“İnsanların kendi
ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki,
dönerler diye (Allah) yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).
Âyette bahsedilen “fesad”,
modern/post-modern zamanlarda en çok teknoloji ile açığa çıkıyor. Günümüzde bâriz
olarak görüldüğü gibi, teknoloji insanların akıllarını blôke etmekte ve
dikkatlerini dağıtmaktadır. Ayrıca, insanları sorumsuzlaştırmakta ve
oyalamaktadır. Zîrâ doğal, normâl ve fıtrî olanın yerine sanalı ve sûni olan
ikâme edilmiştir ve insanlar artık sanal ve sûni bir ortamda-zamanda yaşamaktalar;
duyguları, tasavvurları, akılları ve eylemleri de sanal ve sûni olmaktadır.
Teknoloji, insanın dolu-dolu yaşamasını engellemekte ve maddî ve daha çok da mânevi
yönünü baltalamaktadır.
Teknoloji’nin insanlığa çok
fayda sağladığı büyük bir palavradır. Modern Dünyâ’da insanı en çok
aptallaştıran şey, teknolojidir. Meselâ modern gençliğin elinden akıllı
telefonları, teknolojik ürünleri ve sosyâl medyayı aldığınızda, dımdızlak
ortada kalırlar. Modern gençliğin sorunu,
“sorunu” olmamasıdır. Modern gençlik mahrûmiyetten mahrumdur. Modern
insan hiç-bir şeyi dert etmediği gibi, dert etmenin düşüncesinden bile rahatsız
olmaktadır. Oysa insanı “insan” yapan etkenlerden biri de, varlığın yapısından
ve “imtihan”dan kaynaklanan “doğal sorunlar”la karşılaşmak ve bu sorunların
üstesinden gelebilmektir. Zâten insanı tatmin edecek olan şey budur.
Modern dünyâ, “teknolojik
bir esâret” altındadır. Dolayısı ile modern insan teknoloji ile kuşatılmış ve
hapsedilmiş durumdadır. Zîrâ liberâl kapitâlizm, -her şeyde olduğu gibi-
teknolojiyi de, “ihtiyaçtan kaynaklanan arz”dan dolayı değil, “üretimden
kaynaklanan taleb”e çevirmiştir. Zîrâ teknolojiyi üreten küresel sermâyedarların
hırsı ve ihtirasları bitmek bilmiyor.
Teknolojiyi tâkip etmek
artık “üstün ve bilgili insan” imajı oluşturuyor. Tüm Dünyâ’da büyük bir rağbet
görmesi, teknolojinin eleştirilmesini ve hattâ en ufak bir söz bile söylenmesini
imkânsızlaştırıyor. Teknolojiye laf edenler ve eleştirenler “bilim düşmanlığı”
ile yaftalanıyor ve karalanıyor. Çünkü teknoloji, modern dünyânın ve insanın
kutsalı hâline gelmiştir. Fatih Topaloğlu:
“Bilim bu-gün teknoloji aracılığıyla
günlük yaşantımızı öyle radikâl bir şekilde değiştirmiştir ki, ona yönelik
eleştirel her bakış ilerlemeye ve teknolojik gelişmelere karşıtlıkla
suçlanmaktadır” der.
Bilim ile “bilimcilik” yâni
“her şeyi ancak bilimin çözebileceği ve açıklayabileceği” iddiası farklıdır.
Kapitâlizm, “bilim”i “bilimcilik”e dönüştürmüştür. “Bilimlilik”e evet; ama
“bilimcilik”e hayır! diyoruz. Bilim doğayı araştırmamıza/anlamamıza
yarayabilir, fakat bilimciliğin derdi başkadır. Bilim, insanları “teknolojinin
kölesi” hâline getirmek istemektedir ve bu yolda epey bir mesâfe kat-etmiştir.
Oysa bilim ve teknoloji, hiç-bir insanî soruna cevap verememiş ve insanî sorunu
çözememiştir.
Aslında insanların bilim ile
direkt bir ilişkisi yoktur. Daha çok, bilimin ürünleri olan teknoloji ile yoğun
bir ilişki içindedirler. Teknolojiye sâhip olmayı “bilimsel olmak”
zannediyorlar. Bilimin görünen yüzü olan teknoloji ilâhlaştırılmaya çok müsâit
ve bilimin en sâdık pohpohlayıcısıdır. Teknoloji, yararlarının yanında zararları
da birlikte getiriyor.
Modern bilim, teknolojinin kölesi durumuna gelmiş
bilimdir. Öyle ki artık teknolojiye yaptığı kölelik nedeniyle yeni şeyler de
söyleyemiyor. Teknoloji, bilimi duraklattı. Zîrâ son 50-60 yıldır bilimin
söylediği yada ürettiği yeni bir şey yoktur. Sâdece, vâr olan teknolojinin “bir
tık” ileriye gitmesi durumu vardır ki insanlar bunu, “bilim çok ilerledi” zannı
ve ifâdesiyle dile getiriyorlar.
Teknoloji, insanları
bilim-perest bir hâle getirildi. Teknoloji bu bağlamda ilahlaştı. İnsanlar
teknoloji ile istisnâsız her-şeyin yapılabileceğini zannediyorlar ve umutlu bir
beklenti içine girmiş durumdadırlar. Teknolojinin daha da gelişmesi(!) ile
birlikte hayatlarının kolaylaşacağını zannetmekte ve ummaktadırlar. Oysa son 50
yılda teknoloji insanların yüklerini almaktan çok, onlara yeni-yeni yükler
yüklemiştir. Modern bilim ve teknolojiye tapılmaya başlandı. Bu, “teknoloji
hayranlığı” sâyesinde yapıldı. İnsanlar,
“henüz bilmiyoruz, ama bilim bize öğretecek” yada; “ileride bilim ve teknoloji
çok gelişecek ve insan kâinâtın tüm sırlarını çözecek” tarzındaki sihirli
sözcüklere ne kadar da inanıyor. Ivan İllich:
“Deneyimli bir tüketici için büyüsel
teknolojilere safça bir güven duymaktan başka bir yol yoktur” der.
Kemâl Sayar ise:
“Teknoloji
hayâtın kendiliğine ve doğallığına müdâhale ediyor. Böyle olunca da doğallık
tarafından denetlenemeyen bir standart belirleniyor ve herkesin bunu kabûl
etmesi isteniyor” der.
Neil Postman, toplumsal ilişkiler ve çocuk tasarımı gibi kültürün
bütünü üzerinde büyük değişikliğe yol-açan teknolojinin giderek tanrısal bir
statüye kavuştuğunu ve bu nedenle de sorgulanmadığını düşünmektedir. Ona göre,
teknolojik gelişmelerin sonuçlarının olumlu yada olumsuz olması, toplum
tarafından irdelenmemektedir; çünkü insanın anlama ve duyumsama yetenekleri
teknolojinin egemenliği altına girmiştir. Teknolojiye olan bu “körü-körüne
inanç” bir “teknoloji çokluğu ve egemenliği” yaratmaktadır. Üzerinde fazla
durmamakla birlikte Postman, teknolojik egemenliğin toplumsal temellerinin “kapitâlist
dizgenin” içinde olduğunu düşünmektedir.
Modernizmin beşiği olan
“batı’nın ahlâkını, siyâsetini ve sosyo-kültürel yapısını almayalım ama
bilimini alalım” demek hem beyinsizlik hem de bir düşüklük göstergesidir.
“Teknolojisini alalım fakat ahlâkını almayalım” dediler ama tersi oldu.
Teknolojisini aldığınızda otomatikman ahlâkını da almış oluyorsunuz zâten. Zîrâ
batı, teknolojisini, modern batı telâkkisi ile ortaya çıkarmıştır. Batı’nın
ahlâkı, teknolojisinin içinde mündemiçtir. O teknolojiler, mevcut
ahlâk(sızlık)larının bir ürünüdür. O ahlâksızlık, kitleleri yok edecek silahlar
üretir meselâ. Müslümanlar, batı’nın teknolojilerini bir-türlü alamazlarken yada
aldıkları teknolojilerin sâdece “kabuğunu” alıp içeriğini alamamışlarken; ne
kadar ahlâksızlıkları varsa aldılar ve alıyorlar. İşte bu bir cezâdır. Zîrâ kendi
iç-dinamikleri ile üretim yap(a)mayıp, batı’nın hazır ürünlerini almışlardır.
Tabi yanında ahlâk(sızlık)larını da..
Ey müslüman bilim-adamı!;
eğer modern-bilime hiç-bir eleştirin yoksa, anlattığın şeyler sâdece
modern-bilimin hikâyesi ise ve kendi kişisel bir düşüncen-teorin-hipotezin
yoksa, sen aslında “modern-bilimin büyüsü altında onun taşeronluğunu yapıyorsun”
demektir. Yine; yaratılışın aşamalarını-sürecini inançsızlar gibi anlıyorsan,
yâni ilmini onlardan alıyorsan, inancını da paylaşıyorsun demektir. Yâni ilmini
aldığının ahlâkını da inancını da almışsın demektir. Bu nedenle Pozitivist
Dünyâ’nın bilimini aldığınızda, “pozitivist ahlâkını” (daha doğrusu etiğini) da
almış olursunuz. Ahmet Kalkan bu konuda şunları söyler:
“Kimi
savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler: ‘Batı’lıların sâdece tekniği
alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır’. Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik
aygıtlar, dünyâ-görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zâten bunlar,
belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka-plândan koparılamaz. Söz-gelimi,
‘buzdolabı’, kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi
güne saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi.
İnsanlar, evlerine gıdâ depola(ya)mazlardı. Buzdolabı, ‘verme’yi unutturan
‘egoist’ kültürüyle, kullananlara sâdece kendini düşündüren yaşama biçimiyle
geldi. Çamaşır-makinesi alınca ister-istemez deterjan, yumuşatıcı, kireç-sökücü
gibi yan ürünlere de abone olacaksınız. Çamaşır için fakir komşuyu yardıma
çağırıp onun da bu bahaneyle geçimine katkıda bulunma gibi düşünceler, makine
alır-almaz, artık aklınızın ucundan bile
geçmeyecek. Örnekleri çoğaltabiliriz. Tv, radyo, kasetçalar, bilgisayar,
kendileriyle birlikte hangi kültür, oyun, anlayış ve ahlâkı da kaçınılmaz
olarak getiriyor, düşünmek yetecektir”.
“Onlara karşı gücünüzün
yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve
sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer
(düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infâk ederseniz, size
eksiksiz olarak ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız” (Enfâl 60).
Artık müslümanlar da Kur’ân’ı,
İslâm’ı, Peygamber’i, Sünnet’i değil de, modern dünyâyı referans-ölçü almaya
başladılar ve işlerini buna göre yapmaya çalışıyorlar. Kur’ân’ı modern dünyâya
uydurmaya çalışıyorlar. Hâlbuki doğru olan, modern dünyânın vahye uygun hâle
getirilmesidir. Çünkü Kur’ân, “dinsiz dünyâ”yı Kur’ân’a, Allah’a göre
değiştirmek için vardır.
Deniyor ki, Kur’ân’da
bahsedilen; “savaş için hazırlanılması istenen atlar” sözü artık, “savaş için tanklar
hazırlayın” sözüne dönmüştür. Tabî ki günümüzde tanklara karşı atlarla savaşa
çıkmayacağız ama, doğal ve normâl hayat, yâni Allah’ın istediği hayat da, “atların
binek olarak kullanıldığı” hayattır. “Allah’ı referans almak” bu demektir.
Kur’ân’da bahsedilen “savaş
atları”nın günümüzde tanklar olarak yorumlanması gerektiğinin delîli nedir?.
Başka bir Kur’ân âyeti yada sünnet mi?. Hayır. Öyleyse bu delil “modern
dünyâ”dır. Fakat o zaman da Kur’ân “nesne”, modern dünyâ “özne” olmuş olmuyor
mu?. İyi de biz âhirette Kur’ân’dan sorulmayacak mıydık?. Yoksa herkes kendi
yaşadığı, kendine göre “modern” olan zamandan mı sorulacak?. Fakat bunun bir
delîli yoktur ki!. O hâlde şunu söylemek gerekir: “En ideâl hayat-şekli,
atların binek olarak kullanıldığı, tarım, hayvancılık ve küçük esnaf-zanaatkâr
topluluğudur”. Kur’ân’daki atları da modern zamanlarda yorumlamayacağız. Çünkü
onlar, tarım toplumunun binekleridir. Kur’ân’daki “savaş atları”nı, bir-gün
gelip de Dünyâ’nın altı üstüne geldiği zaman ve artık hiç-bir teknoloji işe
yaramadığında yorumlayacağız. Şimdi ise, bize tankla saldıranlara karşı biz de
benzer silahlarla saldıracağız, o kadar.
Modern insan; bir cep
telefonuna, kendisini uzak diyarlara bir-kaç saatte taşıyan uçağa, televizyona,
arabalara vs. modern teknolojik araçlara mest oluyor ve referans olarak artık hep modern dünyâyı ve
teknolojiyi alıyor. Zîrâ “teknolojik bir esâret” altında yaşamaktadır ve
teknolojiyi “ilah” edinmiş durumdadır. Modern insan, modern dünyâyı ve
teknolojiyi referans edinmeyenleri ise; bağnaz, yobaz, isyankâr, câhil, gerici
ve hattâ artık “terörist” îlân ediyor. Hâlbuki teknolojik ürünlerle kuşatılmış mevcut
modern dünyânın durumu ve gidişâtı hiç de iyi değildir. Cehennem, modern dünyâyı
ve modern insanı kuşatmış olduğu hâlde, insanlar, “modern dünyânın en ileri
gelişmişlik düzeyinde” olduğu saçmalığını ağızlarında geveleyip duruyorlar.
Aykut Erdoğdu bu konuda şöyle der:
“İnsanlık
karanlık çağa giriyor. Teknoloji hızla ilerken medeniyet geriliyor. Teknoloji
hayâtımızı kolaylaştırırken rûhumuzu çalıyor. Artık yeni şiirler yazılmıyor.
Yüreğimizi yakan türkülerin hepsi geçmişten. Tiyatro can çekişiyor. Yeni slogan
bile bulamıyoruz. Ama otomobillerimizin konforu arttı. El çırpınca ışıklar yanıyor.
Yoksulluğumuzun gece-kondulardan zenginliğimizin sitelerine, plâzalarına,
akıllı evlerine taşınıyoruz.
Teknoloji,
insana olan ihtiyâcı azaltıyor. Eskiden bizim yaptığımız işleri hatâsız bir
biçimde yazılımlar ve robotlar yapıyor. Muhâsebeci yerine muhâsebe yazılımları
var. Avukatlar yerine hukuk yazılımları gelişiyor. Doktorların yerini test
cihazları almaya başladı. İşçilerden çok daha güçlü makineler 7/24 yük taşıyor.
Yazılımlar ve robotlar insanoğlundan çok daha düşük mâliyetlerle çok daha fazla
üretiyor. Ama bizler yâni işsiz bırakılan insanların bu üretileni tüketecek
geliri yok. Bu yüzden batı’lı ekonomistler şu günlerde insanların üzerine
helikopterlerden para saçmaktan bahsediyorlar”.
Bülent Akyürek ise:
“Bizim
medeniyetimiz var, batı’nınki ise medeniyet değil teknoloji. Bize; ‘sizin
kişi-başına düşen buzdolabı sayınız şu kadar, bilgisayarınız bu kadar. Siz üçüncü
dünyâ ülkesi vatandaşsınız’ dediler. Bir sabah uyandık ve psikolojik olarak
karatahtada yenildik. Ben de diyorum ki; müslümana göre bu böyle değil. Bize
göre âilemizden biri hastalandığında ‘bir saat içinde refâkatçi olmak için
hastâne bahçesinde toplanan kişi sayısıdır’ medeniyet. Güç de, medeniyet de
budur. Âilenizden biri vefât ettiğinde bir saat içinde bir ölü başına düşen diri
miktârıdır. Biz kendi değerlerimizde diretebilirsek bu terâzi bunu
tartamayacak. Onlar tank, top diyecek, biz refâkatçi diyeceğiz. O zaman da
oturup tekrar medeniyeti tartışacağız. Ortada 2 medeniyet yok, bir tâne var; o
da İslâm Medeniyeti” der.
Müslümanlar kendilerini
modern zamanların bilim ve teknoloji ile renklendirilmiş dünyâsına öyle bir
kaptırmışlar ki, kendilerinden geçmişler. “İyi olmayan hiç-bir şey yok”,
“ilerlemeyen hiç-bir şey yok”, “her-şey çok gelişmiş” cümleleri müslümanların
da dillerine pelesenk olmuş. Nihâyetinde öyle bir duruma gelinmiş ki, sanki; “Allah
bile kullarından işte tam da böyle bir Dünyâ istiyordu” denilecek.
Allah sanki -hâşâ- bu modern sapmayı onaylıyor. Allah şimdi murâdına erdi mi
yâni?. Allah -hâşâ- sanki kullarının elindeki akıllı telefonlarla internette
fink attıklarını görünce onlardan çok hoşnut ve râzı. Mağdur olanlar dese ki;
“ama modern sapma yüzünden bu duruma gelmenin bedelini birileri çok ağır
ödedi-ödüyor”; hemen deyiverecekler ki; “kader”. -Hâşâ- sanki Allah da
“Makyavelist” bir düşünceyle şöyle diyor: “Amaca-hedefe ulaşmak için yâni
mevcut ve sözde gelişmiş böyle teknolojik bir dünyâ kurmak için bu bedellerin
ödenmesi gerekir”. Peki bu bedelleri kim ödeyecek?. Tabî ki; toplumun en
garibanları, fakirleri, güçsüzleri, teknolojiye ulaşamayanlar, “yeryüzünün
lânetlileri”..
Eskiye göre “şimdi”nin daha
iyi olduğunun delîli nedir?. Meselâ deniyor ki; “eskiden vebâ vardı ve insanlar
ölüyordu, şimdi aşılarla bu önlendi”. Bir-çok şey gibi bu da bir yanılgıdır.
Dünyâ’nın modern hâlinin çok gelişmiş olduğunu söyleyenler özellikle tıp
alanında büyük bir ilerlemenin olduğunu söylerler câhillikle. Aslında eskiye
göre değişen pek bir şey yok. Dünyâ Sağlık
Örgütü (WHO) 2015 yılında 13.000 kişinin domuz gribinden öldüğünü açıkladı.
(Bunlar resmî rakamlar. Gayr-ı resmî rakamlar çok daha fazla). Hem de bu
ölümlerin 7.000’i -güyâ en gelişmiş ülke olan- ABD’de yaşandı. Daha önceki
yıllarda ölü sayısı daha fazla idi. “Doğal bağışıklık” ile birlikte azaldı
gripten ölüm oranı. Aslında son 100 yılda gripten ölenlerin sayısı yaklaşık
olarak 150 milyon. Üstelik aşı-maşı hiç-bir fayda sağlamadı. Daha, gribin bile
önlenemediği bir Dünyâ’da “eskiden vebâ vardı” demek ne derece önemlidir ki?.
Yine hasta-hâneler de
lüksleşti ama hastalıklar hızla ilerliyor ve hastalıklara bir derman
bulunamıyor. Bu açık da hasta-hânelerin lüks ile donatılmasıyla kapatılmaya
çalışılıyor. Değişik ve gelişmiş(!) tıbbî cihazlarla hastalıklar teşhis
ediliyor fakat iş tedâviye gelince çâresiz kalıyorlar. Tıbbın çok geliştiğinden
bahsedilerek insanlar kandırılıyor. Aslında gelişen şey tıp ve tedâvi değil,
“tıbbi cihaz teknolojisi”dir. Lüks cihazlardır. Tabi bu gelişme, hastaları
tedâvi etme aşamasında pek de işe yaramaz. O “süper cihaz”lar! aslında bir
sömürü aracıdır. Sürekli yapılan şey hastalık belirlemektir modern tıp
anlayışında. Oysa hastalığı belirlemek demek, “tedâvi etmek” demek değildir.
Hastalığı tedâvi edecek ilacınız yoksa bu lüks cihazların olmasıyla olmaması
arasında bir fark yoktur. Teknoloji “ilaç” olamamaktadır. Belki de tam-aksine,
“dert” olmaktadır yeni hastalıkları belirleyerek.
Teknoloji teslimiyeti blôke
ediyor ve hattâ tam-aksine bir müstağnilik, bir kibir ortaya çıkarıyor.
Teslimiyetten (îman) doğan
basit araçlar, teknolojinin üstün araçlarını alt edebilir. Bunun en iyi örneği,
Firavun’un sihirbazlarının üstün teknolojik araçlarının, Hz. Mûsâ’nın “âsâ”sı
tarafından yok edilmesidir. Mûsâ’nın ağaçtan âsâsı, büyücülerin teknolojik
âletlerini yenivermiştir:
“Sağ elindekini atıver,
onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü
hîlesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz...” (Tâ-hâ 69).
Îmandan yoksun olan insanlar
“akıllarına göre” düşünceler ürettiklerini ve ona göre üretim yaptıklarını
zannederler. Oysaki ürettikleri bu düşüncelerin büyük bir çoğunluğu,
“nefislerine göre” ürettikleri düşüncelerdir. Bu yüzden îmansız aklın ortaya
çıkardığı teknoloji, hem aklı yok ediyor, hem de nice zulümler ortaya
çıkarıyor. Bu nedenle post-modern ve ultra teknolojik zamanlarda ise,
gürültüyle de paralel şekilde, katlanarak fazlalaşan, târihte hiç olmadığı
seviyede bir zulüm, adâletsizlik ve ifsâd oluşmuştur. Atasoy Müftüoğlu,
teknoloji hakkında şunları söyler:
“İçerisinde
yaşadığımız dönemde toplumların dijitalleşmesi, insani ilişkileri de
dönüştürüyor; ilişkiler insani sıcaklığını, içtenliğini, derinliğini
kaybediyor. Kalıcı hassasiyetleri kaybediyoruz. Toplumların dijitalleşmesi,
gözetleme toplumuna dönüşmesi, dijital teknoloji, özel hayat hakkını,
mahremiyet hakkını tehdit ediyor. ‘Teknolojik akılcılık’, bilimsel-teknik
uzmanlaşmayı mutlaklaştıran teknokrasi, teknolojik ön-yargılar, insanlığa
mekanik kitle-katliamları çağını yaşattığı gibi, insâni vâroluşun ve değerler
dünyâsının parçalanmasını/yıkılışını da yaşattı. Teknolojik başarılar ‘insanlıktan
çıkmak pahasına’ gerçekleştirildi. Modern-seküler iktidarlar; mitolojileri,
bilimi, sanatı, felsefeyi araçsallaştırarak bir ideolojiye dönüştürüyor. Bilim
ve teknoloji daha çok kapitâlist çıkarlar adına kullanılıyor; bilim, sanâyileşme
ve askerî-teknoloji üzerinde yoğunlaşıyor. Din’den bağımsız akıl, tek-bilgi
biçimi olarak bilimsel bilgiye yaslandı. Bu durum, ‘insanî anlam ve değerlerin,
insanî durumların ve yönelişlerin, bilimsel bilginin ilgi-alanı dışına
çıkarılması’ demekti. Sınırları teknik akılcılık tarafından belirlenen
bilim-anlayışı, insânî değerlere îtibâr etmedi. Bütün mutlaklara karşı savaşan
modern-bilim, sonunda kendi-kendisini mutlaklaştırarak içerisinden çıkamayacağı
derin bir çelişkiye düştü. Kibirli bir bilim-zihniyeti insânî vâroluşun
ahlâkî/mânevî boyutlarına yabancı kaldı”.
Teknoloji de bir
ideolojidir. Aklın ortaya çıkardığı teknoloji, aklı yok etmektedir. Zîrâ
teknoloji, “modern bir hurâfe”dir. İnsânî değerler bu teknoloji ideolojisi ve
hurâfesine fedâ edilmektedir.
Birilerini F-16'larla
bombalayıp öldürünce “demokrasi getirmek/silah gücü/savunma hakkı” vs. oluyor;
fakat kişi kendisini (mecbûren) “canlı bomba” yapıp patlattığında ve karşı taraftan
birilerini öldürdüğünde “terörist” oluyor. Kendisine müslüman diyenlerin büyük
çoğunluğu da buna inanıyor ve bu yaftalammayı kabûl ediyor. İşte
medya/teknoloji büyüsü bu. Bu oyuna ancak câhiller inanır ve katılır.
Dünyâ’daki savaş, silah
üreticileri ile, teknoloji-yazılım-internet üreticileri arasında sürüyor. Biri
savaş isterken diğeri barış istiyor. İkisi de, “kendi istedikleri ortam
olduğunda” zenginliklerine zenginlik katabiliyorlar çünkü.
Modern teknoloji, “yıkım
teknolojisi”dir. Teknoloji ilerledikçe yıkım-gücü artan silahlar ve makineler
çıkıyor ortaya. Teknoloji geliştikçe insan sınırlanıyor. Teknoloji, insanın o
özel insânî özelliklerini körelttiği için, insan o kendine has özelliklerini
kullanamıyor. Teknoloji, insanın sanat ve kültür duygusunu ve özelliğini yok
ediyor. Teknoloji geliştikçe, sanat ve estetik
zayıflar. Zîrâ teknoloji ruhsuzdur. Teknoloji “sanat” üretemiyor. Zîrâ içine
rûh katılmamış hiç-bir şey sanat değildir. Bu nedenle teknolojinin ürünleri “sanat”
değildir.
Müslümanlarda son 150 yıldır
gündemde olan; bilgi-kalkınma-teknoloji-ilerleme gibi söylemler, hristiyan
batı-dünyâsı bunlara sâhip olduğu ve tüm Dünyâ’ya bunu dayattığı içindir. Yoksa
İslâm’da bunlar öncel konular değildir.
Afrika’nın kahredici
yoksulluğunun ve açlığının nedeni, “teknolojik kuşatma”dır. Zîrâ teknolojiyi
elinde tutan şeytan uşakları olan tâğutlar, Afrika’nın kalkınmasını ve
kendi-kendine yetmesini teknolojik silahlar ve araçlar ile önlemektedirler.
Teknolojiyi kullanarak Afrika’nın doğal kaynaklarını da sömürenler, Afrika’nın
açlığına ve susuzluğuna neden olanların ta kendileridir.
Teknolojinin ortaya
çıkardığı kolaylıklar, yine “teknolojinin ortaya koyduğu zorluklar”ın bir
sonucudur. Teknoloji, nefse dönük ve nefse yöneliktir. Bu yüzden teknoloji geliştikçe(!) açlık çoğalıyor. Hâlbuki tam tersi
olması gerekmiyor mu?. Olmuyor, çünkü teknoloji ruhsuz olduğu için, zor durumda
olanları göremiyor.
Evet;
teknoloji çıktı, mertlik bozuldu.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz 2018