmiş ve böylece en doğru bilgiye ulaşarak hakîkati ortaya koyabileceğini düşünmektedir. Bu bağlamda yapay zekânın, üretilmiş olan tüm bilgilerden ve verilerden oluşturabileceği bir sentez ile en saf ve doğru bilginin ortaya çıkacağını zannetmektedir. Hattâ yapay zekânın geliştikçe, bir gün kendi başına, insanın üretebileceğinden daha üstün ve orijinâl bilgiyi üretebileceğini ve böylece hem hastalıkların ve Dünyâ’daki diğer tüm sorunlara çârelerin üretilebileceğini hem de insanın ölümsüzleşerek bir-nevî ilahlaşabileceğini beklemektedir.

 

Yapay zekâ, ürettiği bilgiyi, mevcut dijitâl ve elektronik bilgilerden-verilerden sentezleyerek elde eder. Fakat ileride yapay zekânın hiç-bir ön-bilgiye gerek duymadan da çok daha üstün bir bilgi üretebileceğine inananlar ve bunu dile getirenler var. Peki böyle bir şey mümkün müdür?.

 

İnsanın şimdiye kadar ürettiği ve dijitâl ortama aktardığı tüm bilgiyi bir-anda sildiğimizi varsaydığımızda ve yapay zekâda tek bir bilgi kırıntısı kalmadığını farz ettiğimizde, yapay zekâ bilgiyi nereden, neyle ve nasıl üretebilecektir?. Üzerinde bulunduğu bir entegreden, bir elektronik karttan, bir silikondan vs. teknolojinin ürettiği bir parçadan mı alarak üretecektir?. Bunu ne sağlayacaktır?. Yapay zekâ, bilgiyi üretebilmek için kendisindeki hangi özelliği kullanacak ve bilgiyi nasıl üretecektir?. Bunu, kendisinde bulunan hangi özellikle yapabilecektir?. Bilgiyi öğrenen ve değerlendiren şey ne olacaktır?. Hiç-bir duyguya, acıya, sevince, ümîde, korkuya, sevgiye vs. insana has özelliklere sâhip olmayan yapay zeka mecbûren bir yerde tıkanacak ve iknâ ve tatmin edici bilgiyi sağlayamayacaktır. 

 

İnsan bilgiyi, Allah’ın kendisinde yarattığı rûh, kâlp, zihin, bilinç, şuur vs. gibi özellikler sâyesinde üretebilmektedir. Peki yapay zekâ bunu neyle ve nasıl yapacaktır?. Buna verilecek hiç-bir cevap olmamasına rağmen yine de yapay zekânın bir gün bunu yapabileceğine olan bir inanç ve beklenti vardır ki bu körü-körüne ve kuru-kuruya bir inanç olmaktan kurtulamamaktadır. Birilerinin bilmedikleri yada kabûl etmek istemedikleri şey şudur: Bilgi, maddeden kaynaklanmaz. Çünkü madde, içinde enerji taşıdığı gibi bilgi de taşımaz. Fakat “sâdece insan”, maddeye bakarak yorum yapma ve bilgi üretme kâbiliyetine sâhiptir ki bunu da kendisinde yaratılıştan bulunan ve neliği ve nasıllığı bilinmeyen ve hiç-bir zaman da bilinemeyecek olan rûh ve bilinç ile yapar. Fakat insanın bu sâyede ürettiği bilginin bile en az %90’ı eksik, yanlış ve kullanışsız bilgi olmuştur. Çünkü hakîki bilgi ancak Allah’ın bildirdiği bilgidir. Demek ki bilgi ya Allah’ın peygamberler ve melek aracılığıyla bildirdiği hakîki bilgidir yada yine Allah’ın verdiği rûh, kâlp, akıl, bilinç, zihin vs. gibi şeyler sâyesinde sâdece insana has olan bilgi üretebilme yeteneğinden kaynaklanan bilgidir.

 

Yapay zekâ maddeden müteşekkil bir varlık olmak zorundadır. Çünkü o, rûhâni bir varlık olmayacaktır. Maddî olduğu için ve madde-ötesi bir özelliği bulunmadığı için yapay zekâ bilgi üretmek için mecbûren maddeye yönelecek ama maddede herhangi bir bilgi bulamayacaktır. Çünkü -dediğimiz gibi- maddede açığa çıkarılmayı bekleyen potansiyel bir bilgi yoktur. Yapay zeka bir program aracılığı ile de öğrenemez. Çünkü programlar da insan icâdıdır ve insan ne programlamışsa yapay zeka onu ortaya çıkarır. Program da bir rûh, kâlp, zihin vs.’ye sâhip olmadığı için kendisine yüklenen program ile insan gibi düşünemeyecek ve orijinâl bir bilgi ortaya çıkaramayacaktır.

 

Tabi maddenin bilgi üretmeye ve üzerinde yorum yapmaya uygun bir yapısı vardır. Bu yorumu yapıp bilgi üretebilmek için ise için, bir rûha, zihne ve akla sâhip olan yâni kendisinde madde-ötesi bir özellik bulunan bir varlığa ihtiyaç olacaktır ki bu özelliklere sâhip tek varlık insandır. Fakat -dediğim gibi- insanın ürettiği bilgi de tek-başına “güvenilmez bir bilgi” olacaktır. Çünkü vahiy-merkezli olmayan bilgi güvenilir bir bilgi değildir. Bunun delîli ise, insanın şimdiye kadar ürettiği Allahsız-vahiysiz bilginin insanı düzlüğe çıkaramamış ve herkes için bir iyiliğe dönüşememiş olmasıdır. Çünkü insan ancak vahyi merkeze aldığında ve vahiy-merkezli bilgiyi üretip ortaya koyduğunda “herkes için iyi” olabilir.

 

Dolayısıyla hakkı-hakîkati, adâleti-eşitliği, ahlâkı ve iyiliği yâni tevhidi sağlayacak olan tek bilgi Allah’ın bildirdiği vahiy bilgisidir. Bir de insanın vahiy-merkezli olarak yâni vahye uygun ve aykırı olmadan ürettiği bilgidir. Yapay zekâ ise hem bilgi üretemez, -çünkü o sâdece kendisine insanların yüklediği bilgiyi sentezleyerek ortaya bir sentez bilgi koyabilir- hem de üretilen bilgi vahiy-merkezli olmadığında insana bir iyilik getirmesi mümkün değildir. Yapay zekâ ile sâdece bilgiyi sentezlemek hızlı yapılacağı için bâzı kolaylıklar olabilecektir. Bu zâten şu-anda da kullanılan bir şeydir. Modern-bilimin ve teknolojinin gelişmesiyle de değişen bir şey olmayacak, sâdece hız artmış olacaktır. Yapay zekâ ise, bilgiyi üretmek için değil, sentezlemek ve hem özetlemek hem de hızlı işlem için kullanılacaktır ve yarar sağlayacaktır. Zîrâ tüm zamanlarda orijinâl ve gerçek bilgiyi üretmek sâdece kendisinde Allah’ın verdiği madde-ötesi özelliklere sâhip bulunan insana âit olacaktır.

 

Vahyi taşıyan hitaplar ve kitaplar hâriç, kitaplar bilginin önemli bir kaynağıdır, fakat olmazsa-olmaz kaynaklar değillerdir. Daha ortada Kur’ân yok iken Allah; “oku” diye hitâp ediyordu Peygamberimiz’e. Çünkü tüm kâinat, tüm insanlar ve olaylar da okunacak ve bilgi edinilecek kaynaklardır. Birileri bilginin kaynağı olarak sâdece kitaba gömülmekte ve kitap-merkezli bir bilgilenme sürecine girmektedirler. Fakat bu tutum insanları doğruya, hakka ve hakîkate sanıldığı ve beklendiği kadar yaklaştırmamıştır. Oktay Sinanoğlu bu bağlamda: “Birileri vardır, sırf kitaptan anlar, başka şeyden anlamaz” der. Varlığın ve hayâtın tamâmı, “okunacak ve içine karışılıp yaşanacak” bir alandır. Orada okumak ve yaşamak iç-içedir.

 

Bilginin kaynağı her koşulda Allah’tır. İlâhî bilgi, ya Allah’ın bir melek aracılığı ile, seçtiği bir peygambere ilettiği yanlışsız ve en üst bilgidir, yada insanın, Allah’ın kendisine yaratılıştan verdiği rûh, akıl, kâlp ve zihin ile ürettiği bilgidir. Bilgiyi üretmenin başka bir yolu yoktur ve de hiç-bir zaman da olmayacaktır. Modern-bilim ve teknoloji ne kadar gelişirse-gelişsin (daha doğrusu değişirse-değişsin) fark eden bir şey olmayacaktır. Bu nedenle insanların modern-bilime ve teknolojiye sonsuz bir îman-güven duymaları ve umut içinde olmaları, beklentilerini hiç-bir zaman karşılamayacaktır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2023

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Devamını Oku »