“Yoksa siz, Kitab’ın bir
bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle
yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet
gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah,
yaptıklarınızdan habersiz değildir”
(Bakara 85).
“Yoksa (elinizde) ders
okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ
sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir
yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak diye” (Kalem 37-39).
Modernizme kadar insanlar-müslümanlar
İslâm’da hep “var” söylemi yaparken, Modernizm ile birlikte ise hep “yok”
söylemi yapmaktadırlar. Çünkü çok az sayıdaki samîmi mü’minler hâriç müslümanlar
genelde her zaman “arâziye” uymaktadırlar. Arâzi yukarı doğruysa yâni yokuş ise,
ağırlık yapmaması için “yok” deyip atmayı, arâzi aşağı doğruysa yâni iniş ise, “ne
de olsa akıyor” deyip yolda gördükleri her-şeyi toplayarak “var” deyip almak
öne çıkmıştır. Tabi bu-arada Kur’ân’da gerçekten neyin var ve gerçekten neyin
olduğunu çok az kişi dışında bilen olmamıştır, yoktur.
Müslümanlar, klâsik ve geleneksel
müslümanların “var” diyerek aldıkları ile modern müslümanların “yok” diyerek attıkları
arasında sıkışıp kalmış durumdadırlar. Çünkü bir belirsizlik vardır, zîrâ “var”
ve “yok” diyenler iddiâlarını mutlak ve kesin anlamda Kur’ân’a ve vahiy-merkezli
uygulamalar olan Sünnet’e bakarak değil de, daha çok konjonktüre, mevcut
duruma, zamânın paradigmasına vs. bakarak belirlemektedirler. Böyle olunca da
Modernizm’e kadar Kur’ân ve Sünnet’e uygun olmayan bir-çok şey “var” diyerek alındığı
gibi, Modernizm sonrasında ise “yok” diyerek Kur’ân ve Sünnet’e uygun olan bir-çok
şey atılmıştır, atılmak istenmektedir. Böylece ortaya Modernizm’e gelinceye
kadar Kur’ân ve Sünnet’e tam uymayan klâsik ve “geleneksel bir din” çıkarken,
Modernizm’den sonra ise yine Kur’ân’a ve Sünnet’e tam uymayan “modern bir din”
çıkmıştır. İnsanlar da bu iki din arasında sıkışıp kalmışlardır.
Bu iki dînin ortak yönü ise,
ikisinin işin amel-eylem yönünü es geçerek işin sâdece lafazanlığını yapmalarıdır.
Zîrâ bir taraf Peygamberimiz’i aşırı yüceltirken diğer taraf ise aşırı indirgemiş
ve böylece ikisi de Kur’ân’ın en ideâl pratikliği ve örnekliği olan Sünnet’i es
geçmektedirler. Bir taraf sünnet-sünnet diyerek Sünnet’i es geçerken, diğer
taraf ise Kur’ân-Kur’ân diyerek Sünnet’i es geçmiştir-geçmektedir. Bir taraf
doğu’nun klâsik geleneğini din yaparken, diğer taraf ise batı’nın modern geleneğini
din yapmıştır ve böylece iki taraf da Kur’ân’dan ve Sünnet’ten uzak
kalmışlardır. Bu da ortaya “yok” ve “var” edebiyatını çıkarmıştır. Var ve yok
edebiyatı aslında, bir şeyin doğu’ya yada batı’ya uygun olup-olmaması
tartışmasının bir sonucudur.
İslâm’ın kanımca en basit
ama en kesin târifi; “Kur’ân ne diyorsa o, Peygamberimiz nasıl yapmışsa öyledir”
şeklindedir. İslâm’ın târifi temelde bu kadar basittir. Ayrıntılara girince ise
ortaya çok şey çıkar. Fakat temel anlamda İslâm’da neyin vâr olduğu ve neyin
yok olduğu söylenebilir…
Bir kere Kur’ân’a uygun
olmayan ve aykırı olan hiç-bir şey İslâm’da yoktur; yine, Peygamberimiz’in hem
bizzat söylediği ve hem de bizzat bilfiil yaptığı-uyguladığı şeylerin dışındakilerin
hiç-biri İslâm’da yoktur. Peygamberimiz “en güzel örnek” (Ahzâb 21) olduğu için
o’nun söyledikleri ve yaptıkları hep Kur’ân’a uygun ve Kur’ân’ı kavlî ve fiîlî
olarak beyân etmek işin yapılan şeylerdir.
İslâm’da Allah’a, âhirete,
meleklere, vahye-kitaplara ve peygamberlere yâni gayba koşulsuz-şartsız ve
sorgusuz-suâlsiz îman etmek vardır. Âhiret yâni ölümden sonrası vardır, hesap,
sorgu, ödül-cezâ ve cennet-cehennem vardır. Yine melekler vardır, vahyi
getiren, sûra üfleyen, doğa olayları vs. ilgili olan melekler vardır ve bunlara
inanmak şarttır.
Peygamberler Allah
tarafından seçilmişlerdir ve onlara inen tüm vahiyler Allah’ın sözüdür ve
haktır. Bunların tek bir cümlesini ve kelimesini bile inkâr etmek küfürdür.
İslâm’da; namaz, oruç, zekat,
hac, kurban, vs. ibâdetler vardır ve sâbittir. Fakat Kur’ân’da emredilmeyen ve
Peygamberimiz tarafından uygulanmayan ibâdet ve din zannedilen şeyler yoktur.
İslâm’da, mevzuat kitaplarında ortaya konulan şeyler yoktur.
İslâm’da iç-âlemi, rûhu, kâlbi,
zihni temizlemek ve arındırmak vardır ki zâten ilk olarak yapılması gereken şey
budur. Belli bir arınmadan sonra, halkı uyarmak, korkutmak, müjdelemek, tebliğ ve
dâvet vardır. Şirke, küfre, adâletsizliğe ve de zulmün her çeşidine karşı
çıkmak ve bunun için gerekeni samîmiyetle yapmak vardır.
Zenginliği mü’min kardeşlerle
paylaşmak, onlarla her konuda dayanışma içinde olmak, birbirlerinin arkasını
kollamak vardır ama kâfirlere, müşriklere ve zâlimlere arka çıkmak zinhar yoktur.
Küfre küfür, şirke şirk,
zulme zulüm demek vardır ve bundan kaçmak yoktur. Çünkü İslâm’da eli dil ve
kâlp ile düzeltmek vardır.
İslâm’da, dâvâya karşı çıkan
en yakınlara bile sırt dönmek vardır. Bu bağlamda ana-babadan, eş-dosttan,
hısım-akrabâdan ve çoluk-çocuktan bile uzaklaşmak-ayrılmak vardır.
İslâm’da icâp ettiğinde
malını-mülkünü bırakıp hicret etmek vardır.
İslâm’da yavşamak,
münâfıklık etmek, yarı yolda bırakmak, korkmak, bencillik, hırs, gösteriş,
ikiyüzlülük ve iki sözlülük, dâvâyı hafife almak ve küçümsemek zinhar yoktur.
İslâm’da dâvânın bedelini
ödemekten ve yükü sırtlanmaktan kaçmak yoktur.
Mü’min kardeşinle icâbında
bir-süreliğine de olsa malını-mülkünü paylaşmak, bir dâvâ etrâfında birleşmek,
omuz-omuza sımsıkı bir saf hâlinde olmak vardır. Allah’a teslim olmak ve Peygamber’e
tam uymak vardır. Görevden kaçmak ve görevi savsaklamak yoktur.
İslâm’da “malına mal katmak”
ve “parayı katlamak” düşüncesi yoktur yada bu güçlü bir duygu değildir.
Kardeşinin, komşunun, eşin-dostun karısına-kızına, malına-mülküne göz koymak,
iftirâ atmak yoktur.
İslâm’da -birilerinin her ne
kadar zoruna gitse de- bir İslâm Devleti kurmak vardır ve bu olmazsa olmazdır.
Devlet olunca da devlette görev almak ve görevi bi-hakkın yerine getirmek
vardır. Görevden kaçmak ise yoktur.
İslâm’da hoşumuza gitmese de
savaş vardır, savaş olduğu için yaralanmak, öldürmek ve ölmek vardır, Şehit
olmak vardır. Savaştan kaçmak ise zinhar yoktur. İslâm’da malını ve canını
ortaya koymak vardır ve böyle durumlarsa bahanelere sığınmak yoktur.
İslâm’da ilim öğrenmek
farzdır ve ilim ile amel etmek olmazsa-olmazdır.
İslâm’da tembellik uyuşukluk
çıkarcılık, bir şeye müptelâ olmak, boşa vakit geçirmek, dedikodu ve gıybet
yapmak, içki içmek, kumar oynamak, zina etmek, yalan söylemek, iftirâ atmak,
hırsızlık yapmak, haksız yere adam öldürmek ve her türlü melânet yasaktır,
haramdır, günahtır, suçtur, ayıptır.
İslâm’da zekat, sadaka ve
infâk vardır ve bunlar kişinin canını yakacak orandadır.
İslâm’da gayretli, azimli,
çalışkan, fedâkâr, merhâmetli, vicdanlı, adaletli ve ahlâklı olmak şarttır ama
bunların tersi yasaktır ve zinhar yoktur.
İslâm’da sabretmek vardır
ama isyân etmek yoktur. İsyân ancak küfre, şirke ve zulme karşı olur.
Ana-babaya, eşe-dosta,
çoluk-çocuğa iyi ve merhâmetli davranmak vardır ama zulmetmek ve kötü davranmak
yoktur.
İslâm’da kadir-kıymet bilmek
vardır, ama vefasızlık yoktur.
İslâm’da dâvâyı küçük çıkarlar,
fitne ve fesat düşünceler, sapkın ideolojiler vs. için satmak yoktur.
Hangi şartlar altında
olunursa-olunsun İslâm’a sâhip çıkıp onu tüm zamanlarda ve tüm mekânlarda
Peygamberimiz ve sahabe gibi azîmetle yaşamak gerekir. İslâm’da ruhsat
kullanmak vardır ama azîmetle iş yapmak daha üstündür. Zamân, mekân, çağ,
bilim, teknoloji vs. diyerek İslâm’dan kısma ve kırpmalar yoktur.
Şeytana, nefse, tâğutlara
karşı çıkmak vardır, bunlarla iş tutmak yada bunlara alan açacak davranışlarda
bulunmak yoktur.
İslâm’da şeytana, nefse ve
tâğutlara uymak yoktur.
İslâm’da: “De ki:
Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır” (En-âm 162) diyerek “adanmak” vardır.
Ve en nihâyet İslâm’da: “En
doğrusunu Allah bilir” demek vardır. Çünkü gerçekten de:
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder