21 Mart 2023 Salı

Vicdân ve Fıtrat

 

“Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dîne, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç-bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler” (Rûm 30)

 

“Âyetlerimiz onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak gelince dediler ki: ‘Bu, apaçık bir büyüdür’. Vicdanları kabûl ettiği hâlde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkâr ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak” (Neml 13-14)

 

İnsanlık târihi; “dînin sâdece vicdanlarda mı kalacağı, yoksa -fıtrat-merkezli olarak- hayâtın her alanında hâkim mi olacağı” tartışmasının ve savaşının târihidir. Şu kesin ki; dîne, îmâna, fıtrata, vicdâna, merhâmete ve adâlete ne kadar mesâfe konursa, günaha, isrâfa ve zulme o kadar çok alan açılmış oluyor. Modernizm bunun zirve yapmış dönemini temsil eder.

 

Klâsik zamanlarda özellikle tasavvufçular, modern zamanlarda ise oryantâlist uşağı ve yalakası olan modernist ilâhiyatçılar ve araştırmacılar, dîni vicdanlara hapsetmek yâni dînin vicdan-merkezli olarak okunup anlaşılmasının derdinde olmuşlardır. Zîrâ vahyin icâbında çok ağır da olabilen bedellerini ödemeyi göze alamayanlar mecbûren işin kolayına kaçarak dîni vicdânlara uydurmaya çalışıyorlar. Câhillerin; “kâlbin temiz olacak” demeleri gibi, bunlar da “vicdânın kabûl ettiği şeyin din olduğunu, kabûl etmediği şeyin ise din olmadığını” söylüyorlar. Meselâ Mustafa Öztürk câhilce ve kanımca düşmanca: “Vicdânınızın onayladığı şey din’dir, onaylamadığı şey ise din değildir” der. İyi de bunun dayanağı nedir ki?. Vicdan, “şaşmaz kuyumcu terâzisi” midir?. Peki vicdânı ne şekillendirir yada ne şekillendirirse doğru bir ölçü olur?. Çünkü niceleri vicdandan bahsederler ama vicdansızca işler yaparlar. Hem vicdan bahsetmek hem de İslâm’a ve insanlığa aykırı işler yapmak nasıl oluyor?. Vicdanları bu insanları bâtıl, câhil, çirkin ve şerefsizce işler yapmaktan niçin korumuyor?. Cevâbı çok basittir: Çünkü vicdan şaşmaz bir kuyumcu terâzisi değildir ve ancak vahiy-merkezli olursa doğru çalışır ve doğru hüküm verebilir. Aksi-hâlde insanı bâtıl yola sokar ve cehâlet karanlığına da itebilir. Üstelik İslâm, ölçü olarak vicdândan ziyâde fıtratı ölçü alır. Zîrâ yaratılmış olan her-şey İslâm fıtratına göre yaratılmıştır. O muhteşem düzenin ve nizâmın sebebi budur. O-hâlde ancak fıtrata uygun olan şey din’dir, fıtrata uygun olmayan şey ise din değildir.

 

İnsan, vahyi ölçü almadığında mutlakâ yanlışa yönelir ve yaptıkları yanlışlar onun vicdânını köreltir. Fakat o hâlâ vicdânına göre hareket ettiğini düşünerek yanlışta kalmaya devâm eder. Bu da o kişinin kâlbinin paslanmasına neden olur:

 

“Aslâ, hayır’; onların kazandıkları, kâlpleri üzerinde pas tutmuştur” (Mutaffifîn 14).

 

Fıtrat, Allah’ın, “insanın yaratılışına potansiyel olarak yerleştirdiği tevhid çizgisinde îman sâhibi olabilmesi yeteneği”dir. Fıtrata uygun davranmak, insanın yaratılışına yerleştirilen potansiyelin irâdeli olarak dışa vurulması eylemidir. Fıtrattan ve takvâdan kopmuş, dolayısıyla hidâyetini kaybetmiş insanlar vicdanları ölçü almakta, kişileri körelmiş de olsa vicdanlara yöneltmekte, dînî vicdanlara indirgemekte ve körelmiş de olsa vicdanın kabul ettiğini din, etmediğini ise hurâfe olarak görmektedirler. İşte dînin tahrif ve tahrip edilme süreci böyle başlar.

 

Vicdan “körelebilen” bir şeydir, fıtrat ise değişmez. Fıtrata uyarsınız yada uymazsınız. Uyarsanız doğru yolsa, uymazsanız aykırı yola sapmış olursunuz. Fakat bu vicdan için geçerli değildir. Eğer vicdânınız köreldiyse vicdanı dinlemek hakka ulaştırmaz.

 

Modern insanın ve de modernizmin kuşatması altında kalarak modernizme meftûn ve râm olan modern müslümanların en önemli özelliği, vicdânlarını ve merhâmetlerini kaybetmiş olmasıdır. Fıtrata yâni İslâm’a aykırı hareket etmelerinden dolayı vicdanları da artık onları korumamakta ve hattâ yoldan çıkarmaktadır.

 

Dayanak ve ölçü olarak Kur’ân’ı ve Kur’ân bütünlüğünü değil de vicdânı, mutlu olmayı, mevcut olana uygun olmayı vs. ölçü alıyorlar ve tabî ki yanlış ve absürd sonuçlara ulaşıyorlar. Meselâ tasavvuf-merkezli bir meâlde şöyle denir: “Müslüman ‘İslâm üzere olan yâni barış ve huzûr üzere olan’ demektir. Dünyâ’nın neresinde bir insan barış ve huzûr içindeyse işte o müslümandır”. Yâni İslâm’ı bilmese ve İslâm’ın ilkelerine sarılmamış olsa da huzûr ve barış içindeyse, vicdânı rahatsa ne yaptığına ve ne  işlediğine bakmadan on numara müslüman olarak kabûl ediliyor. İnsan-merkezli yeni anlayış ve inanış böyle. Hâlbuki o huzûr içinde yaşayan ve -sözde- vicdânı rahat olanlar nicelerinin huzûrunu kaçırmakta ve zulme neden olabilmektedirler. Esâsen İslâm olmadan ne huzûr olur, ne barış olur ne de vicdanlar ve kâlpler temiz kalabilir. Zîrâ huzûr da, barış da İslâm’dadır. Bir yazıda şöyle denir: 

 

“Fıtrat, Allah’ın yarattıklarını şekillendirdiği ilâhî programın adıdır. Bütün değerler, fıtrata ilmek-ilmek işlenmiştir, insandan istenen de buna uygun tercihler ve tavırlar ortaya koyması, bir anlamda fıtratıyla ters düşmemesidir. Fıtrata işlenen ‘Allah’ı tek ilah olarak tanıma’ imzâsı, Kur’ân’ın sunduğu hatırlatmaları fıtratın hiç-bir şekilde yadırgamayacağını ortaya koymaktadır”.

 

Kur’ân’da vicdan kelimesi kullanılmaz. Zâten vicdan kelimesi Peygamberimiz’den çok sonra tasavvufla birlikte literatüre girmiştir. Baştaki ikinci âyette kullanılan kelime orijinâlde vicdan değil “enfüs”tür. Fakat fıtrat kelimesi orijinâl ifâdeyle sâbittir.

 

Kur’ân fıtratın yazılı şeklidir. Kur’ân ile fıtrat arasında bir çelişki olması mümkün değildir. Bir insan bir âyeti kabûl etmiyorsa, ya anlatma-anlama sorunu vardır yada ağır bir inatçılık ve kâfirlik söz-konusudur. Çünkü insanın varlığının da üzerinde olduğu fıtrat, Kur’ân’ın fıtratıyla aynıdır. Hepsi de özünde İslâm fıtratına göredir. İnsanın fıtratı, Allah’ın onun yaratılışına yerleştirdiği, tevhid çizgisinde îman sâhibi olabilmesidir. Allah her-şeye hidâyetini vermiştir. Varlıklara hidâyetlerini vermesi, onları fıtratlarına yâni yaratılış amacına uygun olarak programlaması demektir. Bu nedenle dînin emirleri zor değil, kolaydır, çünkü fıtrata uygundur. Tüm Kur’ân fıtratla  bire-bir uyumludur. Vicdanları vahiy ile inşâ olmayıp da şeytan, nefs, tâğut beşerî düşünceler ve ideolojilerle kirlenmiş olanlar bunu kabûl edemez ve benimseyemezler.

 

Modernite, bilimi akla, dîni ise vicdâna âit kılmıştır. Bu bağlamda, akla yapılan aşırı vurgu, bilimi “dîne karşı din” yapmaktır. Akılcılık, “vicdânı akla tâbi kılmak” demektir ki, böylece “vicdâna hapsedilmiş din” de, aklın nesnesi yapılmaktadır. Vicdânı çeşitli modern şeylerle kirlenmiş olan ve bu yüzden de vicdânını yitirmiş olan modern insan, “dîni vicdanlara hapsetmek”le(!), aslında dîni yok saymaktadır. Dîni, hayattan uzaklaştırıp vicdâna hapsedenler, “bir cezâ olarak” mutlakâ sapıtırlar. Çünkü temiz bir vicdânın dînin vicdanlara hapsedilmesini kabûl edebilmesi mümkün değildir.

 

Din vicdanlara yaslandığında vicdanlara hapsedilmiş olur. Vicdanlara hapsedilen din yozlaşır ve değersizleşip basitleşir. Protestanlık yoluyla tahrif olmuş Hristiyanlığı vicdanlara gömen batı’da, kiliseler “nikâh sarayı”na dönmüştür. İslâm ise; kâlplere-vicdanlara-zihinlere-ülkeye-devlete-dünyâya ve hayâtın tüm alanlarına hâkim olmak isteyen bir din’dir.

 

Demokrasi, “vahiy-merkezli dîni işlevsiz bırakmak” ve yerine, “kâlplere-vicdanlara ve zihinlere hapsedilmiş bir din” arzu etmektedir. Fakat gelinene noktada din hayattan uzaklaştırılıp zihinlere ve vicdanlara hapsedilince, “küresel bir bunalım” sardı Dünyâ’yı.

 

Dînin bir vicdan işi olduğunu söyleyenler ve “din yâni İslâm vicdanlarda kalmalıdır” diyenlere; “Atatürkçülük niye vicdanlarda kalmıyor da hayâtın jandarmalığını yapıyor?” diye sormak gerekir.

 

Dîni vicdanlara hapsetmek “vicdansızlık”tır. Vicdânını yitirmiş olan modern insan, “dîni vicdanlara hapsetmek”le(!), aslında dîni yok saymaktadır.

 

İslâm hayâta karışmayarak sâdece vicdanlarda kalmalıymış. Hâlbuki Allah, dînini, vicdanlara hapsolmaktan kurtarıp, İslâm’ı hayâtın tam ortasında, tüm zamanlarda, tüm mekânlarda ve tüm alanlarda hâkim kılmak için göndermiştir. Peygamber-örnekliği de bunu gösterir. İslâm bir “hayat dîni”dir. Hayatta hâkim ol(a)mayan, şeytanın, nefsin, tâğutların ve de modernizmin etkisi ve baskısı altında kalarak körelmiş vicdanlara hapsedilen bir din, “ölmeye başlamış” demektir. Dîni fıtrat-merkezli olarak hayâta hâkim ve egemen kılmak için çalışmayanlar da bir çeşit “ölü”dürler.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2022

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder