“İşte Rabbiniz olan Allah
budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her-şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk
edin. O, her-şeyin üstünde bir vekildir” (En-âm 102).
Kıssalarda tüm
peygamberlerin ortak söylemi, “Allah’tan başkasına kulluk/ibâdet etmeyin”
söylemidir. Çünkü zulmün en beteri Allah’a yapılan zulümdür ki bu da O’na şirk
koşmak ve küfre düşmek ile olur. Küfre düşmek ve şirk koşmak ise, kulluğu ve
dolayısıyla ibâdeti, Allah’tan başkalarına ve başka şeylere yapmakla olur.
Her-şeyin Yaratıcısı Allah yerine, her-şeye kulluk/ibâdet etmek şirktir,
küfürdür, zulümdür.
Allah’tan başkalarına ve
başka şeylere kulluk/ibâdet etmek, ille de taştan-tahtadan yapılmış ve “put”
denilen “bir-tâkım şekiller karşısında eğilip-bükülmek” demek değildir. Önemli
olan, bunların üzerinden neye tapıldığıdır. Bu putlara tapmak, asıl tapınılan
şeyin temsiline tapmaktır. Putlar, bir-şeylerin temsilidir. İşte mesele,
tapınılan temsillerin “neyin/nelerin temsilleri” olduğudur. Burada şunu hemen
söyleyelim ki, tasavvufçuların söylediği gibi, tapınılan putların temsil ettiği
şey -hâşâ- Allah değildir. Zîrâ Allah’a putlar üzerinde tapmak söz-konusu bile
olamaz. Zâten Peygamberimiz de, Allah’ın varlığına inanmasına rağmen, Allah ile
aralarına taptıkları putları koyan Mekke müşriklerine, “bu taptıklarınız,
kendilerine bile yararı olmayan boş şeylerdir” demek için gönderilmişti.
Temsillerin neyin temsilleri
olduğunu bilmeden birebir temsillere tapmak da “Allah’tan başkalarına kulluk
etmek ve tapmak” anlamında şirk ve küfürdür, zulümdür. Fakat “Allah’tan başkasına
kulluk ve ibâdet etmek yâni tapmak” demek, “Allah’tan başka ilah zannedilen bu
taştan ve tahtadan putlara/temsillere tapmak” demek değildir sâdece. O
temsiller üzerinden asıl neye tapıldığı önemlidir. Zâten o temsiller/putlar,
asıl tapılan ve kulluk edilmekte olan şeyleri örtmek/perdelemek için vardırlar.
Yoksa taşa-tahtaya tapmanın saçmalığı apaçıktır ve bunu Peygamberimiz zamânında
bile açık-açık söyleyenler vardı. Tabi onlar, bu putları iptâl etmek için
harekete geçmediklerinden dolayı bir yaptırımla karşılaşmıyorlardı.
Allah’tan başkasına kulluk
etmek demek; Dünyâ’daki ve insanlar arasındaki istisnâsız her alanda ve her
konuda yâni sosyâl, kültürel, ekonomik, siyâsî, kânûnî, hukûkî, askerî, ticârî,
âilevî vs. aklınıza gelen-gelmeyen her konuda tasavvuru, düşünceyi, söylemi ve eylemi
Allah’a, Allah’ın emrettiğine yâni vahye ve peygamberlerin örnekliğine göre
değil de; başta şeytana, nefse, küresel gücü ellerine geçirmiş olan tâğutlara
(yâni kendisinde Allah gibi bir güç olduğu zannedilenlere), çıkarlara, hevâ ve
heveslere, arzulara vs. göre belirlemek, düzenlemek ve yapmak demektir. İşte “Allah’tan
başkalarına kulluk ve ibâdet etmek” yâni tapmak bu demektir. Kur’ân’ın şirk,
küfür ve zulüm dediği budur.
Bakın çok açıkça söylüyorum;
nasıl ki hem göklerde hem de Dünyâ’da yâni tabiattaki-doğadaki hayvan ve bitkilerde
ve insanların fizîkî yapılarında muazzam bir düzen ve işleyiş varsa ve de bu
düzende en küçük bir aksaklık ve olumsuzluk olmuyorsa, bunun nedeni, “tüm bunları
sâdece Allah düzenliyor” ve “her-şey Allah’a göre oluyor” diyedir. Bu düzene ve
intizâma sâdece insanlar arasındaki işler ve işleyiş uymamaktadır. Zîrâ
insanlar arasındaki işlere ve işleyişe Allah karıştırılmamakta, hiç-bir şey
vahye göre olmamakta ve her-şey Allah’tan başkasına ve başka şeylere göre yapılmaktadır.
Sürekli bir kaosun yaşanmasının ve bu yüzden de Dünyâ’nın yarısının zorluk ve
perişanlık içinde, diğer yarısının ise, şirk, küfür ve ahlâksızlık içinde yaşamasının
nedeni budur. Çünkü her-şey ancak Allah’a yâni vahye göre olursa, aynen
göklerdeki gibi bir düzen ve intizam kurulabilir. Bunun başka bir çâresi ve
yolu yoktur.
Bir şey Allah’a göre değil
de Allah’tan başka kişilere ve şeylere göre olursa, sürekli bir kaos,
düzensizlik, nizamsızlık, huzursuzluk, bozukluk, karışıklık, adâletsizlik, eşitsizlik,
ahlâksızlık, haksızlık, küfür, şirk ve zulüm -aynen günümüzdeki gibi- Dünyâ’ya
hâkim olur. Çünkü Allah’a göre olmadığında, insan, Allah’tan başka şeylere yada
kişilere göre yapmış yâni Allah’tan başkasına ve başka şeylere ibâdet/kulluk
etmiş olur ki, küfür ve şirk, dolayısıyla zulüm bu nedenle açığa çıkar ve
yayılır. Tüm vahiyler ve peygamberler işte bunu değiştirmek ve düzeltmek için
gönderilmiştir. Tüm vahiyler ve peygamberler, her-şeyi “Allah’tan başkasına ve
başka şeylere göre” olmaktan çıkarıp, Allah’a yâni vahye göre yapmak için gönderilmişlerdir.
Bakın; insanlar arasındaki
sosyâl-kültürel, ekonomik-ticârî-meslekî, hukûkî-kânûnî-siyâsî, askerî, insânî,
dînî vs. aklınıza gelen-gelmeyen şeyler dışında, kâinatta Allah’a göre olmayan
hiç-bir şey yoktur ve istisnâsız her-şey Allah’a göre olmaktadır. Yâni insan
dışındaki her-şey “sâdece Allah’a” ibâdet-kulluk etmekte ve “sâdece O’na”
tapmaktadır. Göklerdeki ve yerdeki hattâ insanın fizîkî yapısındaki müthiş
nizam, düzen ve işleyişin nedeni budur. İnsanlar arasında bir-türlü sağlanamayan
kaosun, karmaşanın ve her türlü bozukluğun nedeni ise, insanların tüm kâinâtın
muazzam işleyişine uymayarak aykırı davranması ve “sâdece Allah’a” kulluk edip
tapmaması yâni “sâdece Allah’a” ibâdet etmeyerek, Allah yerine “kendi kafasına,
aklına, nefsine, çıkarına, beşerî istek ve arzularına, hevâ ve hevesine vs.
göre düşünmesi, konuşması ve yapması”ndan dolayıdır.
Bakın açıkça söylüyorum;
her-şey yalnızca ve sâdece Allah’a göre olmalıdır. İndirilen tüm vahiyler bunu
emreder. Tüm peygamberler Allah’a yâni vahye göre olmanın nasıl yapılacağını
göstermek için seçilip gönderilmişlerdir. Eğer onların yaptıkları da “Allah’a
göre” olmasaydı yanlış olurdu. Bu nedenle Allah, peygamberlerin yaptıkları
yanlışlıklarda onları hemen uyarmış ve düzeltmiştir ki “tertemiz bir örneklik”
ortaya konulmuş olsun ve nasıl olması gerektiği Ahzâb Sûresi 21. âyette söylendiği
gibi “güzel bir örneklik” olarak gösterilsin. İslâm’a göre hiç-bir şey Allah’tan
başkasına göre olamayacağı yâni vahye aykırı olamayacağı için, istisnâsız
şekilde mutlakâ ve mutlakâ vahye göre olması gerekmektedir.
İşte bu nedenle; hiç-bir şey
peygamberlerin, sahabenin, tâbiûnun, mezhep imamlarının ve mezheplerin, evliyânın,
şeyhlerin, hoca-efendilerin, tasavvufun ve tasavvufçuların, kutupların, gavsların,
âlimlerin, târikat pirlerinin, seyyidlerin, şeriflerin, pâdişahların,
hükümdarların, sultanların, vezirlerin, kahramanların, kurtarıcıların, mesih ve
mehdînin, askerlerin, bürokrasinin, lîderlerin, partilerin, ideolojilerin,
izmlerin, süper-sistemler olarak görülen ideolojilerin, filozofların ve
felsefenin, düşünürlerin ve düşüncelerin, fikirlerin, modern-bilimin ve
bilim-adamlarının, teknolojinin ve teknokratların, teorisyenlerin, internetin,
sosyâl medyanın, modern insanın, nefsin, hazzın, çıkarın, arzuların,
ihtirasların, şeytanın, küresel güçlerin, tâğutların, mele ve mütreflerin,
sermâyedarların, ortak-aklın, üst-aklın, evrensel aklın, zenginlerin, servet-sâhiplerinin,
modern Nemrut ve Firavunların, peygamberleri es geçen Kur’âncıların, modern
müslümanların, hadisçilerin, târikatçıların, solcuların, sağcıların, şiilerin,
sünnîlerin, türklerin, arapların ve diğerlerinin, -sözde- uzaylıların, yıldızların,
gezegenlerin, burçların, falların, cinlerin, perilerin, insanın râm ve meftûn
olduğu ürünlerin, kadınların, kantar-kantar altının ve gümüşün, ana-babaların,
çocukların, sevgililerin, beşerî ana-yasaların, silah, makâm ve para-gücü olanların
vs. söylenen-söylenmeyen, Allah’tan gayrı ne ve kim varsa, onların hiç-birinin isteği,
arzusu, bilgisi, hevâ ve hevesi, arzu ve çıkarına göre değil, yalnızca ve yalnızca,
kudreti sonsuz ve sınırsız olan, âlemlerin Rabbi Allah’a göre olmalıdır. İstisnâsız
her-şey Allah’ın emrettiği, nehyettiği ve istediği gibi olmalıdır. Bunun aksi
her düşünce, söylem ve eylem “Allah’tan başkasına kulluk etmek, O’ndan
başkasına ibâdet etmek ve tapmak” demek olur. Her-şey ancak ve ancak “Allah’a
göre” olursa “Allah’tan başkasına kulluk ve ibâdet edilmemiş, O’ndan başkasına
tapılmamış ve O’ndan başkası ilah edinilmemiş olur. Tevhid budur, hak ve hakîkat
işte tam da budur!. Şirk, küfür ve zulüm ise buna aykırı davranmak ve O’ndan
başkasına göre düşünmek, konuşmak ve yapmakla ortaya çıkar.
Evet; tüm vahiyler bunu
söylemek ve her-şeyin Allah’a göre olması için indirilmiştir. Tüm peygamberler,
bunu söylemek ve Allah’a göre olmayı hâkim kılmak için seçilip gönderilmişler
ve bunun mücâdelesini vermişlerdir. İnsanlar ancak Allah’a göre düşünür, konuşur
ve amel-eylemde bulunurlarsa yâni her-şeyde “sâdece Allah’ı” merkeze alırlarsa
o ebedî nîmet-diyârı olan cenneti kazanabileceklerdir. Aksi-takdirde Dünyâ’da
çeşitli rezilliklere dûçar olacakları gibi âhirette de sonsuz cehennem ve ateş azâbıyla
karşılaşacaklar ve pişmanlıklar içinde yanacaklardır. Bunun ortası, arası, yanı
ve kıyısı yoktur. Ya öyledir yada böyle. Ya cennet yada cehennem.
Allah yüzdeyüz Allah’tır.
Tevhid yüzdeyüz tevhidtir. Bu nedenle tüm kâinatta olduğu gibi insanlar arasındaki
her-şeyi ya Allah belirleyecek ve tevhid hayâtın her alanına ve mekânına mutlak
anlamda hâkim olacak, yada şirk, küfür, adâletsizlik, haksızlık, ahlâksızlık ve
zulüm her-yeri saracaktır. Çünkü her-şey ya Allah’a göre olacak ve sâdece Allah’a
kulluk ve ibâdet edilip tapınılacak, yada her-şey Allah’tan gayrısına göre olacak
ve Allah’tan başkasına ibâdet ve kulluk edilip Allah’tan başkasına tapılmış
olacaktır. Zîrâ sâdece Allah’a ibâdet edilip tapılmadıkça, Allah’tan gayrı her-şeye
ibâdet ve kulluk edilip tapılmış olacak yâni her-şey Allah dışındaki kişilere
ve şeylere göre belirlenmiş olacaktır ki bu sünnetullaha apaçık aykırı olacağı
için hiç-bir zaman bir düzen ve nizam kurulamayacak ve hiç-bir zaman huzûr
olmayacaktır. Allah’ın belirleyiciliği ve hüküm koyuculuğu olmadığında sâdece
şeytan, nefs ve küçük mutlu azınlık olan tâğutlar sevineceklerdir. İşte İslâm
bunu ortaya koymak ve değiştirmek için vardır. İslâm işte apaçık şekilde budur!.
Târih boyunca insanlar
her-şeyi Allah’a göre değil de şeytana, nefse ve beşere göre yaparken ve
dolayısı ile Allah’tan başkalarına tapar ve ibâdet ederken, yalnızca
Kur’ân-vahiy ve tüm peygamberlerin ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’in yaşarak
gösterdiği ve hâkim kıldığı tek hak din olan İslâm Dîni, her-şeyi Allah’a göre belirler
ve böyle olduğu için “sâdece Allah’a” kulluk edilmiş, sâdece Allah’a ibâdet
edilmiş ve sâdece O’na tapılmış olur. Zâten ancak böyle olursa insanlar doğal, normâl,
fıtrata uygun, hakka-hakîkate, adâlete, ahlâka, iyiliğe ve güzelliğe göre yaşayarak
hem Dünyâ’da iyiliği bulurlar, hem de âhirette cennet ile ödüllendirilirler.
Böylece “Allah’ım bize Dünyâ’da da iyilik-güzellik ver, âhirette de
iyilik-güzellik ver” âyeti tezâhür etmiş olur. Zâten bunun başka da bir yolu
yoktur. Ya her-şey Allah’a göre olur ve sâdece O’na kulluk edilir, yada her-şey
Allah dışındaki kişilere ve şeylere göre olur ve O’ndan başkasına kulluk edilir
ve sonuçta da hem Dünyâ’da hem de âhirette rezillik ve acı azapla karşılaşılır.
Allah’tan gayrısına kulluk
etmemek, bütün tavır ve davranışlarda sâdece Allah’ın emir ve yasaklarını
gözetmektir. Kur’ân insan için, bir-tek İlah’a kulluk edilmesini emreder ki, bu
İlah, her-şeyin yaratıcısı ve hâkimi olan Allah’tır. Ancak insanların çoğu buna
karşın, ya Allah ile birlikte yada onu tamâmıyla dışlayarak başka ilahlar
edinmekte ve böylelikle ya çeşitli nesneleri, kimseleri yada kendi çıkar ve
menfaatleriyle arzu ve isteklerini ilah edinmektedirler. Kur’ân böylesi bir
tutumu aslâ uygun görmemekte, bunu, Allah’ın insan için belirlediği
haddi/sınırı aşma ve “Allah’a ortak koşma” olarak ifâde etmektedir.
Bir insan; Allah’a, âhiret
gününe yâni öldükten sonra dirilmeye, cennete-cehenneme, hesâba, meleklere,
vahiylere yâni kitaplara, peygamberlerin Allah tarafından seçilmiş olduklarına
vs. inanıyorsa, bu kişi için, Dünyâ’daki ve insanlar arasındaki tüm işlerde yâni
sosyâl, kültürel, ekonomik, siyâsî, kânûnî, hukûkî, askerî, örfî vs. her konuda
ve her alanda her-şeyin tam da Allah’a göre olması niçin sorun olsun ki?. Çünkü
bunlara inanmak Dünyâ’da ve insanlar arasındaki işlerin de Allah’a, vahye ve
peygamberlerin örnekliklerine göre ve bunlara uygun olmasını ve de aykırı
olmamasını gerektirir. İşte “Allah’tan başkalarına kulluk ve ibâdet etmek”,
Allah’a ve gaybî konulara -sözde- inanılmasına rağmen, “Dünyâ’da ve insanlar
arasındaki tüm işlerin ve işleyişin Allah’a yâni vahye göre olmaması ve şeytana,
nefse, tâğutlara ve beşere göre olması ve de bunun savunulması” demektir. Bu
eğer bilinçsizce yapılıyorsa gizli-şirk, gizli-küfür ve cehâlet, bilinçli
yapılıyorsa apaçık-şirk ve küfür olur.
Evet; “Allah’tan başkalarına
ibâdet ve kulluk etmek” demek, Dünyâ’da ve insanlar arasında tüm işlerin Allah’ın
emrettiği ve istediği, Kur’ân’ın-vahyin emrettiği ve peygamberlerin ve
Peygamberimiz’in öğrettiği ve “güzel örnekliği” ile gösterdiği gibi, “İslâm’a
göre” değil de; “nefse, çıkara, hazza, arzulara, hevâ-hevese, şeytana,
kendisinde güç vehmedilen ve ‘tâğut’ denilen kişilere, lîderlere, kurtarıcılara,
kahramanlara vs. Allah’tan başka şeylere ve kişilere göre belirlenmesi, düşünülmesi
ve yapılması” demektir. Bu bağlamda cumhuriyet, demokrasi, oy kullanmak, lâiklik,
kapitâlizm, liberâlizm, feminizm, komünizm, sosyâlizm ve Allah’a aykırı olan ne
kadar izm varsa tamâmını desteklemek ve savunmak, “Allah’a göre” değil de “Allah’tan
başkasına göre düşünmeyi, konuşmayı ve yapmayı savunmak” demektir ki, işte “Allah’tan
başkasına kulluk etmek, ibâdet etmek ve tapmak” bu demektir.
Tüm zamanlarda insanlar
Allah’tan başkalarına ve başka şeylere göre kararlar almışlar ve uygulamalarda
bulunmuşlardır. Peygamberimiz zamânında Mekke’liler, ilah edinip taptıkları
putlar üzerinden düşünce ve sistem geliştirmişler ve insanları buna göre
yönetip-yönlendirmişler ve de çıkarlarına göre edindikleri düşünce ve
sistemlere uygun putlar yapmışlardır. Bu putlara tapanlar aslında, putlarla
temsil edilen o şeytânî düşüncelere ve sistemlere tapmaktadırlar. Allah’tan
başkalarına yada başka şeylere tapanlar aslında birilerinin çıkarına,
arzularına, hevâ ve heveslerine, aklına ve zannına tapmaktadır. Şimdi de birileri,
aynı ve benzer çıkarları için modern putlar olan, cumhuriyet, demokrasi, oy
kullanma, lâiklik, kapitâlizm, liberâlizm, feminizm, komünizm, sosyâlizm vs.
olarak adlandırılan şeylere tapmaktadır. Tabi bunlara, bu düşünce ve sistemlerin
kurucuları yada simgeleri üzerinden tapılmaktadır. Fakat şu iyi bilinsin ki,
böyle yapmak, “Allah’a başka şeylere kulluk etmek, ibâdet etmek ve tapmak”
demektir. Ne kadar izm varsa onları getirip ortaya koymakla, Allah’tan başkalarına
ve başka şeylere ibâdet edilmekte yâni şirk koşulmakta, küfre düşülmekte ve
O’na isyân edilmiş olunmaktadır. Bu işin sonu ebedî ateş-diyârı olan cehennem
ile cezâlandırılmaktır ki, aslında böyle kişilerin âhiretten önce Dünyâ’da da
rezillik yakalarını hiç-bir zaman bırakmaz.
Evet; tâ Hz. Âdem’den bêri
tüm peygamberler, tüm kitaplar ve vahiy-merkezli tebliğ ve dâvet yapanlar işte
bu hakîkati söylemişler, insanları uyararak, Allah dışındakilere göre değil,
Allah’a göre düşünmeyi, konuşmayı ve yapmayı tavsiye ve emretmişlerdir. Allah
katındaki tek hak din olan İslâm, ilk insandan bêri samîmi mü’minleriyle işte
bunun mücâdelesini vermiştir-vermektedir-verecektir. İnsanların tüm
düşüncelerini, konuşmalarını ve her alanda her konuda yaptıklarını şeytana,
nefse, hazza, tâğutlara, çıkarlara, hevâ ve hevese, arzulara yâni Allah
dışındaki şeylere göre değil de, “Allah’a göre” yapmalarını söylemişlerdir. İşte
bu nedenle insanlar her-şeyi Allah’a göre yapar, belirler ve buna göre
yaşarlarsa “sâdece Allah’a” kulluk ve ibadet etmiş, aksi-hâlde Allah’tan gayrı
her-şeye ibâdet etmiş olurlar ki, bu, Allah’tan başkasına ibâdet etmek, O’ndan başkasına
kulluk etmek ve tapmak yâni şirk koşarak küfre düşmek anlamına gelir. Şirke ve
küfre düşmek böyle olur. Şirke ve küfre düşmek yâni Allah’tan başkasına kulluk
etmek işte bu demektir.
“Ey insanlar!; Allah’ın üzerinizdeki nîmetini anın.
Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah’ın dışında bir başka yaratıcı var
mı?. O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?” (Fâtır 3).
“(Allah) Geceyi gündüze
bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; Güneş’i ve Ay’ı emre âmâde
kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte
bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O’nundur. O’ndan
başka taptıklarınız ise, ‘bir çekirdeğin incecik zarına’ bile mâlik olamazlar” (Fâtır 13).
O-hâlde ey müslimler ve
mü’minler!:
“Fitne kalmayıncaya ve
dînin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla (yâni küfür-kâfir ve şirk-müşrik) savaşın. Şâyet vazgeçecek olurlarsa,
şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir” (Enfâl 39).
“Doğrusu Kur’ân bir
öğüttür. Artık dileyen, onu düşünüp-öğüt alsın” (Abese 11-12).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2021