“Aralarında Allah’ın
indirdiği ile de hükmet ve onların hevâlarına uyma. Allah’ın sana
indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtırlar diye onlardan sakın” (Mâide 44-50; Âl-i İmran 118-120; Bakara 85-86; A’raf
3).
Din; “yol, gidişat, bir düşünceye
ve sisteme uyma durumu”dur. Bir etkilenmenin sonucunda tasavvurunuzu,
düşüncenizi, konuşmanızı, yazmanızı ve eylemlerinizi belirleyip sizi
yönlendiren şey “din”dir ve sizi ne etkileyip yönlendiriyorsa dîniniz odur.
Uyduğunuz paradigma sizin dîninizdir. Bu uyma durumu Allah-merkezli ise “hak
din”, Allah dışında beşer-merkezliyse “bâtıl dinlerden bir din”dir. Allah
katında tek din İslâm’dır. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar tüm peygamberler
ve indirilen tüm vahiyler işte bu tek hak dînin söylemlerini ve eylemlerini belirlemişlerdir.
Beşere göre ise Allah’tan gayrı her-şey din olabilir. İnsanların târih boyunca
dinleştirmediği ve tapmadığı bir şey kalmamış, her gördüğünü din yapmış ve
tanrı îlân etmiştir.
En nihâyet modernizm de bir
“din”dir ve son 250 yıldır etkilidir. Bu dinde dîni akıl belirlerken, tanrı ise
insandır. Çünkü akıl sâdece insanda vardır. Fakat bu akıl Allah’tan, dolayısı
ile ahlâktan kopuk olduğu için, aslında bu din şeytanın vahiyleriyle oluşmuş,
nefsin arzularına göre şekillenmiş ve tâğutların baskılarıyla yayılmıştır. Modernizm
bir din’dir ve bu dînin de kuralları vardır.
Modernizm
beşerî bir din’dir. Allah ile, âhiret ile, peygamber, melek ve kitaplarla ilgisi
yoktur. Şeytan, nefs ve tâğut merkezlidir. Fakat aslında tüm beşerî dinlerde
olduğu gibi birileri bu dinden çıkarlar sağlamakta hattâ modernizm dîni aslında
“eski kurnazların ve kaymak tabakanın” torunlarının, çıkarlarını korumak ve
katlamaları için hazırladıkları yada uydurdukları bir din’dir.
Beşerî
kânunlar ve kurallar; küresel güçleri, sermâyedarları yâni tâğutları kalkındırmak,
sonra da “halktan korumak için” hazırlanmış metinlerdir. Bu nedenle beşerî kurallara aşırı bağlılık, kişiyi
aptallaştırır. Modern insan, modern kuralları din edinmiş olan kişidir. Bu yüzden
bağlı olduğu bu din nedeniyle gittiği yolu hiç sorgulamaz ve şaşmadan bu yolda
yürümeye devâm eder. Çünkü aslında modernizm dîni, birilerini “mutlu azınlık”
hâline getirse de, tüm herkesin parmağına bir tutam bal sürmüştür ve insanlar
bu balı yalarken aldıkları keyfin bozulmaması için bağlı oldukları sapık
dinlerinin yolunda gitmeye ve dinlerini şiddetle savunmaya devâm etmektedirler.
İlginçtir; bu dîni “müslümanım”
diyenler bile ya hoş görmekte yada ona dâhil olarak şirke düşmektedirler.
Modernizm bir şirktir, küfürdür. Seküler-beşerî kânun ve kurallara sımsıkı
bağlı olanların, Allah’ın kânun ve kurallarına uyması ve bu kuralları hayâta
hâkim kılmak yolunda adım atması mümkün değildir. Müslümanım dediği hâlde
modernizm dînine hayrân, meftûn ve râm olanların müslüman olarak kalması mümkün
değildir ve onlar “mürted” olurlar.
Modernizm dîninin ana
kuralı, eski olandan nefret etmek, eskiye göre yaşamayı bağnazlık olarak görmek
hattâ eskiden bahsetmeyi ilkellik ve yobazlık olarak görmektir. Modernizm İslâm’ın
antisidir. Müslümanlar ebedî düşmanları şeytanla artık modernizm üzerinden savaşmalıdırlar.
Modernizm
dîninde her-şey modernizm dînine birebir uygun olmak zorundadır ve uygun
olmadığından ağır yaptırımları vardır. Her
dînin kuralları olduğu gibi modernizm dîninin de kuralları vardır. Bu kurallara
uyanlar ödüllendirilirken, uymayanlar farklı şekilde cezâlandırılırlar.
Gayr-i İslâmî dinler, ya
azgınlığın yada bir yenilginin ardından ortaya çıkarlar. Meselâ sömürü, yeni
bir din’dir ve sömürülen yerdeki insanlar bir süre sonra sömürü dînine intisap
etmeye başlarlar. Sömürgeleştirilen halklar/toplumlar, bir-süre sonra
sömürgecilerin kural, kültür ve yasalarını benimsemeye başlarlar. Bir-süre daha
geçince de artık o kural, kültür ve yasaları büyük bir aşk ile sevip, o kural,
kültür ve yasalara din gibi sâhip çıkmaya başlarlar. Hattâ bu uğurda bu
kuralları canları pahasına bile olsa savunurlar.
Modernizm
dîninde her-şey modernizm dînine birebir uygun olmak zorundadır ve uygun
olmadığından ağır yaptırımları vardır. Meselâ eğitim konusunda okullar “sosyâl Darwinizm” kuralına göre işler: “Sınıfı
geçemeyenler hayatta yer bulamazlar”. Okullar modernizm dînine tam uygun ve
uyan insanlar yetiştirmek için kurulmuş kurumlardır. Böylece modernizm dîni,
hayâtiyetini bu şekilde devâm ettirir.
Yeme, içme ve giyme
konusunda bu modernizm dîninin şaşmaz kuralları vardır. Modern olmayan giyimler
demodedir, banâldir. Onları giyenlerle psikolojik cezâ olarak gülünür ve alay edilir.
Modern “en son” demektir. Bu nedenle de modernizm dîninde “en son”u tâkip
edebilenler bu dînin en üstün dindarları olarak kabûl edilirler ve örnek
gösterilerek alkışlanırlar. Bu kişilerin en bâriz özellikleri, en son üretilen
son moda elbiseleri giymektir. Öyle modaya yâni moderniteye uygun olmayan
kıyâfetlerin giyilmesi hoş karşılanmaz, hele ortaçağa âit giysilerle dolaşanlardan
korkulur, ürkülür ve onlardan kaçılır. Zîrâ onlar her-an bir bomba
patlatabilirler, “Allâhuekber!” diye bağırabilirler. Bu durum modernizm dîninin
inananları tarafından hiç istenmeyen bir şeydir.
Aynı şey yeme-içmede de geçerlidir.
Hazır ve hızlı yeme şeklinde yeme tarzı modernizm dîninin beslenme şeklidir.
Tencerede yapılan yemekler özellikle son nesil müntesipler tarafından
beğenilmez ve hazır yemeklerle beslenme(!) yoluna girilir. Hele ki yine ortaçağa
âit fermente edilerek hazırlanmış kadim yiyecekler hem sevilmez hem de anlamsız
bulunur. Bu devirde olacak şey değildir. Su en az içilen içeceklerdendir. Zîrâ
su yerine içilecek bir-çok absürd ve dandik sıvı vardır.
Teknolojik âletlere sâhip olmak
çok önemlidir fakat bunlar öyle yıllarca kullanılmaz. Sürekli yenilenmesi gereken
teknoloji, adım-adım tâkip edilmelidir. Teknolojinin en sıkı tâkipçileri,
modernizm dîninin râhipleri tarafından gösterilen örnek insanlardır.
Sosyâl hayat, ekonomi, hukuk
ve siyâset konularında modernizm dîninin ilkelerinden aslâ ve zinhar hiç-bir
tâviz verilmez ve kurallar harfîyen uygulanır. Bu alanlara orta-çağa âit kânun
ve kuralların karıştırılması zinhar kabûl edilmez ve çok ağır yaptırımları
olduğu gibi hiç-bir merhâmet de gösterilmez. Modernizm dîninde en ağır suç,
sosyâl hayatın, ekonominin, hukukun, kânunların ve siyâsetin kadim kânun ve kurallarla
özellikle de İslâm’ın kânun ve kurallarıyla yorumlanması yada değiştirilmesi
hattâ bunun düşünülmesi yada dile getirilmesidir. Bunu yapanlar her alanda linç
edilirler. Zâten modernizm dîni kendi dîninin kurallarından başkasına pek bir
alan da bırakmamıştır. Çünkü kendi dînine şirk koşulmasını “en büyük günah”
olarak kabûl edilir. O yüzden modernizm dînine karşı çok zorlamalarla ancak bir
ses yükseltilebilir. Fakat bunun cezâsı ağır olacağından dolayı buna cesâret
edecek olanlar çok az sayıda olur.
Modernizmde oyunu modernizm
dîninin kurallarına göre oynamalısınız. Yoksa size hareket edecek alan bırakılmaz
ve zor bir geçiminiz olur. Ancak çok büyük vazgeçişlerle kendinize alan açabilirsiniz.
Çünkü oyunu kurallarına göre oynarsanız sürekli olarak “oyun”un içinde
kalırsınız ve kurtulamazsınız. Kurallara aykırı hareket etmedikçe kendi
oyununuzu da hiç-bir zaman kuramazsınız.
Modernizmin görüntüdeki
parlaklığına ve sözde ilerlemişliğine rağmen aslında az sayıdaki mutlu azınlık
dışında herkesi bir yerlerinden kendine bağlamış, köle etmekte ve sömürmektedir.
İnsanların haysiyetleri, onurları artık zedelenmiştir. Öyle ki bir adâletsizliğe,
ahlâksızlığa ve zulme ses çıkaramaz hâle gelmişlerdir. Müslümanlar bile şirke,
küfre ve dolayısıyla zulme bir şey diyememekte hattâ modernizm dîninin ağır
kuşatması, baskısı ve etkisiyle artık şirki ve küfrü savunur duruma gelmişlerdir.
Peki ne yapılması gerekir?.
Yapılacak şey aslında bellidir ve “ne yapılmalı?” sorusu çok da ciddî bir soru
değildir. Bu sahnede oyunu “âlemlerin yaratıcısı”nın kurallarına göre oynamak
şarttır. Başka türlü huzûr yoktur. Bunun için de sağlamca îman etmeli ve çelik
gibi bir îmâna sâhip olunmalıdır, her türlü eziyeti, sıkıntıyı, ezâyı ve cefâyı
göze alabilmeli, kişi bu uğurda varını-yoğunu harcayarak tüm gayretini ortaya
koymalıdır. Kur’ân kıssalarında anlatılan peygamberlerin o mü’mince hayatları
örnek alınmalı ve nihâyet Peygamberimiz’in ve sahabenin o 23 yıllık nübüvvet
sürecinde yaşadıklarının bir benzerini yaşamayı şiar edinip bu yola kendimizi
adamalıyız. Bu iş, çok çetin sabır, direniş, dik duruş ve tâvizsizlikler ister.
Her-şeyden; îcâbında anadan, babadan, yardan ve evlâd-ü ıyâlden bile vazgeçebilmeyi
gerektirir. Gayret, azim, fedâkârlık, gerektirir. Kardeşlik ister, paylaşım
ister, arada boşluk bırakmayan, safları sıkı tutmuş bir İslâm toplumu ister,
bir devlet ister. Sonra da mallarla ve canlarla cihadın her türlüsüyle cihadı
gerektir. Savaşmayı ve şehîd olmayı gerektirir. Örnek bir toplum olmayı
gerektirir. Bir medeniyet başlatmayı yada İslâm medeniyetini diriltmeyi
gerektirir.
Modernizmin bâtıl ve beşerî
dîni yerine tek hak din olan İslâm’ın hâkim olması; genelde tüm peygamberlerin
yaşayışları, mücâhede ve mücâdeleleri, özelde de Peygamberimiz ve sahabe gibi
23 yıllık bir sürecin benzerini yaşamayı gerektirir. İşte ancak bunu göze
alabilecek ve ne pahasına olursa-olsun Allah yolunda olabilmeyi ve ölebilmeyi kabûlü
gerektir. Çünkü sünnetullah ve imtihan gereğince Allah, ancak liyâkatini
ispatlamış, samîmiyetini, gayretini göstermiş, rahmete ve “hesapsız nîmete”
lâyık olmuş olan toplumlara yardım edecek ve onlara hiç hesap etmeyecekleri
imkânlar, fırsatlar ve nîmetler verecektir. Zâfer de ancak Allah’ın bu
yardımıyla sağlanacaktır. Zîrâ Allah’ın yardım ettiklerine hiç kimse gâlip
gelemez.
İslâm, beşerî dinlerin
yerine Allah’ın dînini -aynen göklerde olduğu gibi- yeryüzünde de hâkim kılma
projesidir. Bu projeyi tatbik edecek ve hayâta hâkim kılacak yiğitler beklenmektedir.
Aksi-hâlde beşerî dinler yine hâkim olmaya devâm edecek ve yeryüzü şeytanı
efendi edinmiş, nefsinin arzularını şiar kılmış tâğutların oyun alanı olarak kalmaya
devâm edecektir. O-hâlde sistem dışına çıkmadan ve kânun ve kurallara aykırı
hareket etmeden bir yolun alınabilmesi mümkün değildir. Zîrâ İslâm bir tâviz dîni
değildir. Birilerinin sistem-içi çabalarla İslâm’ı hayatta görünür kılacaklarını
ve etkili olacağını beklemeleri abestir. Beşerî dinlerin ve özellikle modernizmin
kânun ve kurallarına uyarak İslâm’a bir alan açabilmek mümkün değildir. Allah’ın
dâhil edilmediği alanda ve mekânda İslâm’ın işlevsel olması düşüncesi
sapıklıktır.
İslâm sâdece iç-âlemleri
inşâ etme dîni değildir. İç-âlemlerden sonra hayâtın her alanında hâkim olmak
isteyen bir din’dir. Çünkü İslâm bir “hayat dîni”dir ve Kur’ân da bir “hayat Kitabı”dır.
Sünnet ise hayâtın tam da ortasında yaşanan “vahye paralel pratiklik”tir. İslâm’ın
hayâta hâkim olması için başka dinlerle senteze girmesi söz-konusu bile
edilemez ki zâten buna ihtiyâcı da yoktur. Beşerî kânun ve kurallara aykırı
davranmadan ve modernizm dînine karşı çıkmadan İslâm’ın kânun ve kurallarından
hakkıyla söz edebilmek ve onu hayâta uygulayabilmek mümkün değildir.
O-hâlde, kırmızı ışıkta geçmeyi
bile göze alamayan insanlar Dünyâ’yı İslâm lehine değiştirme hayâlleri kurmasınlar
boşuna. Zîrâ Dünyâ “beşeri kurallara yâni modernizm dînine uyularak”
kurtarılamaz.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder