14 Mart 2023 Salı

İslâmî Arz ve Talep Üzerine

 

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca îman ederdi. Öyleyse, onlar mü’min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?” (Yûnus 99).

 

İslâm, insanları dîne dâhil etmede herhangi bir zorlamada bulun(a)maz. Zîrâ, dîni akledip-düşünüp, sonra da gönlü-kâlbi ile kabûl etmeyenlerin, ne doğru-dürüst bir inançları olur ne de amel ve eylemleri. Yâni insanlar zorla dîne dâhil edilirse, ancak “yeni münâfıklar” üretilmiş olur. Fakat kişiler, düşünüp akıllarıyla-kâlpleriyle tasdik ederek kabûl edip dîne girdiklerinde, artık dînin sorumluluklarını-yükümlülüklerini de kabûl etmiş olacaklarından, din yolunda samîmi bir şekilde yol alabilirler. Hattâ bu uğurda her türlü zorluğu göze alarak mallarıyla ve canlarıyla bile bu yolda yürüyebilirler.

 

Tabi bu söylediğimiz, ifsâd edilmemiş, yozlaştırılmamış, ekseninden kaydırılmamış olan din için geçerlidir. Modern din anlayışında ise, kendisini dinden saymakla ve bunu söylemekle berâber, “dînin hiç-bir sorumluluğunu almamak ve hiç-bir yükümlülüğünü yerine getirmemek” düşüncesi ve inancı oluştu. Artık “elhamdulillah biz de müslümanız”, “sâdece Kur’ân”, “Allah yeter” sloganları ve âyet paylaşımları yapılmasına rağmen, bunlar ya içeriği boşaltılmış bir yapıdadır büyük oranda, yada en azından sonuna kadar savunulamayan ve bu âyetler karşısında sonuna kadar dik durulamayan bir söylemdir bunlar. İş amel-eyleme gelince yâni yük yüklenmeye gelince bu söylemlerin genelde ne kadar da “fos” çıktığını görüp duruyoruz. Zâten bunun delîli, tüm dünyâ müslümanlarının hâl-i pür melâlidir.

 

Evet; müslümanların söylemleri var ama amel ve eylemleri yok. Asıl önemlisi, sahih bir amel ve eylem süreci için talepleri yok. Bu talep olmadığından, sahih bir amel-eylem süreci için bir arzın yapılması anlamsızlaşıyor. Tabi tebliğ ve dâvet her şartta ve tüm zamanlarda devâm edecek ama gün geçtikçe dâvete icâbet eden sayısı azalıyor ve ayrıca icâbet edenlerin de kararlılığı, samîmiyeti, ciddiyeti, gayreti ve azmi düşük seviyede. İşte zâten bu nedenle bir İslâmî akım, bir İslâmî hareket yeniden başlayamıyor ve yayılamıyor. Bir etki ortaya konulamıyor, güzel örneklik tezâhür etmiyor. Çünkü bunun için talep yok yada talebin kalitesi düşük. Böyle olunca da arz da olmuyor yada seviyesi düşük oluyor. Talep olmayınca arz olmuyor yada kapitâlist sistem gibi, talep olmadan arz yapılıyor ve zorla talep edilmesi sağlanmaya çalışılıyor. Tabi bu da “mânevi obezliğe” ve “etkisiz müslümanlığa” neden oluyor. Çünkü bu tür müslümanlıklar bir yaraya merhem olmuyor, bir sorunu çözmüyor ve İslâm’ı hayâta hâkim kılma noktasında bir süreç ortaya çıkarmadığı gibi, bir farkındalık bile oluşturmuyor. Zîrâ hakîki bir talep olmadığı için sahih bir arz da yoktur.

 

Modern talep, lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-demokratik-konformist-batıcı bir İslâm anlayışına yöneliktir. Protestan İslâm anlayışına yöneliktir. Bu nedenle arz da bu merkezde oluyor ve belki de bu aynen, kapitâlizmin, talebi olmayan ürünleri üretip arz ettiği gibi, talebi olmayan dîni düşünceyi arz etti ve ılımlı-modern İslâm denilen bir İslâm anlayışını ortaya çıkardı. Bu nefsi okşayan modern dînî düşünceyi talep edenlerin sayısı gün geçtikçe artınca, arz edenler de o oranda çoğaldı. Artık modern arz ve talep, modern-merkezli din anlayışıdır. Zîrâ bu düşüncenin talep ve arzı “iyi para” yapmaktadır.

 

Aslında modern arz ve talep, “yozlaşmış klâsik arz ve taleb”in zıddıdır. Klâsik savrulmaya karşı modern savrulmadır bu. Hattâ modern müslümanlar bunun savaşını vermektedir ve bu-arada sahih İslâm düşüncesi ve amel-eylemi güme gitmektedir. Zâten bakıldığında klâsik ve modern müslümanların sonuçta aynı yerde buluştukları görülür: Modern dünyânın nîmetlerinden (daha doğrusu ürünlerinden), önünü-arkasını düşünmeden dibine kadar yaralanmak. Yâni amel, eylem ve tüketimleri aynıdır bunların. Demek ki düşüncelerin farklı olması, amel, eylem ve tüketimler aynı olduktan sonra çok da fazla bir anlam ifâde etmiyor. İster klâsik müslümanlar olsun, isterse de modern müslümanlar, modern merkezli bir amel-eylem ve tüketim hâlinde olunca, düşüncelerin farklı olmasının bir önemi olmuyor. Bu durum, sahih bir İslâm arzını blôke ederek etkisizleştiriyor. Zâten bu nedenle sahih bir İslâm düşüncesi talebi yoktur.

 

İşte maalesef bu nedenle sahih bir İslâm anlayışı olan, “İslâm’ı akıl ve kâlplere yerleştirdikten sonra, onu sosyâl ve siyasal alanda hâkim kılma” düşüncesini arz etmek para etmiyor ve zâten talep edeni de olmuyor. Tabi bu, bunu söylemekten vazgeçmek anlamına gelmez. Çünkü bu, İslâm’ın bir emridir. Zîrâ İslâm, “hayâta hâkim kılınmak için” gönderilmiş ve arz edilmiştir:

 

“Fitne kalmayıncaya ve dînin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şâyet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir” (Enfâl 39).

 

İşte bu âyet ve bunun gibi bir-çok âyet, İslâm’ı hayâta hâkim kılma talebi olmayınca ya görmezden geliniyor, yada modern anlayışa uyduruluncaya kadar aşırı yorumlamaya tâbi tutuluyor. Hâlbuki Allah bir-çok âyetinde İslâm’ı hayâta hâkim kılmak emrini verir:

 

“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl “güç ve iktidâr sâhibi” kıldıysa, onları da yeryüzünde “güç ve iktidâr sâhibi” kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).

 

“Bir vakit Mûsa halkına: “Ey halkım!” demişti, “Allah’ın size bahşettiği nîmetleri hatırlayın ki O, aranızdan peygamberler çıkarmış, sizi Melikler kılmış (kendi-kendinizin efendisi yapmış) ve Dünyâ’da başka hiç kimseye göstermediği lütfunu size göstermişti” (Mâide 20).

 

“Andolsun, biz Zikir’den sonra Zebur’da da: Şüphesiz Arz’a sâlih kullarım vâris olacaktır diye yazdık” (Enbiyâ 105).

 

“Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mîrasçılar kılmak istiyoruz” (Kasas 5).

 

“Onlar o mü’minlerdir ki, eğer kendilerine yer-yüzünde bir iktidar mevkî verirsek namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler; iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar” (Hac 41).

 

“Allah, dinden Nûh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ‘ya vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) “Allah’ın dînini hayâta egemen kılın (ekîmûd dîn) ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin” direktifini sizin için bir “hayat düsturu” olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ 13).

 

Bu âyetler bakınca, Allah’ın hayâtın her alanına tüm zamanlarda ve mekânlarda aynı vahiyle hakîkatin arz ettiğini görüyoruz. O hâlde talep de tüm mallarda ve mekânlarda aynı olmalıdır. Zâten insan, İslâm fıtratına ayarlı yaratıldığından, onun mânevi yanı hep, vahiy-merkezli olanı talep eder. Zâten Allah da, insanın bu yanını gözeterek hakîkatin arzını yapmıştır. Aksi-hâlde zulüm olurdu. Fakat nefis her zaman kötülüğü ister ve emreder. (Yûsuf 53). O hâlde doğal ve normâl olana göre İslâmî bir talep ve arz olmalıdır. Allah’ın arz etmesi, talebe uygun olmalıdır. Müslümanların talebi ile Allah’ın arz etmesi çelişmemelidir. Allah ne arz ediyorsa, bize zor gelmemelidir. Zâten imtihanın bir nedeni de budur. Cennete ayarlı kişiler için Allah’ın arz ettiklerini taleb etmek ve kabûl etmek zor olmasa gerekir. Fakat maalesef, Dünyâ neftsen yana dönmektedir. Bu nedenle de modern talep ile Allah’ın arz ettikleri arasında uçuruma dönen bir farklılık bulunmaktadır. İşte bu farklılık, İslâm’ı talebi baltaladığından, sahih İslâm’ı arz etmek çok da işe yaramamaktadır. Üstelik bu durum, İslâm tebliğ-dâvetçilerinin ve tebliğin ve dâvetin kalitesini de düşürmektedir. Fakat bu, tebliğ ve dâvetten vazgeçileceği anlamına  zinhar gelmez ve zâten Kur’ân da Hz. Yûnus üzerinden bunun hatırlatması yapılır.

 

Her ne kadar modern talepler İslâmî arzı kâle almıyorsa da, İslâm dâvetçileri, Allah’ın arz ettikleri olan Kur’ân ve Sünnet üzere tebliğ ve dâvetlerini yapmaya devâm edeceklerdir. Tâ ki, son nefeslerine kadar.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2018

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder