20 Mart 2023 Pazartesi

Sanal ve Gerçek

 

“De ki: ‘Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).

 

Hak “gerçek” olan, bâtıl ise “sanal” olandır. Sanal olan yâni bâtılın gerçek olana yâni hakka gâlip gelmesi imkânsızdır. Günümüzde bâtılın hakka gâlip gelmiş gibi görünmesi bir yanılsamadır. Olan şey; bâtılı izleyenlerin hakkı izleyenlere olan üstünlüğüdür. Aslında bu üstünlük, hakkı izlemesi gerekenlerin hakkı izlememeleri yada hakkı, “hakkıyla” izlememelerindendir. Zîrâ hak, hakkıyla izlendiğinde bâtılın hakka galebe çalabilmesi imkânsızdır. Hakkı sımsıkı izlemesi gereken müslümanlar bunu yapmadığında mutlakâ bâtıl açığa çıkar ve zamanla hayâta hâkim olarak hakkın açığa çıkmasını engeller.

 

Aslında Dünyâ dâhil tüm kâinatta her zaman hak gâliptir. Fakat bir irâdeye sâhip insanlar arasında da hakkın gâlip olması yâni hâkim olması gerekirken, “imtihan” gereği bir nefse de sâhip olan insan, hakkın denetlemesinden kurtulup, bâtılın nefse hoş gelen kışkırtmasına ve ayartmasına mâruz kalmakta ve bu ayartma ve dolayısıyla sapma, zamanla -günümüzde olduğu gibi- tüm Dünyâ’yı sar(s)maktadır. İşte bu nedenle Allah bizi bu konuda uyarır ve şöyle der:

 

“Hakkı bâtıl ile örtmeyin (veyâ karıştırmayın) ve hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) siz (gerçeği) biliyorsunuz” (Bakara 42).

 

Hak varken bâtıla uymak bir sapmadır, sapıklıktır. Susuzluğu su yerine ateşle gidermeye çalışmak gibidir. Tabi ateş hiç-bir zaman susuzluğu gidermediği gibi, tam-aksine daha fazla susatır. Allah hakkın yolunda olmamızı ister. Zîrâ bâtıl ortaya iyi bir şey koyamaz:

 

“De ki: Hak geldi; bâtıl ise ne (bir şey) ortaya çıkarabilir, ne geri getirebilir” (Sebe’ 49).

 

Sanal olanın yâni bâtılın hâkimiyetini yıkmadıkça hiç-bir zulüm, adâletsizlik, feryât-figân, açlık-susuzluk, zorbalık, çirkeflik, ahlaksızlık vs. yok olmayacak ve zamanla daha da artacaktır. Bâtılın yok olmasının tek yolu, gerçekliği yâni hakkı bâtılın üstüne fırlatmak ve onu darmadağın etmektir. Bâtıla, hakla sert bir karşılık vermedikçe bâtıl yok olmayacaktır:

 

“Hayır!, biz hakkı bâtılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendire-geldiklerinizden dolayı eyvahlar size” (Enbiyâ 18).

 

Bizim gözümüz “mutlak olan”ı görmeye, aklımız da “mutlak olan”ı idrâk etmeye programlı değildir. Fakat biz Allah’ın gönderdiği vahiyler ve elçileri yoluyla hak olanı ve bâtıl olanı biliriz. Bu nedenle de gerçeklik varken sanal olanın peşine takılmayız. Hakkı-gerçekliği bilmeyenler, bâtılı-sanalı gerçek zannederler. Sanal olan “gerçek” olmadığı için geçeklikten mahrûm bırakır bizi. Sanal olana kapılarak gerçeklikten kopma, “gerçek sorunlardan da kopmak” anlamına gelecektir.

 

Sanal demek, “sûni sonsuz” demektir. Çünkü sanalın gerçek bir varlığı olmadığından dolayı, sanalın çapı sonsuza kadar genişletilebilir. Onun bir ölçüsü yoktur ki. Sanalın sınırı yoktur. Fakat gerçeklikte-hakta bir sınır vardır ki, varlık demek aslında “sınır” demektir. Bu sınır bizim “haddimizi bilmeyi” de yanında getirir. Sanal olan ise sınırsızlığı çağrıştırır ve nefisleri sınırsızlığa alıştırır ki, bunun en son noktası insanın kendini ilah îlan etmesidir. Çünkü bir sınır yoksa hiç-bir sınır olmaz. Sanal olanın kırmızı çizgisi yoktur. 1’in yanına sonsuza kadar sıfır koyabilirsiniz. Bâtılın yaptığı hep budur. Fakat o sayı gerçek bir sayı olmayacaktır. Nefsine yenilen insanlar da işte bu sanallığa tav olurlar ve kanarlar. Sanal-bâtıl olan hadsizdir. Ne ilginçtir ki sanallık yâni bâtıl, gerçekliğin yâni hakkın yerini almıştır ve sürekli olarak gerçekliği yâni hakkı boğmak istemektedir. Tabi sanal olanın gerçekliği boğması mümkün olmadığından (çünkü sanal aslında yokluk olduğundan dolayı gerçek olana etki edemez) sanalı izleyenler, gerçekliği izlemesi gerekenleri boğmaktadır. Dolayısı ile sanallık, gerçeklikten kopmuş insanlığı boğmakta, onlara çok zor bir hayat yaşatmaktadır.

 

İnsanlığın yıllardır biriktire-geldiği kazanımlarının yerini köksüz, anlamsız, sanal davranış düşünüş ve duyuş biçimleri almıştır. Bundan kurtulmanın tek yolu sanaldan-bâtıldan uzaklaşarak olacaktır. Sanalın içindeyken ve bâtılın tam merkezindeyken hak-gerçek ortaya konulamaz ve gerçeklik hâkim olamaz. O hâlde sanaldan gerçekliğe kaçmalıyız. Bâtıldan sıyrılıp hakka yönelmeliyiz:

 

“Onların demelerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir ayrılma tarzıyla (düşünce ve eylem bakımından köklü bir tutum) ile kopup-ayrıl” (Müzzemmil 10).

 

Kur’ân’ın daha ilk inen âyetlerinde “kâfirlerden-müşriklerden ayrılma” emri vardır: Nüzûl sıralamasında 3. sıraya konulan Müzzemmil Sûresi’nin 10. âyeti, bâtılın temsilcileri olan müşriklerden ayrılmayı emreder. Zîrâ onlardan zihnen ve daha sonra da bedenen kopup ayrılmadan İslâm hakkıyla idrâk edilemeyecek ve yaşanamayacak, nihâyetinde de hayâta hâkim kılınma yoluna giremeyecektir. İslâm’ı hayâta hâkim kılma yoluna girilememesinin nedeni, müşrik toplumdan ayrıl(a)mamaktır. Ayrılmayınca hak (İslâm) ile bâtıl karışıyor ve İslâm’ın fikriyatı net olarak ortaya konamıyor. Günümüzdeki “büyük problem” budur. Bu nedenle büyük bir kavram karmaşası vardır. Sanal olan ile gerçek olan karışmıştır ve insanlar artık sanal ile gerçekliği ayırt edememekte ve hangisinin sanal hangisinin gerçek olduğuna karar verememektedir. İslâm, bâtılın hâkim olduğu yerde hakkıyla takdir edilip de yorumlanamıyor ve yaşanamıyor. Zâten idâreyi elinde tutan şirk, İslâmî yaşantıya da İslâm’ın gerçek yorumlarına da katlanamadığı için karşı çıkıyor ve vahyin sesini kesmeye çalışıyor.

 

Alışkanlıklarınızdan doğan sûni ihtiyaçlar, gerçek ihtiyaçlarımız değildir. İhtiraslarınız ihtiyaçlarınız değildir. Sanala ihtiyaç duymamız bir sapmadır ve bu, doğal ve normal bir durum değildir. Gerçeklik varken ve biz kendimiz gerçekken sanala tav olmamızın akılla bağdaşır bir yanı yoktur. Nefsin bir ayartmasıdır bu.

 

Gerçek hayatlar yaşamayanlar, yaşadıkları hayatları gerçek zannedenler. Yaşadıkları hayat aslında kendi seçtikleri olmadığından, kendi gerçeklikleri de değildir. Bilgisayara kul-köle olunmuş bir durum vardır. Kişiler internette yâni sanala âlemde olduklarında kendilerini sosyâl zannediyorlar. Hâlbuki internet, kişiyi sosyâl değil a-sosyâl yapar. Sosyâl medya denilenlerin neredeyse tamamı a-sosyâl medyalardır. Bu medyalar kişileri mankurtlaştırır ve pasifleştirir. A-sosyâllik zirve yapar böylece. Asıl sosyâllik insanla-insanca yaşamaktır. Kalkma saati, yemek zamânı, namaza göre ayarlanmış bir “gün plânı”. Sosyâllik budur. Ana-baba-eş-çocuklarla ve dostlarla geçirilen; okuma-yazma-düşünme için ayrılan zamanlardır gerçek sosyâl  zamanlar ve sosyâllik. Sosyâl kelimesi; “toplumsal, toplumla ilgili olan” demektir. İyi de bilgisayarın -yada hangi âlet ise- kendi başına internetin başında toplumdan uzak kalmanın nesi sosyâlliktir?. Sosyâllik gerçekliktir. Sûni ve sanal bir sosyâllik mi olur?. Ona sosyâllik değil, a-sosyâllik denir dense-dense. Herkes bu a-sosyâl medyalardan ayrılamadığına göre Dünyâ, bir “a-sosyâllik hastalığı”na tutulmuş demektir. Sanal sosyallikler! gerçek sosyallikleri boğmuştur ve bu durum insan ilişkilerini bozarak güvensiz ve merhamet ve vicdandan kopuk bir toplum ortaya çıkarmıştır.

 

İnternet için kısaca “net” deniyor fakat internet “net” olmayandır aslında. Sanaldır ve gerçek değildir çünkü. İnternette hiç-bir şey net değildir. Sûnidir, sanaldır. Adı üstünde sûni. Sûni olan gerçek değildir ve bunu herkes de bilir zâten. Fakat sûni olan şey a-sosyâl medyaya yansıdığında “gerçek” muâmelesi görüyor. İnternet hâfızayı da zayıflatıyor. Bilgiyi çoğaltmıyor aslında. Anlık bilgiler sözlüğü. Hemencecik unutuluverecek bilgiler var orada. Sanal ya!.. Hemen unutuluyor tabi. Gerçek olsaydı hemen unutulmazdı. İnternet ve a-sosyâl medya, bir “yaşanmamışlık durumu”dur.

 

Adam “gerçek olarak” dağın yamacından iple aşağı sarkmış, kayalıkların tehlikeli yerlerinde yuva yapmış bir kuşun resmini çekmiş. Bunu yapmak için kolu-bacağı kanamış (gerçi bu da başka bir sorun ya) sonunda resmi çekmiş, bir süre sonra resim a-sosyâl medyada yayınlanmış ama o resmin yayınlandıktan sonra bir-kaç dakîkalık ömrü var. Zîrâ sûni-sanal a-sosyâl medyada her şeyin bir-kaç dakîkalık ömrü vardır. A-sosyâl medya bir değersizleştirme projesidir. Sanal ve sınırsız olan değersizleştirir. Sanal olan bir değersizleştirme aracıdır. Pasifliğin zirveleştiği sanal alan. Her-şey gibi resimler ve sözler de sanal. Bir narsistlik okulu. Yalanın ayyuka çıktığı yerdir a-sosyâl medyalar.

 

Sosyâl-medya denilen ortamlarda “tâkipçi” denilen kişiler tarafından tâkibinin yapılması bir üstünlük, bir gurur-kaynağı sayılmaktadır. Sosyâl-medya fenomeni olmak bir ayrıcalık olarak görülmektedir ve insanlar, kişilerin değerini “tâkipçileri” oranında ölçmektedirler. Yâni ne kadar tâkipçin varsa, o kadar değerin oluyor ve o derece “sanal tatmin”e ulaşabiliyorsun.

 

İnsanlar sanal ortamda gerçek olmayan dostluklar, arkadaşlılar ve paylaşımlar yaparlar. Çünkü sanal birikimler yapmışlardır ve gerçek bir birikimleri yoktur. Biriktirilen şey hevâ ve heves, tutku ve “sanal tatminler”dir. Fatma Barbarosoğlu:

 

“Bizim yaşamak değil, biriktirmek hastalığımız var. Para, şöhret biriktiremeyenler tâkipçi biriktiriyor. Eskiden ‘sen benim kim olduğumu biliyor musun’ efelenmesi vardı. Şimdi ‘sen benim kaç bin/yüz bin/milyon tâkipçim olduğunu biliyor musun’ efelenmesi var” der.

 

Tasavvufçular sanal-bâtıl bir bilginin peşine düşmüşlerdir. Kur’ân’ın gerçek yorumlarını bırakıp “bâtınî” dedikleri aslında “bâtıli” olan sanal yorumlamalara kapılmışlardır. Artık saçmalık zirve yapmıştır. Fakat bu kişiler o sanal âlemden yâni bâtıni yorumların yapıldığı ortamdan çıkıp da gerçek hayâta döndüklerinde ise, biraz önce söylediklerinden eser kalmaz ve gerçekliği dibine kadar yaşarlar. Tasavvufçular, gerçek hayâta döndüklerinde modern dünyâ’nın ileri gelen kurnazları oluverirler. Olumsuz bir durumda, “olsun, lâ fâile illallah” demezler gerçek hayatta. Tasavvuftan yâni “sanal âlemden” çıkıp da gerçek Dünyâ’ya döndüklerinde, akıl-dışı yada safça en küçük bir belirti bile göstermezler. Hesaplarını-kitaplarını tam yaparlar. Modern ürünlerin hepsinden haberdardırlar. Hangisi kaç para, hangisi iyidir, ayrıntısıyla bilirler. Boş vermek yoktur gerçek hayatta. Tilki gibi kurnazdırlar. Gerçek Dünyâ’da “lâ fâile illallah” ve “lâ mevcûde illallah” geçersizdir. Gerçeklik âleminde meczupluktan eser kalmaz. Nasıl kalsın ki?. Bunların içinde sanal âlemde meczup-vâri söylemlerde bulunanların içinde, “pozitif bilim-adamları” da vardır. Tasavvufun söylemleri beş para etmez gerçek hayatta. Yâni meczupluk sâdece “sözde”dir. Eylemde ise tam-aksine, mutlak anlamda akıl ve zekâ ile, hattâ bilim ile hareket ederler. Gerçek hayatta bir-anda meczupluktan çıkıverirler. İş çıkara ve nefse gelince meczupluk yerini “kurt”luğa bırakır.      

 

 Fikirler fikir olarak kaldıkları müddetçe “gerçek” değildir. Fikrin gerçek olabilmesi için uygulamaya dönmüş olması gerekir. Çünkü dışarıda nesnel gerçeklikler vardır ve sanal fikirler bu gerçekliğe, gerçekliklerin içine girmediği zaman bir etkide bulunamazlar. Bir fikrin sanallıktan kurtulması için onun hayâta dönüşmesi/düşmesi gerekir ki gerçek olsun. Böylece sorunları da çözsün.

 

Bir şeyin bilgisi o şeyin kendisi değildir. Bilinç, “bilincin bilgisi” değildir, kendisidir. Bilinç, bilginin gerçeğidir. Bilince erilmedikçe bilgi sanal olmaktan kurtulamaz ve gerçekliğe dönüşemez.

 

Öyle bir duruma gelindi ki, çıtanın seviyesi artık “gerçek” olana göre değil, “sanal” olana göre belirleniyor. Meselâ Dünyâ’da dolaşan para gerçekte altın yada mal karşılığı 80 trilyon dolar iken, sanal olarak yâni bilgisayarlarda görünen paranın 830 trilyon dolar olduğundan bahsediliyor. Çıtanın bu yükselişiyle birlikte artık piyasadaki hiç-bir verinin gerçek olmadığı ortaya çıkıyor. Çıta yükseldikçe sanallık artıyor. Bu-arada “değerlerin çıtası” da düşüyor. Sevginin, merhâmetin ve vicdânın çıtası yerlerde sürünürken; gösteriş, bencillik, tüketim-manyaklığı, şerefsizlik, vs. ucu görünmeyen seviyelere çıkıyor ve en kötüsü de bu durum “örnek” olarak gösteriliyor ve insanların büyük kısmı tarafından “hayâl edilen” bir duruma geliyor. Hedef olarak görülüyor: Erol Anar:

 

“İnsanların çoğu aslında toplumsal-yaşam içerisinde gerçeği aramazlar, daha doğrusu gerçek diye bir sorunları yoktur. Çünkü çoğu-zaman gerçeğe ulaşma çabası riskli ve tehlikelidir. Bu yüzden ‘sistem’ tarafından kendilerine sunulan sanal-gerçekliği yaşamayı tercih ederler. Çoğu insanın sorunu, içinde bulunduğu konumu korumak ve geliştirmektir. Bunun için, gerçek olmadıklarını bilseler de inanırlar yada inanmış görünürler. Öyleyse toplumun bütünü için gerçek yada gerçeklik diye bir kavram söz-konusu değildir.

 

Resmî ideolojinin egemen olduğu rejimlerde , yine sistem kendi ideolojik aygıtları eliyle ‘sanal bir gerçeklik’ yaratır ve toplum algılayışında bunun gerçeğin yerini almasına çalışır. Gerçeği savunarak ‘sanal gerçekliğe ve yalanlara’ karşı çıkan kişiler ise cezalandırılırlar. Çünkü sisteme göre ‘gerçeklik’ yoktur, yalnızca kendi ‘sanal gerçekliği’ gerçektir. Neyin gerçek, neyin sanal olduğu bir-birine karışmıştır. ‘Gerçek’, Büyük Birader’in sözleri ve ideolojisidir; bunlar da konjonktüre göre değişebilir” der.

 

Modern bilim de gerçekliğin yerine sanal bir gerçeklik kurmuştur. Aslında deneyimlemediği ve hattâ hiç-bir zaman da deneye tâbi tutamayacağı şeyi, seküler telakiden dolayı sanki gerçekmiş gibi kabûl eder ve insanlara da yalanlarını-yanlışlarını “gerçek” diye sunar. Dînî olandan kopuk ve uzak olan modern-bilimin Dünyâ-dışı verilerinin %90’ı, Dünyâ-içi verilerinin ise %60’ı yanlış olmasına rağmen, sanal gerçekliğe göre davranıldığından dolayı, modern-bilim ve buna bağlı bilim-adamları bu verilerin gerçek olduğunu resmî ve profesyonelce hakla aktarır ve sanal bir gerçeklik kurar. Ahmet Başaran:

 

“Ne bir hakîkatten ne de bir gelenekten haberdar olan bilim-adamları, gerçek olmayan ve gerçekleri yansıtmayan sanal bir Dünyâ üzerinden kendi ideolojilerini ellerindeki ‘insafsız’ güçle dayatmak emelindeler. Hâlbuki İslâm’ın prensiplerine göre bilinen bilgi, hakîkatin birliğine yöneltir. Bu birlik Allah’ın mutlak-birliğinden ötürüdür. Allah hakîkati ilim ve vahiy ile açıklar” der.

 

Sanal ve bâtıl, insan ürünüdür. Allah’tan gelen ise hakkın-gerçeğin ta kendisidir. Sanal olandan kuşkulanılacağına gerçekten kuşkulanılıyor. Modern insan, bâtılı haktan daha gerçekçi buluyor. Oysa mutlak gerçeklik olan Allah’tan gelenden kuşkulanmamak gerekir:

 

“Gerçek (hak) Rabbinden (gelen)dir. Şu-hâlde sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (Bakara 147).

 

İşte ancak haktan kuşkulanmaktan vazgeçildiği zaman hakka sâhip çıkılıp gerçeğin peşine düşülecek ve bâtıl ve sanal olan yok olacaktır. Hak ancak o zaman yerini bulacaktır:

 

“Böylece hak yerini buldu, onların bütün yaptıkları geçersiz kaldı” (A’raf 118).

 

Müslümanların sanal ve bâtıl olandan vazgeçip ona düşman olması ve hakkın ve gerçekliğin peşinden gitmesi gerekir ki bunun da yolu Mutlak Hak-Gerçeklik Olan’ın yolunu izlemektir. Bu yolda tabî ki Kur’ân-merkezli izlenebilir. Peygamberler ve Paygamberimiz işte bu yolun en ideâl izleyicisidir ve zâten bu nedenle de Allah o’nun yoluna “güzel örneklik” (Ahzâb 21) demiştir. Bu yolda olduğumuzda hak hâkim kılınacak ve bâtıl olan geçersiz olacaktır:

 

“O, suçlu-günahkârlar istemese de, hakkı gerçekleştirmek ve bâtılı geçersiz kılmak için (böyle istiyordu)” (Enfâl 8).

 

“Allah, suçlu-günahkârlar istemese de, hakkı (hak olarak) kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir” (Yûnus 82).

 

Kesin gerçeklik, Mutlak Olan Allah’tır. İnsanın ve varlığın varlığı da haktır ve gerçektir fakat bu, “mutlak gerçeklik” şeklinde değildir. Zîrâ aksi-hâlde -hâşâ-, tüm varlık tasavvufun “vahdet-i vücûd” sapık düşüncesinde olduğu gibi, Allah olurdu. Oysa hiç-bir şey O’nun dengi değildir ve O, “tek mutlak gerçek”tir. Diğer varlıklar ise mukayyet varlıklardır ve mutlak gerçek olmayan fânilerdir. Allah’ın dilediği bir zamanda da yok olacaklardır. “”Mutlak Varlık olmayanlar yok olmaya mahkûmdur:

 

“İşte böyle; çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz bâtılın ta kendisidir. Gerçekten Allah yücedir, büyüktür” (Hac 62).

 

Gerçekten vâr olan; yok olmayacak olan (bâki) Allah’tır. Çünkü, her-şey yokken vâr olur ama bir tek O, yokken vâr olmamıştır. Zîrâ O, “başlangıcı olmayan var”dır.

 

Bir haberi gerçek olarak öğrenmek için, olayın olduğu yerde bulunmak gerekir. Çünkü gerçek ancak, gerçekliğin olduğu yerde doğru olarak öğrenilir. Oysa sanal âlemde bir kavram karmaşası, bir bilgi kirliliği vardır ve bundan dolayı hiç-bir bilgi kesin değildir sanal âlemde.

 

Gerçeklikten kopmak ve sanala takılmak insanı boş hayâllerle oyalar. Fakat bu hayâllerden sıyrılıp gerçekliğe çıkıldığında büyük bir hayâl kırıklığı yaşanabilir ki psikolojik vâkâların büyük çoğunluğun sorunu budur. Onlar gerçekliği ıskalayıp, zihinlerinde, hayâllerinde ve arzularında sanal olanı, bâtıl olanı gerçek ve hak olarak yaşamaktadırlar. Fakat gerçek hayâta döndüklerinde yâni hayâtın gerçekleriyle karşılaştıklarında ve gerçekliğin aslında hayâl âlemindeki gibi, sanal alemdeki olmadığını gördüklerinde büyük bir şok yaşıyorlar ve karamsarlığa düşerek bir güvensizlik ve korku yaşamaya başlıyorlar. Bunun çâresi olarak hakka ve gerçekliğe döneceklerine, tam-aksine, bâtıla ve sanala daha çok kapılıyorlar ve psikolojileri böylece tâmir edilemez derece bozuluyor. Sonuçta zor bir hayat yaşıyorlar. Gerçek hayatlar yaşamayanlar, mutlakâ boş hayâllerle avunurlar. Zamânımız insanlarını gerçekliklerden daha çok görüntüler etkiliyor. Görüntülerden etkilendiği kadar gerçeklerden etkilenmiyorlar.

 

Gerçek, şeytanın ve onun uşakları olan tâğutların söylediklerinden başkadır. Hayâl ile gerçek arasındaki fark, var ile yok arasındaki fark kadardır. İnsanlar gerçekleri duymak istemiyor. Çünkü gerçekler eyleme dönüktür ve bir bedeli vardır. Ölümden bu kadar korkulmasının nedeni, “gerçek hayatlar” yaşayamayışımızdır.

 

Roman-merkezli kitap okuyanlar, İslâm rûhuna pek uygun davranamıyorlar. Zîrâ romanlar genelde “gerçek” ile ilgili değildirler. Modernizm, bir “roman uygarlığı”dır. Hayat romanize edilmiştir ve gerçeklikten koparılmıştır ki bu, teknolojik âletlerle zıvanadan çıkarılmıştır.

 

Tasavvuftaki “ne arıyorsan kendi içinde ara” sözü, insanı dış gerçeklikten koparan bir fitnedir. Sünnet göz-ardı edildiği için, Kur’ân’ın bâtıni ve “modern” yorumları, vahyin gerçek yorumları zannedilmektedir.

 

Acı gerçek şu ki; acı gerçektir. Acı mı daha gerçektir, acının yokluğu mu? İlki daha gerçektir. An-an yaşarsın çünkü. O halde gerçek, tüm varlığımızla yaşadığımız şeydir.

 

Hayal kurmak bâzı gerçekliklerin açığa çıkarılması için şarttır. Fakat günümüzde olduğu gibi sanal ve hayâli bir hayattan çıkamamak “gerçeklikten kopmak” oluyor.

 

Hayâl kurmak bana gerçekliği hatırlatıyor. Çünkü hayâl gerçek değildir. bâtılın hiç-bir zaman “hak” olamayacağını anlıyorum böylelikle.

 

“Sanal-gerçek” sözü de yanlıştır. Bir şey sanalsa gerçek değildir. Zâten gerçek olmadığı için sanal denmiştir. Canlı yayında bize görüntü olarak görünen şey  bile gerçektir ama, canlı yayının yapıldığı ortam kadar da gerçek değildir. Ne kadar kaliteli bir görüntü olsa da sanal olan, bir-aradayken ve yüz-yüzeyken olduğu kadar gerçek değildir. Tam-gerçek olmayınca sanal olmaya başlıyor. Sanal, “Dünyâ’da bir karşılığı olmayan şey” için kullanılır. Bu bağlamda sanal ve gerçek apayrı şeylerdir. Sanal ne kadar üstün teknoloji ile(!) ile sunulmuş olursa-olsun, ruhtan, duygudan ve o kendine-has iletişimden yoksun olduğu için hiç-bir zaman “gerçek” gibi değildir, olamaz.

 

Olması gereken şey, gerçek ile sanal olanın ayrılmasıdır ki İslâm’da bu, “hak ile bâtılın ayrılması” olarak bilinir. Gerçek olan ile sanal olan ayrıldığında, gerçek olan “gerçek” olduğu için mutlakâ gâlip gelecektir ve sanalın ve bâtılın pisliğinden kurtulmak mümkün olacaktır.

 

Hak ve bâtılın yâni gerçeklik ve sanalın ayrılması, hakkın bâtılın üzerine atılıp onu darmadağın etmesi ve artık bâtıl hükümler yerine Allah’ın hükümleriyle hükmedilmesi anlamına da gelir. Çünkü sâdece Allah’ın hükümleri hak ve gerçektir. Beşerin hükümleri sanal ve bâtıldır. Eğer bir toplumda bâtıl hükümler yerine “Hakkın hükümlerinin ikâmesi” mücâdelesi başarılı olup da Hakk ile hükmediliyorsa, hak ile bâtıl ayrılmış, hak bâtılın beynini darmadağın etmiş ve Allah’ın dîni hayâta hâkim olmuş demektir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2018

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder