17 Mart 2023 Cuma

Modernizm Dîninin Kuralları


“Aralarında Allah’ın indirdiği ile de hükmet ve onların hevâlarına uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtırlar diye onlardan sakın” (Mâide 44-50; Âl-i İmran 118-120; Bakara 85-86; A’raf 3).

 

Din; “yol, gidişat, bir düşünceye ve sisteme uyma durumu”dur. Bir etkilenmenin sonucunda tasavvurunuzu, düşüncenizi, konuşmanızı, yazmanızı ve eylemlerinizi belirleyip sizi yönlendiren şey “din”dir ve sizi ne etkileyip yönlendiriyorsa dîniniz odur. Uyduğunuz paradigma sizin dîninizdir. Bu uyma durumu Allah-merkezli ise “hak din”, Allah dışında beşer-merkezliyse “bâtıl dinlerden bir din”dir. Allah katında tek din İslâm’dır. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar tüm peygamberler ve indirilen tüm vahiyler işte bu tek hak dînin söylemlerini ve eylemlerini belirlemişlerdir. Beşere göre ise Allah’tan gayrı her-şey din olabilir. İnsanların târih boyunca dinleştirmediği ve tapmadığı bir şey kalmamış, her gördüğünü din yapmış ve tanrı îlân etmiştir.

 

En nihâyet modernizm de bir “din”dir ve son 250 yıldır etkilidir. Bu dinde dîni akıl belirlerken, tanrı ise insandır. Çünkü akıl sâdece insanda vardır. Fakat bu akıl Allah’tan, dolayısı ile ahlâktan kopuk olduğu için, aslında bu din şeytanın vahiyleriyle oluşmuş, nefsin arzularına göre şekillenmiş ve tâğutların baskılarıyla yayılmıştır. Modernizm bir din’dir ve bu dînin de kuralları vardır.

 

Modernizm beşerî bir din’dir. Allah ile, âhiret ile, peygamber, melek ve kitaplarla ilgisi yoktur. Şeytan, nefs ve tâğut merkezlidir. Fakat aslında tüm beşerî dinlerde olduğu gibi birileri bu dinden çıkarlar sağlamakta hattâ modernizm dîni aslında “eski kurnazların ve kaymak tabakanın” torunlarının, çıkarlarını korumak ve katlamaları için hazırladıkları yada uydurdukları bir din’dir.

 

Beşerî kânunlar ve kurallar; küresel güçleri, sermâyedarları yâni tâğutları kalkındırmak, sonra da “halktan korumak için” hazırlanmış metinlerdir. Bu nedenle beşerî kurallara aşırı bağlılık, kişiyi aptallaştırır. Modern insan, modern kuralları din edinmiş olan kişidir. Bu yüzden bağlı olduğu bu din nedeniyle gittiği yolu hiç sorgulamaz ve şaşmadan bu yolda yürümeye devâm eder. Çünkü aslında modernizm dîni, birilerini “mutlu azınlık” hâline getirse de, tüm herkesin parmağına bir tutam bal sürmüştür ve insanlar bu balı yalarken aldıkları keyfin bozulmaması için bağlı oldukları sapık dinlerinin yolunda gitmeye ve dinlerini şiddetle savunmaya devâm etmektedirler.

 

İlginçtir; bu dîni “müslümanım” diyenler bile ya hoş görmekte yada ona dâhil olarak şirke düşmektedirler. Modernizm bir şirktir, küfürdür. Seküler-beşerî kânun ve kurallara sımsıkı bağlı olanların, Allah’ın kânun ve kurallarına uyması ve bu kuralları hayâta hâkim kılmak yolunda adım atması mümkün değildir. Müslümanım dediği hâlde modernizm dînine hayrân, meftûn ve râm olanların müslüman olarak kalması mümkün değildir ve onlar “mürted” olurlar.

 

Modernizm dîninin ana kuralı, eski olandan nefret etmek, eskiye göre yaşamayı bağnazlık olarak görmek hattâ eskiden bahsetmeyi ilkellik ve yobazlık olarak görmektir. Modernizm İslâm’ın antisidir. Müslümanlar ebedî düşmanları şeytanla artık modernizm üzerinden savaşmalıdırlar.

 

Modernizm dîninde her-şey modernizm dînine birebir uygun olmak zorundadır ve uygun olmadığından ağır yaptırımları vardır. Her dînin kuralları olduğu gibi modernizm dîninin de kuralları vardır. Bu kurallara uyanlar ödüllendirilirken, uymayanlar farklı şekilde cezâlandırılırlar.

 

Gayr-i İslâmî dinler, ya azgınlığın yada bir yenilginin ardından ortaya çıkarlar. Meselâ sömürü, yeni bir din’dir ve sömürülen yerdeki insanlar bir süre sonra sömürü dînine intisap etmeye başlarlar. Sömürgeleştirilen halklar/toplumlar, bir-süre sonra sömürgecilerin kural, kültür ve yasalarını benimsemeye başlarlar. Bir-süre daha geçince de artık o kural, kültür ve yasaları büyük bir aşk ile sevip, o kural, kültür ve yasalara din gibi sâhip çıkmaya başlarlar. Hattâ bu uğurda bu kuralları canları pahasına bile olsa savunurlar.

 

Modernizm dîninde her-şey modernizm dînine birebir uygun olmak zorundadır ve uygun olmadığından ağır yaptırımları vardır. Meselâ eğitim konusunda okullar “sosyâl Darwinizm” kuralına göre işler: “Sınıfı geçemeyenler hayatta yer bulamazlar”. Okullar modernizm dînine tam uygun ve uyan insanlar yetiştirmek için kurulmuş kurumlardır. Böylece modernizm dîni, hayâtiyetini bu şekilde devâm ettirir.

 

Yeme, içme ve giyme konusunda bu modernizm dîninin şaşmaz kuralları vardır. Modern olmayan giyimler demodedir, banâldir. Onları giyenlerle psikolojik cezâ olarak gülünür ve alay edilir. Modern “en son” demektir. Bu nedenle de modernizm dîninde “en son”u tâkip edebilenler bu dînin en üstün dindarları olarak kabûl edilirler ve örnek gösterilerek alkışlanırlar. Bu kişilerin en bâriz özellikleri, en son üretilen son moda elbiseleri giymektir. Öyle modaya yâni moderniteye uygun olmayan kıyâfetlerin giyilmesi hoş karşılanmaz, hele ortaçağa âit giysilerle dolaşanlardan korkulur, ürkülür ve onlardan kaçılır. Zîrâ onlar her-an bir bomba patlatabilirler, “Allâhuekber!” diye bağırabilirler. Bu durum modernizm dîninin inananları tarafından hiç istenmeyen bir şeydir.

 

Aynı şey yeme-içmede de geçerlidir. Hazır ve hızlı yeme şeklinde yeme tarzı modernizm dîninin beslenme şeklidir. Tencerede yapılan yemekler özellikle son nesil müntesipler tarafından beğenilmez ve hazır yemeklerle beslenme(!) yoluna girilir. Hele ki yine ortaçağa âit fermente edilerek hazırlanmış kadim yiyecekler hem sevilmez hem de anlamsız bulunur. Bu devirde olacak şey değildir. Su en az içilen içeceklerdendir. Zîrâ su yerine içilecek bir-çok absürd ve dandik sıvı vardır.

 

Teknolojik âletlere sâhip olmak çok önemlidir fakat bunlar öyle yıllarca kullanılmaz. Sürekli yenilenmesi gereken teknoloji, adım-adım tâkip edilmelidir. Teknolojinin en sıkı tâkipçileri, modernizm dîninin râhipleri tarafından gösterilen örnek insanlardır. 

 

Sosyâl hayat, ekonomi, hukuk ve siyâset konularında modernizm dîninin ilkelerinden aslâ ve zinhar hiç-bir tâviz verilmez ve kurallar harfîyen uygulanır. Bu alanlara orta-çağa âit kânun ve kuralların karıştırılması zinhar kabûl edilmez ve çok ağır yaptırımları olduğu gibi hiç-bir merhâmet de gösterilmez. Modernizm dîninde en ağır suç, sosyâl hayatın, ekonominin, hukukun, kânunların ve siyâsetin kadim kânun ve kurallarla özellikle de İslâm’ın kânun ve kurallarıyla yorumlanması yada değiştirilmesi hattâ bunun düşünülmesi yada dile getirilmesidir. Bunu yapanlar her alanda linç edilirler. Zâten modernizm dîni kendi dîninin kurallarından başkasına pek bir alan da bırakmamıştır. Çünkü kendi dînine şirk koşulmasını “en büyük günah” olarak kabûl edilir. O yüzden modernizm dînine karşı çok zorlamalarla ancak bir ses yükseltilebilir. Fakat bunun cezâsı ağır olacağından dolayı buna cesâret edecek olanlar çok az sayıda olur.

 

Modernizmde oyunu modernizm dîninin kurallarına göre oynamalısınız. Yoksa size hareket edecek alan bırakılmaz ve zor bir geçiminiz olur. Ancak çok büyük vazgeçişlerle kendinize alan açabilirsiniz. Çünkü oyunu kurallarına göre oynarsanız sürekli olarak “oyun”un içinde kalırsınız ve kurtulamazsınız. Kurallara aykırı hareket etmedikçe kendi oyununuzu da hiç-bir zaman kuramazsınız.

 

Modernizmin görüntüdeki parlaklığına ve sözde ilerlemişliğine rağmen aslında az sayıdaki mutlu azınlık dışında herkesi bir yerlerinden kendine bağlamış, köle etmekte ve sömürmektedir. İnsanların haysiyetleri, onurları artık zedelenmiştir. Öyle ki bir adâletsizliğe, ahlâksızlığa ve zulme ses çıkaramaz hâle gelmişlerdir. Müslümanlar bile şirke, küfre ve dolayısıyla zulme bir şey diyememekte hattâ modernizm dîninin ağır kuşatması, baskısı ve etkisiyle artık şirki ve küfrü savunur duruma gelmişlerdir.

 

Peki ne yapılması gerekir?. Yapılacak şey aslında bellidir ve “ne yapılmalı?” sorusu çok da ciddî bir soru değildir. Bu sahnede oyunu “âlemlerin yaratıcısı”nın kurallarına göre oynamak şarttır. Başka türlü huzûr yoktur. Bunun için de sağlamca îman etmeli ve çelik gibi bir îmâna sâhip olunmalıdır, her türlü eziyeti, sıkıntıyı, ezâyı ve cefâyı göze alabilmeli, kişi bu uğurda varını-yoğunu harcayarak tüm gayretini ortaya koymalıdır. Kur’ân kıssalarında anlatılan peygamberlerin o mü’mince hayatları örnek alınmalı ve nihâyet Peygamberimiz’in ve sahabenin o 23 yıllık nübüvvet sürecinde yaşadıklarının bir benzerini yaşamayı şiar edinip bu yola kendimizi adamalıyız. Bu iş, çok çetin sabır, direniş, dik duruş ve tâvizsizlikler ister. Her-şeyden; îcâbında anadan, babadan, yardan ve evlâd-ü ıyâlden bile vazgeçebilmeyi gerektirir. Gayret, azim, fedâkârlık, gerektirir. Kardeşlik ister, paylaşım ister, arada boşluk bırakmayan, safları sıkı tutmuş bir İslâm toplumu ister, bir devlet ister. Sonra da mallarla ve canlarla cihadın her türlüsüyle cihadı gerektir. Savaşmayı ve şehîd olmayı gerektirir. Örnek bir toplum olmayı gerektirir. Bir medeniyet başlatmayı yada İslâm medeniyetini diriltmeyi gerektirir.  

 

Modernizmin bâtıl ve beşerî dîni yerine tek hak din olan İslâm’ın hâkim olması; genelde tüm peygamberlerin yaşayışları, mücâhede ve mücâdeleleri, özelde de Peygamberimiz ve sahabe gibi 23 yıllık bir sürecin benzerini yaşamayı gerektirir. İşte ancak bunu göze alabilecek ve ne pahasına olursa-olsun Allah yolunda olabilmeyi ve ölebilmeyi kabûlü gerektir. Çünkü sünnetullah ve imtihan gereğince Allah, ancak liyâkatini ispatlamış, samîmiyetini, gayretini göstermiş, rahmete ve “hesapsız nîmete” lâyık olmuş olan toplumlara yardım edecek ve onlara hiç hesap etmeyecekleri imkânlar, fırsatlar ve nîmetler verecektir. Zâfer de ancak Allah’ın bu yardımıyla sağlanacaktır. Zîrâ Allah’ın yardım ettiklerine hiç kimse gâlip gelemez.

 

İslâm, beşerî dinlerin yerine Allah’ın dînini -aynen göklerde olduğu gibi- yeryüzünde de hâkim kılma projesidir. Bu projeyi tatbik edecek ve hayâta hâkim kılacak yiğitler beklenmektedir. Aksi-hâlde beşerî dinler yine hâkim olmaya devâm edecek ve yeryüzü şeytanı efendi edinmiş, nefsinin arzularını şiar kılmış tâğutların oyun alanı olarak kalmaya devâm edecektir. O-hâlde sistem dışına çıkmadan ve kânun ve kurallara aykırı hareket etmeden bir yolun alınabilmesi mümkün değildir. Zîrâ İslâm bir tâviz dîni değildir. Birilerinin sistem-içi çabalarla İslâm’ı hayatta görünür kılacaklarını ve etkili olacağını beklemeleri abestir. Beşerî dinlerin ve özellikle modernizmin kânun ve kurallarına uyarak İslâm’a bir alan açabilmek mümkün değildir. Allah’ın dâhil edilmediği alanda ve mekânda İslâm’ın işlevsel olması düşüncesi sapıklıktır.

 

İslâm sâdece iç-âlemleri inşâ etme dîni değildir. İç-âlemlerden sonra hayâtın her alanında hâkim olmak isteyen bir din’dir. Çünkü İslâm bir “hayat dîni”dir ve Kur’ân da bir “hayat Kitabı”dır. Sünnet ise hayâtın tam da ortasında yaşanan “vahye paralel pratiklik”tir. İslâm’ın hayâta hâkim olması için başka dinlerle senteze girmesi söz-konusu bile edilemez ki zâten buna ihtiyâcı da yoktur. Beşerî kânun ve kurallara aykırı davranmadan ve modernizm dînine karşı çıkmadan İslâm’ın kânun ve kurallarından hakkıyla söz edebilmek ve onu hayâta uygulayabilmek mümkün değildir.

 

O-hâlde, kırmızı ışıkta geçmeyi bile göze alamayan insanlar Dünyâ’yı İslâm lehine değiştirme hayâlleri kurmasınlar boşuna. Zîrâ Dünyâ “beşeri kurallara yâni modernizm dînine uyularak” kurtarılamaz.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2020

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder