“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin
tümü, topluca îman ederdi. Öyleyse, onlar mü’min oluncaya kadar insanları sen
mi zorlayacaksın?” (Yûnus
99).
İslâm, insanları
dîne dâhil etmede herhangi bir zorlamada bulun(a)maz. Zîrâ, dîni akledip-düşünüp,
sonra da gönlü-kâlbi ile kabûl etmeyenlerin, ne doğru-dürüst bir inançları olur
ne de amel ve eylemleri. Yâni insanlar zorla dîne dâhil edilirse, ancak “yeni
münâfıklar” üretilmiş olur. Fakat kişiler, düşünüp akıllarıyla-kâlpleriyle
tasdik ederek kabûl edip dîne girdiklerinde, artık dînin
sorumluluklarını-yükümlülüklerini de kabûl etmiş olacaklarından, din yolunda
samîmi bir şekilde yol alabilirler. Hattâ bu uğurda her türlü zorluğu göze alarak
mallarıyla ve canlarıyla bile bu yolda yürüyebilirler.
Tabi bu
söylediğimiz, ifsâd edilmemiş, yozlaştırılmamış, ekseninden kaydırılmamış olan
din için geçerlidir. Modern din anlayışında ise, kendisini dinden saymakla ve
bunu söylemekle berâber, “dînin hiç-bir sorumluluğunu almamak ve hiç-bir
yükümlülüğünü yerine getirmemek” düşüncesi ve inancı oluştu. Artık “elhamdulillah
biz de müslümanız”, “sâdece Kur’ân”, “Allah yeter” sloganları ve âyet
paylaşımları yapılmasına rağmen, bunlar ya içeriği boşaltılmış bir yapıdadır
büyük oranda, yada en azından sonuna kadar savunulamayan ve bu âyetler
karşısında sonuna kadar dik durulamayan bir söylemdir bunlar. İş amel-eyleme
gelince yâni yük yüklenmeye gelince bu söylemlerin genelde ne kadar da “fos”
çıktığını görüp duruyoruz. Zâten bunun delîli, tüm dünyâ müslümanlarının hâl-i
pür melâlidir.
Evet; müslümanların
söylemleri var ama amel ve eylemleri yok. Asıl önemlisi, sahih bir amel ve
eylem süreci için talepleri yok. Bu talep olmadığından, sahih bir amel-eylem
süreci için bir arzın yapılması anlamsızlaşıyor. Tabi tebliğ ve dâvet her
şartta ve tüm zamanlarda devâm edecek ama gün geçtikçe dâvete icâbet eden
sayısı azalıyor ve ayrıca icâbet edenlerin de kararlılığı, samîmiyeti,
ciddiyeti, gayreti ve azmi düşük seviyede. İşte zâten bu nedenle bir İslâmî
akım, bir İslâmî hareket yeniden başlayamıyor ve yayılamıyor. Bir etki ortaya konulamıyor,
güzel örneklik tezâhür etmiyor. Çünkü bunun için talep yok yada talebin
kalitesi düşük. Böyle olunca da arz da olmuyor yada seviyesi düşük oluyor.
Talep olmayınca arz olmuyor yada kapitâlist sistem gibi, talep olmadan arz
yapılıyor ve zorla talep edilmesi sağlanmaya çalışılıyor. Tabi bu da “mânevi
obezliğe” ve “etkisiz müslümanlığa” neden oluyor. Çünkü bu tür müslümanlıklar
bir yaraya merhem olmuyor, bir sorunu çözmüyor ve İslâm’ı hayâta hâkim kılma
noktasında bir süreç ortaya çıkarmadığı gibi, bir farkındalık bile
oluşturmuyor. Zîrâ hakîki bir talep olmadığı için sahih bir arz da yoktur.
Modern talep,
lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-demokratik-konformist-batıcı bir İslâm anlayışına
yöneliktir. Protestan İslâm anlayışına yöneliktir. Bu nedenle arz da bu
merkezde oluyor ve belki de bu aynen, kapitâlizmin, talebi olmayan ürünleri
üretip arz ettiği gibi, talebi olmayan dîni düşünceyi arz etti ve ılımlı-modern
İslâm denilen bir İslâm anlayışını ortaya çıkardı. Bu nefsi okşayan modern dînî
düşünceyi talep edenlerin sayısı gün geçtikçe artınca, arz edenler de o oranda
çoğaldı. Artık modern arz ve talep, modern-merkezli din anlayışıdır. Zîrâ bu
düşüncenin talep ve arzı “iyi para” yapmaktadır.
Aslında modern
arz ve talep, “yozlaşmış klâsik arz ve taleb”in zıddıdır. Klâsik savrulmaya
karşı modern savrulmadır bu. Hattâ modern müslümanlar bunun savaşını
vermektedir ve bu-arada sahih İslâm düşüncesi ve amel-eylemi güme gitmektedir. Zâten
bakıldığında klâsik ve modern müslümanların sonuçta aynı yerde buluştukları
görülür: Modern dünyânın nîmetlerinden (daha doğrusu ürünlerinden), önünü-arkasını
düşünmeden dibine kadar yaralanmak. Yâni amel, eylem ve tüketimleri aynıdır
bunların. Demek ki düşüncelerin farklı olması, amel, eylem ve tüketimler aynı
olduktan sonra çok da fazla bir anlam ifâde etmiyor. İster klâsik müslümanlar
olsun, isterse de modern müslümanlar, modern merkezli bir amel-eylem ve tüketim
hâlinde olunca, düşüncelerin farklı olmasının bir önemi olmuyor. Bu durum,
sahih bir İslâm arzını blôke ederek etkisizleştiriyor. Zâten bu nedenle sahih
bir İslâm düşüncesi talebi yoktur.
İşte maalesef bu
nedenle sahih bir İslâm anlayışı olan, “İslâm’ı akıl ve kâlplere
yerleştirdikten sonra, onu sosyâl ve siyasal alanda hâkim kılma” düşüncesini
arz etmek para etmiyor ve zâten talep edeni de olmuyor. Tabi bu, bunu
söylemekten vazgeçmek anlamına gelmez. Çünkü bu, İslâm’ın bir emridir. Zîrâ
İslâm, “hayâta hâkim kılınmak için” gönderilmiş ve arz edilmiştir:
“Fitne kalmayıncaya ve dînin hepsi
Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şâyet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz
Allah, yaptıklarını görendir” (Enfâl 39).
İşte bu âyet ve
bunun gibi bir-çok âyet, İslâm’ı hayâta hâkim kılma talebi olmayınca ya görmezden
geliniyor, yada modern anlayışa uyduruluncaya kadar aşırı yorumlamaya tâbi
tutuluyor. Hâlbuki Allah bir-çok âyetinde İslâm’ı hayâta hâkim kılmak emrini
verir:
“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih
amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl
“güç ve iktidâr sâhibi” kıldıysa, onları da yeryüzünde “güç ve iktidâr sâhibi”
kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik
kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir.
Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim
bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).
“Bir vakit Mûsa halkına: “Ey halkım!”
demişti, “Allah’ın size bahşettiği nîmetleri hatırlayın ki O, aranızdan
peygamberler çıkarmış, sizi Melikler kılmış (kendi-kendinizin efendisi
yapmış) ve Dünyâ’da başka hiç kimseye göstermediği lütfunu size göstermişti” (Mâide 20).
“Andolsun, biz Zikir’den sonra Zebur’da
da: Şüphesiz Arz’a sâlih kullarım vâris olacaktır diye yazdık” (Enbiyâ 105).
“Biz ise, yeryüzünde güçten
düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mîrasçılar kılmak
istiyoruz” (Kasas 5).
“Onlar o mü’minlerdir ki, eğer
kendilerine yer-yüzünde bir iktidar mevkî verirsek namazı dosdoğru kılarlar,
zekâtı verirler; iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar” (Hac 41).
“Allah, dinden Nûh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ‘ya vasiyet
ettiğimiz (farz kıldığımız) “Allah’ın
dînini hayâta egemen kılın (ekîmûd
dîn) ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin” direktifini sizin için bir “hayat düsturu” olarak öngördü. Fakat
kendilerini çağırdığın bu düstur Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah
dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ
13).
Bu âyetler
bakınca, Allah’ın hayâtın her alanına tüm zamanlarda ve mekânlarda aynı vahiyle
hakîkatin arz ettiğini görüyoruz. O hâlde talep de tüm mallarda ve mekânlarda
aynı olmalıdır. Zâten insan, İslâm fıtratına ayarlı yaratıldığından, onun
mânevi yanı hep, vahiy-merkezli olanı talep eder. Zâten Allah da, insanın bu
yanını gözeterek hakîkatin arzını yapmıştır. Aksi-hâlde zulüm olurdu. Fakat
nefis her zaman kötülüğü ister ve emreder. (Yûsuf 53). O hâlde doğal ve normâl
olana göre İslâmî bir talep ve arz olmalıdır. Allah’ın arz etmesi, talebe uygun
olmalıdır. Müslümanların talebi ile Allah’ın arz etmesi çelişmemelidir. Allah
ne arz ediyorsa, bize zor gelmemelidir. Zâten imtihanın bir nedeni de budur.
Cennete ayarlı kişiler için Allah’ın arz ettiklerini taleb etmek ve kabûl etmek
zor olmasa gerekir. Fakat maalesef, Dünyâ neftsen yana dönmektedir. Bu nedenle
de modern talep ile Allah’ın arz ettikleri arasında uçuruma dönen bir farklılık
bulunmaktadır. İşte bu farklılık, İslâm’ı talebi baltaladığından, sahih İslâm’ı
arz etmek çok da işe yaramamaktadır. Üstelik bu durum, İslâm
tebliğ-dâvetçilerinin ve tebliğin ve dâvetin kalitesini de düşürmektedir. Fakat
bu, tebliğ ve dâvetten vazgeçileceği anlamına
zinhar gelmez ve zâten Kur’ân da Hz. Yûnus üzerinden bunun hatırlatması
yapılır.
Her ne kadar
modern talepler İslâmî arzı kâle almıyorsa da, İslâm dâvetçileri, Allah’ın arz ettikleri
olan Kur’ân ve Sünnet üzere tebliğ ve dâvetlerini yapmaya devâm edeceklerdir.
Tâ ki, son nefeslerine kadar.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder