“Dediler ki: Sen yücesin,
bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi
bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın” (Bakara 32).
Varlık içinde “sâdece insan”;
eşyâya, maddeye ve tüm varlığa bakarak, gözlem yaparak ve üzerinde düşünerek
yorum yapıp bilgi üretme yeteneğine sâhiptir. Hattâ belki “meleklerin bile böyle
bir yetenekleri yoktur” denebilir. Çünkü Allah meleklere; “şunların isimlerini bana
bildirin” dediğinde, melekler; “Sen’in bildirdiğinden başka bilgimiz yoktur”
demişlerdi. Allah bu sefer de Âdem’e dönüp; “eşyânın isimlerini bildir” dediğinde,
Hz. Âdem bu isimlendirmeyi yapabilmiştir. Çünkü Hz. Âdem, varlığa bakarak
isimlendirme yapabilecek, eşyâ hakkında yorumda bulunarak bilgi üretebilecek
bir yeteneğe ve özelliğe sâhiptir:
“Hani Rabbin, meleklere:
‘Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife vâr edeceğim’ demişti. Onlar da: ‘Biz seni
şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve
kan dökecek birini mi vâr edeceksin?’ dediler. (Allah:) ‘Şüphesiz sizin
bilmediğinizi ben bilirim’ dedi. Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra
onları meleklere yöneltip: ‘Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle
haber verin’ dedi. Dediler ki: ‘Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir
bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın’
dediler. (Allah:) ‘Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver’ dedi. O,
bunları onlara isimleriyle haber verince, dedi ki: Size demedim mi, göklerin ve
yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa
vurduklarınızı da ben bilirim” (Bakara
30-33).
Demek ki bilgi üretebilecek ve
bilgiyi değerlendirebilecek tek varlık, Allah’ın onda yarattığı özellikler nedeniyle
sâdece insandır. Peki insanın maddeye-eşyâya bakarak ürettiği bilginin doğruluk
ve isâbetlilik oranı nedir?. Kanımca -vahiy-merkezli olarak ürettiği bilgiyi
saymazsak- insanlık-târihi boyunca insanın ürettiği bilginin %90’ı yanlış, %9’u
ise eksiktir. İnsanın ürettiği bilgi içinde doğruluğu kesin olan bilgi oranı
sâdece %1’dir. İnsanın ürettiği düşünce, fikir ve teorilerin sürekli değişmesi
ve bir-önceki düşünce, fikir ve teoriye tam ters bir yorum yaparak yeni
düşünce, fikir ve teoriler üretip savunmasının nedeni budur. Yâni aslında insan
yorum yapabilen ve bilgi üretebilen tek varlıktır ama ürettiği bilginin
güvenirliliği konusunda başarısızdır. Bu başarısızlık, insanlık târihinde
sürekli olarak çeşitli sorunların olmasına ve Dünyâ’ya bir türlü nizam ve intizam
verememesine neden olmaktadır. İnsanın vahiyden kopuk olarak ürettiği bilginin
hem eksik yada büyük oranda yanlış, hem de uzun süreli kullanmaya müsâit olmaması,
göklerdeki ve doğadaki gibi bir düzenin Dünyâ’da da kurulamamasına ve
hakkın-hakîkatin, adâletin-eşitliğin ve ahlâkın sağlanamamasına neden olduğu
gibi, üretilen bilginin kalitesizliğinden dolayı bunların tam tersi bir durumun
ortaya çıkarak şirk, küfür ve zulümden bir türlü kurtulamamaya sebep
olmaktadır.
Peki dediğimiz şey mümkün
müdür?, yâni Dünyâ’da -aynen göklerdeki ve doğadaki gibi- fıtrî, doğal ve
normâl işleyen bir düzen kurulamaz mı?. Elbette kurulur. Peki bunun için
olmazsa-olmaz şart nedir?. Bunun için olmazsa-olmaz şart elbette, göklerin ve
yerlerin yâni tüm varlıkta bâriz şekilde görüldüğü gibi, “bilginin ve işleyişin
sâdece Allah’a göre olması”dır. Gökler ve yer yâni Dünyâ, dolayısıyla tüm
kâinattaki muazzam nizam, döngü ve kusursuz işleyişin nedeni, hareketini ve
deverânını “sâdece Allah’a” göre yapması, Allah’ın belirlediğine göre hareket
etmesidir. Çünkü bunun tek yolu budur. Zâten -hâşâ-, eğer Allah’tan başka bir
ilah daha olsaydı da kâinâtın yarısına diğer ilah hükmetmeye kalksaydı kâinâtın
işleyişi bozulur ve mahvolarak yıkılıp giderdi:
“Eğer her ikisinde (gökte
ve yerde) Allah’ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti.
Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendire-geldikleri şeylerden yücedir” (Enbiya 22).
Tüm kâinât, işleyişini Allah’ın
“ol” emrine göre başlatmıştır ve gökler ve yer yâni tüm kâinât varlığını,
düzenini ve nizâmını sürekli olarak O’nun tutmasıyla korumaktadır:
“Şüphesiz Allah, gökleri
ve yeri zevâl bulurlar diye (her-an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer
zevâl bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu
O, Halim’dir, bağışlayandır” (Fâtır
41).
İnsanın; sosyâl, kültürel, âilevî,
ekonomik, kânûnî, hukûkî, askerî ve siyâsî işleri hâriç, -insanın bedenî
işleyişi dâhil- kâinatta “Allah’a göre” olmayan ve işlemeyen hiç-bir şey yoktur.
Her-şey Allah’ın “ol” demesiyle o muazzam döngüsüne başlamış ve bunu sorunsuz
olarak devâm ettirmektedir. Fakat insan sosyâl, kültürel, ekonomik, âilevî,
kânûnî, hukûkî, askerî ve siyâsî alanlarda bilgi-bilinç ve amel-eylemi Allah’a
göre yapmadığı ve hâkimiyeti Allah’a vermediği için Dünyâ’da bir türlü bir
düzen sağlayamamakta ve huzur bulmamaktadır. Çünkü aslında şeytanın, nefsin ve
tâğutların etkisi ve de ihtirasları nedeniyle pek de sağlamak istememektedir.
Böyle olduğu için de ürettiği bilgiyi Allah-merkezli yâni vahiy-merkezli olarak
oluşturmamakta ve bu yüzden de sürekli olarak eksik, yanlış ve geçici bilgilerle
oyalanarak ömrünü tüketmektedir. Sonuçta da, Dünyâ’da rezillik, âhirette ise acı
azapla sonuçlanan bir sonuçla karşılaşmaktadır.
Hakkı-hakîkati, adâleti-eşitliği,
ahlâkı ve tevhidi sağlayabilecek olan tek bilgi Allah’ın bildirdiği bilgidir. İnsan
ancak bu bilgiyi merkeze alarak ürettiği bilgi ile hem Dünyâ’da hem de âhirette
iyiliklere kavuşulabilir.
Demek ki bilginin kaynağı; “Allah’ın
bildirdiği” ve “insanın ürettiği” şeklinde iki çeşittir. İnsanın ürettiği bilgi
ve amel-eylem ancak vahiy-merkezli olduğunda hakka ve hakîkate uygun olabilir
ve iyilik getirebilir. Peygamberlerin vahiy-merkezli olarak ortaya koydukları
bilgi ve amel-eylemin yâni Sünnet’in değeri buradan gelir. Mevdûdi bu bağlamda
şunları söyler:
“Neyin ne
kadar bilinmesi gerekliyse, Allah ve Resûlü bize anlatmıştır. Bundan fazlasını
merâk etmek, haklarında bilgi edinmek için elimizde herhangi bir kaynak
bulunmayan, bilinmemelerinin bize herhangi bir zarârı olmayan hususlar ve
nesneleri bilmeye çalışmak ve araştırmak hem gereksiz hem tehlikelidir. Nitekim
Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: ‘Ey mü’minler!; size açıklanması hâlinde
fenânıza gidecek olan şeylerden Resûl’e sormayın’ (El-Mâide: 101). Bir kişinin
İslâm’ı için en iyisi, gereksiz şeyleri bırakmasıdır”.
“…O, önlerindekini ve
arkalarındakini bilir. (Onlar ise) dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden
hiç-bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar…” (Bakara
255).
Yâni bizler sınırlı da
olsa gerçek bilgiye ulaşabiliriz, fakat “tüm gerçekliğe” ulaşamayız.
Aslında insan da ürettiği vahiy-merkezli
olmayan bilginin bir işe yaramadığını gördüğünden dolayı modern-bilime ve teknolojiye
sığınarak sentez bir bilgi üretme yoluna girmiş ve böylece en doğru bilgiye
ulaşarak hakîkati ortaya koyabileceğini düşünmektedir. Bu bağlamda yapay zekânın,
üretilmiş olan tüm bilgilerden ve verilerden oluşturabileceği bir sentez ile en
saf ve doğru bilginin ortaya çıkacağını zannetmektedir. Hattâ yapay zekânın
geliştikçe, bir gün kendi başına, insanın üretebileceğinden daha üstün ve
orijinâl bilgiyi üretebileceğini ve böylece hem hastalıkların ve Dünyâ’daki diğer
tüm sorunlara çârelerin üretilebileceğini hem de insanın ölümsüzleşerek
bir-nevî ilahlaşabileceğini beklemektedir.
Yapay zekâ, ürettiği bilgiyi,
mevcut dijitâl ve elektronik bilgilerden-verilerden sentezleyerek elde eder.
Fakat ileride yapay zekânın hiç-bir ön-bilgiye gerek duymadan da çok daha üstün
bir bilgi üretebileceğine inananlar ve bunu dile getirenler var. Peki böyle bir
şey mümkün müdür?.
İnsanın şimdiye kadar
ürettiği ve dijitâl ortama aktardığı tüm bilgiyi bir-anda sildiğimizi
varsaydığımızda ve yapay zekâda tek bir bilgi kırıntısı kalmadığını farz
ettiğimizde, yapay zekâ bilgiyi nereden, neyle ve nasıl üretebilecektir?. Üzerinde
bulunduğu bir entegreden, bir elektronik karttan, bir silikondan vs. teknolojinin
ürettiği bir parçadan mı alarak üretecektir?. Bunu ne sağlayacaktır?. Yapay
zekâ, bilgiyi üretebilmek için kendisindeki hangi özelliği kullanacak ve bilgiyi
nasıl üretecektir?. Bunu, kendisinde bulunan hangi özellikle yapabilecektir?.
Bilgiyi öğrenen ve değerlendiren şey ne olacaktır?. Hiç-bir duyguya, acıya,
sevince, ümîde, korkuya, sevgiye vs. insana has özelliklere sâhip olmayan yapay
zeka mecbûren bir yerde tıkanacak ve iknâ ve tatmin edici bilgiyi
sağlayamayacaktır.
İnsan bilgiyi, Allah’ın
kendisinde yarattığı rûh, kâlp, zihin, bilinç, şuur vs. gibi özellikler
sâyesinde üretebilmektedir. Peki yapay zekâ bunu neyle ve nasıl yapacaktır?.
Buna verilecek hiç-bir cevap olmamasına rağmen yine de yapay zekânın bir gün
bunu yapabileceğine olan bir inanç ve beklenti vardır ki bu körü-körüne ve
kuru-kuruya bir inanç olmaktan kurtulamamaktadır. Birilerinin bilmedikleri yada
kabûl etmek istemedikleri şey şudur: Bilgi, maddeden kaynaklanmaz. Çünkü madde,
içinde enerji taşıdığı gibi bilgi de taşımaz. Fakat “sâdece insan”, maddeye
bakarak yorum yapma ve bilgi üretme kâbiliyetine sâhiptir ki bunu da kendisinde
yaratılıştan bulunan ve neliği ve nasıllığı bilinmeyen ve hiç-bir zaman da
bilinemeyecek olan rûh ve bilinç ile yapar. Fakat insanın bu sâyede ürettiği
bilginin bile en az %90’ı eksik, yanlış ve kullanışsız bilgi olmuştur. Çünkü
hakîki bilgi ancak Allah’ın bildirdiği bilgidir. Demek ki bilgi ya Allah’ın
peygamberler ve melek aracılığıyla bildirdiği hakîki bilgidir yada yine Allah’ın
verdiği rûh, kâlp, akıl, bilinç, zihin vs. gibi şeyler sâyesinde sâdece insana
has olan bilgi üretebilme yeteneğinden kaynaklanan bilgidir.
Yapay zekâ maddeden
müteşekkil bir varlık olmak zorundadır. Çünkü o, rûhâni bir varlık olmayacaktır.
Maddî olduğu için ve madde-ötesi bir özelliği bulunmadığı için yapay zekâ bilgi
üretmek için mecbûren maddeye yönelecek ama maddede herhangi bir bilgi bulamayacaktır.
Çünkü -dediğimiz gibi- maddede açığa çıkarılmayı bekleyen potansiyel bir bilgi
yoktur. Yapay zeka bir program aracılığı ile de öğrenemez. Çünkü programlar da
insan icâdıdır ve insan ne programlamışsa yapay zeka onu ortaya çıkarır.
Program da bir rûh, kâlp, zihin vs.’ye sâhip olmadığı için kendisine yüklenen
program ile insan gibi düşünemeyecek ve orijinâl bir bilgi ortaya
çıkaramayacaktır.
Tabi maddenin bilgi üretmeye
ve üzerinde yorum yapmaya uygun bir yapısı vardır. Bu yorumu yapıp bilgi
üretebilmek için ise için, bir rûha, zihne ve akla sâhip olan yâni kendisinde madde-ötesi
bir özellik bulunan bir varlığa ihtiyaç olacaktır ki bu özelliklere sâhip tek
varlık insandır. Fakat -dediğim gibi- insanın ürettiği bilgi de tek-başına “güvenilmez
bir bilgi” olacaktır. Çünkü vahiy-merkezli olmayan bilgi güvenilir bir bilgi
değildir. Bunun delîli ise, insanın şimdiye kadar ürettiği Allahsız-vahiysiz
bilginin insanı düzlüğe çıkaramamış ve herkes için bir iyiliğe dönüşememiş
olmasıdır. Çünkü insan ancak vahyi merkeze aldığında ve vahiy-merkezli bilgiyi
üretip ortaya koyduğunda “herkes için iyi” olabilir.
Dolayısıyla hakkı-hakîkati,
adâleti-eşitliği, ahlâkı ve iyiliği yâni tevhidi sağlayacak olan tek bilgi Allah’ın
bildirdiği vahiy bilgisidir. Bir de insanın vahiy-merkezli olarak yâni vahye
uygun ve aykırı olmadan ürettiği bilgidir. Yapay zekâ ise hem bilgi üretemez, -çünkü
o sâdece kendisine insanların yüklediği bilgiyi sentezleyerek ortaya bir sentez
bilgi koyabilir- hem de üretilen bilgi vahiy-merkezli olmadığında insana bir
iyilik getirmesi mümkün değildir. Yapay zekâ ile sâdece bilgiyi sentezlemek
hızlı yapılacağı için bâzı kolaylıklar olabilecektir. Bu zâten şu-anda da kullanılan
bir şeydir. Modern-bilimin ve teknolojinin gelişmesiyle de değişen bir şey
olmayacak, sâdece hız artmış olacaktır. Yapay zekâ ise, bilgiyi üretmek için değil,
sentezlemek ve hem özetlemek hem de hızlı işlem için kullanılacaktır ve yarar
sağlayacaktır. Zîrâ tüm zamanlarda orijinâl ve gerçek bilgiyi üretmek sâdece
kendisinde Allah’ın verdiği madde-ötesi özelliklere sâhip bulunan insana âit
olacaktır.
Vahyi taşıyan hitaplar ve
kitaplar hâriç, kitaplar bilginin önemli bir kaynağıdır, fakat olmazsa-olmaz
kaynaklar değillerdir. Daha ortada Kur’ân yok iken Allah; “oku” diye hitâp
ediyordu Peygamberimiz’e. Çünkü tüm kâinat, tüm insanlar ve olaylar da okunacak
ve bilgi edinilecek kaynaklardır. Birileri bilginin kaynağı olarak sâdece
kitaba gömülmekte ve kitap-merkezli bir bilgilenme sürecine girmektedirler.
Fakat bu tutum insanları doğruya, hakka ve hakîkate sanıldığı ve beklendiği
kadar yaklaştırmamıştır. Oktay Sinanoğlu bu bağlamda: “Birileri vardır, sırf
kitaptan anlar, başka şeyden anlamaz” der. Varlığın ve hayâtın tamâmı, “okunacak
ve içine karışılıp yaşanacak” bir alandır. Orada okumak ve yaşamak iç-içedir.
Bilginin kaynağı her koşulda
Allah’tır. İlâhî bilgi, ya Allah’ın bir melek aracılığı ile, seçtiği bir peygambere
ilettiği yanlışsız ve en üst bilgidir, yada insanın, Allah’ın kendisine yaratılıştan
verdiği rûh, akıl, kâlp ve zihin ile ürettiği bilgidir. Bilgiyi üretmenin başka
bir yolu yoktur ve de hiç-bir zaman da olmayacaktır. Modern-bilim ve teknoloji
ne kadar gelişirse-gelişsin (daha doğrusu değişirse-değişsin) fark eden bir şey
olmayacaktır. Bu nedenle insanların modern-bilime ve teknolojiye sonsuz bir
îman-güven duymaları ve umut içinde olmaları, beklentilerini hiç-bir zaman
karşılamayacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan 2023