8 Mart 2023 Çarşamba

Değişim Mi Dönüşüm Mü?

 

“…Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir sapma da bulamazsın” (Fâtır 43).

 

“Sonra sana vahyettik: Hanif (muvahhid) olan İbrâhim’in dînine uy. O, müşriklerden değildi” (Nâhl 123).

 

Allah, Peygamberimiz’e “yeni bir şey söyle” demiyor da, “atan İbrâhim’e uy” diyor. Çünkü tüm peygamberler birbirlerine uyarlar. Zîrâ İslâm’ın ilkeleri aynıdır ve tüm zamanlara ve mekânlara aynı-şekilde seslenir.  

 

Hayatta değişmeyen değerlere, temel ilkelere ve hükümlere sâhip bir İslâm vardır ve bir de sürekli değişip duran ama bir türlü doğruya ve iyiliğe ulaşamayan gayr-ı İslâmî-beşerî sistemler vardır. Târih bu ikisinin mücâdelesinin ve savaşımının târihidir.

 

İslâm’da “yeni” yoktur “yeniden” vardır, değişim yoktur ve dönüşüm vardır. Bu dönüşüm, “yeniden”e ulaşmak için değişme ve hakka ulaşma sürecidir. Hakka ulaşınca ise değişim de dönüşüm de biter ve İslâm-merkezli döngü başlar ki bu döngünün sürekli olanı göklerde câridir. Öyle ki göklerdeki muhteşem ve kusursuz düzen hiç şaşmaz. Muhteşem nizâma ve düzene sâhip olan gökler sanki insanlara sürekli olarak; “siz de Allah-merkezli, hak-merkezli döngüye katılın ve uyun ki muhteşem bir nizâma ve düzene kavuşasınız” mesajını verir durur.

 

Modernizm “ilerleme” denilen şeyle ayakta durur. Bu da sürekli olarak yenilik ve değişme ister. Bu durum modern insanı kuşatmış olduğu için herkeste bir değişme, yenilik ve ilerleme düşüncesi oluşmuştur. Oysa ilerleme diye bir şey yoktur. Kâinâtın hiç-bir yerinde ilerleme yoktur, döngü vardır. Bu döngü ya Allah’a göredir ve döngü deverânını en ideâl şekilde yapar durur, yada şeytana, nefse ve tâğutlara göredir ve döngü bozulur ve sâdece küçük bir azınlığı memnun eden farklı bir döngü başlatır. İslâm işte bu şeytan-merkezli döngü yerine hak-merkezli döngüyü yeniden sağlamak için vardır ve peygamberler de bunu ikâme etmek için gönderilmişler ve çabalamışlardır. Zîrâ bozulan döngü yaşın yanında kuruyu da yakmakta ve Dünyâ’yı bir zulüm diyârına çevirmektedir.   

 

İslâm’a uygun  ve aykırı olmayan değişmeler doğal bir şekilde ve gerektiğinde olabilir ve bu yavaş-yavaş olur. Âni değişimler hep zarar verici olmuştur. Tabi bâtıla doğru değişmiş-dönüşmüş ve bambaşka bir şekilde yeni bir durum ortaya çıkmışsa ve bâtıl tüm hayâta ve dünyâ’ya hâkim olmuşsa orada değişimin ve dönüşümün yavaş-yavaş olmasını beklemek çok doğru olmaz. Zîrâ bâtılın hâkim olduğu yerlerde hem yavaş-yavaş olan bir değişim sonuca ulaşamaz ve bâtıl hak-merkezli değişimin farkına varır ve onunla mücâdele başlatır, gücü yeterse bertarâf eder hem de yavaş değişim insanları bir yerden sonra bezdirip yavaşlatır ve durdurabilir. Çünkü insanların çoğu değişimin sonuna kadar sabredemez, direnemez ve odaklanamaz. O-hâlde bâtılın merkeze alındığı ve hâkim olduğu yerde “devrim” şeklinde hızlı değişimler de gündeme gelebilir. Nitekim Peygamberimiz bir nesillik sürede İslâm’ın hâkimiyetini ortaya koymuştu, bir İslâm toplumu ve devleti kurmuştu ve de medeniyeti başlatmıştı.

 

Modernizm bir değişme ve değiştirme uygarlığıdır. Bu değişimin niteliği çok önemli değildir, değişsin de nasıl değişirse-değişsin derdindir. İslâm ise adâletsizliği-zulmü adâlet ile, eşitsizliği eşitlik ile, haksızlığı hak ile, ahlâksızlığı ahlâk ile, şirki ve küfrü tevhid ile değiştirir ve hem insanı hem de Dünyâ’yı dönüştürür ve sağlamlaştırır. Bu sağlamlaştırma tamamlandığında ise artık değişim sınırlanır ve artık bir değişimden ziyâde hak-merkezli ve sürekli bir döngüden bahsedilir. İslâm’da değişmeyen tek şey değişim değil, dönüşümdür. Çünkü sürekli değişip duran şeyin sâfiyeti kaybolur. Sürekli olan değişim anlamlı da değildir. Tek bir harfi bile değişmeden günümüze kadar ulaşmış olan Kur’ân, bizi ilk günkü canlılığıyla etkilemekte ve dönüştürmektedir. Fakat şu da var ki, lafzı aynı kalsa da yorumu o kadar çok değişmiştir ki Peygamberimiz’in yaptığı kavlî ve fiîlî yorumla (Sünnet) alâkası kalmamıştır. Modernistler ve bâzı İslâm düşmanları aşırı yorumla Kur’ân’ı değiştirmek ve modernizme uydurma çabasındadırlar.  

 

Mesele döngünün kâinâtın her yerinde olduğu gibi vahiy-merkezli mi yoksa nefse uygun ve beşer-merkezli mi olup-olmayacağıyla ilgilidir. Tüm mücâdele bunun içindir.

 

Modernler, değişmezlik hakkındaki bir korku ve çekince olduğunun, bunun sebebinin de Arap yaşam-şekli olduğunu söylerler. Bu bağlamda şöyle derler:

 

“Değişmezlik fikrinin Arap kabîle yaşantısıyla yakın ilişkisi vardır. Araplar atalarının yolunu tâkip etmeyi (sünnet) ve yeni olan şeylere (bid’at) karşı gelmeyi en güvenli hayat-tarzı olarak benimsemişlerdi. Çölün derinliklerinin kendilerine ne getireceğinden emin olmayan bedevi Araplar, en güvenli yolu atalarının yolunu tâkip etmek olarak benimsemişlerdi. Çölde seyahate çıkanlar atalarının daha önceki kervan yollarını tâkip ederler, alternatif yollar arama gibi bir değişikliğe gidemezlerdi. Bu sebeple eskiye bağlılık yeni olan şeylere yâni bid’atlere düşmanlık, Arap kabîle yaşantısının değişmezlik konusunda meydana getirdiği bir olgudur”.

 

Oysa İslâm’daki değişmezlik, bir ırk, bölge, coğrafya vs. ile değil, Allah’ın sünnetinde bir değişme olmadığı ve insanlar için temel ilkelerde bir değişiklik olmayacağı içindir. Bakın Güneş, Ay hep aynı hesap ile döngülerini yaparlar. Tüm kâinat da böyledir. Dünyâ’da mevsimler hep aynı döngüyü yapar, yağmur tam zamânında yağar, bitkiler, hayvanlar hep aynı şekilde hareket ederler ve doğada hiç-bir değişiklik yoktur. Tüm bunlar aynıyken ve temel ilkeler de değişmiyorken, insanlar niçin bu muhteşem döngüye katılmıyorlar da değişikliğe gidiyorlar?. Bunun sebebi şeytan ve nefstir. Şu da var ki yukarıdaki eleştiriyi yapanlar tecrübeye hiç değer vermiyorlar. Yıllar boyunca ataları en iyi yolu keşfetmiş ve belirlemişlerse niçin bir değişime gitsinler?. 

 

Şeytan insanı sürekli olarak değişmeye yeniliğe zorlar. Bu tâ Hz. Âdem ve Havvâ’dan bêri böyledir. Sonsuz nîmet diyârı olan cennette, sonsuz sayıda ağaçlar varken ve her birinin meyvesi farklı-farklıyken, şeytan Hz. Âdem ve Havvâ’yı bir değişiklik ve yenilik yapamaya sevk ederek yasak ağaçtan yemeye çağırmış, bunun için de çeşitli boş vaâdlerde bulunarak Âdem ve Havvâ’yı bir değişim ve yenilik yapmaya iknâ etmiştir. Fakat sonuçta Âdem ve Havvâ cascavlak kalıvermişler ve utançlarından yerin dibine geçmişlerdir. Yaptıklarına çok pişmân olmuşlardır. Tabi hemen tevbe etmişler ve şeytana kanmayacaklarına söz vererek hemen hakka yönelip eski hâllerine dönmüşler ve dönüşmüşlerdir. Allah da onları affetmiştir. Demek ki, yenilik ve değişiklik genelde zarar vericidir.

 

Allah’ın sünnetinde de bir değişiklik yoktur. Demek ki İslâm’da değişmeyen şeyler vardır ki İslâm’ın temel ilkelerinin değişmesi söz-konusu değildir. Tüm peygamberler bu temel ilkelere göre tebliğde ve amelde bulunmuşlardır. Değişen şey sâdece uygulamadaki bâzı küçük şeylerdir. Yoksa vahyin sözlerinde ne nesh ne de değişme olur. Vahiy, tüm zamanlar ve tüm mekânlar için aynen geçerlidir. Sâdece uygulamada, yine Kur’ân a ve Sünnet örnekliğine göre yorumlar ve uygulamalar yapılabilir.

 

Meydana gelen her değişim iyi değildir. Olumlu değişim, bâtıldan hakka doğru olan, fıtrata, doğala, doğaya, normâle, dîne, Vahye ve Sünnet’e uygun olan değişimlerdir. Kötüden iyiye olan değişimdir. Nefislerin iyi ve hak yönde değişmesi ve dönüşmesidir önemli olan. Çünkü ortada tamamlanmış ve en güzel ve ideâl örneklik olarak ortaya konmuş bir din vardır. Yeni zamanlarda bir uygulamada kararsızlık baş-gösterdiğinde, yine Vahiy-Sünnet bütünlüğüne göre bir reçete ortaya konmalıdır. Değişim denen şey işte ancak bu kadardır.

 

İnsanlık târihindeki değişimler büyük oranda hattâ neredeyse geneli, yâni peygamberlerin ve onların tâkipçilerinin yaptığı hak-merkezli değişimler hâricindeki tüm değişimler fitne üretmiş ve ifsâd edici olmuştur. Küçük bir azınlığın dışında asılında insana hep zarar vermiştir. Târih boyunca yaşlanan değişimlerdin içinde en büyük zorlukları, kötülükleri, şirki, küfrü, bâtılı, sapıklığı-sapkınlığı vs. “modernizm” denen şeytan-işi pislik sistem getirmiştir. Bâzı küçük faydaları olsa da, zararları yakın vâdede olmasa da uzun vâdede insanları perişân etmekte ve ileride yiyip-bitirecek gibi gözükmektedir. Meselâ bilimsel ve teknolojik gelişmeler insan karakteri ve insan toplulukları üzerinde olumsuz anlamda değişim meydana getirmektedir. Modern-bilim ve teknoloji bâzı yararlarını yanında büyük oranda zarâra yol açmıştır-açmaktadır. Modern-bilimin ve teknolojinin bâzı yararları vardır ama zararları daha büyüktür.

 

Hakkın yerine bâtılın hâkim olduğu bir Dünyâ’da değişim, değişik ve yeni yorumlar yapmakla değil, sâlih amel ve eylemlerle Dünyâ’yı bâtıldan hakka doğru değiştirmektir. Bu değişim İslâm-merkezli olan bir değişim ve dönüşümdür. İslâm-merkezli olan değişimler hem insanı hem de Dünyâ’yı dönüştürür ve rayına oturturken, bâtıl-merkezli değişimler ise tam tersine rayından çıkarır.

 

İslâm’da değişim olmaz, fakat bâzen geçici olmak ve vahiye ve sünnet-merkezli olmak yâni vahye-sünnete uygun olmak ve aykırı olmamak kaydıyla geçici değişimler olabilir. Bunlar yenilik değildir. Çünkü yine, vahiy ile potansiyel sorunlara ve sorulara potansiyel cevaplar verilmektedir. Sorular ve sorunlar geçince o değişimin kalmasına gerek yoktur. Çünkü İslâm’da böyle vahiy-merkezli değişimler bile, işi rayına ve yoluna sokana kadardır. Yapılan bu değişimin bizzat kendisi bir ölçü olamaz ama gerektiğinde yine Kur’ân ve Sünnet-merkezli olarak bâzı geçici değişimler için “kıyas” olarak kullanılabilir.  

 

Hakkı ve hakîkati ikâme edip hâkim kılana kadar değişerek dönüşümün olması zorunludur. Bu değişim “nefislerdeki değişim” ile başlar ve hakkın ikâme edilip hâkim kılınmasına kadar devâm eder. Sonunda da dönüşüm tamamlanmış olur ve artık tüm kâinât gibi hak-merkezli döngü başlar ve devâm eder sürer gider.

 

Değişmek yeniliğe, dönüşmek ise en ideâl olan zamana ve duruma doğru olur. Yenilikte mutlakâ işe şeytan ve nefs karışır. Çünkü yenilikte sünnetullah ve temel ilkeler çiğnenir. Böylece ortaya bambaşka bir durum çıkar. İslâm işte bu bambaşka yenilikle ortaya çıkan fitne ve fesadı yâni bâtılı kaldırıp def ederek, hakkı ikâme edip hâkim kılarak nizâmı ve düzeni sağlamak projesi ve hareketidir. Bu dönüşüm, bâtılda olan nefsin hakka doğru değişmesiyle başlayan bir dönüşüm ile olur. Tâ ki göklerdeki düzen gibi bir düzen ve döngüye ulaşana dek…

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2022

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder