“Yoksa siz, Yâkub’un ölüm-ânında, orada şâhidler
miydîniz?. O, oğullarına: ‘Benden sonra kime ibâdet edeceksiniz?’ dediğinde,
‘Senin ilahına ve ataların İbrâhim, İsmâil ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilaha
ibâdet edeceğiz; bizler ona teslim olduk’ demişlerdi” (Bakara 133).
Sâdece iki seçenek vardır; ya sâdece âlemlerin Rabbi
olan Allah’a, yada tanrılardan bir herhangi bir tanrıya taparsınız. Ya Hakka
yada bâtıla taparsınız, ortası yoktur. Çünkü Hak ve bâtıl birleşemez ve birilerinin
zannettiği ve istediği gibi, ikisinin ortası şeklinde biraz oradan biraz
buradan diye bir şey olmaz.
Herkes taptığı tanrıyı ve bağlı olduğu dîni yüceltir.
Allah’a inandığını söyleyenlerin bile kendi aralarındaki ilah düşüncesi
farklıdır ve herkes kendi ilah düşüncesini öne çıkarır. Hattâ müslümanlar
içinde Allah fikrini Kur’ân’ı delil getirenler delilleri bile farklı
olabiliyor. Farklı yorumlar farklı ilah düşüncesi ve inanışı ortaya
çıkarabiliyor. Peki Hakkı ve hakîkati temsil eden ilah hangisidir?. Gerçek ve
tapılmaya lâyık olan tek ilah kimdir?. Kimin ilahı hakîki ilahtır?.
Kur’ân’a baktığımızda, tüm peygamberlerin taptığı
Allah, kendisinden önce gelen peygamberlerin îman ettiği Allah olduğunu görürüz
ve Kur’ân boyunca bu böyledir. Hz. Yûsuf, taptığı ilahtan bahsederken: “Atalarım
İbrâhim’in, İshak’ın ve Yâkub’un dînine uydum. Allah’a hiç-bir şeyle şirk
koşmamız bizim için olacak şey değildir. Bu, bize ve insanlara Allah’ın lütuf
ve ihsânındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler” (Yûsuf 38).
Demek ki âlemleri yaratan ve yaşatan ilah,
peygamberlerin îman ettiği ve emirlerini ve nehiylerini harfiyen uyguladıkları
ilah olan Allah’tır. Bu nedenle Allah’ı hakkıyla takdir etmek için
peygamberlerin îman ediş tarzlarına bakmak önemlidir. İnsanlar içinden ahlâk
timsâli birini seçerek ve ona vahyederek dînini gönderen ilah hakîki Allah’tır.
O’ndan başka tüm ilah zannedilenler, hiç-bir güçleri olmayan bâtıl düşünceler,
sanılar ve inanış sembôllerdirler.
O-hâlde ya peygamberlerin îman ettiği ve O’nun
yolunda oldukları âlemlerin Rabbi olan Allah’a taparsınız, yada O’ndan başka
aslında bir hiç olan bâtıl şeylere. Peygamberlerin îman ettiği Allah’a
tapmayanlar, sonsuz sayıdaki bâtıl şeyleri ilah edinirler.
Beşerî ideolojileri,
düşünceleri, fikirleri, teorileri, önermeleri, modellemeleri, konuşmaları,
sözleri, yazıları, kitapları, lîderleri, sistemleri ilah edinirler ve onlara
tapınırlar. Meselâ “cumhûriyeti yıktırmayız”, “lâikliği koruyacağız”, “bayrağı
indirmeyeceğiz”, “vatana can fedâ” vs. maddî-beşerî şeylere taparlar. Bunların
önemi geçici ve lokâldir. Türklerin daha önce taparcasına sevdikleri bir-çok
vatanları, toprakları, bayrakları, ülkeleri ve devletleri olmuştur ama hepsi de
yıkılmıştır ve o eski değerini kaybetmiştir. Çünkü bunlar tapılmayı hak edecek
şeyler değildir. Sâdece peygamberlerin îman ettiği Allah’a tapanlar, bu
söylediklerimizi sevseler ve saygı duysalar da taparcasına bağlanamazlar.
Maddenin her türlüsüne
tapınılıyor. Modernizmle ile birlikte ortaya çıkan sayısız ürünler insanların
ellerinde taşıdıkları ve evlerinde sergiledikleri birer ilah hâline gelmiştir.
Hele günümüzdeki teknolojik ürünler bir ilah gibi saygı görmekte, özlenmekte,
anılmakta, ve övülmektedir. Dolayısıyla peygamberlerin Îman ettiği Allah yerine
eşyâya tapılmaktadır.
İnsan ve akla tapılıyor.
Oysa insan ve akıl, peygamberlerin Îman ettiği Allah’a tapmakla mükelleftir.
Aksi-hâlde bâtıl ve pislik içinde kalırlar. Akıl ve de insan ancak Allah’ın
emrine göre işlediğinde en yüce kulluğa ulaşabilir ve Allah’tan başkalarına
tapmaktan kurtularak, peygamberin îman ettiği Allah’a tapmaya başlayabilir. Nietzsche, “üst/ün insan” dediği insanı ilahlaştırır
ve ona tapar.
Birileri de dinden ve
Dünyâ’daki insanlardan umûdunu kesmiştir de uzaydan medet bekler ve hayâlî varlıklar
olan uzaylılara tapar. Her-şeyi onların yarattığını söyleyerek cehâletini ve
küfrünü ortaya koyar. Sürekli olarak onları gözler ve bekler durur. Her gördüğü
ışığı ve hareketi tapmaya hazırlandığı “uzaylı ilahlar” zanneder. Çünkü
peygamberlerin îman ettiği Allah’a tapmamaktadır.
Birileri de topluma tapar.
Bu, çokluğa, çoğunluğa tapmak demektir. Oysa çoğunluk genellikle sapmıştır ve
saptırıcıdır. Peygamberler ise tek bir ilah olan Allah’a îman ederler.
Diğer bâzıları da, her-şeyin
toplamına ilah diyerek her-şeyi ilah olarak kabûl edip her-şeye tapar. Böylece
sınırsız bir şirke düşer. Tasavvufçular ve panteistler böyledir. Onlar,
peygamberlerin îman ettiği Allah yerine, aklınıza gelen-gelemeyen tüm şeylere
taparlar. Aslında onlar böylelikle kendilerine taparlar. Kendi-kendilerinden
tecelli adı altında vahiyler alırlar ve kasıla-kasıla ilahlık yaparlar.
Târih boyunca tapılan
mitolojik klâsik tanrılar, modernizm ile birlikte modern mitolojik ilahlar
olarak ortaya çıkmıştır ve insanların çoğu bunlara tapar. Çocukken çizgi film
kahramanlarına, biraz büyüdüklerinde dünyâ-çapındaki sporculara, oyunculara ve
şarkıcılara, olgunluk ve ihtiyarlıklarında da bağlı oldukları partilerin
lîderlerine ve kurucu unsurlar olan -sözde- kahramanlara taparlar. Çünkü
peygamberlerin îman ettiği “sâdece Allah’a” tapmamaktadırlar.
Kimileri aşka, kadınlara,
duygulara, hislere, romantizme, kimileri sigaraya, içkiye, uyuşturuculara,
kimileri kıyâfete, yemeye-içmeye-gezmeye, kimileri harama, günaha, kimileri
şehvete, şöhrete, servete ve siyâsete, kimileri spora-sporculara, kimileri
dizilere, filmlere, şarkılara, kimileri televizyona, internete ve sosyâl
medyaya tapmaktadırlar. Çünkü peygamberlerin îman ettiği Allah’a îman
etmemektedirler ve aşırı şekilde bunlara bağlanmışlardır.
Aslında peygamberlerin îman
ettiği “tek hak ilah” olan Allah’a tapmayanlar en nihâyetinde şeytana, nefse,
hazza ve tâğutlara tapmaktadırlar. Oysa bunları inkâr etmekle emr-olunmuşlardı.
Hâlbuki tüm bunlar ancak Allah ile kâim olan yaratılmış âciz ve fâni
varlıklardır ve hiç-bir güçleri yoktur. Bunlar hayâtımızın bir parçası olabilir
ve bunları ölçülü bir şekilde kullanmakta bir beis olmayabilir. Fakat sorun,
bunların tapılırcasına sevilmesi ve onlara bağımlı hâle gelinmesidir. Bu ise
“onlara tapmak-tapınmak demektir.
İşte peygamberler bunun
önlemek ve âlemlerin tek ve hakîki rabbi, kudreti, merhâmeti ve nîmetleri
sonsuz ve sınırsız olan Allah’a, sâdece Allah’a tapmayı emretmek için seçilip
gönderilmişlerdir.Tüm peygamberlerin ana görevi budur ve bunun için tüm
gayretleriyle ve her-şeyden vazgeçmeyi göze alarak bunu ikâme etmek için
çabalamışlardır. Hz. Yûsuf bu bilinçle şöyle der:
“Atalarım İbrâhim’in, İshak’ın ve Yâkub’un dînine
uydum. Allah’a hiç-bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değildir. Bu,
bize ve insanlara Allah’ın lütuf ve ihsânındandır, ancak insanların çoğu
şükretmezler” (Yûsuf 38).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder