“…Sen, Allah’ın
sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde
kesinlikle bir sapma da bulamazsın” (Fâtır
43).
“Sonra sana vahyettik: Hanif
(muvahhid) olan İbrâhim’in dînine uy. O, müşriklerden değildi” (Nâhl 123).
Allah, Peygamberimiz’e “yeni
bir şey söyle” demiyor da, “atan İbrâhim’e uy” diyor. Çünkü tüm peygamberler
birbirlerine uyarlar. Zîrâ İslâm’ın ilkeleri aynıdır ve tüm zamanlara ve mekânlara
aynı-şekilde seslenir.
Hayatta değişmeyen değerlere,
temel ilkelere ve hükümlere sâhip bir İslâm vardır ve bir de sürekli değişip
duran ama bir türlü doğruya ve iyiliğe ulaşamayan gayr-ı İslâmî-beşerî sistemler
vardır. Târih bu ikisinin mücâdelesinin ve savaşımının târihidir.
İslâm’da “yeni” yoktur “yeniden”
vardır, değişim yoktur ve dönüşüm vardır. Bu dönüşüm, “yeniden”e ulaşmak için
değişme ve hakka ulaşma sürecidir. Hakka ulaşınca ise değişim de dönüşüm de
biter ve İslâm-merkezli döngü başlar ki bu döngünün sürekli olanı göklerde
câridir. Öyle ki göklerdeki muhteşem ve kusursuz düzen hiç şaşmaz. Muhteşem
nizâma ve düzene sâhip olan gökler sanki insanlara sürekli olarak; “siz de
Allah-merkezli, hak-merkezli döngüye katılın ve uyun ki muhteşem bir nizâma ve
düzene kavuşasınız” mesajını verir durur.
Modernizm “ilerleme” denilen
şeyle ayakta durur. Bu da sürekli olarak yenilik ve değişme ister. Bu durum
modern insanı kuşatmış olduğu için herkeste bir değişme, yenilik ve ilerleme
düşüncesi oluşmuştur. Oysa ilerleme diye bir şey yoktur. Kâinâtın hiç-bir yerinde
ilerleme yoktur, döngü vardır. Bu döngü ya Allah’a göredir ve döngü deverânını
en ideâl şekilde yapar durur, yada şeytana, nefse ve tâğutlara göredir ve döngü
bozulur ve sâdece küçük bir azınlığı memnun eden farklı bir döngü başlatır.
İslâm işte bu şeytan-merkezli döngü yerine hak-merkezli döngüyü yeniden
sağlamak için vardır ve peygamberler de bunu ikâme etmek için gönderilmişler ve
çabalamışlardır. Zîrâ bozulan döngü yaşın yanında kuruyu da yakmakta ve
Dünyâ’yı bir zulüm diyârına çevirmektedir.
İslâm’a uygun ve aykırı olmayan değişmeler doğal bir
şekilde ve gerektiğinde olabilir ve bu yavaş-yavaş olur. Âni değişimler hep
zarar verici olmuştur. Tabi bâtıla doğru değişmiş-dönüşmüş ve bambaşka bir şekilde
yeni bir durum ortaya çıkmışsa ve bâtıl tüm hayâta ve dünyâ’ya hâkim olmuşsa
orada değişimin ve dönüşümün yavaş-yavaş olmasını beklemek çok doğru olmaz. Zîrâ
bâtılın hâkim olduğu yerlerde hem yavaş-yavaş olan bir değişim sonuca ulaşamaz
ve bâtıl hak-merkezli değişimin farkına varır ve onunla mücâdele başlatır, gücü
yeterse bertarâf eder hem de yavaş değişim insanları bir yerden sonra bezdirip
yavaşlatır ve durdurabilir. Çünkü insanların çoğu değişimin sonuna kadar
sabredemez, direnemez ve odaklanamaz. O-hâlde bâtılın merkeze alındığı ve hâkim
olduğu yerde “devrim” şeklinde hızlı değişimler de gündeme gelebilir. Nitekim
Peygamberimiz bir nesillik sürede İslâm’ın hâkimiyetini ortaya koymuştu, bir
İslâm toplumu ve devleti kurmuştu ve de medeniyeti başlatmıştı.
Modernizm bir değişme ve değiştirme
uygarlığıdır. Bu değişimin niteliği çok önemli değildir, değişsin de nasıl
değişirse-değişsin derdindir. İslâm ise adâletsizliği-zulmü adâlet ile, eşitsizliği
eşitlik ile, haksızlığı hak ile, ahlâksızlığı ahlâk ile, şirki ve küfrü tevhid
ile değiştirir ve hem insanı hem de Dünyâ’yı dönüştürür ve sağlamlaştırır. Bu sağlamlaştırma
tamamlandığında ise artık değişim sınırlanır ve artık bir değişimden ziyâde
hak-merkezli ve sürekli bir döngüden bahsedilir. İslâm’da değişmeyen tek şey
değişim değil, dönüşümdür. Çünkü sürekli değişip duran şeyin sâfiyeti kaybolur.
Sürekli olan değişim anlamlı da değildir. Tek bir harfi bile değişmeden
günümüze kadar ulaşmış olan Kur’ân, bizi ilk günkü canlılığıyla etkilemekte ve
dönüştürmektedir. Fakat şu da var ki, lafzı aynı kalsa da yorumu o kadar çok
değişmiştir ki Peygamberimiz’in yaptığı kavlî ve fiîlî yorumla (Sünnet) alâkası
kalmamıştır. Modernistler ve bâzı İslâm düşmanları aşırı yorumla Kur’ân’ı değiştirmek
ve modernizme uydurma çabasındadırlar.
Mesele döngünün kâinâtın her
yerinde olduğu gibi vahiy-merkezli mi yoksa nefse uygun ve beşer-merkezli mi
olup-olmayacağıyla ilgilidir. Tüm mücâdele bunun içindir.
Modernler, değişmezlik hakkındaki bir korku ve
çekince olduğunun, bunun sebebinin de Arap yaşam-şekli olduğunu söylerler. Bu
bağlamda şöyle derler:
“Değişmezlik fikrinin Arap kabîle
yaşantısıyla yakın ilişkisi vardır. Araplar atalarının yolunu tâkip etmeyi (sünnet)
ve yeni olan şeylere (bid’at) karşı gelmeyi en güvenli hayat-tarzı olarak
benimsemişlerdi. Çölün derinliklerinin kendilerine ne getireceğinden emin
olmayan bedevi Araplar, en güvenli yolu atalarının yolunu tâkip etmek olarak benimsemişlerdi.
Çölde seyahate çıkanlar atalarının daha önceki kervan yollarını tâkip ederler,
alternatif yollar arama gibi bir değişikliğe gidemezlerdi. Bu sebeple eskiye
bağlılık yeni olan şeylere yâni bid’atlere düşmanlık, Arap kabîle yaşantısının değişmezlik
konusunda meydana getirdiği bir olgudur”.
Oysa İslâm’daki değişmezlik, bir ırk, bölge, coğrafya
vs. ile değil, Allah’ın sünnetinde bir değişme olmadığı ve insanlar için temel
ilkelerde bir değişiklik olmayacağı içindir. Bakın Güneş, Ay hep aynı hesap ile
döngülerini yaparlar. Tüm kâinat da böyledir. Dünyâ’da mevsimler hep aynı
döngüyü yapar, yağmur tam zamânında yağar, bitkiler, hayvanlar hep aynı şekilde
hareket ederler ve doğada hiç-bir değişiklik yoktur. Tüm bunlar aynıyken ve temel
ilkeler de değişmiyorken, insanlar niçin bu muhteşem döngüye katılmıyorlar da
değişikliğe gidiyorlar?. Bunun sebebi şeytan ve nefstir. Şu da var ki
yukarıdaki eleştiriyi yapanlar tecrübeye hiç değer vermiyorlar. Yıllar boyunca
ataları en iyi yolu keşfetmiş ve belirlemişlerse niçin bir değişime
gitsinler?.
Şeytan insanı sürekli olarak değişmeye yeniliğe
zorlar. Bu tâ Hz. Âdem ve Havvâ’dan bêri böyledir. Sonsuz nîmet diyârı olan cennette,
sonsuz sayıda ağaçlar varken ve her birinin meyvesi farklı-farklıyken, şeytan
Hz. Âdem ve Havvâ’yı bir değişiklik ve yenilik yapamaya sevk ederek yasak ağaçtan
yemeye çağırmış, bunun için de çeşitli boş vaâdlerde bulunarak Âdem ve Havvâ’yı
bir değişim ve yenilik yapmaya iknâ etmiştir. Fakat sonuçta Âdem ve Havvâ cascavlak
kalıvermişler ve utançlarından yerin dibine geçmişlerdir. Yaptıklarına çok
pişmân olmuşlardır. Tabi hemen tevbe etmişler ve şeytana kanmayacaklarına söz
vererek hemen hakka yönelip eski hâllerine dönmüşler ve dönüşmüşlerdir. Allah
da onları affetmiştir. Demek ki, yenilik ve değişiklik genelde zarar vericidir.
Allah’ın sünnetinde de bir değişiklik
yoktur. Demek ki İslâm’da değişmeyen şeyler vardır ki İslâm’ın temel ilkelerinin
değişmesi söz-konusu değildir. Tüm peygamberler bu temel ilkelere göre tebliğde
ve amelde bulunmuşlardır. Değişen şey sâdece uygulamadaki bâzı küçük şeylerdir.
Yoksa vahyin sözlerinde ne nesh ne de değişme olur. Vahiy, tüm zamanlar ve tüm
mekânlar için aynen geçerlidir. Sâdece uygulamada, yine Kur’ân a ve Sünnet
örnekliğine göre yorumlar ve uygulamalar yapılabilir.
Meydana gelen her değişim iyi değildir. Olumlu değişim,
bâtıldan hakka doğru olan, fıtrata, doğala, doğaya, normâle, dîne, Vahye ve Sünnet’e
uygun olan değişimlerdir. Kötüden iyiye olan değişimdir. Nefislerin iyi ve hak
yönde değişmesi ve dönüşmesidir önemli olan. Çünkü ortada tamamlanmış ve en
güzel ve ideâl örneklik olarak ortaya konmuş bir din vardır. Yeni zamanlarda
bir uygulamada kararsızlık baş-gösterdiğinde, yine Vahiy-Sünnet bütünlüğüne
göre bir reçete ortaya konmalıdır. Değişim denen şey işte ancak bu kadardır.
İnsanlık târihindeki değişimler büyük oranda hattâ
neredeyse geneli, yâni peygamberlerin ve onların tâkipçilerinin yaptığı
hak-merkezli değişimler hâricindeki tüm değişimler fitne üretmiş ve ifsâd edici
olmuştur. Küçük bir azınlığın dışında asılında insana hep zarar vermiştir. Târih
boyunca yaşlanan değişimlerdin içinde en büyük zorlukları, kötülükleri, şirki,
küfrü, bâtılı, sapıklığı-sapkınlığı vs. “modernizm” denen şeytan-işi pislik
sistem getirmiştir. Bâzı küçük faydaları olsa da, zararları yakın vâdede olmasa
da uzun vâdede insanları perişân etmekte ve ileride yiyip-bitirecek gibi
gözükmektedir. Meselâ bilimsel ve teknolojik gelişmeler insan karakteri ve
insan toplulukları üzerinde olumsuz anlamda değişim meydana getirmektedir. Modern-bilim
ve teknoloji bâzı yararlarını yanında büyük oranda zarâra yol açmıştır-açmaktadır.
Modern-bilimin ve teknolojinin bâzı yararları vardır ama zararları daha büyüktür.
Hakkın yerine bâtılın hâkim olduğu bir Dünyâ’da değişim,
değişik ve yeni yorumlar yapmakla değil, sâlih amel ve eylemlerle Dünyâ’yı
bâtıldan hakka doğru değiştirmektir. Bu değişim İslâm-merkezli olan bir değişim
ve dönüşümdür. İslâm-merkezli olan değişimler hem insanı hem de Dünyâ’yı dönüştürür
ve rayına oturturken, bâtıl-merkezli değişimler ise tam tersine rayından
çıkarır.
İslâm’da değişim olmaz, fakat bâzen geçici olmak ve
vahiye ve sünnet-merkezli olmak yâni vahye-sünnete uygun olmak ve aykırı olmamak
kaydıyla geçici değişimler olabilir. Bunlar yenilik değildir. Çünkü yine, vahiy
ile potansiyel sorunlara ve sorulara potansiyel cevaplar verilmektedir. Sorular
ve sorunlar geçince o değişimin kalmasına gerek yoktur. Çünkü İslâm’da böyle
vahiy-merkezli değişimler bile, işi rayına ve yoluna sokana kadardır. Yapılan bu
değişimin bizzat kendisi bir ölçü olamaz ama gerektiğinde yine Kur’ân ve Sünnet-merkezli
olarak bâzı geçici değişimler için “kıyas” olarak kullanılabilir.
Hakkı ve hakîkati ikâme edip hâkim kılana kadar
değişerek dönüşümün olması zorunludur. Bu değişim “nefislerdeki değişim” ile
başlar ve hakkın ikâme edilip hâkim kılınmasına kadar devâm eder. Sonunda da
dönüşüm tamamlanmış olur ve artık tüm kâinât gibi hak-merkezli döngü başlar ve
devâm eder sürer gider.
Değişmek yeniliğe, dönüşmek ise en ideâl olan zamana ve
duruma doğru olur. Yenilikte mutlakâ işe şeytan ve nefs karışır. Çünkü
yenilikte sünnetullah ve temel ilkeler çiğnenir. Böylece ortaya bambaşka bir
durum çıkar. İslâm işte bu bambaşka yenilikle ortaya çıkan fitne ve fesadı yâni
bâtılı kaldırıp def ederek, hakkı ikâme edip hâkim kılarak nizâmı ve düzeni sağlamak
projesi ve hareketidir. Bu dönüşüm, bâtılda olan nefsin hakka doğru değişmesiyle
başlayan bir dönüşüm ile olur. Tâ ki göklerdeki düzen gibi bir düzen ve döngüye
ulaşana dek…
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder